Günlerdir kafamı toplamaya ve tarafsızca düşünmeye çalışıyorum. Şu an tablo net gözükmüyor, ben de Nostradamus değilim anasını satayım, olaylar gerçekleşmeden kesin hüküm veremem. Sadece olasılıklar üzerinden gidebilir, bunlar üzerinden fikir yürütebilirim. Şimdi anlatacaklarımı dikkatle ve tarafsızca okumanızı istiyorum. Size sadece biraz bilgi, biraz da bakış açısı katabilirim.
Gezi Parkı olayları Arap Baharı'na benzediğinden daha çok, 2011'de başlayan "Wall Street'i İşgal Et" hareketine benziyor. Bu nedenle öncelikle Amerika'daki Wall Street olayları nedir, bu hareketi kimler desteklemiştir, bunları bilmemiz lazım. "Occupy" (İşgal et) sloganıyla başlayan akımlar önce Wall Street'te görüldü, ardından tüm dünyaya yayıldı. Mısır, Gürcistan, Kazakistan ve daha birçok ülkede "İşgalci"ler protestolar düzenlemeye başladı.
Occupy hareketinin sembolü hâline gelen bu tek yumruk, aslında Yugoslavya'yı parçalamada büyük rol oynamış OTPOR örgütünün sembolüdür. Buyrun şekil a:
Ve tabi ki bu sembol, tüm dünyadaki Occupy hareketlerinde de kendini gösterdi.
İran'da, Gürcistan'da, Ukrayna'da...
Ve tabi ki bu sembol, Gezi Parkı olaylarında da kendisini göstermiştir.
"Eee varsa var, alt tarafı bir sembol, neyi ispatlar yani bu?" diyor olabilirsiniz, şimdi Wall Street hareketlerine geri dönelim.
Wall Street hareketi yine OTPOR ve bu örgüt tarafından kurulan CANVAS örgütlerince başlatılmıştır. Wall Street hareketleri ilk bakışta "Artık sahiplerimize başkaldırıyoruz, ne güzel" izlenimi oluştursa da hiç de bu amaca hizmet eden bir hareket olmamıştır. Peki neden?
ABD'nin merkez bankası olan Federal Rezerv kişilere aittir. Federal Rezerv yıllardır basmakta olduğu her bir dolar karşılığında Amerikan halkını borçlandırmaktadır. FED'in nasıl büyük bir kumpas olduğunu bilen Kennedy gibi "40 yılda bir" çıkan halkın başkanı da, bir suikast sonucu öldürülmüştür. Fakat ne gariptir ki Wall Street'i İşgal Et hareketlerinde Federal Rezerv aleyhinde tek bir talepte bulunulmamıştır.
Yine ne gariptir ki yıllardır ABD'yi ve tüm dünyayı köleleştirmekte olan Rothschild ve Rockefeller aileleri hakkında da hiçbir girişimde bulunulmamıştır bu Wall Street eylemlerinde. Rothschild ve Rockefeller, ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerin merkez bankalarında büyük hisse sahibidir. Eğer amaç "sahiplere baş kaldırmak" ise, bu adamlar neden olayın dışında tutulmuştur?
Yeterli mi? Hayır. Buyrun Lord Jacob Rothschild, Wall Street hareketleri için ne demiş ona bakalım: "Dünyadaki finansal taşkınlığı protesto eden bu gruba büyük bir sempati besliyorum" - Jerusalem Post, 1 Haziran 2012
Hatta yine küresel çetenin önde gelen isimlerinden George Soros da, Wall Street'i İşgal Et hareketlerini Birleşmiş Milletler'deki bir basın toplantısında desteklediğini söylemektedir. Buyrun kendi gözlerinizle bu video'nun sonlarını seyredin, Soros kendi ağzıyla söylüyor: http://www.filmannex.com/movie/soros-wall-street-protests/28740
"(Wall Street'teki) Bu şikâyetlere sempati duyuyorum" - George Soros |
Peki neden?
Tıpkı Arap Baharı'nda olduğu gibi, Occupy hareketleri de bir "istikrarsızlaştırma" projesidir. Mısır, Libya, Suriye gibi ülkelerin hepsi güçsüzleşmiş, iç savaş ve karışıklıklarla zayıflatılmıştır. Arap Baharı bir yıkım ve batı odaklı yeniden yapılanmayı amaçlar. Örneğin Mısır'da devrim yapılmış ve batı destekli generaller yönetimi yeniden ele almıştır. Mısırlı vatandaş için işler, eskisinden daha da boktan hâle gelmiştir. Mısırlı bir devrimcinin hissettiği pişmanlığı da buradan seyredebilirsiniz. Yani batı sikiyle girilen gerdekten hayır gelmez paşam.
Occupy hareketleri ise yine ülkelerde iç karışıklığı ve kaosu hedeflemiştir. ABD, Almanya, Avustralya bile Occupy hareketlerine maruz kalmışlardır. Evet ABD'de bile Occupy hareketleri baş göstermiştir (Wall Street gibi). Zira bu işgal hareketlerini başlatanlar hükümetler değil, küresel çetedir. Ülkelerin ekonomik yönden zayıflaması ve kendilerine daha da bağımlı hâle gelmesi, bu para babalarının en temel hedefidir. Rothschild, Rockefeller, Soros gibi şahıslar, devletlerin de üstü bir güce sahiplerdir. Bu insanların bağlı oldukları bir devlet veya bir millet yoktur!
Olaya biraz makro bakmaya çalıştık, şimdi gelelim bizim Gezi Parkı olaylarına...
Gezi Parkı olaylarının çıkış noktası, Taksim Dayanışma Grubu'nun Gezi Parkı'ndaki ağaçların yıkılmasına karşı gösterdiği tepkiye dayanıyor. Taksim Dayanışma Grubu'nun, Şubat 2012'de yayınladığı basın açıklaması metnini okudum (siz de siteden ulaşabilirsiniz) ve bu metnin ODTÜ'den Gazi Üniversitesi'ne 150 öğretim görevlisi tarafından onaylandığını gördüm. Olayların kaynağı olan bu çevreci hareketin altında bir artniyet olmadığını söyleyebilirim.
Mayıs 2013'te, söz konusu ağaçların kesilmesini önlemek adına bu grup çadırlar kurarak Gezi Parkı'nda nöbetleşmiştir. Olayların ilk günlerinde Sırrı Süreyya Önder'in de orada bulunması çoğu kişi tarafından hoş karşılanmasa da, size yine kesin olan bir bilgiyi ulaştırayım. Sırrı Süreyya Önder, orada bulunan eylemci bir kız tarafından telefonla aranarak davet edildi. Bu kızın da BDP ile falan hiçbir alakası yok. Amaç, Sırrı Süreyya'nın dokunulmazlığı aracılığıyla iş makinelerini ve polisleri durdurmaktı. Bunun altında da bir artniyet aramamanızı öneririm.
Anayasa'nın 34. maddesine göre herkes izin almadan, silahsız ve saldırısız gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir. Fakat gel gelelim polisin biber gazı ve gaz bombası kullanması, sağa sola cop savurması üzerine olayın rengi değişti, yoldaki vatandaş da bu duruma tepki gösterdi. Ben de bunlardan biriyim hacı, olayla hiçbir alakam yokken gördüğüm manzara karşısında tepkimi gizleyemedim. Üstelik televizyonda da bunlar hiçbir şekilde verilmiyordu. Bu yapılan resmen insafsızlıktı.
31 Mayıs Cuma günü ve gecesi, polis gâvura saldırır gibi kendi insanına saldırıyordu ve medyada bununla ilgili tek kelime edilmiyordu. E tüm bunlar da insanların damarına bastı doğal olarak ve "Hükümet istifa", "Faşizme karşı omuz omuza" sloganları atıldı o biber gazlarına rağmen.
Spontane bir şekilde halk tarafından destekleniyordu bu hareket. Tayyip Erdoğan 1 Haziran'da ilk kez konuştu ve "Biber gazı kullanımında yanlışlık var" dedi. Aynı gün polis de müdahalede bulunmuyordu, insanlar milli bayram havasında Türk bayraklarıyla şenlik yapıyordu. Hatta Beşiktaş'ta insanların bir kısmı artık vapurla evlerine dönmeye başlamıştı. Derken polis bir anda biber gazları ve gaz bombaları yağdırmaya, TOMA'yla tazyikli su sıkmaya başladı. Ortalık bir anda, hiçbir sebep yokken savaş alanına döndü. Eğer polis insanlara saldırmasa, bütün ülkede hiçbir olay olmayacaktı başından beri. Beşiktaş'ta yaşananlar da bunun bir göstergesiydi. Polisin bu saldırgan tavrına ek olarak Tayyip Erdoğan, "Evde zor tuttuğumuz %50'lik kesim var" gibi açıklamalarıyla bariz şekilde bir kutuplaşma yaratmak istediğini belli etmeye başladı. Bu, Tayyip Erdoğan'ın kibiri mi, yoksa hizmet ettiği bir amaç mı, orasını düşünmek size kalmış.
Bir olasılıktan bahsedeyim. Batının bir süre daha Akp'den vazgeçeceğini hiç zannetmiyorum. Fakat Tayyip Erdoğan'ın kontrolsüzlüğünden ve Türkiye'nin Suriye'ye girememesinden rahatsız olduklarını da düşünüyorum. Tayyip Erdoğan'ın yerine belki Bülent Arınç, Ali Babacan gibi kendilerine yakın ve ılımlı birisini de başa geçirebililer. Dediğim gibi, bu sadece bir olasılık.
Peki bu direniş hareketi de Occupy hareketleri gibi küresel çete tarafından kullanılıyor mu? Dış basının desteği ve hâlâ buğulu olan o büyük resme bakınca az çok görebildiklerimiz, bu ihtimalin de oldukça güçlü olduğunu gösteriyor.
Tayyip Erdoğan'ın ve emrindeki polisin haklı olmadığı gün gibi aşikârdır. Bana ne derseniz deyin, gözlerimle gördüm durumu ben. Gördüğüm manzara karşısında ilk günler eylemlere katıldım, ayağımın dibinde gaz bombaları patladı ve hâlâ da "İyi ki yapmışım" diyorum. O tavrın gösterilmesi şarttı. Fakat haklıyken haksız duruma düşmek ve ülkeyi iyice kaosa sürüklemek gibi çok ciddi bir tehlike de var karşımızda. Bu tehlikeyi görür görmez de şahsen eylemlere katılmayı bıraktım.
Ayrıca eklemem gereken bir başka nokta da şu: 1 Haziran'a kadar ortalıkta sadece üç-beş tane olan, yüzleri peçeli, polis arabası yağmalayan birtakım (!) aktivistlerin sayısı, 1 Haziran'dan sonra gitgide artmaya başladı. Olayların tam göbeğinde olan arkadaşlarım, polisle çatışma olan ve barikat kurulan bölgelerde genellikle 10-15 kişilik gaz maskeli, donanımlı, ne yaptığını fazlasıyla bilen gruplar olduğunu söylüyor günlerdir. Bu donanımlı aktvisitlerden bir kısmı, Yunanistan'daki protesto hareketlerinde de bulunduklarını söylemiştir. İşte en başından beri içimizde şüphe ve "Acaba?" oluşturan durum da buydu. Eylemcilerin arasındaki provokatörler ve Tayyip Erdoğan'ın da yangına körükle giden tavrı, bu işin sonunun kaos olduğunu gösteriyor. Kaos yıkımı, yıkım da fırsatları getirir.
Kaostan doğan düzen, küresel çetenin bir numaralı mottosudur.
Şimdi yapılması gereken, bundan sonra gösterilecek tavrın ne olduğunu düşünmektir. Hem burada olanlardan, hem de yanı başımızdaki Mısır ve Suriye'de olanlardan ders almamız gerekir. Suriye'de de baskıcı bir Esed rejimi vardı ve Esed'a tepki gösteren direnişçiler vardı. İlk başta direnişçiler gerçekten de haklıydı, zira Esed'ın ne mal olduğu ortadaydı. Fakat işler gittikçe çığrından çıkmaya başladı. Suriye'deki direnişçiler gittikçe kaos yaratarak Suriye insanına en büyük darbeyi vurdular. Çatışmalar başladı, masumlar öldü. İnsanlar işsiz kaldı, evsiz kaldı ve daha da kötüsü ailesiz kaldı. Esed bir kere haksızsa, direnişçiler iki kere haksız oldu. En garibi ve gerçeği de, iki taraf da kendisinin haklı olduğunu düşünüyordu.
Kaos amaçlı Occupy ve Arap Baharı projelerinin kimlere hizmet ettiği açıktır. O sebeple ki birilerinin ekmeğine yağ sürmemek adına, mücadele kesinlikle demokratik yollardan yapılmalı. Medyanın örtbas ettiği gerçek görüntüleri, yurdun dört bir yanındaki insanlara ulaştırmamız lazım öncelikle. Bu görüntüleri onlara ulaştırmamız şart, zira bugüne kadar Akp'ye ve medyaya güvenen Bilal Emmi'nin içine artık bir kurt düşmesi, bir "Acaba?" demesi lazım. Elimizde çok fazla fotoğraf ve video birikti, bunları gündemi Habertürk'ten, NTV'den takip eden ve hiçbir şeyden haberi olmayan adama ulaştırmamız lazım. Bundan sonra zorbayla zorba olarak ne kazanacağız? Kime ne ispat edeceğiz?
Buna kim ön ayak olacaksa olsun, medyanın nasıl olayları örtbas ettiğini ve hükümetin polise "Kendi insanınıza, David Beckham'a dalan Alpay Özalan gibi dalın" emri verdiğini herkese ispat etmeliyiz. Çünkü senin yaşadıklarından haberi yok Malatya'daki adamın.
Organize olalım, arşiv oluşturalım, medyada illa ki bulunan o samimi çalışanları yanımıza alalım ve insanları haberdar edelim. Gerçek direniş artık bu şekilde yapılmalı, yoksa zarar gören 12 Eylül 1980'de olduğu gibi yine bu halk ve ülke olacak. Bu arşiv oluşturma işini ciddiye almamız lazım, ben seve seve ve canla başla uğraşırım bu iş için. Zira medyanın dayatmalarını insanlara göstermedikçe hiçbir bok elde edemeyiz.
Dikkatimi çeken başka bir şey olursa haberdar ederim buradan. Kesinleşmeyen çok şey var, o yüzden bu aralar temkinli davranın tavsiyesi vermekten fazlası gelmez elimden, kaynataya selamlar.