Küresel sermayenin tasavvuf hakkındaki tutumunun özetini, size bir New York Times haberi üzerinden göstereyim şimdi de. 17 Ağustos 2010'da NY Times gazetesinde yayınlanan, 16 Ağustos 2010'da da NY Times'ın internet sayfasına koyulan ve tarihçi William Dalrymple tarafından yazılan "Muslims in the Middle" başlıklı yazıyı rol model olarak kullanacağım [69]:
Bu NY Times haberi var ya, şu yukarıdaki Rand Raporu talimatlarının birebir uygulamalı halidir. Şimdi analizimi iyi oku.
Yukarıdaki kesitte göreceğiniz üzere, yazıda öncelikle prim yapmak için ABD'li siyasetçilere giydirilir. "Bush gibi siyasetçiler tüm müslümanları terörist gibi gösteriyorlar" minvalinde haklı bir çıkışla müslümanların yanağından makas alınır. E tabi ki burası doğru, İslam'ın batı basınındaki şöhreti malum... Ayrıca bu kısımda göreceğiniz üzere yine El Kaide gibi Selefi/Cihatçı manyakların iğrençliği iyice belirtilir. Fakat bu El Kaide'lerin şişirilmesinin esas sebebi, "gerçek İslam bunlar değil, gerçek İslam işte bu sevgi dolu tasavvuftur" golüne bir zemin hazırlamaktır.
Yazının bu kısmında ise Amerikalı tasavvufçu Feisal Abdul Rauf övülür. Söylenenler özetle şudur: "Bir tasavvufçu olan Abdul Rauf aşkı, sevgiyi ve Tanrı'yı zikretmeyi över. Ama görüşleri biraz New Age'e benzer. Bu sebeple sevgi dolu tasavvufçu Abdul Rauf; işte bu Usama Bin Ladin veya Taliban gibi cihatçıların gözünde kafir ve putperesttir"
Anladın mı şimdi tuzağı?
"Bak müslüman kardeş, burada El Kaide var, Taliban var, bunlar pis adamlar (ki evet, gerçekten de öyleler, Allah onların belasını versin). Şimdi bu pis adamlar, bizim sevgi dolu New Age'ci tasavvufçularımıza kafir gözüyle bakıyorlar. Demek ki sevgi dolu tasavvufçular iyi adamlar (yok ya)."
İşte ABD'nin İslam üzerindeki tüm stratejisi budur.
Selefi/cihatçı kafa kesen manyaklar üzerinden, tasavvufu övmek. Bir nevi iyi polis/kötü polis tiyatrosu oynatıp, tasavvufu millete kakalamak.
Bu budur, mesele bu kadar açık.
Benim burada sana kör göze parmak sokarcasına izah ettiğim yöntemi, adamlar işte ustalıkla uyguluyorlar. Rand raporu nedir, spiritüalizm nedir, tasavvuf nedir, ABD neden tasavvufçuları över, bunları derinlemesine bilmeyen bir adam şu yazıyı okusa, %99 ihtimalle yazara hak verir. Zira senaryo çok sağlam. Göster El Kaide'leri, IŞİD'leri, karşısına da "kurtuluş bu!" diye koy tasavvufu, yedir millete.
Aynı NY Times yazısından devam ediyoruz.
Yazar uçtukça uçar, tasavvufu nasıl öveceğini bilemez artık. Altını çizdiğim bölümde der ki: "Tasavvufçu liderler hoşgörülü fikirleri yüzünden hayatlarını riske atarlar, tıpkı Bağdat'taki Amerikan askerleri gibi."
Ehehehehehe. Bundan daha güzel ve gerçekten de daha yerinde bir benzetme olamazdı herhalde. Yazar elbette Amerikan askerlerinin Bağdat'ta hayatlarını riske atmalarını Amerikan milliyetçisi duygularla söyler ama yine de farkında olmadan çok doğru bir benzetme yapar. Zira tasavvuf da İslam'a, en az Amerikan askerlerinin Bağdat'a yabancı oluşları kadar yabancıdır. İslam ile tasavvuf, birbirine tamamen zıt inançlardır. Ve günümüzde de tasavvuf, tıpkı Bağdat'taki Amerikan askerleri gibi küresel sermaye tarafından desteklenir.
Hah kambersiz düğün olmaz, yazarımız burada Mevlana'yı över. Mevlana'nın tüm varlığı ve tüm dinleri bir olarak gördüğünü söyler ki bu doğrudur, yazarın bunları söylemesi Mevlana'yı doğru anladığına delalettir. Mevlana'nın Kuran'la hiçbir alakası olmayan bu panteist fikirlerinin de, "İslam'ın Yeni Ahit'i" olduğunu söyler yazar.
Yani şimdi ben bu hurafeci herifleri, tasavvufu ve tarikatleri eleştirdiğimde, bunların İslam'la hiçbir alakası olmadığını söylediğimde, beynini süs olarak taşıyan herifler bana "reformcu" diyecektir. Ulan reformun kralını siz yapmışsınız zaten. İslam'la gram alakası olmayan hurafe inançları İslam diye yedirmişsiniz millete. Kendi pagan kökenli inançlarınızın adını İslam koymuşsunuz. Öyle ki elin Amerikalısı bile çakmış mevzuyu, sizin İslam zannettiğiniz tasavvuf için "İslam'ın Yeni Ahit'i" tanımını kullanıyor adam. Sonra da reformcu biz oluyoruz, vay amına koduğumun işine bak sen hele ya. Peygamberin ölümünden yıllar sonra bu tasavvuf müslümanlara bir güzel yedirildi ve İslam'da reform, zaten sizin şeyh ve veli bozuntularınız tarafından yapılmış oldu. Fakat bu pagan tasavvuf inancı, aşağı yukarı 1000-1200 sene evvel İslam'a sızdığı için, bir şekilde gelenek halini aldı ve şu an sizin bu saçma düzeninize karşı bir laf söylemek "reformculuk" oldu. Kuran'ın, yani Allah tarafından son peygambere verildiği iddiası taşıyan bir kitabın; reforma falan ihtiyacı olamaz, ama bu reformu "Kuran'ın gizli anlamlarını Allah'tan keşif yoluyla öğrendik" yalanıyla çok güzel yedirdi millete sizin o hazretleriniz, şeyhleriniz, Mevlana'larınız. Moruk siz delikanlı gibi söylesenize Kuran'ı beğenmediğinizi, Kuran'ı yeterli görmediğinizi. Şunu delikanlı gibi söyleyin, öyle ciddiye alıp konuşayım sizinle. Yemin ederim şu ABD'li spiritüalistler daha delikanlı lan sizden, zira en azından tutarlı bir biçimde tasavvufun nasıl mistik ve yeni bir din olduğunu söylüyor adamlar.
Neyse devam ediyoruz analize.
Yazının devamında da eleman Ortadoğu'nun tüm yobaz gruplarını sayar, bunlara karşı çözüm olarak da tasavvufu sunar. Ve yazının sonunda da güvenilirliğini arttırmak için, gider şaka gibi 2007'deki Rand Raporu'nu kaynak olarak sunar ehehe.
Ben yukarıda 2005'teki bir Rand Raporunu incelemiştim size, bu yazar ise 2007'deki bir Rand Raporundan bahseder. 2007'de de Rand yine "yobazlara karşı tasavvufu kullanma taktiği" izah eden bir çalışma yayınlar. 2005'teki raporun hemen hemen aynısıdır bu rapor da, hatta raporun adı bile:
"Ilımlı İslam Ağları İnşa Etme"dir [70]. Bu "ılımlı İslam" da tabi bizim sevgi yumağı tasavvuftur. 2007 tarihli bu raporda da tasavvuf, İslam'ın aydınlık yüzü olarak kakalanır. Fethullah Gülen ve cemaati uzuuuun uzun övülür. Feto gibi Ortadoğu'daki diğer çeşitli tasavvufi liderler övülür ve bunların desteklenmesi önerilir. Medyada sürekli haberleri çıkan kafa kesen manyak cihatçılar varken, fırsat bu fırsat insanlara sevgi pıtırcığı tasavvufun kakalanması gerektiği belirtilir. Götümden sallamıyorum bunları güzel kardeşim, kaynakçaya koyduk al oku işte raporu. Unutma ki bu raporu yayınlayan, bizim küresel sermayenin strateji kuruluşu Rand'dır. Adamların yolu yöntemi budur. Yukarıdaki Ny Times yazısında da tasavvufu öven eleman, körler sağırlar birbirini ağırlar misali gider Rand Raporu'nu kaynak olarak gösterir "bakın Rand da tasavvufçular için entelektüel ve hümanist diyor" diye. Rand'ın bu raporlarının ardından UNESCO 2007'yi Mevlana yılı ilan eder. Küresel sermaye tasavvufi oluşumlara oluk oluk para akıtır. Müfredatında tasavvufu ön plana çıkaran İslami üniversitelerin kurulması teşvik edilir. Bu okullarda tasavvufa meyilli akademisyenler ve ilahiyatçılar yetiştirilir. Rand raporlarında üniversiteler ve akademisyenler üzerinde inatla ve ısrarla durulur, zira manipülasyon eğitimden başlar. Kulaktan dolma bilgilerle hayat görüşü edinen denyolara soracak olursan eğer, tüm bunlar dünya barışı içindir, çünkü tasavvuf barış dinidir, "ne olursan ol gel" felsefesine sahip bir huzur yuvasıdır ve İslam'dan daha barışçıdır (!). Ve bu Unesco, Rand veya hesapta hayır işlerine milyonlarca dolar bağışlar yağdıran büyük şirketler, hep dünya barışı için uğraşan iyilik meleği kuruluşlardır, tasavvufu desteklemeleri o yüzdendir. He amına koduğumun denyosu seni he, he iki birayla sarhoş olup hayatın tüm acılarını göğüslediğini zanneden göt oğlanı seni he. Tüm bunlar geleceğin tek dünya dini spiritüalizm içindir benim güzel evladım.
Şimdi bir konuya tekrardan açıklık getireyim. Örneğin şu yukarıda incelediğimiz NY Times'taki yazıyı yazan tarihçi, belki de sahiden kendi halinde bir adamdır ve samimiyetle tasavvufun iyi bir şey olduğuna inanmıştır, tüm dinlerin bir olduğunu düşünüyordur ve gelecekte insanların refahı için tek ve ortak bir dünya dinine ihtiyacımız olduğuna inanıyordur. Yani yazdıklarında samimi olabilir. Adam harbiden belki de hiç öyle gizli kapaklı işler çevirmeden, kendi başına bu sonuca ulaşmıştır. İşte zurnanın zırt dediği yer de tam olarak burası oluyor. Ortada tasavvufa ve spiritüalizme bu kadar büyük bir destek varken ve tüm dünyada bu iş teşvik ediliyorken, sorgulayan birçok insanı bu tür abuk oluşumlar kapıyorken, bu işin okulları sürekli çoğalıyorken, bir insanın zaten "kendi başına" bu sonuca ulaşma ihtimali de artıyor. Zira insan çok kolay manipüle edilebilen bir yaratıktır. Adamlar da bu meseleyi iyi bildiklerinden işte yukarıdaki Rand raporlarındaki talimatlarda gördüğünüz üzere eğitim yoluyla, popüler kültür yoluyla, çeşitli okul ve dernekler yoluyla bu manipülasyon koşullarını oluşturmayı sağlıyorlar. Patır patır ruhçuluğu, tasavvufu, panteizmi yüceltiyorlar ve bu sayede bu saçmalıklara birçok insanı inandırmayı başarıyorlar. Geleceğin tek dünya dinine zemini işte böyle hazırlıyorlar. O sebeple, şu adam samimi midir, bu adam ajan mıdır gibi sikimsonik zaman kaybı meselelerle uğraşmayın ve bunlara takılmayın. Pragmatist olup sonuca bakın siz.
Şimdi Tasavvufun spiritüalizm ile aynı şey olduğuna ve spiritüalizm gibi tasavvufun da küresel sermaye tarafından desteklendiğine dair bir başka delil sunayım size, zira ben adamı belgelerle sikerim.
Dünyada "Universal Sufism" (Evrensel Tasavvuf) adıyla bilinen ve 1900'lü yılların başlarında kurulup hala çığ gibi büyüyen bir kardeşlik oluşumu vardır. Kurucuları Inayat Khan ve Samuel L. Lewis adlı iki aydınlanmış elemandır. Bu arkadaşların da ilgi alanları yine Hinduizm, Budizm gibi mistik dinlerle beraber tasavvuf ve tasavvufun kolları olan Nakşibendilik, Kadirilik vb'dir. Öğretileri yine aynıdır, "tüm varlık birdir, tüm dinler birdir, her şey Allah'tır, sen ve ben de Allah'ız" vs. Tüm bunları tekrardan izah etmeyeyim işte, sabahtan beri anlattığım şeyler.
Bu kardeşlik örgütü, internet sayfalarında da görebileceğiniz üzere müritlerini panteizme ve aydınlanmaya (illumination) davet eder. [71]
"Evrensel Tasavvuf" adlı bu hareket kendi arasında da dallara budaklara ayrılır, "Sufi Ruhaniat International", "International Sufi Movement", "Sufi Order International", zart zurt gibi birçok alt kardeşlik örgütü vardır bu hareketin. Örneğin bu alt kollardan sadece bir tanesi olan Sufi Order International'ın bile çoğu Amerika'da olmak üzere dünyanın dört bir yanında dernekleri, okulları vardır. Bakınız [72]:
Liste daha uzuyor, merak eden kaynakçadaki adresten tüm dernekleri görebilir. Ve unutmayın, bu dernekler "Evrensel Tasavvuf" hareketinin sadece bir alt kolu olan Sufi Order International'a bağlı olanları, hepsini varın siz düşünün.
Tıpkı Mevlana gibi tüm dinlerin bir olduğunu, her şeyin Allah olduğunu söyleyen, buram buram mushroom kokan bu pagan ve aydınlanmış abiler, kendi internet sitelerinden birinde de bir silsile yayınlarlar. Hani bu tasavvufun şeyhleri, velileri, yani Tanrı parçası olduğunu idrak etmiş yüce seçilmiş kişileri çıkar ya arada sırada, işte tarihten beri onların kim olduğunu sıralarlar [73]:
Gördüğünüz üzere silsile (haşa) Muhammed peygamberden başlıyormuş. Tabi bu abilere göre (tıpkı İbn Arabi'nin de söylediği gibi) peygamberler de aslında tasavvufçudur, peygamberler de aslında her şeyin Allah olduğuna inanırlar, peygamberlere göre de tüm dinler birdir. Yalnız işte bu peygamberler görevleri gereği açık seçik konuşamamışlardır, halk da anlasın diye bazı gerçekleri gizlemişlerdir, bak sen şu hınzır peygamberlere.
Ve tabi ki Muhammed peygamberden başladığını iddia ettikleri bu silsilenin son halkaları, yani son Tanrı Parçaları ise, Evrensel Tasavvuf hareketinin kurucusu olan Inayat Khan ve öğrencileridir:
Her tasavvuf kolunun da tıpkı bu elemanlarda olduğu gibi kendilerine has silsileleri vardır. Her tasavvuf kolu, silsileyi peygamberimizden başlatır, araya kendi velilerini, yüce zatlarını sıkıştırır. Evrensel Tasavvuf hareketinde de olay aynıdır işte.
Şimdi işin biraz daha içine girelim... Bu Evrensel Tasavvufun ve onun Ruhaniat adlı diğer bir alt kolunun kurucusu Samuel L. Lewis adlı elemandır. Kendisine "Sufi Sam" de derler, cidden ünvanı bu kendisinin ehehe.
Bu Sufi Sam, yani Samuel L. Lewis, hareketin kurucusu olan Inayat Khan'ın öğrencisidir ve meşaleyi ondan alarak bu kardeşlik örgütünü daha da ilerletir. İşin görünen kısmı kadarıyla, hareketin en önemli 2. adamı diyebiliriz kendisine ama aslında kendisi hareketin en önemli adamıdır (nedenini göreceksiniz). Bir New Age'ci ve tasavvufçu olan Sufi Sam, hareketini yaymak adına dünyanın dört bir yanını gezmiş, öğretilerini insanlara duyurmuş ve büyük küçük birçok dernek, kardeşlik örgütü vs kurmuştur. Kendini tasavvufa adamış olan Sufi Sam şudur:
Sufi Sam burada kankslarla aydınlanma keyfi yaşıyor. Bakınız nasıl da aydınlanıyor.
Peki hareketin en önemli 2. adamı olan bu Sufi Sam (Samuel Lewis) kimdir, kendisini yakından tanıyalım [74]:
Sufi Sam'in babası, meşhur ABD'li kot pantolon üreticisi Levis şirketinin başkan yardımcısıdır. Bildiğiniz üzere Levis'in kurucusu Levi Strauss'tur, Sufi Sam'in babası ise işte o meşhur Levi Strauss'un sağ koludur.
Sufi Sam'in anne tarafı ise daha ilginç: Rothschild ailesi.
Evet, bizim kendisini tasavvufa adayan, Evrensel Tasavvuf ve Ruhaniyat adlı kardeşlik örgütlerinin kurucusu olan ve ne hikmetse dünyanın dört bir tarafına yayılmayı başarabilen Sufi Sam, meşhur banker Rothschild ailesinin bir ferdidir. Annesi Harriet Rothschild'dir.
Size, ortada dönen şu tiyatronun büyüklüğünü anlatabilmem için daha ne yapmam lazım bilmiyorum.
Rothschild'ler oğullarını Erasmus'la tasavvuf öğrensinler diye dünyanın dört bir yanına göndermediler herhalde güzel evladım di mi? Rand'ın son 10 yılda yayınladığı "tasavvufu teşvik et" temalı raporlar yeni bir nane değildir, yüzlerce yıllık bir planın, sırası geldiğinde uygulanan adımlarından birisidir. Spiritüalizm, temel öğretisi panteizme dayanan bir öğretidir ve tasavvuf ile tamamen aynı şeydir. Pagan sembolü mühürlerini 1 doların üzerine basan ve spiritüalizmi yıllardır teşvik eden bu banker ailenin kendi oğullarını tasavvufu yaymak için görevlendirmiş olması elbette tesadüfi değildir. Zira kendi inançları da tasavvuf ile temelde aynıdır ve gelecekte insanlığı kontrol altında tutmak için kuracakları spiritüalist dünya dini de tasavvuf ile temelde aynıdır. Lafta "sevgi, hoşgörü, kardeşlik", derininde ise "kötü", "iyi", "ahlak" gibi kavramların bulunmadığı, zira herkesin sorgulanamaz Tanrı'lar olduğu bir rezalet.
Bunları bizim tasavvufçu ilahiyatçılara, gelenekçi müslümanlara veya dergaha giden sufilere kabul ettirmek genelde çok zordur. Zira gelenekçilerin büyük çoğunluğu ne spiritüalizm bilirler, ne panteizm, ne de mistisizm. Kendilerine öğretilen din muhakkak en doğru din olduğu için sadece onu öğrenirler ve başlarını kaldırıp "lan dünyada başka neler var acaba?" diye dönüp bakmazlar. İnandıkları tasavvufun, ruhçuluk inancı ile aynı şey olduğundan bile bi'haberdirler. Bir de tüm bunların üstüne, gider sizi "cahillik" ile suçlarlar. Onlar muhakkak tasavvufun anlaşılamadığını veya yanlış anlaşıldığını iddia edecek, kaynağı diğer mistik dinlerden alınmış olan tasavvuf öğretilerini Arapça isimleriyle size açıklamaya kalkarak bilgiçlik taslayacak (çünkü Arapça bir şeyler söylüyorsa otomatikman çok bilgili oluyor), ve sonunda sizi ya "kapasitesizlik" ya da "bilgisizlik"le suçlayıp işin içinden çıkacaklardır. Tek bir iddianıza bile mantıklı cevap veremeyeceklerdir. Vermeleri mümkün değildir, zira kendi inançları ortadadır, Kuran ayetleri ortadadır. Aradaki çelişkiyi görmemek için, yalnızca onu görmek istememek lazımdır. Tasavvuf ile Kuran'ın çelişmesi hadi ayrı bir yerde dursun, bir de yazının şu son bölümlerinde gösterdiğim işin politik ve siyasi boyutu da vardır. Spiritüalizmin Arapça'ya boyanmış hâli olan tasavvuf; küresel sermaye tarafından alenen desteklenir, fakat onlar tüm bunlara karşı da laf kıvırmaya başvuracaklardır. Öyleyse ben nah bu kol gibi yazıyı neden yazıyorum? Öncelikle tabi ki kendim için yazıyorum, zira ölüp gittikten sonra Allah'ın beni bu dünyada yaptıklarımdan sorgulayacağını biliyorum. Allah'ın karşısına sığır gibi bomboş bir şekilde çıkmak istemiyorum. Bir diğer sebebi ise, muhakkak ki aranızdan kafasını kullanıp bu işten dönenler olacaktır, ama 3 tane, ama 5 tane, heh işte o da kısa günün kârıdır. Aklını kullanıp delillerin peşinden gidenler kazanacaktır, aklını işletmeyenler ise muhakkak kaybedecektir, Bir müslüman olarak öğrendiklerimi size anlatmak ve uyarmak benim görevimdir, artık siz istediğinizin peşinden gitmekte özgürsünüz.
Gelelim tasavvufun spiritüalizm ile aynı şey olmasına ve spiritüalistler tarafından pek sevilmesine dair bir diğer örneğe.
Birkaç yıldır internet'te dolaşan ve bazı ödüller de alan bir video var "I, Pet Goat II" adında [75]. Bu video baştan aşağı sembollerle konuşur, ABD siyasetine, yeni dünya düzenine ve dinlere girer çıkar, bu işi ise semboller vasıtasıyla yapar. Sonda söylemem gerekeni şimdiden söyleyeyim, video'yu yapan elemanın röportajlarını ve birkaç yazısını okudum, eleman spiritüalist. Hazırladığı bu video'da da doğrularla yanlışları harmanlayarak, tasavvufu ve spiritüalizmi yüceltir kendisi. Konuyla ilgilenen birçok kişi bu video'nun "çok iyi mesajlar verdiğini" düşünüyor, fakat panteizmin ve spiritüalizmin ne olduğunu bilmezseniz, esas meselenin zaten dünyaya spiritüalizmi getirmek olduğunu anlamış değilseniz, bu şekilde kandırılmanız doğal. Şimdi bu video'nun ufak çaplı bir analizini yapalım. Mesela video'nun başında şu sahneler vardır, şöyle bir göz gezdirin:
Başlarda anlatılanlar özetle şudur (ki bunlar video'nun verdiği "doğru" mesajlardır): Bush ve Obama gibi ABD başkanları birer kukladır, bu kuklaların oynatıcısı ise şeytandır (master of puppets hesabı). Biraz daha detaya ineceksek, Bush'un kafasında gerzek bir şapka vardır, Bush "aptal ABD'li başkan" rolünü oynar. Obama'nın kafasında ise üniversiteli kepi vardır, o da üzerine düşen "bilgili, eğitimli ABD başkanı" rolünü oynar. Hatta son karede Obama'ya bir ekrandan "gül" emri verilir, o da iradesi olmayan bir kukla olduğu için emirlere uyar ve güler. Bilgili, güler yüzlü bir imaj oluşturur. Video'daki her karede tonlarca detay vardır, isteyen bu detayların içinde kaybolabilir ama yazı hayvan gibi uzadığından dolayı ben bunu yapmayacağım, sadece konumuzla alakalı kısımlarını inceleyeceğim. Ama konumuza geçmeden evvel izah etmem gereken bir başka mevzu var, 3-4 sene evvelki yazılarımda anlattım fakat yeri geldiği için tekrar etmem lazım.
Video'nun ismi neden "Pet Goat"tır ve ABD başkanı Bush neden bir sınıfın içindedir? Şimdi bu soruların cevabını vermek için video'ya kısa bir ara verip, reel hayata geri dönüyoruz. İkiz Kule saldırılarının yaşandığı 11 Eylül 2001 sabahı Bush, bir okul ziyaretindedir.
Bu ziyaret sırasında sınıftaki çocuklar tarafından "Pet Goat" adlı bir hikâye okunur ki bu Pet Goat, satanist mesajlar barındırdığı gerekçesiyle bazı yasaklar almış bir çocuk hikâyesidir. Fotoğrafa biraz dikkatli bakarsanız "aptal ABD başkanı" imajlı Bush'un elindeki hikâye kitabını ters tuttuğunu göreceksiniz. Bu kare internet'te ve medyada da epey dalga konusu olmuştu zamanında "Bush ne kadar salak yea ehehe" diye. Fakat Bush'un, içerisinde Pet Goat adlı satanist hikaye de bulunan bu kitabı ters tutmasının sebebi; kendisinin salak olması değil, satanizmde ritüellerin tersten yapılmasıdır. Size garanti ederim ki Bush, kendisinin salak olduğunu iddia eden insanların en az bi %95'inden daha zekidir, ona şüpheniz olmasın. Bu sınıftaki olay başlı başına bir ritüeldir, daha da açacağım meseleyi, relax.
Sınıfta Pet Goat adlı luciferian hikâyenin okunduğunu söylemiştim. Derken İkiz Kule saldırıları gerçekleşir, ilk uçak Dünya Ticaret Merkezi'ne girer. Bush'un yanına gelip kulağına saldırıların olduğu fısıldanır. Bush (hesapta) saldırıyı bu anda öğrenir.
Şimdi şu yukarıda görmüş olduğunuz kare var ya, bu karenin 20-30 saniye öncesine gideceğiz. Dünyanın nasıl ruh hastası bir çete ile karşı karşıya olduğunu göreceksiniz zira. Şu 2 dakikalık video'da, Bush'un kulağına "abi İkiz Kulelere girdiler :(" diye fısıldanan o anın öncesini ve sonrasını görebilirsiniz. Bu anı beraber seyredeceğiz şimdi. Zaman ise 11 Eylül 2001 sabahı, yani İkiz Kule saldırılarının olduğu andır.
Bush sınıftadır, öğretmen ise çocuklara bazı kelimeler söyler. Çocuklar, öğretmenin söylediği kelimeleri hep bir ağızdan tekrar ederler.
Video'yu 17. saniyesinden itibaren izlerseniz siz de göreceksiniz, öğretmenin sınıfa okuduğu ve çocukların da yüksek sesle tekrar ettiği kelimeler şunlardır: "kite, hit, steel, plane, must"
Yani Türkçesiyle "uçurtma, vurmak, çelik, uçak, -meli"
Eğer bu kelimelerle anlamlı bir cümle kurmak isterseniz şu cümleyi elde edersiniz: "Kite plane must hit steel"
Yani: "İnsansız uçak, çeliğe vurmalı"
"Kite" uçurtma demektir, "kite plane" ise "insansız uçak" (hani şu drone'lar gibi) manasına gelen bir deyiştir. Ve bildiğiniz üzere 11 Eylül sabahı saldırıya uğrayan Dünya Ticaret Merkezi'nin o ihtişamlı gökdelenleri de "çelik" konstrüksiyonludur. Yani tıpkı çocukların söylediği gibi, insansız uçak çeliğe vurmuştur.
Devam edelim:
Çocuklar öğretmenlerinin söylediği bu kelimeleri tekrar ederler. "Uçak" derler, "çelik" derler, en sonunda "insansız uçak, çeliğe vurmalı" cümlesini oluşturacak olan o kelimeleri tekrar ederler. Bundan az önce de Pet Goat adlı satanist hikâyeyi okumuşlardı sınıfta. Çocuklar da, muhtemelen öğretmen de, satanist bir ritüele meze olduklarının farkında değillerdir.
Ve çocuklar "insansız uçak, çeliğe vurmalı" cümlesinin kelimelerini okuduktan sadece birkaç saniye sonra, video'da izleyebileceğiniz üzere Bush'un yanına biri gelir ve ona tıpkı çocukların söylediği şekilde, İkiz Kule saldırısının gerçekleştiğini, yani bir uçağın çelikten İkiz Kule binasına vurduğunu haber verir.
Az önce insanlık tarihinin en psikopatça anlarından birisini seyrettiniz. Bu sapık pagan inanışa sahip ailelerin aleni bir ritüelini izlemiş oldunuz. Yani şu olay üstüne ne kadar küfretsem, ne söylesem boş gelir, o yüzden lafı kısa kesiyorum artık, hasta ruhlu orospu çocukları. Bunlara komplo teorisi diyen, zira her haltın üstünü "komplo, yalan onlar yeeaeae" diye çizince kendini rasyonel insan oluyor zanneden gavatların da ayrıca amına koyayım.
Şimdi bizim şu animasyon video'nun adının neden Pet Goat olduğunu, Bush'un neden bir sınıfta şebeklikler yaptığını anlamış olduk.
İlerleyen kısımlarda Usama Bin Ladin de gözükür, dikkat ederseniz Usama'nın göğsünde CIA arması vardır. Yani "Usama da aynı ekipten" der video'yu hazırlayan arkadaş.
Buraya kadar gösterdiklerim video'nun "doğru" mesajlarıydı. Ki bu gösterdiklerim zaten video'yu seyredenleri tavlamaya yönelik bölümlerdir. Bu anlatılanlar sayesinde izleyici; video'nun bundan sonra da "doğru" mesajlar vereceğine inanmaya meyilli hâle gelir. Zira şeytanın elinde kukla olan ABD başkanları, Pet Goat meselesinin incelenmesi falan gibi detaylar, konuyla ilgili birçok insanın ilgisini cezbeder zaten. Halbuki bunlar önden gösterilen kamyondur, büyük bir hevesle açtığınız o ağza birazdan leş gibi kereviz girecek amına koyim.
Bunları sadece video hakkında genel bir fikriniz olsun diye anlattım, bundan sonra video'daki milyon tane detaya girmeyeceğim, konunun sadece spiritüalizm ve tasavvuf boyutuyla ilgili kısmını göstereceğim kaynatasızlar.
İlerleyen kısımlarda Antik Mısır Tanrısı Anubis'in botuna binmiş birisi gelir.
Anubis'in botuyla gelen bu kişinin göğüs boşluğunda kalp sembolü vardır, yani insanlığa "sevgi"yi getirecektir bu kişi. Sevgi ve aşk, yine spiritüalistlerle tasavvufçuların en çok suistimal ettikleri kavramlardandır.
İnsanlığa gelen bu kurtarıcının alnında da üçüncü göz (veya Horus'un gözü) vardır, yani insanlığa "aydınlanma"yı getirecektir kendisi.
Daha sonra görürüz ki bu kişi aslında...
İsa'dır... Alnında pagan sembolü Horus'un gözü, altında Antik Mısır Tanrısı Anubis'in botuyla beraber bir İsa profili...
Ruhçuların iddiasına göre peygamberler de "varlığın birliğini" çözmüş, döneminin aydınlanmış kişileridir. İsa'nın üzerindeki pagan semboller bu sebeptendir, yani aslında tüm peygamberler pagandır kendi iddialarına göre.
Ve esasen burada resmedilen İsa, Hristiyanların ve Müslümanların düşündüğü gibi bir İsa peygamberden ziyade, "kozmik kurtarıcı İsa"dır. Bir nevi Matrix'teki Neo'dur bu gelen kurtarıcı. Sikindirik New Age muhabbetleri işte.
Bu video'daki gibi "kozmik kurtarıcı İsa"nın anlatıldığı bir spiritüalist kitap vardır. Adı "Coming of the Cosmic Christ" (Kozmik İsa'nın Gelişi), yazarı ise Matthew Fox'tur. Bu kitapta anlatılanlar yine varlığın birliği (vahdeti vücut) üzerinedir ve İsa aslında tüm varlığın bir oluşunun bir temsilidir. The One'dır yani İsa, tıpkı Matrix'teki Neo, veya "ben Allah'ım" diyen veliler gibi.
Ve ne kadar ilginç değildir ki, bu spiritüalist masalların anlatıldığı Kozmik İsa'nın Gelişi adlı kitapta yazar, Laurence Rockefeller'a kendisine verdiği desteklerden dolayı teşekkür eder.
Neden Rockefeller'a teşekkür eder peki yazar? Amına koyim sabahtan beri anlatıyoruz ya işte bu spiritüalizm küresel sermayenin marifetidir, bu adamlar destek ve teşvik verir spiritüalizmin yayılması için diye. Neyse lan niye atar yaptıysam, 5 saattir kalkmadan yazıyorum diye şirazem kaydı galiba amına koyim. Ben bi sigara almaya çıkıcam dışarı, kaybolma bi yere.
Heh geldim, devam ediyoruz video'ya.
Video'daki İsa'nın gelişi, aslında tüm insanlara "aydınlanma"nın gelişini sembolize eder. Tüm insanlar "bir" olduklarını idrak ederler. Bu aydınlanma esnasında da dünya, birtakım zıtlıkların çatışmasına ve yeni sentezlerin doğmasına şahit olur. Örneğin:
Elinde orak ve çekiç olan bu işçi boğulur, yani insanların aydınlanmasıyla komünizm çöker.
Ardından sikindirik beyaz yakalı sınıfı görürüz ve...
Aydınlanmış olan insanlık, bu beyaz yakalıları da yok eder. Bu sahneler de kapitalizmin çöküşünü sembolize eder.
Video'nun sonunda da hesapta aydınlanmış insan galip gelir. Komünizm ve kapitalizm çatışmasından bir sentez doğar, yani yeni dünya düzeni kurulur. İsa'nın hemen arkasında bir kilisenin yıkıldığını görürsünüz. Zira dünya, artık ahiret ve ahlak gibi kavramlara sahip dinlerden kurtulmuştur, çünkü insan artık aydınlanmıştır, bi'nevi übermensch olmuştur.
Video'nun verdiği ana mesajı size göstermek adına bu sahneleri atlaya zıplaya gösterdim. Şimdi video'nun orta kısımlarındaki bazı sahnelere dönelim ki mesele daha iyi idrak edilsin:
Yerde böyle devasa bir kara parçası vardır. Dikkatli bakarsanız eğer bu kütle aslında, yerde yatan bir adamdır ve bu adam da ereksiyon halindedir. Derken göklerden Tanrı'nın eli gelir:
Bu sırada ereksiyon halindeki penise, ya da amma kibar konuştum lan, kalkmış olan sike zoom yapılır. Kalkık sikin tepesinde ise haç işareti vardır ve bu kalkık sik bir hapishanedir, parmaklıkları vardır. Parmaklıkların yanında ise kalp vardır. Tüm bunların anlamını açıklayacağım:
Kalkık penis şeklindeki bu hapishanenin içinde bir de yaşlı ve çirkin bir kadın vardır.
Hapishanenin duvarlarında, kare içine aldığım bölüme dikkatle bakarsanız eğer, çentik işaretleri olduğunu göreceksiniz.
Bu sahnelerde anlatılmak istenen; cinselliğin bastırılmasıdır. Sertleşmiş bir penis şeklindeki bu hapishanenin içinde özgürlüğüne kavuşmayı bekleyen ve dışarı çıkmak için gün sayan bir ihtiyar vardır. Penis şeklindeki bu hapishanenin tepesinde haç işareti bulunması da, Hristiyanlıkta (tabi İslam'da da) zinanın, yani evlilik dışı cinsel ilişkinin yasak olmasına bir atıftır. Zira bu cinselliğin bastırılması hapishanesini kuranlar, Hristiyanlık ve İslam gibi dinlerdir. Aydınlanmış insanlar ise bu dinlerin çok ötesinde, sözümona tekamül etmiş ve "Tanrı parçası" olduğunu idrak etmiş üstün varlıklar olduğu için bu yasakları artık kaldırırlar. Mtv'nin ve popüler kültürün sabahtan akşama kadar size pompaladığı gibi, ne kadar fazla insanla sikişirseniz, o kadar özgür ve aydın olursunuz. Yersen diyecem ama zaten yeniyor bu.
Hristiyanlık zaten teslis (üçleme) ve kominyon ayini gibi inanış şekillerinden de belli olacağı üzere panteizmin etkisi altındadır. Fakat spiritüalistler yine de Hristiyanlığı sevmezler, zira Hristiyanlıkta yine de iyi-kötü bir ahlak anlayışı vardır, oysa Tanrı parçası olan insan her türlü ahlağın üzerinde olmalıdır, onun her yaptığı Tanrısaldır. Öte yandan Hristiyanlıkta da bu ahlak anlayışının bir sonucu olarak bu dünyada yaptıklarından sorguya çekileceğin bir ahiret inancı vardır, işin bu kısmı da spiritüalizme uymaz. Hani ruhçuların kendi inanışlarını teistlere kakalamak için "melek"leri kullandığını söylemiştim ya size, bu video'da da İsa'nın kullanıldığını görürüz. Internet'te bu video'ya verilen tepkileri epey takip etmiştim zamanında, Hristiyanların çoğu bu video'yu beğenmişti, video'da anlatıldığı gibi "eğer İsa'ya uyarsak kurtulacağımızı" söyleyen insanlarla doluydu internet. Oysa şu video'daki İsa, bildiğimiz İsa peygamberin öğretilerinin tam tersini dayatır. Her türlü ahlak anlayışını kırar, finalde "varlığın birliği" üzerine kurulu yeni dünya dinini getirir. Hristiyanların çoğu, tıpkı müslümanların çoğu gibi neye inandıklarını bilmedikleri için şekli taklit ederler, basit bir İsa animasyonuyla aldatılırlar. "Sevgi" ile insanlığa aydınlanmayı getireceğini iddia eden bu arkadaşlar, Hristiyanları da "İsa sevgisi" üzerinden kandırırlar.
Video'yu hazırlayanlar esasen o kadar bilgili ve çakallardır ki, bu yöntemin hep tuttuğunu bilirler, Hristiyanların sevdiği bu video'da şöyle ironik bir sahne vardır:
Anubis'in botuyla dünyayı gezen bu İsa, panteist, aydınlanmış ve "bir" olduğunu idrak etmiş insandır, bunu söylemiştim. Fakat bu karakter, sırf "İsa" şeklinde çizildiği için tamamen zıt bir felsefeyi öğütlese de Hristiyanları kandırmayı başarır. Şöyle ki:
İsa'nın dünyaya geldiğini gören balıklar hemen sudan çıkarlar ve...
Onun botuna atlarlar...
Balık, bildiğiniz üzere Hristiyanlığın sembolüdür. Spiritüalistler, Hristiyanların aşina oldukları "sevgi, melekler, İsa" gibi kavramları kullanarak onları kandırırlar. ABD ve Avrupa'da spiritüalizmin yayılma yolu budur, tıpkı bizdeki yöntemlerinin tasavvuf olması gibi... Yüzeysel bilgi sahibi insanları, önceden aşina oldukları kavramların anlamını değiştirerek kandırırlar. Örneğin Allah inancı olan bir insana "Allah yok diyeceksin" şeklinde bir baskı uygularsanız bu geri tepecektir, fakat spiritüalizm ve tasavvuftaki gibi panteist bir Allah inancı inşa ederseniz ve insanlara bunu yutturursanız, amacınıza daha kolay, daha az tepkiyle karşılaşarak ulaşmış olursunuz. Video'daki bu sahnede de İsa şekline kanan Hristiyanların, bu pagan inanışın peşinden koşmaları, sudan çıkıp spiritüalizmin kayığına atlamaları gösterilir. Sudan çıkan balık ise elbette ölür. Yani bu sahnede anlatılan, Hristiyanlığın spiritüalizm tarafından bitirilecek olmasıdır. Bunu da spiritüalistler, aynen şu sahnelerde anlatıldığı gibi neye inandığını tam olarak bilmeyen Hristiyanları, aşina oldukları kavramlar üzerinden kandırmaları yoluyla yapacaklardır. Hristiyanların bu video'yu beğenmeleri, iyi bir şey zannedip spiritüalizmi sevmeleri de, tıpkı müslümanların tasavvufu sevmeleri gibi çelişkili ve mantıksız bir durumdur. Zira yüzeysel bilgi insanın hayatını mahveder.
Şimdi gelelim video'nun bizim coğrafyamızı ilgilendiren bölümüne, yani tasavvufa.
Video'nun bu bölümünde, müslüman ülkelerde çıkan savaşlar anlatılır. Camiler bombalanır ve yıkılır.
Bu karede milyon tane detay vardır, fakat ben detaylarda boğulmayıp size meselenin özünü anlatacağım. Malumunuz Türklerin hâlâ fesli resmedilmesi gibi, Amerikalının gözünde bu çarşaflı kadın da müslümanların simgesidir. Bu karede anlatılanlar özetle şunlardır: Müslüman ülkelerdeki kargaşalar ve savaşlar yüzünden insanların, bilhassa da çocukların ölmesi, insanların bezmesi.
Bu kare önemlidir, ölen müslüman çocuğun yüzü gösterilir ve dikkat ederseniz çocuğun alnında bir böcek gezmektedir. Bu böcek bildiğin bokböceğidir. Neden çocuğun suratında bir bokböceği gezdiğini bir sonraki kareyi gösterdikten sonra anlatacağım.
Bu sahnelerden sonra araya demin anlattığım kapitalizmin ve komünizmin çökmesi sahneleri girer, dünyanın her yerindeki çatışmalar ve dönüşüm gösterilir. Ve İsa ile resmedilen o aydınlanmış insanlığın kurduğu yeni dünya düzenini görmeye başladığımız sahnelerde, video'nun sonlarına doğru şu sahneleri görürüz:
Video'nun başlarında savaşlar yüzünden ölen müslüman çocuk, video'nun sonunda yeni dünya düzeninin gelmesiyle beraber bir semazen olarak, yani sufi olarak dirilir!
Ve savaşlardan, radikal dinci gruplardan bezen müslüman ülkelere artık tasavvuf gelir. Müslüman ülkeler tasavvuf ile hesapta kurtuluşa ve aydınlanmaya ererler.
Video'nun başlarındaki sahnede bu çocuğun yüzünde gezen bokböceği de bununla ilgilidir. Zira bokböceği, sürekli çalıştığı ve bir işlerle meşgul olduğu için çoğu zaman daha kanatları olduğunu fark edemeden ölüp gider. Müslümanlar da kanatları olduğunu, yani içlerindeki cevheri, tasavvuf ile keşfedip yeniden doğacaklardır. Video'da tüm anlatılan budur.
Şimdi araya kısa bir reklam alayım. Müslüman ülkelerin bugünkü halini zerre kadar savunmuyorum. Benim gözümde günümüzdeki müslüman ülkeler, Allah'a İskandinav ülkelerinden daha uzaktır. Zira biri sürekli Allah ile aldatır, Allah adına kurallar koyar, Allah adına haramlar üretir, Allah adına kendi egosunu tatmin eder, Allah adına kendi cebini doldurur, diğeri ise en azından Allah'ı hiç işin içine katmaz. Ben seküler bir insan değilim, fakat sekülerleri, kendi saçmalıklarını din diye dayatanlara çoğu zaman tercih ederim.
Gelgelelim gayet profesyonelce hazırlanmış olan bu video'da müslümanlarla ilgili resmedilen manzara; tamamen küresel sermayenin planıyla, Rand Raporlarıyla, ya araya daha virgül koymama gerek yok işte, kısacası şu yazıda anlattığım her şeyle uygundur.
Müslümanlara, içlerinde bulundukları saçma durumdan kurtulma vaadi olarak, tasavvufu dayatacaklardır. Planları budur ve daha şimdiden yapılan da budur. Müslümanları bir pisliğin içinden alıp, öteki pisliğe batıracaklardır.
Bunu yapma nedenleri ise dünyayı, ortak din olarak getirecekleri spiritüalizme hazırlamaktır. Her kültürün, toplumun ve dinin, spiritüalizme ısınma yolu başkadır. Kimini kozmik kurtarıcı İsa masallarıyla kandırırsın, kimini Kabala ve ışık kitabı Zohar ile kandırırsın, kimini de sevgi böceği Mevlana ile, Yunus ile, yani tasavvuf ile kandırırsın. Zira tüm bu mistikler temelde aynı öğretiye sahiplerdir, sadece hitap şekilleri içlerinde bulundukları topluma göre değişir ve bu sayede de nabza göre şerbet verirsin.
Mesele bundan ibarettir.
Peki müslümanların kurtuluşu o değil, bu değil, e nerede o zaman bu kurtuluş? Kurtuluş elbette hurafeleri ve rivayetleri terk ederek, Kuran'a geri dönmektedir. Kurtuluş dünyayı ve nimetleri terk etmekte veya küçümsemekte değil, çalışıp üretmektedir. Kurtuluş nasıl oluyorsa tek bir Allah'tan çıkan ama helalleri ve haramları bile farklı olan mezheplere bağlanmakta değil, "ben müslümanım" deyip Kuran'a bağlanmaktadır.
Fakat müslümanların toplum olarak kurtuluşa ereceklerini de zannetmiyorum, bu tabi sadece benim öngörüm. Eminim ki bu yazıda kanıtlara dayanarak anlattığım bunca şeye bile "müslümanlar" tarafından öyle psikopatça, öyle mantıksız, öyle iftira dolu cevaplar alacağım ki, neden bu kafa yapısında olan insanların toplumca rahata ermelerinin mümkün olmadığını düşündüğümü sen de anlayacaksın kaynatasız. Hatta ben sadece müslümanların değil, tüm dünyanın asla kurtuluşa, refaha falan erebileceğini de düşünmüyorum.
"İnsanlar iyidir" veya "insanlar kötüdür" gibi ön kabuller, dünyanın en gerzekçe bakış açılarıdır ki insanların bu tür salak paradigmalara kaymasının yegane sebebi; insanları daima tek tip gören toplumsalcı felsefelerin yayılmasıdır (misal sosyalizmin her türlüsü, misal panteist dinler, misal tasavvuf). İnsan, tek bir "benlik" olarak iyiliğe de, kötülüğe de muktedirdir. Bu da demektir ki insandan insana değişen bir seçim olarak biz, kötülüğü seçen kötü insanların ve iyiliği seçen iyi insanların bulunduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ve benim gözümde kötülüğü seçen insan sayısı, iyiliği seçen insan sayısından bir hayli fazla -ki bu da benim şahsi düşüncem, katılmayabilirsiniz-. İyi olduğunu iddia eden veya iyiymiş gibi rol yapan insanların "büyük çoğunluğu" da eline imkân geçmemiş kötülerdir benim gözümde. Hasta olduğunu bile idrak edemeyen ruh hastalarının olduğu bu dünyada savaş, cinayet, haksızlık veya aklınıza gelebilecek her tür kötülük daima var olacaktır, tabi ki Allah aksini dilemedikçe. Böyle bir hayatta benim tek amacım kendimi kurtarmak ve bu manyak sürüsüne dahil olmamak. Kendimi kurtarmamın yolu da başkalarına karşı nasıl davrandığımdan geçtiği için, ama üç kişiye olur, ama beş kişiye, burada bir şeyler yapmaya çalışıyorum 4 senedir. Sen de "bunu yapsam ne olur, ne değişir" diye düşünme ve bir şeyler yapmaya çalış. Hatta bir şeylerle yetinme amına koyim, potansiyelini sonuna kadar zorla. Bu dünyada topyekün kurtuluş falan olmayacak, sen başkalarını boş verip kendi nihai çıkarını düşün, kendini kurtarmaya bak. Zira yanan canının acısını bir tek sen hissediyorsun, tekamül ettiğini ve tüm varlığın bir olduğunu iddia eden gerizekalıların umurunda bile değilsin sen. Sen "biz" değilsin, sen "sen"sin. Tek başınasın.
Ve tarihin hemen hemen her zamanında "biz artık tekamül ettik, önceki insanlardan daha ilerideyiz" diye pörtleyen insanlar olmuştur. Sırf sahip oldukları imkânlar yüzünden veya başkalarının, üzerinde düşünmeye vakit bulamadığı konular üzerinde kafa yormuş olmaları yüzünden (ki bu da sahip olunan bir imkândır) kendilerinin üstün/tekamül etmiş kişiler olduklarını zanneden bu salaklar, kendilerini üstün gördükleri o insanlarla aynı bokları yemişlerdir. Kendilerini üstün görmüşlerdir, kibirlenmişlerdir, yalan söylemişlerdir. Artık daha ileride, daha üstün, daha iyi olduklarını iddia edip, bir yandan sürekli kötülük işlemiş ve daha sonra bu kötülüklerini de söyledikleri yalanlarla insanlara iyilik diye yutturmaya çalışmışlardır. İnsanların gözlerinin içine baka baka onları kandırmışlardır, Egolarının okşanması veya ellerine takribi 50-60 sene yaşayacakları şu dünyada biraz güç geçmesi dışında hiçbir boka yaramayacak ufak çıkarlar uğruna, tüm dünyanın anasını bellemişlerdir. Şimdi, sen mi aydınsın? Sen mi Tanrı'nın parçası olduğunu keşfetmiş yüce varlıksın? Sen zavallısın ulan. İnsanlığın sahip olduğu servet ve teknoloji, bugünkünün binlerce katına da erişse veya aradan onbinlerce yıl geçip insanlar birtakım mutasyonlara da uğrasalar, insanın içindeki bu kötülük potansiyeli asla yok olmayacaktır. İnsan daima iyiliğe de, kötülüğe de muktedir bir "yaratık" olarak var olacaktır.
Yazının şu son bölümlerinde size neden mistiklerin ve spiritüalistlerin tasavvufu sevdiklerini ve küresel sermayenin tasavvuf ile spiritüalizme neden destek verdiğini açıklamaya çalıştım. Bunlara ilişkin de, en sığır insanın bile içine bir "acaba?" düşürecek kadar, ve bence aklını kullanan özgür bir insanın da ikna olacağı kadar delil sundum size. Artık bu faslı sonlandırıyorum ve yazının ilk bölümlerinde yaptığım gibi işin felsefesini anlatmaya yeniden devam ediyorum. Zira işin ne olduğunu bilmez ve sadece şekle göre tavır alırsanız, şu Pet Goat adlı video'daki sudan çıkan balıkların durumuna düşersiniz.
Şimdi kısa bir hatırlatma yapayım. Tasavvuftaki vahdet-i vücut inancına göre "her şey Allah'tır". Her şeyin Allah olması inancının genel adı da panteizmdir. Bu vahdet-i vücut inancı İslami bir şey olmadığı gibi, bu inancı ilk bulanlar (veya uyduranlar) tasavvufçular da değildir. Panteizm inancı mistik dinlerin alayında vardır ve zamanın tasavvufçuları da mistiklerden öğrendikleri panteizm inancını "vahdet-i vücud" adı ile müslümanlara bir güzel kakalamışlardır. Fethullah Gülen gibi bazı günümüz tasavvufçularının "panteizm gavur icadıdır, vahdet-i vücut ile panteizmin bir alakası yoktur" tarzı kıvırma dolu yazılarını görebilirsiniz bu konu hakkında.
Tasavvufçuların; panteizm ile vahdet-i vücut arasında var olduğunu iddia ettikleri fark şudur, hatta direkt tasavvufa ılımlı yaklaşan biri olan Süleyman Ateş'in cevabını vereyim size [76]:
Şimdi gavur icadı olan panteizme göre yaratıkları Tanrı olarak görürmüşsün, ama çok mübarek vahdet-i vücut inancına göre yaratıkları "yok" olarak görür ve aslında o yaratık sandığımız şeylerin "Allah" olduğunu görürmüşsün.
Eee? So what?
E sen lafı evirip çevirip yine aynı şeyi söylemiş oldun ama? Sahiden siz dalga falan mı geçiyorsunuz insanlarla, yoksa kendiniz bile ne dediğinizin farkında değil misiniz? Kaldı ki bu yazının ilk bölümlerinde örneklerini gördüğünüz üzere spiritüalist ve panteistlerin birçoğu da "maddenin illüzyon olduğunu", hayal olduğunu ve asıl var olanın Tanrı olduğunu söylerler, tıpkı tasavvufçular gibi! Panteizm ile tasavvuf tamamen aynı şeylerdir, tasavvufu savunanlar kendi inançlarını panteizmden farklı kılmak için şekil a'da da görebileceğiniz üzere bir çeşit laf salatasına başvururlar fakat vardıkları sonuç tamamen aynıdır.
Vahdet-i vücut ile panteizmin farklı şeyler olduğunu iddia edenler; tasavvufu ve geleneklerini en büyük put edinmiş hacı-hoca tayfasından başkası değildir. Armutun armut olmadığına inandırmaya çalışırlar kendilerini ve müritlerini, hiçbir mantık aramayın. Yaban ellerdeki spiritüalistler meseleyi gayet iyi çözmüşlerdir ve tasavvufun da, vahdet-i vücutun da ne olduğunu iyi bilirler, zaten bu yüzden bizim Mevlana'ları, Arabi'leri epey severler. Bunun zibilyon tane örneğini de gördük bu yazıda şimdiye kadar.
Tabi bu tasavvufun ve vahdet-i vücutun müslümanlara kakalanması o kadar da kolay olmadı. Zira bu saçmalıkların Kuran'a alenen zıt olduğunu farkedip tasavvufçulara karşı çıkan birçok müslüman oldu doğal olarak. Örneğin "kelamcılar", Kuran ayetleriyle ilgilenen alimlerdir, çalışma alanları Kuran ayetleridir. Bu kelamcı abiler gayet tasavvufçuların kafir olduklarını, inançlarının Kuran'la hiçbir alakası olmadığını söylemişlerdir. Tasavvufçular ise tasavvufa karşı gelen herkesi "anlamazsınız, sizin ilminiz yetmez, tatmayan bilmez" gibi mantık ve nur dolu argümanlarla aşağılamış, avamdan görmüştür. Bu sebeple kelamcıları da hiç sevmez tasavvufçular. Zira İbn Arabi'nin de dediği gibi, ancak düşük seviyeli insanlar akıl ve düşünce yoluyla gerçeğe ulaşmaya çabalarlar. Gerçek bilgi; keşif ve ilhamla direkt Allah'tan alınır ve bu da ancak Arabi'lere, Mevlana'lara, zart zurt hazretlerine nasip olur.
Derken 16. yüzyıl Hindistan'ında "İmam Rabbani" adında biri çıkagelir, kendisi de tasavvufçudur. İmam Rabbani günümüzde özelikle şu Cübbeli Ahmet'in İsmailağa Cemaati tarafından pek sevilir, Rabbani'nin izinden giderler. Kendi deyimleriyle bu İmam Rabbani "70.000 evliyanın reisi"dir. Böyle bölüm sonu canavarı gibi bi şey işte. Peki İmam Rabbani neden önemlidir? Zira tam bir "her devrin adamı" olan İmam Rabbani, ne şiş yansın ne kebap diyerek tasavvufçular ile kelamcıların arasını bulmak için "vahdet-i şühud" adında bir şey uydurmuştur. İmam Rabbani'nin vahdet-i şühudu da yeni bir şey değildir, mistisizmdeki karşılığı "panenteizm"dir ve vahdet-i vücut'tan pek de bir farkı yoktur. Şimdi bu abilerin çok karmaşık şeylermiş gibi süslü süslü Arapça terimlerle, adeta anlaşılmasın diye anlattıkları meseleleri, size en basit şekilde anlatacağım. Zira mesele gerçekten çok basit, sadece bu herifler işi bilerek zorlaştırırlar ki "biz çok ulvi kişileriz, herkes ilmimizi anlayamaz, vuuuuu" şeklindeki gizem perdeleri perçinlensin. Şu el emeği göz nuru şemalara iyice bakın şimdi, mesele şundan ibaret:
Tasavvuftaki vahdet-i vücud ile mistisizmdeki panteizm tamamen aynı şeylerdir. Bu inanışa göre, şekil A'da gördüğünüz üzere evrenler ile Tanrı aynı şeydir. Yani hem bu evren, hem olası diğer evrenler, hem de bu evrenlerin içindeki varlıklar, Tanrı'nın ta kendisidir. Mesela ayağına yapışan kedi boku var ya, o kedi boku Allah'ın bir parçasıdır, zira tüm varlık Allah'tır ve tüm varlık birdir. Bizim İbn Arabi'nin veya 17. yüzyıl filozofu Spinoza'nın dediği tam olarak budur. Elbette günümüz spiritüalistleri de bunu der, misal ABD'de seminer seminer gezen Ramtha da bunu söyler [77]
Gelelim şimdi vahdet-i vücud'un hemen hemen aynısı olan, fakat çok farklı bir şeymiş gibi müslümanlara kakalanan versiyonuna, yani İmam Rabbani'nin vahdet-i şühuduna:
Vahdet-i şühud (panenteizm) inancına göre evrenler yine Tanrı'dır, fakat Tanrı bu evrenlerle kısıtlı değildir, evrenleri aşan bir varlığı da vardır Tanrı'nın. Yani Tanrı evrenleri kapsar, fakat sadece evrenlerle kısıtlı değildir. Bu "vahdet-i şühud" lafını ilk olarak İmam Rabbani kullandıysa da, vahdet-i şühuda yani panenteizme benzeyen fikirleri kendisinden önceki tasavvufçularda da görebilirsiniz. Örneğin Mevlana'nın bazı kitaplarını okuduğunuzda kendisinin panteist olduğunu, bazı kitaplarını okuduğunuzda da panenteist olduğunu görürsünüz. Hatta Spinoza da panteist olmasına rağmen, ismi panenteizmle beraber sık sık geçer. Zira panteizm ve panenteizm arasında öyle çok keskin çizgilerle belirlenmiş bir fark yoktur. Hemen hemen aynı şeylerdir ve aralarındaki farklar da öyle çok büyük değişikliklere yol açan türden ayrımlar değildir (sebeplerini birazdan anlatacağım).
Yukarıdaki şemada İmam Rabbani'nin laf salatalarıyla dolu ciltlerce mektubatını okuyup iyice kafası karışan, hiçbir şey anlamayan, anlamadığı için de "vardır bir kerameti" diye düşünen tasavvufçuların savunduğu vahdet-i şühud inancını en sade ve en net şekilde görebilirsiniz. Öyle çok karışık bir mesele değildir bu. Tabi bir de meseleyi gayet iyi anlayıp, bunların Kuran ile bir alakası varmış gibi ayak yapan, millete yediren tasavvuf ehli ilahiyatçı tayfa vardır ki, onlara bu yazı uzunluğunda bir sövme destanı dizsem az gelir.
Şimdi gelelim vahdet-i vücut ile vahdet-i şühut'un karşılaştırmasına.
Vahdet-i vücut inanışı ile ilgili en temel sorunun hatırlarsanız şu olduğunu anlatmıştım: Her şeyin Allah'ın ta kendisi olması demek, her şeyin kaçınılmaz bir biçimde "iyi" ya da "olması gereken, sorgulanamaz şeyler" olmasına yol açar. Eğer her şey Allah ise, Yaratan ile yaratılan arasında bir fark yoksa, bu durumda kötülük diye bir şeyden bahsedemeyiz. Zaten bu mantık ile tekamül inancını birleştiren Hallac-ı Mansur'un "İblis ve Firavun benim öğretmenimdir" demesi, Arabi'nin de Firavun'a övgüler dizmesi, hatta onu cennetlik ilan etmesi gayet tutarlıdır. Eğer tasavvufçu iseniz, İblis'inden tut Hitler'ine kadar herkese bu bakış açısıyla yaklaşmanız gerekir, tasavvuf inancı bunu gerektirir, bunu yapmazsanız inancınızı ya anlamamışsınızdır, ya da inancınızla ters düşersiniz. Zira "her şeyin Allah olması", ortada kötü diye bir şey bırakmaz.
Şimdi gelelim Rabbani'nin vahdet-i şühud'una. Şu şemaları bir karşılaştırın, vahdet-i şühut inancında da her şeyin "iyi" olması durumu aynen devam eder gördüğünüz üzere, zira evrenler yine Allah'tan bir parçadır. Bu probleme herhangi bir çözüm getirmiş midir vahdet-i şühud? Hayır. İmam Rabbani'ye göre "vahdet-i vücut" aşılması gereken bir mertebedir, eğer iyice aydınlanır, iyice ulvileşirsen vahdet-i vücut'u da aşarsın ve asıl hakikatın vahdet-i şühut olduğunu görürsün. Ve o vahdet-i şühutta da yine tüm varlık Allah'ın bir parçasıdır, varlık ile Tanrı arasına hayali bir çizgi çeker vahdet-i şühut inancı ama yine de ortadaki problemi hiçbir şekilde çözmez. "Vahdet-i vücut inancını halk yanlış anlayabilir, bu inanç materyalizme yol açabilir" minvalinde laflar söyleyen İmam Rabbani, Allah'ın sadece evrenle kısıtlı olmadığını, bu evrenden başka da bir boyutu olduğunu söyler, fakat yaratıkların Allah olarak görülmesi inancını aynen devam ettirir. Yani panteist/panenteist inanç sistemi İmam Rabbani'de de aynen devam eder. Bir de çok önemli bir şey başarmış gibi "İslam'ı hurafelerden ve materyalizmden koruyan alim" olarak övülür bu İmam Rabbani.
Vahdet-i vücut (panteizm) der ki: "Her şey Allah'tır"
Vahdet-i şühut (panenteizm) der ki: "Her şey Allah'tandır"
Bu ikisi arasında hiçbir fark yoktur. "Her şey Allah'tandır" lafı tek başına yanlış olmak zorunda değildir, bu lafa ne anlam yüklediğinize bağlı olarak değişir. Örneğin bu lafı söyleyerek "her şeyi Allah yaratmıştır, o sebeple her şey Allah'tan gelir" demek istiyor da olabilirsiniz, Kuran'a göre durum da budur zaten. Fakat tasavvufçular böyle söylemez. İmam Rabbani böyle söylemez. Vahdet-i şühud inancı böyle söylemez. Onların "her şey Allah'tandır" demesi, aynen yukarıdaki şemada da göreceğiniz üzere "her şey Allah'ın bir parçası/uzantısı/tezahürüdür" anlamı taşır. Bunun da Kuran ile en ufak bir alakası yoktur. Enam suresinin 1. ayetini çok dikkatli okuyun şimdi:
"Hamd Allah'adır! O ki gökleri ve yeri yaratmış, karanlıklara ve nura vücut vermiştir. Sonra, gerçeği örtenler bunları Rablerine denk tutuyorlar."
Ayette Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı, karanlıkları ve nuru (aydınlığı) yarattığı söylenir. Allah'ın gökleri ve yeri yaratması ile karanlığı ve aydınlığı yaratması demek; Allah'ın işte bu evreni yaratması demektir. Zira evren; yerler ve göklerden, karanlıklar ve aydınlıklardan ibarettir, bunların yaratılması demek, zaten mantıken evrenin yaratılması demektir. Ayetin son cümlesinde ise açık seçik Allah tarafından yaratılan yerler ve göklerin, karanlık ve aydınlığın, yani bu evrenin, kafirler tarafından Allah'a denk tutulduğu söylenir.
Enam suresinin 1. ayeti, alenen bu evrenin Allah'a denk tutulamayacağını söyler.
Panteizm ve panenteizm inançları zaten Kuran'ın bütününe baktığınızda asla ulaşılabilecek şeyler değildir, Kuran tamamen zıttır bu inançlara. Kuran'dan tasavvuf inancına ulaşabilmeniz için "Allah kuluna şah damarından daha yakındır" ayetini iyice eğip bükerek yorumlamanız ve sonra diğer tüm Kuran ayetlerine "bunlar mecaz yaa" demeniz lazım ki tasavvufçuların yaptığı da aşağı yukarı budur. Ve sırf enam suresinin 1. ayeti bile bu inancın Kuran'a göre yanlış olduğunu anlamak için yeterlidir. "Gerçeğin üstünü örten", kafir demektir, kâfirin kelime anlamı budur. Allah enam 1. ayette açık seçik evreni Allah'a denk tutanların kâfir olduğunu söyler. Bu budur, lamı cimi yok.
Kâfir lafı, yanlışa sapan insanlar için öyle kapsayıcı, öyle ortak ve öyle cuk bir ifadedir ki. Zira "gerçeğin üstünü örtmek" eyleminde bir bilgisizlikten ziyade, gördüğün ve bildiğin şeyi görmezden gelmek, umursamamak ve başkaları da onu görmesin diye gizlemek anlamları vardır. Yani saf bir bilgisizlikten ziyade, bildiğin şeyi kendinden ve başkalarından gizlediğin için "sinsilik" vardır bu ifadede. Ve aynı zamanda gördüğün gerçeği umursamadığın, onu önemsiz gördüğün ve önemsizleştirdiğin için de "duyarsızlık" anlamı vardır kâfir sözcüğünde. İngilizce'de cahil; "ignorant", cehalet ise "ignorance"dır ve bu kelimeler "ignore" fiilinden türemişlerdir. Ignore kelimesinin tam anlamı ise "görmezden gelmek, önemsememek, bilmezlikten gelmek"tir, tıpkı Facebook'ta sana "slm gözlerin çok güzel" diye mesaj atan Çılgın Manmut61'in orada var olduğunu bilmen ama "ignore" seçeneğine basarak onu görmezden gelmen gibi. Kuran'da geçen "cahil" ifadesi de tam olarak budur. Kuran'da Allah'ın cahil dediği kimseler zaman zaman bulundukları toplumun en üst kesimlerindeki adamlardı, kodamanlardı ve sosyoekonomik düzeyleri yüksek olduğu için bilgi düzeyleri de birçok insandan ilerideydi, örneğin Kuran'da adı geçen Ebu Leheb bile böyle bir kimsedir. Fakat "cahil" ve "kafir" olmak, Kuran'a göre az bilmekten ziyade, bildiklerinin üstünü örtmek, onları gizlemek, görmezden gelmek anlamları taşır. Kuran'da Allah'ın eşsiz, benzersiz, denksiz olduğunu söyleyen ayetleri görmelerine rağmen hâlâ panteizm ve panenteizm inançlarını İslam diye millete kakalayan tasavvufçular da bu bağlamda tam olarak cahildirler. Enam suresinin 1. ayetini görürler ve hâlâ inandıkları vahdet-i vücud'u veya vahdet-i şühud'u savunmaya devam ederler. Sanki o ayetleri hiç görmemişlerdir.
"Ayetlerimiz ona okunduğunda, böbürlenerek yüzünü çevirir. Sanki onları hiç işitmemiştir, sanki kulaklarında bir ağırlık vardır. İşte böylesini, korkunç bir azapla muştula." (Lokman 7)
Sanki Allah'ın eşsiz, benzersiz ve denksiz olduğunu söyleyen, yaratılmışların Yaratan'a denk tutulamayacağını söyleyen ayetleri hiç görmemiş gibi, hala tasavvufu savunanlara ben diyecek bir şey bulamıyorum. Kalbin mühürlenmesi denen olay bu demek ki.
Yani bakın tekrar söylüyorum, adamın biri gelse ve açık seçik "ben spiritüalistim ve tasavvufa inanıyorum" dese veya "ben kendimi herhangi bir dine mensup olarak görmüyorum ve tasavvufu mantıklı buluyorum" dese, çıkıp da bu adama "sinsi" demem, zira bu bir iftira olur. Bunlara inanmakta tamamen özgürsünüz, bu sizin hayatınız, seçimi yapacak olan sizsiniz. Fakat bir insanın "ben hem müslümanım, hem tasavvufçuyum" demesi öyle mantıksız bir şeydir ki, işte ben buna diyecek bir söz bulamıyorum. Tabi ki her ne kadar mantıksız da olsa, böyle bir seçim yapmakta da özgürsünüz, fakat aynı anda zıt şeylere inandığınızı ve mantıksız bir insan olduğunuzu kabul etmelisiniz (tabi mantıksız bir insandan mantıksız olduğunu kabul etmesi de beklenemez, zira bu, mantıksız bir insan için çok mantıklı bir hareket olurdu ehehe). Ve tasavvuf ile Kuran'ın zıt olduğunu görmek için de herhangi bir dine mensup olmak zorunda değilsiniz, bu iki inanç arasındaki karşılaştırmam gayet nesneldir, aklını kullanan herkes tasavvuf ile Kuran'ın zıt olduğunu görür ve kabul eder. Bunu tek kabul edemeyenler bizim gelenekçiler, cemaatçiler, birtakım ilahiyatçılar ve tasavvufçulardır.
Ya ilkokul 1'deydim ya da 2'de, bahçede pet şişeyle maç yapıyorduk. Karşı takımdan bir çocuk pet şişenin üstüne basıp kaydı, sonra "frikik" dedi. Gereksiz tevazu yapmayacam, çocukken akranlarımdan zekiydim, bu çocuğun da denyo olduğunu anladım, durumu garipsemeden sakince çocuğa faulün ne olduğunu anlatmaya çalıştım. İşte frikik kullanması için bizim takımdan birinin onu düşürmesi gerektiğini, kendi başına kayıp düştü diye frikik kullanamayacağını izah ettim. Bana cevap olarak "banane olum, ben düştüm işte, beni bağlamaz" gibi bir cevap vermişti. Sinirimden ağladım. Bak çocukluğuma dair sinirlendiğimi hatırladığım tek anım bu benim. Üzüldüğüm anılarım var, fakirlik anılarım var, ağladığım başka anılarım var, ama sinirlendiğim bir tek bu var. Neden bu kadar sinirlenip ağlamış olabilirim sence? Çünkü çaresiz hissettim ve bu çaresizliğimin sebebi de "anlaşılamamış" olmaktı. Ve bu anlaşılamamış oluşumun sebebi, anlatmaya çalıştığım şeyin çok karmaşık bir şey olması da değildi, çocuğun sırf kendi hırsı yüzünden kendini beni anlamaya kapatmasıydı. Zira aynı çocuk, böyle bir pozisyonun çok daha zorlarını pazar akşamı Erman'la Şansal'ın Maraton'unda seyredip, pazartesi sabahı andımız okunmadan önce sırada bizimle beraber yorumluyordu, gerizekalı değildi. Bilmiyorsa bile, çok zeki değilse bile, bunu öğrenip anlayabilecek zekası vardı. Fakat şahsi hırsı ve kibiri yüzünden kendini "anlamaya" öyle kapatmıştı ki, karşısındakine çaresizlikten başka bir şans bırakmıyordu.
Hem tasavvufa hem Kuran'a inananlar da işte bende aynı etkiyi uyandırıyor. Ne desem boş hissine kapılıyorsun. Zira kendilerini boş bir kibire (benim öğrendiğim ve inandığım her zaman doğrudur düşüncesine) o kadar kaptırmış vaziyetteler ki, kendilerini bu kibirleri ve boş hırsları yüzünden "anlamaya" öyle kapatmış vaziyetteler ki, kendilerine uymayan her türlü delili görmezden geliyorlar. Bu sebeple de onlara laf anlatmaya kalkışırken çaresiz kalıyorsun. Yalnızlığın bundan daha yoğun hissedildiği bir an var mıdır bilmiyorum. Yemin ederim ki Allah'tan başka kimsemiz yok hacı, sana yemin ederim ki yok.
Devam ediyorum, araya fazla laf girdiği için şu şemaları yeniden gösteriyorum ki birazdan anlatacaklarımla karşılaştırma yapabilesiniz:
Tasavvufçular, yaratığı ilahlaştıran ve yaratık ile Allah'ı muhakkak karşılaştırma çabasında olan bu inanışlarını şöyle açıklarlar, örneğin Mevlana Fihi Ma Fih'te "ben Allah'ım" diyen Hallac-ı Mansur'u savunurken şunları söyler [78]:
Yani Mevlana özetle der ki: "Eğer 'ben kulum' dersen, hem ben varım, hem de Tanrı var demiş olursun ve ikilik yaratırsın. Oysa Allah'tan başka varlık olmadığı için, 'ben Tanrı'yım' demen lazım"
Şimdi bu adamlar "haşa Allah'tan başka varlık mı olur?" derler, fakat "ben Allah'ım" derken hiç de haşa demezler, mütevaziliğe bak anasını satayım. Bu adamlara göre tasavvufçu olmayan, yani "aklı ermeyen" müslümanların Allah inancı da şudur, yani kendilerini aklamak için karşılarındakinin inançlarının şu olduğunu söylerler:
Mevlana'nın "Siz hem Allah var, hem de ben varım diyerek ikilik yaratıyorsunuz" dediği mesele işte budur, buna çözüm olarak da evreni Tanrılaştıran vahdet-i vücut anlayışını önerir. Oysa Kuran'daki tevhid inancı, bu tasavvufçuların anlattığı şekilde değildir. Kuran'a göre evrenlerin (yaratılmışların), Allah'a karşı böyle bir pozisyonu yoktur. Bu düşünce, kendini aklama çabasındaki tasavvufçuların, Kuran'daki tevhid inancını çarpıtmasından başka bir halt değildir. Şimdi size Kuran'daki Allah inancını, yani tevhid inancını da bir şema ile açıklayayım:
Dikkat ederseniz şimdiye kadar hep evrenlerin varlığı ile Allah'ın varlığını kıyaslamıştık. Zira tasavvufçuların zihninde, Allah'ın varlığı ile insanların, eşyaların, evrenlerin varlığı muhakkak kıyaslanmak zorundadır. Oysa sırf İhlas suresinin son ayetinde bile Allah için şu söylenir: "Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri olmamıştır, olamaz"
Şimdi soruyorum size, "benzeri olmayan" bir Allah'ın varlığını siz nasıl yaratıkların varlığı ile kıyaslayabilirsiniz?
"Benzeri olmayan Allah"ın varlığı ile evrenlerin varlığı nasıl mukayese edilebilir, bana bunu delillere dayanarak mantıklı bir şekilde açıklayabilir misiniz? Açıklayamazsınız, açıklamaya kalksanız da saçmalamış olursunuz, zira Allah'ın tanımında bir kere "benzersiz olmak" vardır.
Allah'ın varlığı ile Allah'ın yarattıklarının varlığı bambaşka şeylerdir. Ben eğer bir şema ile evrenlerin karşısına "aha işte şuradaki şey Allah'tır" diye bir çizim yapacak olursam, şirke girmiş olurum. Tabi ki benim çizdiğim bu şemalar, düşünce şekillerinin birer simgesidir. Bu tasavvufçular da düşünce yapısı olarak Allah'ı "muhakkak bir şeylerle kıyaslanması lazım olan varlık" olarak gördükleri için, "yahu tamam ben buradayım da, Allah'ı nereye yerleştireceğim?" diye düşündükleri için, hem kendi inançlarında Allah'ı yaratıklarla mukayese ederler, hem de Kuran'daki tevhid inancını bile kendi hatalı paradigmaları ile anlayıp yorumlarlar.
Allah ile evrenin, daha doğrusu Allah ile yaratıkların kıyaslanabilmeleri için, bu ikisi arasında muhakkak kıyas yapabileceğiniz bir ortak nokta olması gerekirdi. Örneğin "elmalarla armutları karıştırmak" lafı, elma ile armutların "farklı" şeyler olduklarını ve aralarında bir ilişki kurulamayacağını ifade eden mecazi bir deyiştir. Fakat yine de elma ile armut da kıyaslanabilir. Örneğin elma ve armuttaki asit oranlarını kıyaslayabilirsiniz, zira asit her ikisinde de mevcuttur. Elma ile armutun şeker oranlarını kıyaslayabilirsiniz, zira her ikisinde de şeker vardır. Veya elma ile armuttaki herhangi bir X oranlarını, bu X elmada olsa ve armutta hiç olmasa bile kıyaslayabilirsiniz. Zira X armutta hiç olmasa da X'in armutta bulunması ihtimal dahilinde bir durum olurdu, böylece "X elmada şu seviyede vardır, armutta ise sıfır seviyesinde vardır" şeklinde bir kıyas yapardınız ve bu kıyas yapmanıza olanak sağlayan şey ise X'in elmada da armutta da bulunma ihtimalinin var olması olurdu. Veya elma ile armutu daha başka alanlarda da kıyaslayabilirsiniz ve kıyas yaparken "elma ile armutun meyve olmaları"nı ortak bir dayanak noktası olarak ele alırsınız. Veya elma ile armutu, ikisinin de "madde" olmalarını bir dayanak noktası alarak kıyaslayabilirsiniz.
Özetle, iki şey arasında kıyas yapabilmek için, bu ikili arasındaki benzerliklere ihtiyaç duyarsınız.
Tanımında "benzersiz" olma özelliği içeren Allah ile yaratıklar arasında bir kıyaslama yapmak nasıl mümkün olabilir? Bu resmen mantığın sefaletidir lan. Sizin İslam alimi dediğiniz bu adamlar, tanımında "yaratılmamış olmak" özelliği bulunan Allah için "iyi de Allah'ı kim yarattı?" sorusunu soran 20 yaşındaki ateist ekşi sözlük yazarı ile aynı saçma mantığa sahiplerdir, zira aynı mantıksal hatayı yaparlar. Sizin o ulvi adamlarınız, şöylesi basit bir şeyi bile akıl edebilmekten acizdirler. Gerçi akıl etseler de, kendi saçma inançlarını haklı çıkarmak için lafı kıvırıp yalan söylerler.
Allah gözetleyici, denetleyici ve koruyucu olarak bu evrene içkindir, Allah'ın kuluna şah damarından daha yakın olmasının manası da budur, fakat aynı zamanda Allah aşkındır. Yarattıklarında Allah'ın herhangi bir parçası yoktur, olamaz, zira hiçbir şey onun dengi ve benzeri olamaz.
Bu anlattıklarım size çok detay gözükmüş olabilir, fakat "ben Allah'ım" deyip ortada dolaşan bu şeyh sürüsünün varlığı, işte bu çürük felsefeler ile mümkün olmuştur. Teori denilen şey öyle sandığınız kadar önemsiz değildir, aha bu saçma teorilerin pratikteki sonuçlarını müslümanlar yüzyıllardır saçma sapan şeyhlere, gavslara, velilere, tarikatlere, tasavvufçulara bağlanarak ve sürekli dünyanın yıllarca gerisinden gelerek ödüyorlar. Ve eğer dünya, bu "her şey Allah'tır, dolayısıyla her yapılan şey mübahtır" inancına sıkı sıkıya bağlı insanlarla dolu bir yer olursa bir gün, öyle bir dünyadaki vahşeti hiçbir film senaristi veya roman yazarı hayal bile edemez. Tıpkı Aryan ırkı idealine sıkı sıkı bağlanan ve eline inançlarını uygulayabilecekleri imkânı geçiren Nazilerin yaptığı gibi, spiritüalizm de bu gücü ve imkânı eline geçirirse; dünya kaos ve vahşet dolu bir yer olacaktır. Zira "kötülük" diye bir tanımı yoktur bu inancın. Yapılan her şey "olması gereken, Tanrı'nın yaptığı, sorgulanamaz" şeylerdir. Vahdet-i vücut ve vahdet-i şühut inançları da işte bu sebeple, spiritüalizmin söyledikleriyle birebir uygundur. Küçük CIA olan Rand'ın ve bilimum küresel sermaye kuruluşlarının tasavvufa verdikleri desteğin sebebi de budur.
Tasavvufçuların kendi inançlarını haklı çıkarmak için en çok eğip büktükleri ayetler de, Allah'ın Adem'e ve İsa'ya "ruhundan üflediğini" söylediği ayetlerdir. Bu arkadaşların inancına göre kendisi bir ruh olan Allah, gider kendisinden insanların ruhlarını oluşturur (bildiğin Plotinus'un sudur teorisi). Tasavvufçuların ruh konusundaki görüşleri aslında karmakarışıktır ve birinin söylediğini öteki yalanlar, ama biz yine de Mevlana'nın yazdıklarına bir bakalım. Örneğin Mevlana, Divan-ı Kebir'de şöyle der [79]:
Bedenle yaşamaktan kurtulunca baştan başa ruh olurmuşuz Mevlana'ya göre. E şimdiye kadar size Mevlana'nın bedeni ve varlığı bir ayıp olarak gördüğünü ve bedenden kurtulunca Tanrı ile bir olacağımızı söylediği beyitlerini de gösterdim. Yani bedenden kurtulunca ruh oluyoruz ve bedenden kurtulunca aynı zamanda Tanrı oluyoruz, bu da demektir ki bu inanç sisteminde Tanrı bir ruhtur.
Öncelikle şunu söyleyeyim ki Allah'ın kendisi bir ruh değildir, Kuran'da Allah kendini asla bu şekilde tanımlamaz. Bir diğeri, Kuran'da insanların hayalet şeklinde ruhlara sahip olduğu bilgisi de geçmez, hatta ve hatta Kuran'da "ruh" kelimesinin çoğulu olan "ervah" kelimesi bile asla kullanılmaz. Neden biliyor musunuz? Zira insanın, öyle zannedildiği gibi ağırlığı 21 gram olan, hiç ölmeyen, bedenden ayrılabilen hayaletimsi bir ruhu yoktur. Bu sebeple Kuran'ın hiçbir ayetinde insanlardan "ruhlar" şeklinde bahsedilmez veya Kuran'da insanlara hiçbir ayette "ey ruhlar!" şeklinde hitap da edilmez. Ruh kelimesi Kuran'da 3 anlamda kullanılır:
1- Vahiy meleği Cebrail'in diğer adıdır (örneğin nahl 2 veya nisa 171).
2- Vahiy kitabı olan Kuran'a da ruh denir (örneğin şura 52)
3- Ne olduğu belki de asla bilinemeyecek bir anlamda kullanılır ve bu kullanım alanında da yine diğer kullanım şekillerinde olduğu gibi muhtemelen "vahiy" ve "ilahi bilgi" anlamları olabilir (örneğin sad 72, tahrim 12).
Kuran'da "Allah'ın rufundan üflemesi" ifadesi sadece ve sadece Adem ile İsa'nın yaratılışları için kullanılır. Adem ile İsa'nın ortak noktaları da cinsel birleşme olmadan, yoktan yaratılmış olmalarıdır. Ayrıca "Ruh üfleme"nin değil fakat, tek başına "üfleme"nin geçtiği bir yer daha var Kuran'da. İsa, İsrailoğulları'na mucize gösterirken şunları söyler:
"Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir mucize getirdim: Ben, çamurdan, kuş görünümünde bir şey yapar, ona üflerim de Allah'ın izniyle kuş oluverir. ..." (Ali İmran 49'dan)
Gördüğünüz üzere burada da cinsel birleşme olmadan, yoktan var etme söz konusu. Ve burada da bu yoktan var oluşun gerçekleşmesi için İsa kuşa "üfler". Üfleme, Allah'ın yaratış yöntemlerinden birisidir. Yani Allah nasıl ki insanı anne karnında yaratmayı uygun görüyor, veya "ol" diyerek yaratmayı uygun görüyor, Allah'ın yaratma yöntemlerinden biri de budur.
Peki bu ayetlerden ne anlıyoruz? "Ruh" kelimesinin Kuran'daki başlıca kullanımları "vahiy meleği Cebrail" ve "vahiylerden oluşan kitap Kuran"dır ve bu kullanımlarda da sürekli bir "ilahi bilgi aktarımı" söz konusudur. Zira Cebrail, bu ilahi bilgileri alan ve peygamberlere aktaran melektir, aynı şekilde Kuran da ilahi bilgilerin yazılı olduğu kitaptır ve Cebrail'e de, Kuran'a da "ruh" denir. Ve bir kelimenin Kuran'da hangi anlamda kullanıldığını öğrenmek için, o kelimenin tüm ayetlerdeki kullanımlarına bakmak gerekir ki bu sadece kutsal kitapları değil, tüm metinleri anlamada çok önemli bir yöntemdir. Yani o kelimenin aynı metin içindeki tüm kullanımlarını karşılaştırarak o kelimenin hangi anlamda kullanıldığını öğreniriz. O hâlde "ruh üflemek" demek de, bir ruh olan Allah'ın kendisinden başka ruhları yaratması gibi Kuran dışı bir anlama gelemez. "Ruh üflemek"; ruh kelimesinin Kuran'daki tüm kullanımları göz önüne alındığında olsa olsa ancak "ilahi bilgiyi aktarmak, vahyi aktarmak" anlamına gelebilir ki bu bile kesin değildir. Kuran'da sadece yoktan var etmek esnasında kullanılan "ruh üfleme" ise asla ve asla tasavvufçuların iddia ettiği gibi Allah'ın tüm insanlara kendinden bir parça vermesi gibi bir anlam taşımaz.
Spiritüalizmin kelime anlamı "ruhçuluk"tur, zira tüm bu haltlar zaten işte bu şekilde bedenden ayrı dolaşabilen, hayaletimsi bir "ruh" inancından kaynaklanır. Yahu eğer bu şekilde bir ruh var olsaydı, şu koca Kuran'ın tek bir ayetinde bile insanların ruhu olduğu söylenmez miydi? Ya da en azından çoğul hâlde "ruhlar" kelimesi kullanılmaz mıydı? Tasavvufçular sırf kendi inançlarını haklı çıkarmak için "ruh üfleme" ayetlerinin suyunu çıkaradursun, Kuran "ruh" için şöyle söyler:
"Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: "ruh, Rabbimin emrindendir. Ve size, ilimden sadece az bir şey verilmiştir." (İsra 85)
İşte tam da bu sebeple, ruhun üçüncü kullanım alanı için "ne olduğunu belki de asla bilemeyeceğiz" gibi muğlak bir ifade kullandım. Zira Allah açık seçik bu konuda bilgimizin kısıtlı olduğunu söylüyor.
Tarih boyunca insanların en çok merak ettiği ve üzerinde tartıştığı konulardan biri olan "ruh" meselesi için Allah bu ifadeleri kullanırken, bize bu konu hakkında ilimden sadece az bir şey verdiğini söylerken, tasavvufçular bu ruh üfleme meselesini kullanarak panteist inançlarını insanlara yedirirler. Neden? Zira bizlere ilimden az bir şey verilse de, "keşif ve ilham" yoluyla Allah'tan bilgiler alan şeyhleri meseleyi çözmüştür! Ve onlara göre nasıl oluyorsa tanımında "benzersiz olmak" özelliği bulunan Allah, kendi parçasından insanları yaratmıştır.
Şimdi müslümanların o kadar ileri bir toplumken nasıl dibe çöktüklerini, yine bu müslümanların izinden gittikleri bir başka büyükbaş tasavvufçuyu inceleyerek anlayacağız. Bende kal, zira bu kısımlar çok önemli.
Bunun için şu "İslam'ı hurafelerden kurtardı" denilen ve "vahdet-i şühut" inancını İslam'a yamayan İmam Rabbani'nin mektuplarına, yani bilinen adıyla "Mektubat"a bir bakalım, Şimdi bakınız nasıl da İslam'ı hurafelerden kurtarıyor kendisi [80]:
İmam Rabbani adlı şahıs burada "Kutbül İrşad" diye birinden bahseder.
Tasavvufçuların "Kutup" dedikleri şey; böyle şeyhin, velinin daha da bir üst modeli olan, daha da ulvi bir adamdır. Yani bu heriflerin "ermişlik" hiyerarşisinde orgeneral gibi bir şeydir bu "kutup", bi'nevi Street Fighter'daki Mr. Bison veya Mortal Kombat'taki Goro da diyebiliriz kendisine. Anlayacağınız Rabbani'nin burada "kutbül irşad" diye bahsettiği şey, bildiğin sarıklı cübbeli bir adamdır. Kendisinin deyimiyle (son cümlede de görebileceğiniz üzere) bu "kutbül irşad" denilen şahıs "karanlığın kapladığı alemi nuruyla aydınlatır"mış. Bildiğin Hinduizm Tanrılarından biri gibi bi şey işte.
Aynı mektubun bir sonraki paragrafından devam ediyoruz, Allah aşkına özellikle altını çizdiğim bölümleri okuyun. Kula kulluk nasıl yapılırmış bunu kaynağından öğrenin [81]:
Bak hacı, şu Rabbani'nin "kutbül irşad" denilen sakallı bir herif için bu söylediklerini oku, sonra bu adamın müslümanlar tarafından "İslam alimi" falan kabul edildiğini hatırla, sonra bu adamların "siz onların ne demek istediğini anlayamazsınız, ilminiz yetmez" gibi kılkuyruk laflarla savunulduğunu düşün, sonra şöyle biraz daha düşün, kafayı yememeye çalış, kafayı ye.
Ne demek lan "Kutbül irşadın nuru bütün dünyaya yayılır"? Olum ne demek "hidayete eren herkes bunu kutbül irşad sayesinde elde eder"? Lan bana bak bana, ne demek "onun aracılığı olmadan hiç kimse bu devlete nail olamaz"? Ne demek "onun nuru okyanus misali bütün dünyayı kuşatır"?
Müslümanların içinde bulunduğu bu rezil hâlin nereden geldiğini anlıyor musunuz şimdi? Bir zamanlar patır patır bilim adamı ve düşünür çıkan topraklardan, şimdi niçin bir bok çıkmadığını anlıyor musunuz? Bu paçavralar 2 yönden müslümanların bugünkü geri kalmışlığını açıklar: Birincisi, Allah veya Allah'tan bir parça olduğunu iddia eden bu şeyhlere, velilere, kutuplara teslim olan bir toplumda ne üretim kalır, ne kalkınma kalır, ne bilim kalır, ne de aklı kullanmak. İkincisi, müslümanların büyük çoğunluğu Allah'tan geldiğine inandıklarını söyledikleri Kuran'da defalarca söylenen "Allah'a aracılar koymayın" emrine bile gayet çatır çatır karşı gelebilen, çelişkili ve mantıksız insanlardır. Öyle ki Kuran'ın en çok uyardığı ve affedilmeyen tek günah olduğunu söylediği "şirk"i bile işlemekten çekinmezler, hatta binbir türlü masallarla, rivayetlerle, uyduruk izahlarla işledikleri şirki dinden bir şeymiş gibi gösterirler. Bu kafa yapısına sahip insanlardan da hiçbir halt olmayacağı aşikardır zaten.
Dur dur konuşacam, konuşacam da şu paragrafın devamını da göstereyim, bir sonraki sayfaya geçiyorum [82]:
İmam Rabbani özetle şunları söylüyor: "Kutbu inkar eden kimse Allah'ı zikretse bile hidayete eremez. Ama bu kutup denen adama bağlanır ve onu seversen, Allah'ı zikretmesen bile sırf bu kutup denen adamın hayrına hidayete ulaşırsın". Yani Allah'a dua etmeden Kutup'a dua edersen, Kutup'un mübareklik kontenjanı sayesinde yırtarsın, ama Kutup'a dua etmeden Allah'a dua edersen bi işe yaramaz.
Allah sizin belanızı versin. Ruh hastası herifler.
Eğer bu pislikleri "İslam" adı altında yapmasaydınız size bu lafları asla söylemezdim, "inancınız bu" der geçerdim, ama bu saçmalıkların adına "İslam" dediğiniz için siz yalancısınız, dolandırıcısınız ve tıpkı İblis gibi "Allah ile aldatıcı"sınız. Şu saçmalıkları söyleyen herifleri "İslam alimi" kabul edip bunların koyduğu kurallara uyuyorsunuz ya, siz yemin ederim Allah'ın her türlü cezasına layıksınız. Allah'ım kendime hakim olamıyorum, diyecek laf bulamıyorum, lan olum bu ne? Anasını satayım herif adeta sırf şirk koşma dalında rekor kırıp tarihe altın harflerle geçmek adına Kutup denilen herifi Allah'tan bile üstün konuma getirdi la.
Şimdi diyeceksin ki "sanane be sikko". Lan bunun sananesi mi var? Biz işte bu mirasın üstünde yaşıyoruz, o yüzden bok içinde yaşıyoruz, ve buna yol açan pisliğin kaynağı da nah tam gözünün önünde duruyor, nasıl sakin olabilir lan insan? Bak bu laflar öyle peşine 3-5 tane mürit takan alelade heriflere ait değil, tasavvufun büyükbaşlarıdır benim burada anlattığım adamlar, aha işte bu İmam Rabbani de öyle. Bu heriflerin kuralları hâlâ "İslam" adı altında aramızda yaşıyor ulan. Sonra elin ortalama iq'lu vasat herifine de malzeme oluyor "gerçek İslam bu değil, o değil, e hangisi o zaman hueheehehue" diye. Bu dünyayı sadece kendi yaşadığı dönem üzerinden ve işine gelen birkaç kulaktan dolma tarihi bilgiyi kullanarak değerlendiren modern dalyarak sürüsüne zaten uzun bir sövme destanı dizmiştim, nakarat haline getirip tekrar sövmeye başlattırmayın beni amına koyim.
Neyse, diyeceğim şudur dayı. İmam Rabbani gibi ne idüğü belirsiz "yüce" herifler bu masalları anlatırken, Avrupa Rönesansı yaşıyordu. Bu tasavvufçular "şeyhine teslim ol, hakikat bizde" masallarıyla müslümanların beynini uyuştururken, Avrupa reform hareketlerinden aldığı rüzgârla bilim ve felsefe ile uğraşıyordu. İmam Rabbani denilen adam kendi şizofrenik dünyasının eseri olan "Hakikate ancak keşif ile ulaşırsın, o keşif de bizim gibi, kutup gibi, şeyh gibi yüce zatlara gelir" masallarını anlatırken, Avrupa coğrafi keşiflerle dünyayı gerçek anlamda "keşfediyordu".
Hatta ve hatta, Hindistan'ın ve müslümanların 16-17. yüzyıldaki önemli düşünürü (!) ve lideri olan bu İmam Rabbani (1564-1624) ile İngiliz düşünür Francis Bacon (1561-1626) aynı dönemde yaşamışlardır, ölüm ve doğum tarihleri arasında 2-3'er yıl vardır. Bir tarafta İmam Rabbani "hakikate ancak keşif ve ilham ile ulaşılır" saçmalıklarla müslümanların beynini uyuştururken, öbür tarafta Francis Bacon İngilizlere ve Avrupalılara "doğayı ancak bilim ile anlayabileceğimizi" söylüyordu. Bacon, Allah ile aldatıcılık şirketinin Hristiyanlık şubesi olan kiliseye rağmen insanları "bilim öğrenmeye" teşvik ederken, bilimin metodlarının ne olması gerekiğini incelerken, diğer tarafta Rabbani denen adam işte bu saçmalıkları anlatıyordu.
Sonra ne mi oldu? 1600'lü yılların başında İngiltere geldi, bu Hindistan'ı bir güzel sömürgeleştirdi. Hatta ve hatta bu İmam Rabbani denen adamın, Babür İmparatorluğu (o dönemki Hindistan) ordusunda onbinlerce müridi vardı. Acaba pasifize edilen bu Hint ordusunda İmam Rabbani'nin nasıl bir etkisi olmuştur, rolü nedir, bunu da konunun meraklıları araştırsın.
Sen yüzyıllar boyunca böyle La Fontaine masalları üzerine bir inanç inşa edersen, Allah'ın aklı kullanmayı ve yaratılışı incelemeyi emreden ayetlerini hiçe sayıp "hakikate akılla deeeğiiiil, şeyh ile ulaşılır" dersen, insanlara dünya nimetini bir öcüymüş gibi gösterirsen, yüzyıllar boyunca bilimin her türlüsüyle meşgul olan müslümanlardaki bu kültürü yok edersen, gider hiçbir boka derman olmayan mistisizmle kafayı yersen, kafir" dediğin adamlar hah işte böyle üstünden silindir gibi geçerler.
İşte "İslam'ı hurafelerden kurtaran büyük İslam alimi" denilen İmam Rabbani budur. Bildiğin Hint dinini kakalamıştır müslümanlara ve müslümanlar da onu bağrına basmıştır. Varın bu müslümanlardaki müşriklik potansiyelini siz düşünün.
Rabbani'nin yazdığı şu "Eğer Kutup'a bağlanısanız, Allah'ı zikretmeseniz bile Kutbun hayrına kurtuluşa erersiniz" saçmalıklarının üstüne, şu ayetleri okuyun şimdi:
"Allah mı hayırlı, yoksa onların ortak tuttukları mı?" (Neml 59'dan)
"Allah'tır ki sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır. Sonra sizi öldürüyor, sonra diriltiyor. Peki, ortak koştuklarınızdan biri var mı, bunlardan bir şeyi yapabilecek! Yücedir, arınmıştır onların ortak koştukarından O." (Rum 40)
"Gün olur, seslenir onlara da şöyle der: "O, bir şey zannettiğiniz ortaklarım nerede?" (Kasas 74)
Allah burada dinsizlerden mi bahsediyor?
Yoksa işte tam olarak Allah'a aracılar koyan ve kendi dinlerini yaratan bu heriflerden mi bahsediyor?
Lütfen şimdi de bu ayetleri sonuna kadar okuyun:
"Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır! O'ndan başkasını veliler edinerek, "biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz." (Zumer 3)
"Onları cehennem beklemektedir. Kazanmış oldukları da, Allah dışında edindikleri veliler de, onlara hiçbir yarar sağlamayacaktır. Çok büyük bir azap vardır onlar için." (Casiye 10)
İnsana ve yaratıklara "Allah"lık misyonu yükleyen tasavvufun, Kuran ve İslam ile hiçbir alakası yoktur.
Tersine tasavvuf, Kuran'ın "şirk" dediği şeyin ta kendisidir.
Kendinize gelin.
Müslümanlar gariptir, adeta sırf Allah'ın "yapma" dediğini yapmış olmak için gider onu birebir olarak yaparlar, sonra da adına "din" derler. Mesela yukarıdaki Zümer suresi 3. ayette de bir örneğini görebileceğiniz üzere Kuran'ın birçok ayetinde "Allah'tan başka veliler edinmeyin" ifadesi geçer. Bu müslümanlar da gider, adeta sırf Allah'a inat olsun diye aracı yaptıkları adamın adını "veli" koyarlar. Hayır ismi "zamazingo" olsa bile şirk koştuktan sonra değişen bir şey olmaz da, la olum bari adamın adını gidip özellikle "veli" koymasaydınız, bu kadar mı saçma insanlarsınız siz? Fındık kadar akıllarıyla Allah'a kafa tutuyolar resmen.
Rabbani'nin bir mektubunu daha göstereyim size [83]:
Şirk koşuyormuş benim birtanem, öyle yazıyor son mektubunda.
Ehehe ya şimdi ben bunun nesini anlatayım ki. Rabbani denen adam yine ruhlar aleminde uçup kaçma hikâyelerini anlatıyor işte. Bilirsiniz bu adamların böyle acayip güçleri oluyor ya hesapta... Şimdi Rabbani bir gün Hızır'ı ve İlyas peygamberi görüyor manevi alemde. Mesela İlyas peygamber Rabbani'den binlerce yıl önce yaşayıp öldü ama sorun yok, bunlar kendi aralarında haberleşiyorlar, wireless var çünkü hacı. Şimdi Kuran'daki "sen ölülere işittiremezsin" (neml 80, rum 52) ayetleri gereğince ölmüş kişilerle konuşmak falan yalan. Yok öyle şeyler. Ama hadi diyelim bir istisna yaşandı ve Rabbani de İlyas peygamberle konuştu, şimdi en azından aralarında geçen bu konuşmanın, hele hele bir peygamber olan İlyas'ın söylediklerinin Kuran'a uygun olmasını bekleriz di mi? Fakat gel gelelim bildiğin peygamber olan İlyas diyor ki "biz şeriatlerle mükellef değiliz". He canım, peygamber böyle söylüyor he mi? Valla Kuran'da Allah, gayet Muhammed peygambere bile emirler veriyor, namaz kılmasını emrediyor, hatta ve hatta Allah İsra 79. ayette sırf Muhammed peygambere özel olarak fazladan gece Kuran okuyup Kuran üstünde düşünmesini emrediyor. Yani peygamber, senin benim gibi sıradan bir insandan daha da büyük sorumluluk altında ve sorumluluğu gereği kurallara daha da titizlikle bağlanmak zorunda. Ama Rabbani ile manevi alemde konuşan İlyas peygamber haşa "bize kural falan yok yeeaa" diyor, peki. Hatırlarsanız Mevlana da şeyhlerin işten güçten beri olduklarını söylüyordu Mesnevi'sinde, tüm tasavvufçularda mantık aynıdır zira.
Neyse mektuba devam edelim, ondan sonra İlyas peygamber hesapta Rabbani'ye diyor ki "bize kural falan yok ama bir tek Kutbu Medarın işlerini yapıyoruz". Hani yukarıda Kutbül İrşad'ı anlatmıştı ya Rabbani "şöyle süperdir, böyle çarpar" diye, hah burada da Kutup'un bir başka cinsi olan Kutbu Medar'dan bahsediyor, zira bunun gibi birkaç tane Kutup çeşidi vardır tasavvufta. Hani Yunan ve Hint mitolojilerinde Deniz Tanrısı, Su Tanrısı, Otobüste 10 dakikadır kestiğin güzel kız birden sana bakınca gözlerini kaçırıp uzaklara bakma Tanrısı gibi her ayrı olay için bir Tanrı olur ya, tasavvuftaki bu kutuplar ve gavslar da tamamen aynı mantığa sahiplerdir. Her bir olay için görevlendirilen çeşitli Kutup ve gavslar vardır. Hristiyanlıktaki "Aziz" inancı da aynen böyledir, hesapta tek bir Allah'a inanırlar fakat başlarına bir şey geldiğinde gidip o konuyla ilgili Aziz'e dua eder, ondan yardım dilerler. Zaten çok büyük ihtimalle, bu eski çok tanrılı dinler de tek tanrılı dinlerden türediği için (ateistlerin iddiasının aksine), o dinlerde de daima tıpkı bu tasavvuftaki gibi "büyük Tanrı'nın etrafındaki Tanrıcıklar" mantığına sahip bir düzen bulursunuz. Yani çok tanrılı dinlerde genellikle bir tane büyük Tanrı ve o büyük Tanrı'nın etrafında çeşitli görevlere sahip olan başka Tanrıcıklar bulunur. Örneğin Yunan Mitolojisi'nde Zeus en büyük Tanrı'dır, fakat etrafında bir sürü ıvır zıvır Tanrı'sı bulunur, hah işte aynısı bak bu tasavvufun, mantık birebir aynı.
Dönelim mektuba, hesapta hiçbir kurala bağlı olmayan İlyas peygamber, "bir tek Kutbül Medarın işlerini yaptığını" söylüyordu, yani o kadar önemli ki bu Kutup, koca peygamber bile onun ayakçısı olmuş vaziyette. Hatta ve hatta bu İlyas peygamberin bağlı olduğu Kutup, Şafi mezhebine bağlı olduğu için, İlyas peygamber de İmam Şafi'nin mezhebine göre namaz kıldığını söylüyor ehehehehe. Olum İlyas peygamber binlerce yıl önce öldü, hayatta olduğu dönemde eğer başka bir peygamber yaşasaydı muhakkak onunla beraber hareket ederdi, zira peygamberlerin yönteminin bu olduğu Kuran'da söyleniyor (Ali İmran 81), burası tamam. Fakat bir imamın, yani İmam Şafi'nin, nasıl peygamberin dinini yönlendirme gibi bir gücü ve yetkisi olabilir? Hangisi Allah'tan vahiy alıyor, Peygamber İlyas mı İmam Şafi mi? Siz neler yapıyorsunuz öyle orada ya? Kendi uydurdukları mezhepleri bir de hiç utanmadan ve Allah'tan korkmadan peygamberleri konuşturarak Allah'ın diniymiş gibi gösteriyorlar. Olum siz çok fenasınız ya, valla. Bak Türkiye'de Hanefiler çoğunlukta, Şafiler azınlıkta diye de Şafilerin üstüne gittiğimi zannetmeyin. Ben mezhep ayrımı yapmıyorum, mehzeplerin alayı peygamberimizden sonra ortaya çıkan, insan ürünü olan, farklı helal-haramlara sahip alt dinlerdir. Ben sünni veya şii değilim, doğal olarak sünninin alt mezhepleri olan hanefi veya şafi de değilim, ben yalnızca müslümanım. Tıpkı Allah'ın Kuran'da emrettiği gibi: "Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "Ben müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?" (Fussilet 33)
Neyse ömrüm yeterse mezhep konusuna sonra girerim inşallah, ama Kuran'ın en az 7 ayetinde dinde "fırkalara bölünmenin" yasaklandığını bilin (Şura 13-14, Rum 32, Ali İmran 103-105, Enam 159, Tevbe 107). "Selamın aleyküm kardeş bu kadar cahil olmana şaşırdım, mezhep imamları olmadan şunu şunu nasıl yapacaksın"cılar gelmeden mezhep konusunu şimdilik burada kapatıyorum, zira bu yazının konusu değil.
Rabbani kısaca Hinduizm'den ve diğer mistik dinlerden alınma uyduruk pagan inançları (Kuran defalarca tam tersini söylese de) müslümanlara bir güzel kakalamıştır, tıpkı Hallac, Mevlana, İbn Arabi ve diğer tonlarca tasavvufçunun yaptığı gibi. Rabbani'nin uyduruk inançlarına daha yığınla delil sunabilirim ama gerek yok, fazlası vakit kaybı olur. Müslümanlar ayağını denk alıp ahiretini düşünsün, müslüman olan veya olmayan herkes de insanların ne kadar saçma olduklarını görebilsin diye anlattım bunları. Ha insanların birçoğunda işe yaramayacaktır bu, yine delilsiz dayanaksız bikbikbik vızıklayacaklardır, çünkü onlar da o "saçma insan" kategorisindeler. Ha ben hiç mi çelişmem, çok mu mantıklıyım, valla dayı öyle bir iddiam yok ama en azından bu konuda saçmalamıyorum, zira delillere dayanıyorum, işin orası aşikar.
Yani bakın bu adamların insanlar üzerindeki etkilerinin ne olduğunu şöyle göstereyim size, mesela benim okuduğum Mektubat'ın önsözüne kitabın editörü kocaman puntolarla şunları yazmış [84]:
Allah Allah, yapma ya?
Maide suresi, içindeki ayetlerin anlamlarından da anlayabileceğiniz üzere son inen surelerden biridir, zira Allah 3. ayette şöyle söyler: "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim"
Yani Allah hem artık vahyin kesilmek üzere olduğunun işaretini veriyor, hem de İslam dininin tamamlandığını söylüyor.
Ama bu heriflere göre kemale ermiş bir müslümanlık bilinci, ancak Rabbani'yi okumakla mümkünmüş. Çünkü aslında Allah dinini tamamlamak için bu Rabbani denen herifin 1500'lü yıllarda Hindistan'da doğmasını bekledi.
Yok yok, hiç bana "ya şimdi orada öyle demek istemiyor" diye kıvırma, kraldan çok kralcı olma. Tasavvuf inancı budur olum, al bak önsözün devamında inançlarını nasıl açıklıyorlar, altını çizdiğim cümleyi muhakkak oku:
Haa neymiş, her 100 yılda bir İslam'ın "güncelleştirilmesi" için bir müceddit (yenileyici) geliyormuş, bu Rabbani de bu güncelleyici arkadaşların en ulularından biriymiş.
Anasını satayım daha elindeki telefonun işletim sistemini güncelleyemez, gider komşunun oğluna yaptırır, bir de o fındık kadar aklıyla İslam'ı güncellemeye kalkar.
He sonra da "yahu bunlar hurafe, Kuran'da yok" deyince biz "reformcu" oluyoruz anasını satayım. E ulan reformun kralını siz yapıyorsunuz? Buna ne diyeceğuk? Ya olum, sizinle ahirette görüşmeyi nasıl istiyorum biliyo musunuz? Çok merak ediyorum oradaki halinizi. Dur lan şu sigarayı da bırakıcam yakında, hadi inşallah ehehe.
Tasavvuf, İslam'ın New Age'idir güzel kardeşim. Ki zaten tasavvuf başlı başına New Age (spiritüalizm) dinidir.
İnsanların nasıl manyadıklarını, beyinlerini bu tuhaf insanlara nasıl teslim ettiklerini bir de şöyle göstereyim size. Sırf gözlem olsun, bu müslümanların müslümanlık ile nasıl bir alakaları kalmamış bunu görün diye anlatıcam bunu. Internet'te bir şeyler okurken rastladım buna, İslami bir forumda birisi "Allah insanı kendi suretinde mi yarattı?" diye bir başlık açmış:
Başlığı açan (ve aklını kullanan) bu müslüman, insanın haşa Allah'a benzer şekilde yaratıldığını söyleyen İncil ve Tevrat ayetlerini göstermiş. Sonra da tıpkı İncil ve Tevrat'ta olduğu gibi "Allah insanı kendi suretinde yarattı" diyen hadisleri de gayet kaynak göstererek koymuş altına. Sonra da doğal olarak Kuran'da asla böyle bir şey olmadığını ve hatta "hiçbir şeyin Allah'a benzemediğini" söyleyen Kuran ayetlerini göstermiş.
Şimdi bu durumda aklını kullanan bir müslümanın o hadislere inanmaması, Kuran'a uyması gerekir di mi? Ama bizim müslümanlarda durum şöyle işliyor; bu başlığın altına adamın biri cevap olarak (pardon cevab olarak) İmam Rabbani'nin mektubatlardaki bir saçmalamasını koymuş, İmam Rabbani de kusursuz bir pagan örneği olduğu için "Allah insanı kendi suretinde yarattı" lafını doğrulamış, kıvırarak bu lafın ne gibi ulvi manalara geldiğini açıklamış. Ve daha sonra, bir başkası da hem başlığı açan ve Kuran ayetlerini delil olarak gösteren adamın mesajını alıntılamış, hem de Rabbani'nin mektubatlarını delil olarak gösteren adamın mesajını alıntılamış ve bakın tercihini hangi yönden yana kullanmış:
Herif Kuran ayetinin kaynak olarak gösterildiği mesaja "bu yazı doğru diyil" diyor, Rabbani'yi kaynak gösteren mesaja da "Allah razı olsun, çok güzel bir paylaşım" diyor. Ve bu herif müslüman... Ve müslümanların çoğu bu herif ile aynı kafada!
Sizin Allah nasıl bir şey lan? Hem müslüman olduğunu söylüyorsun, hem Kuran ayetlerini yeterli bulmuyorsun, hem de Rabbani'nin saçmalıklarına inanıyorsun?
Alın size bu ayet yeter: "Peki, bu Kur'an'dan sonra hangi hadise/söze iman ediyorlar?" (Araf 185)
Peki bu adamlar neden Kuran'ı yeterli bulmazlar da çareyi abidik gubidik "İslam alimlerinde" ararlar? Allah, bu tür hastalıklı insanların her türlü yönelimine ve ruh haline Kuran'da bir örnek verir, mesela bu durum için Zumer suresinin 45. ayetine bakalım:
"Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar."
Aha al işte, şu yukarıda gösterdiğim forum mesajında bile aynı psikolojiyi görebilirsin. Sadece Allah yetmez bu adamlara, muhakkak yanında ufak Tanrıcıklar, minik soslar da olmalı.
Müslümanın ne yapması gerektiğini de Mümin suresinin 14. ayetinde söylüyor Allah:
"Kâfirler hoşlanmasa da siz, dini yalnız O'na özgüleyerek, Allah'a dua edin!"
Valla bu budur sevgili cemaati müslimin, aklınızı başınıza devşirin.
Allah'ın defalarca "anlaşılması için kolaylaştırılmış" olduğunu söylediği Kuran'ı ve dini, bu abuk subuk eklemelerinizle öyle zor ve hurafe bir hale getirmişsiniz ki, diyecek söz yok size... Geçen gün sahil kenarında bir arkadaşla oturuyorduk, hava da süperdi. Böyle güneş ışıl ışıl parlıyordu, gökyüzü ve deniz masmaviydi. Ya her zaman bu kadar etkilenmem manzaradan da, o an öyle bir garip huzur kapladı işte içimi, rahatlamaya ihtiyacım varmış herhalde. Neyse, sonra önümüze bir vapur geldi, vooooork diye öttürdü kornasını, bir de bacasından o simsiyah dumanını kustu. Masmavi gökyüzü manzarasının içine bir anda o leş gibi simsiyah duman giriverdi. Arkadaşa başımla önce manzarayı, sonra da geminin bacasından tüten dumanları işaret edip "Bir Allah'ın yarattığına bak, bir de insanınkine" dedim, o da "lan aynısını ben düşünüyordum şimdi" dedi. İşte Kuran'daki İslam ile sizin İslam'ınızı karşılaştırdığımda da tamamen aynı şeyi hissediyorum. Biri güzelleştiriyor, biri çirkinleştiriyor. Biri kolaylaştırıyor, biri zorlaştırıyor. Yazık size.
Hacı, bu pisliğin kazınması için, insanların kesinlikle tasavvufun ve onun günümüze adapte edilmiş versiyonu olan spiritüalizmin ne olduğunu anlamaları gerekir. Tabi ki tek başına bu da yeterli değildir, zira insanların birçoğu anlamamak için direnecektir, veya yine insanların birçoğu da kendi özgür iradeleriyle gidip "kötü" olanı seçecek ve bunu yaparken de "iyilik yaptığını" zannedecektir.
Birazdan anlatacaklarımın anlaşılması için, Bakara suresinin 8 ve 12. ayetler arasındaki şu kısmını okumanızı rica ediyorum:
İnsanlar içinden bazıları vardır, "Allah'a ve âhiret gününe inandık!" derler ama onlar inanmış değillerdir.
Allah'ı ve inanmış olanları aldatma yoluna giderler. Gerçekte ise onlar öz benliklerinden başkasını aldatmıyorlar. Ne var ki, bunun farkında olamıyorlar.
Kalplerinde bir hastalık vardır da Allah onları hastalık yönünden daha ileri götürmüştür. Ve onlar için, yalancılık etmiş olmaları yüzünden acıklı bir azap öngörülmüştür.
Onlara, "Yeryüzünde bozgun çıkarmayın" dendiğinde, "Tam tersine, bizler barış ve esenlik getirenleriz!" demişlerdir.
Dikkat edin, gerçekte onlar, bozgun getirenlerin ta kendileridir de bunun bilincinde olmuyorlar.
Bu dünyanın anasını ağlatanlar hep "iyilik, sevgi, kardeşlik, barış, aşk, özgürlük" gibi lafta kimsenin itiraz etmeyeceği soyut kavramları ağızlarına sakız etmişlerdir, ve bu güzel kavramların savunucuları olduklarına kendilerini bile inandırmışlardır, ayette dendiği gibi yedikleri haltların farkında bile değillerdir. Zira insanlar daima yaptıkları kötülükleri bir şekilde rasyonalize etmeye ve iyi şeylermiş gibi göstermeye meyillilerdir.
Tasavvufçuları ele alalım. Sorsan hep iyi şeylerden bahsederler, fakat biraz derinine indiğinde, içeride seni bir felaket bekler.
New Age'i ele alalım. Spiritüalistlerin hepsi ağızlarından "iyilik" ve "sevgi"yi düşürmeyen insanlardır fakat yaptıkları saçmalıktan ve kötülükten başka bir şey değildir.
Tasavvuf ve spiritüalizmin "sevgi" ve "iyilik" anlayışı, her şeye "sevgi" ve "iyilik" demektir. Ki bu da kötülüğün ta kendisidir.
Örneğin Ra Bilgileri'nde söylenen şu sözlere bir bakalım [85]:
Bu elemanların, Tanrı parçası olduğuna inandıkları insanın yapacağı her şeyin "yargılanamaz" olduğunu iddia etme sebeplerini açıklamıştım. Onlara göre insan Tanrı'dır ve Tanrı'nın yaptıkları "doğru" ya da "yanlış" değil, "olması gereken"dir, bu nedenle günah, kötülük, ahlaksızlık gibi kavramların olmadığını iddia ederler. Peki neden böyle bir şey yapar bu adamlar?
Sosyal Darwinizm fikri neden 19. yüzyıl İngiltere'sinde ortaya çıktıysa aynı sebepten... İsmi günümüzde sosyal Darwinizm olsa bile bu fikir aslında Darwin'in evrim teorisinden bile önce çıkmıştır. Sosyal Darwinizm'e göre; en uygun ve üstün olan için her şey mübahtır. Bu nedenle güçlü ülkelerin, güçsüz ülkeleri ezmesinde bir tuhaflık yoktur, hatta bu, insanlığın ilerlemesi için "olması gereken"dir. Bu fikir neden 19. yüzyılda İngiltere'de çıkar? Zira 19. yüzyılda İngiltere, ABD'nin şu an olduğundan bile üstün bir dünya gücüdür. "Üstünde Güneş Batmayan İmparatorluk"tu İngiltere, nice sömürgeleri, nice kolonileri vardı ve bu kadar servetin arkasında müthiş günahlar, büyük vahşetler, büyük tecavüzler yatıyordu. Siz hiç "ben kötüyüm" diyen bir insan gördünüz mü kolay kolay? Bu çok ama çok nadir olur ve bunu diyen de ne kadar samimidir, ne kadar buna inanarak söyler, ona şüphe etmek gerekir. Nasıl ki dünyanın anasını siken İngiltere, sosyal Darwinizm fikri ile "aslında yaptıklarımız insanlığın ilerlemesi içindir, biz iyileriz" şeklinde kendini temize çıkarıp, yediği bokları rasyonalize etme çabasına girdiyse, aynısını "her şey Tanrı'dır, kötü yoktur" diyen spiritüalistler ve tasavvufçular için de söyleyebiliriz. Sizler sırf şahsi günahlarınızı yok etmek adına, günah diye bir kavram olmadığını ve Tanrı'nın bir parçası olduğunuzu söylüyorsunuz. Siz kötülüklerinizi örtbas etmek için "kötü yoktur" diyorsunuz. Hatta ve hatta bu da yetmezmiş gibi, acının ve çilenin insanı tekamül ettirdiğini söyleyip "bu nedenle aslında kötüler, insanlara yardım eden gerçek iyilerdir" diyor ve arsızlıkta çığır açarak kendinizi üstün ilan ediyorsunuz. Hiçbir rasyonel dayanağı olmayan bu saçmalıklar, tamamen sizin şahsi ruh hastalıklarınızdan kaynaklanmaktadır.
Bu sebeple vahdet-i vücut ve vahdet-i şühut inançları sadece müslümanlar açısından değil, herkes için felakettir.
Kapağında Horus'un gözü bulunan Ra Bilgileri adlı kitapta Cengiz Han için şunlar söylenir [86]:
**ra bilgileri 155-156**
Bir medyum vasıtasıyla dünyaya seslenen Ra adlı üst boyut varlığı, Cengiz Han'ı bundan önceki sayfada da bildiğin öve öve bitiremez ve dünyada öldükten sonra üst boyutlara yükselen Cengiz Han'ın şu an Tanrı'ya hizmet etmekte olduğunu falan söyler. Bu adamların "Cengiz Han adlı varlık enkarne sürecinde ilerleyerek kutsal Yaratan'a hizmet etmeye devam ediyor heleloyloy" şeklindeki sikimsonik lafları ile bizim tasavvufçuların İblis'i ve Firavun'u övmeleri arasında hiçbir fark yoktur sevgili kaynatasızlar, altında yatan öğreti aynıdır. Zira spiritüalizmde de tasavvufta da "her şey Tanrı'dır, kötülük yoktur, kötü zannettiğimiz kişiler, bize bazı zorluklar çıkararak aslında bizim daha da ermemize/tekamül etmemize yardım ederler". Ha bu arada şimdi bana Cengiz Han'ı milliyetçi duygularla savunmayın amına koyim, adamın öldürdüğü insan sayısının kaç milyon olduğu belli değil lan. Bak "kaç kişiyi öldürdüğü belli değil"den ziyade "kaç milyon kişiyi öldürdüğü belli değil" diyorum.
Önceki kısımlarda anlattığım şu Mevlana'nın İblis'li Muaviye'li hikâyesi de yine aynı öğretiyle yazılmıştı hatırlarsanız, altında yatan felsefe "çilenin ve kötülüğün" insana faydalı olduğu inancıydı.
Bizim tasavvufçu ilahiyatçılar genelde "Mevlana'nın çok yanlış anlaşıldığını" söylerler, bunu söylemedeki amaçları işte benim gibi bazı sivrilerin çıkıp tasavvufun İslam'la bir alakası olmadığını dile getirmesi ve bizim cemaati müslimin atalardan kalma gelenekçi dinlerinin tehlikede olmasıdır. Evet Mevlana sahiden de çok yanlış anlaşıldı, hatta o kadar yanlış anlaşıldı ki, insanlar neredeyse 1000 yıldır onun müslüman olduğunu zannediyorlar. Söylediği her panteist/panenteist lafı, İslam'a uydurmaya çalışıyorlar.
Şimdi yine bir Mevlana ve spiritüalizm karşılaştırması yapalım. Bunlar, Ra Bilgileri adlı ruhçu kitapta söylenir, şu 2 cümleyi okuyun[87]:
Şimdi eğer ben bu adamların felsefesini bilmeseydim veya şu tüm kitabı okumadan, sadece şu lafların söylendiği bölümü okusaydım, bu laflarda bir yanlışlık göremezdim. Zira bir insan sahiden de kendisine bakarak Allah'ın varlığını görebilir. Örneğin Descartes'ın Allah'a inanma yolu da bu olmuştur, Descartes çok kısa bir özetle; "Ben düşünebiliyorum, düşünebilmem sayesinde de 'ben' olduğumu hissedebiliyorum, yani düşünüyorum o halde "var"ım. Peki ben var olabildiysem ve bunları düşünebiliyorsam, hatta bir de sonsuzluk ve mükemmellik gibi aslında bilmemin mümkün olmadığı şeyleri de düşünebiliyorsam, bu fikirleri birisi benim zihnime önceden yerleştirmiş olmalı, bu varlığın bir kaynağı olmalı" şeklinde bir mantık örgüsüyle Tanrı inancına ulaşır. Bu gayet normal. Aynı şekilde bir insan çevresine bakarak da Allah'ın varlığını anlayabilir ve Allah inancına ulaşabilir. Fakat bu spiritüalist arkadaşlar "aynaya bakın ve yaratanı görün" diyerek bunu mu kastetmektedir? Hayır, kendileri gayet evrenin, yaratıkların ve senin birer Tanrı parçası olduğunu söyler kitabın tamamında, ki buna dair zibilyon tane örnek de gösterdim sana.
Aynı durum Mevlana'nın söyledikleri için de geçerlidir, bakınız neler diyor bizim beyefendi:
Mevlana'nın bu sözleri de tek başına yanlış olmayabilir. Mevlana'nın bu sözlere hangi anlamları yüklediğini bilmek için, Mevlana'nın öğretisini bilmek gerekir. Mevlana burada "A insan, Tanrı kitabı sensin sen" demekle veya "Padişahın güzelliğine bir aynasın sen" demekle, insanın Allah'ın yaratıcılığının bir ürünü olduğunu söylemez. Mevlana'yı bilmeyen müslümanlar; Mevlana'nın böyle demek istediğine inandırırlar kendilerini. Bizim çakal tasavvuf erbapları, Mevlana'yı adam akıllı bilmeyen müslümanlara, Mevlana'nın bu sözlerini çok İslami sözlermiş gibi kakalar dururlar. Oysa Mevlana bu sözleri tıpkı spiritüalistler gibi panteist/panenteist inanç çerçevesinde söyler ve insanın aslında var olmadığını, tek var olanın Allah olduğunu, bu sebeple de insanın "benlik" denen şeyden kurtulduğu takdirde Tanrı'ya dönüşeceğini söyler. "Ne arıyorsan sensin sen" demekle, "Yahu sen Tanrı'sın işte" der. "Kainatta ne varsa senden dışarıda değil" demekle de "Tüm varlık birdir ve tüm varlık Allah'tır, sen de öylesin" der.
Mevlana Fihi Ma Fih'te açık seçik şunları söyler, en azından altını çizdiğim bölümleri oku hacı [88]:
Mevlana'ya göre "ben kulum" demek yanlıştır, "ben Tanrı'yım" demek doğrudur. "Ben Tanrı'yım" diyen kişi, büyük bir ayıp olan (!) kendi varlığından kurtulur ve her şeyin Tanrı olduğunu idrak eder. Bu sebeple de "ben Tanrı'yım" demek büyük bir gönül alçaklığıymış ve halk da bunu anlayamazmış.
Bunun spiritüalizmden farkı ne? Tamamen aynısı.
Yani halkın pek çok şeyi anlamadığı konusunda Mevlana'ya katılıyorum. Eğer anlasalardı, Mevlana'nın da tasavvufun da İslam'la bir alakası olmadığını görürlerdi.
Mevlana denen eleman Divan-ı Kebir'inde şöyle söyler [89]:
Maşuk; "aşık olunan kişi"dir. Ve Mevlana'nın maşuktan kastı da elbette Tanrı'dır. Bu sözleri aşk şiiri zannedip tweet atan Nurdan Misvakoğulları #AK adlı kişiler zaten Mevlana'nın neyden bahsettiğini bile bilmez, onları bi geç. Mevlana "Aşık ile maşuku ayırt etmek çok zordur" derken "Kul ile Tanrı'yı ayırt etmek çok zordur" der. Her şey Tanrı'dır der lan işte adam, ahanda şu enerji menerji diye konuşan spiritüalistlerle aynı şeyi söyler, onun aynısının sarıklısı.
Şimdi Divan-ı Kebir'den bir bölüm göstereceğim size, altını çizdiğim kısımları kesinlikle oku [90]:
İlk altını çizdiğim beyitte Mevlana Allah'a sitem eder. Şimdi bu sufiler halvete girip cezbe haline kapılırlar, yani bildiğin Allah ile bir olmak için trans haline girerler. Mevlana bu dizelerde de, o kafayı yakalayamadığı için ve "bir olma" çağrısına cevap alamadığı için Allah'a trip atar, ki bunun bir başka örneğini de gösterdim bu yazının ilk bölümlerinde. Yani ilk beyitte Mevlana, Facebook'taki ilişki durumunu "it's complicated :(" yapar.
Ardından altını çizdiğim sonlardaki cümleyi okuyun, bizim Mevlana'nın "sevgili" dediği Tanrı'dır ve mevlana Tanrı için "mal da odur, mülk de odur" der.
Şimdi...
Nur suresi 42. ayette "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır" denir.
Veya Mümin suresi 16. ayette de "Mülk Allah'ındır" denir.
Mevlana ise Kuran'a atıfta bulunarak "Mülk Allah'tır" der.
"Şu köpek Ayşe'nindir" sözü ile "Ayşe köpektir" sözü arasında nasıl büyük bir fark varsa, işte bu iki söz arasında da öylesi büyük bir fark vardır. "Mülk Allah'ındır" sözü ile "Mülk Allah'tır" sözü arasındaki farkı şöyle açıklayayım size;
Mülk denince aklınıza sadece Gaziosmanpaşa'da giriş kat 2+1 kombili daire gelmesin, Allah nur suresi 42. ayette göklerin ve yerin, yani tüm evrenin, tüm yaratıkların kendi mülkü olduğunu söyler. Yani yaratıklar Allah'ın mülküdür, bir başka deyişle Allah yaratıkların sahibidir. Mevlana ise "Mülk odur" diyerek, yerler ve gökler Allah'tır, yaratıklar da Allah'tır der.
Tasavvufta görülen vahdet-i vücut ve vahdet-i şühut inançlarını size şu şemalarla anlatmıştım:
Bu şemalara bakarsanız da zaten "mülk"ün, yani evrenlerin ve tüm yaratıkların Allah olduğunu göreceksiniz. Bu inanç sistemlerine göre "mülk Allah'tır".
Tasavvuf dini bunu söyler.
Kuran ise "mülk Allah'ındır" diyerek şunu söyler:
Ortada birtakım yaratılmış varlıklar vardır ve tüm varlıklar, tüm evrenler, her şey, eşi benzeri bulunmayan bir kudretin yani Allah'ın mülküdür. Allah, tum bu yarattıklarının sahibidir. Yani "mülk Allah'ındır".
Tasavvuf ve Kuran'ın bambaşka iki din sunduğunu reddeden varsa, Allah onun cidden belasını versin. Çünkü bu kadar delil ve örnek ile anlaşılmayacak bir durum değildir bu. Ortadaki bu çelişkiyi reddeden kesinlikle ve kesinlikle kafirlik ediyordur. Mesele "zeka" işi değil, zekayı kullanabilme becerisi olan "akıl" işidir. Akıllı olun.
Mevlana gayet Kuran'daki "mülk Allah'ındır" sözüne atıfta bulunur, onu değiştirir ve Divan'ında "mülk Allah'tır" der. Mevlana bu tür Kuran'a kafa tutmaları çok sık yapar, şimdi Mesnevi'deki şu cümleyi bir oku [91] :
Mevlana, kendi yazdığı Mesnevi için bu tabiri kullanır. Bu öylesine masum bir benzetme değildir, zira Allah Lokman suresi 27. ayette şöyle söyler:
"Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, deniz de arkasında yedi deniz daha katılarak mürekkep olsa, Allah'ın kelimeleri tükenmez ..."
Evet, Allah'ın Kuran için söylediği lafın aynısını, Mevlana gider kendi Mesnevi'si için söyler.
Neden? Zira Kuran'ın da Mesnevi'nin de kaynağı aynıdır!
Al bak, Mesnevi'nin bir başka bölümünde açık seçik ne diyor senin mübarek Mevlana hazretlerin, altını çizdiğim beyiti lütfen kendin oku [92]:
La bildiğin vahiy alıyorum diyor herif işte açık seçik. Bu herifler "Kuran'ın güncelleyicileri" oldukları için, aldıkları vahiyler Kuran'da söylenenleri yanlışlıyor. Peki Allah'ın koyduğu kanunlar değişir mi? Kuran Allah'ın yasasının değişmediğini ve değişmeyeceğini söylüyor, seçim senin Nurdan Misvakoğulları #AK, ya birini seçecen, ya ötekini.
Ulan hadi bu adamlar bunları saçmalamış, yahu sizde hiç akıl yok mu bunları yiyorsunuz? Tamam Mevlana'ya inandın diyelim, o yolu seçtin, peki sen nasıl hala "ben müslümanım" diyebiliyorsun? Bu ikisinin ne alakası var güzel kardeşim?
Kafayı yiyecem ya. Olum ben mantıksız insana katlanamıyorum, valla kafayı yiyecem galiba. Antik Yunan'da okulum olsaydı kapısına "mantık bilmeyen giremez" yazardım amına koyim.
Mevlana savunucuları Mevlana'nın hiç lafı kıvırmadığı bu ifadelerini "ya orada Allah'ın dilemesi sayesinde bunları söyleyebiliyorum demek istiyo ehihi" diye kotarmaya çalışırlar. Aynı şeyi Nurcular da Said Nursi denen elemanın risaleleri için yaparlar, Said Nursi'nin alenen "Allah indirdi" diye yazdığı risaleleri için "orada Allah nasip etti ben de bunları yazabildim demek istiyo ehihihi kalp kalp gülücük gülücük <3" diye ayak yaparlar. Olum, bak daha mevzuyu bilmeyen hâlinle gidip bu adamları savunuyorsun, gel bi beni dinle. Sosyete çocuğu değilim ben amına koyim, okulda mahallede bir sürü cemaatçi arkadaşım oldu, çoğunuzun iyi niyetle hareket eden ve harbiden de toplumun geneline oranladığında daha yardımsever çocuklar olduğunuzu biliyorum. Ama ne olduğunu bilmediğiniz şeyi savunmaya çalışıyorsunuz, dinle bak Allah'a inanan adamsın madem kendini yakma. Tasavvuf dini budur, bak yukarıdaki bölümde Mevlana "delilimiz Tanrı vahyidir" diyor, Arabi de "gerçek bilgiye ancak keşif ve ilham (vahiy) ile ulaşabilirsin" diyor, senin abuk subuk bir dille yazıldığı için anlamadan okuduğun o risalelerde de aynıları yazıyor. Zira tasavvuf inancı Allah'ın bu şeyhlere, velilere, abidik gubidik adamlara vahiy vermesi inancına dayanır. Allah'tan geldiğini iddia ettikleri o vahiyleri de artık kimden alırlar, o dergâhlarda kapalı kapılar arkasında ne gibi kafalar yaşanmıştır, orasını da siz düşünün. Gözünüzde büyütmeyin olum insanları, insanoğlu tırttır tırt. Nurcuların veya tasavvufçuların büyük çoğunluğu bunları bilmezler, "iyi bir şeydir heralde" diye peşinden gidip savunurlar. Yani bu insanlara topyekün yalancı demiyorum, yalancıdan ziyade kandırılmış demek daha doğru olur, hatta bir de daha kendisinin tam bilmediği şeyin gidip savunuculuğunu yaparlar ki o da işin komik yanıdır. Ama bu cemaatlerin ve tarikatlerin beyin takımı (nasıl bir beyinse artık) meselenin ne olduğunu gayet iyi bilirler. Onlara olan tepkim bu kadar naif değil. Hatta bu hayatta kimseden etmediğim kadar nefret ediyorum onlardan.
İşin bir diğer komik ve iğrenç kısmını daha belirteyim. Bizim aslında bu adama "Mevlana" dememiz bile büyük bir hata. Bu adamın adı Celaleddin Rumi yani Romalı Celaleddin'dir ve kendisine de bu ismiyle hitap edilmesi lazım. Hayır bunu Ramazan Bayramı'na "Şeker Bayramı" demeyi hayat düsturu haline getirmiş Kadıköylü pinpon teyze mantığıyla söylemiyorum, zira "Mevlana" demek "Mevlamız" demektir. Mevla ise "sahip" ve "efendi" anlamlarına gelir ki, Allah'tan başka bir insana "sahibimiz" demek nasıl bir mankafalılıktır gelin bana bunu izah edin. Allah'ın bazı isimleri hiçbir şekilde kullara verilemez, Mevla da bunlardan biridir. Örneğin Bakara suresi 286. ayette Allah müslümanların şöyle demesini emreder:
"Sen bizim Mevlâ'mızsın. Gerçeği örten nankörler/inkârcılar topluluğuna karşı yardım et bize!"
Bu ayetteki "sen bizim Mevla'mızsın" ifadesinin Arapça okunuşu da şudur: "Ente Mevlânâ"
Yani "Mevlana"; Allah'a söylenmesi gereken bir sözken, "Mevlamız" anlamına gelirken, zamanında Allahlığını ilan etmiş Celaleddin Rumi'ye de gidip "Mevlana" diyoruz biz. Bu ayete ek olarak Tevbe suresinin 51. ayetinde de müslümanlar Allah'a yine "Mevlana" (Mevlamız) derler, çünkü bu Allah'ın bir ismidir. "Ama şimdi orada o bizim ustamız anlamında saygı..." diye geveleyecek olursanız, size Hristiyanların İsa saygısını örnek olarak veririm. Saygı dediğin şey yalakalığın dozunu arttırıp şirk koşmakla olmaz. Hele hele alenen panteist/panenteist olan bu Celaleddin'in nesine saygı gösteriyorsunuz müslüman olduğunuzu iddia ettiğiniz halinizle, işin orası zaten mantıksızlıklar deryası anasını satayım.
Tasavvuftaki bir diğer rezalet inanç da ölmüş velilerden falan yardım istemektir. Bu arkadaşların mantığına göre Allah'ın sevdiği kullar olan ölmüş velileri Allah ile araya sokarak, yani birnevi araya torpil sokarak, ettiğimiz duaların kabul edilmesi sürecini hızlandırabiliyoruz ehehe. Size şu Meleklerle Yaşamak denen şarlatanlıktan bahsedeceğimi söylemiştim, zira tam sırası. Pagan bir din olan spiritüalizmin muhafazakar kesime yedirilme yöntemi tasavvufken, aynı spiritüalizmi sadece kullandığı dili biraz daha "enerjili, ışıklı" hâle getirerek de modern denyolara yedirmekteler günümüzde. Meleklerle Yaşamak adlı kitapları ve cd'leri yüzbinlerce satan bu şarlatanlık akımına göre de, Allah'tan değil meleklerden yardım istememiz tavsiye edilir. Yani pagan olduklarının farkında olmayan hacı hocalar Allah ile aralarına velileri sokarken, pagan olduklarının farkında olmayan New Age'ciler de Allah ile aralarına melekleri alırlar. Tabi bazen üst boyut varlıklarını, ışık varlıklarını falan da aracı alırlar ama New Age'in bu kolu kafayı meleklere takmış vaziyette. Yani esas mantık olan "şirk" her zaman aynıdır, müşrik psikolojisi işte. Şimdi öncelikle bu arkadaşların internet sayfasını size bir göstereyim, sadece altını kırmızı ile çizdiğim bölümlere şöyle bir göz gezdirin, akıl sahibi her insan bunun nasıl bir şarlatanlık olduğunu ilk bakışta anlayacaktır:
Bu "hihihi evren <3 <3" diye ortalıkta dolaşan teyzeler, tüm dünyada "melek koçluğu" adıyla yürüyen bir şirketin Türkiye şubesidirler. Gördüğünüz üzere "meleklerle iletişim kurma" seminerleri verirler, ondan sonra yok efendim cd'dir, sms ile meleklerden vahiy almadır, bu tür gerizekalı işlerle de milletten tonla para cukkalarlar. Giden sadece para olsa neyse, akıl da gider iman da gider elden. Gerçi bunlara kanacak kadar aptal insanların dolandırılmasına üzülmüyorum ben şahsen.
Şimdi bu arkadaşların nasıl bizim muhafazakar tasavvufçularla aynı şeyi söylediklerini göstermek için size kitaplarından bazı kesitler göstereceğim. Sırf para kazandırmamak için de bu kitabı gidip bit pazarındaki bir sahaftan aldım, hatta kitabı bazen dışarıdayken otobüste vapurda falan okumam gerekti, onun için de kitabın kapağını kahverengi kartonla kapladım amına koyim reklam falan olmasın diye. Bak düşün ne derece tiksindiğimi.
Çerçeve içine aldığım cümleyi okuyun [93]:
"Sen ve ben biriz" artık gayet aşina olduğumuz bir cümle di mi? Mevlana'sından tut Arabi'sine, "büktüğün şey kaşık değil, sensin" diyen Matrix filmine kadar hepsi temelde aynı öğretiyi paylaşırlar: Panteizm veya müslümanlara kakalanan ismiyle vahdet-i vücut, yani varlığın birliği. Devam ediyoruz [94]:
Size yukarıdaki şemalarla da iyice anlattığım gibi spiritüalizmde evren ile Allah aynı şeydir. Evren ve Allah adeta eş anlamlı kelimelerdir ki kitabın yazarı da "evren ya da Allah, adı her neyse..." minvalinde bir cümle kurabiliyor.
Şimdi araya ufak bir reklam alalım ki, modern spiritüalistlerle muhafazakar tasavvufçuların aynı pagan dine sahip olduklarını iyice bir görün. Şu sohbetinde Cübbeli Ahmet Hoca, başı sıkışıanın "yetiş ya Abdulkadir Geylani" demesi gerektiğini ve böylece işlerinin daha kolay hallolacağını anlatır. Şimdi hesapta bu Abdülkadir Geylani adlı veli Allah'ın çok sevdiği biri ya, işte sen direkt Allah'tan yardım istemek yerine, araya torpil sokup Geylani'den yardım istersen, işlerin daha kolay hallolurmuş. Cübbeli'yi de sadece bir örnek olarak gösterdim size, bütün tasavvufi cemaat ve tarikatlerde aynı inanç vardır.
Şimdi gelelim bizim pinpon teyzelerin ışıklı enerjili kitabına, altını çizdiğim yerleri okuyun [95]:
Şşş mevzuya bak hacı, meleklerden yardım isteyince işleri daha hızlı halloluyormuş.
Ehehe, tamamen aynı inanç değil mi olum?
Bu ablalar diyor ki "ya ufacık bir şey için koskoca Allah'tan yardım istemek yerine meleklerden isteyin, böylece işleriniz daha kolay hallolur ehihihi <3<3"
E bizim Cübbeli'nin söylediği cümleden "Abdülkadir Geylani"yi çıkar, oraya "melekler" kelimesini ekle, al karşına aynı inanç çıkacak. Allah'a aracılar ve ortaklar koyan, bildiğin müşrik inancı. Zira tasavvuf ile spiritüalizm aynı şeylerdir, sadece paketleri farklıdır. Her ne kadar bu pinpon ablalar Cübbeli cemaati için "ayy o ne öyle bee" diyecek olsalar da ve her ne kadar Cübbeli'nin cemaati de bu ablalar için "o ne öyle la, gavur gavur işler" diyecek olsalar da, aynı şeye inanırlar. İnançları tamamen şekil odaklı olduğu için, özünde aynı şeye inandıklarının farkında bile değiller.
Meleklerle Yaşamak denen sevgi pıtırcıklığı abidesinden devam ediyoruz [96]:
Şimdi bu arkadaşlar paso meleklerden vahiy alırlar. "Başmelek Cebrail'in mesajı" falan diye uyduruk bir metin yazarlar ve hesapta Cebrail'i konuştururlar. Mesela burada da Raziel diye bir meleği konuşturuyorlar ve Raziel adlı melek altını çizdiğim bölümde de görebileceğiniz üzere aynen bizim Mevlana'nın, New Age kurucusu Alice Bailey'nin ve tüm spiritüalistlerin sürekli öğütlediği şeyi söylüyor: Hepiniz birsiniz, Tanrı'sınız, Tanrı senin içinde içinde.
Daha önce söylemiştim, spiritüalistlerin bu pagan dini yayma yöntemleri daima doğrularla yanlışları harmanlamaktır. Bunun için de bulundukları coğrafyanın yerleşik dini neyse ona göre ayak yapıp nabza göre şerbet verirler. Bu pinpon teyzeler de bu saçmalıkları Türkiye'de anlattıkları için ağızlarından Kuran ve Allah laflarını düşürmezler. Oysa Kuran'ı bir kere bile okuyup okumadıkları meçhuldür, hayır zanna uymuyorum, bak mesela [97]:
"Kuran'da da Mikail, Cebrail, Azrail ve İsrafil'den bahsedilir" diyor bu teyze, oysa Kuran'da sadece Cebrail'den bahsedilir ve Mikail'in de sadece bir ayette ismi geçer (Bakara 98). Kuran'da Azrail diye bir melek yoktur, adı bile geçmez. Kuran'da çok sayıda "ölüm melekleri" olduğu söylenir, yani Azrail adında tek bir ölüm meleği aynı anda farklı yerlerde ölen insanların canlarını alamaz. Buradan da (bence) meleklerin aynı anda farklı yerlerde bulunma gibi Tanrısal bir özelliğe sahip olamayacağını anlıyoruz ki Kuran'ın böyle mantıksal bir detayı es geçmemesi o yüzden çok önemlidir. Yani sonuç olarak Kuran'da Azrail'den bahsedilmez. Ayrıca Kuran'da "sura üflenen gün", yani Kıyamet günü vardır, fakat bu işi İsrafil adında bir meleğin yaptığı söylenmez, Kuran'da İsrafil'den de bahsedilmez.
Peki bu teyze neden Kuran'da bu meleklerden bahsedildiğini söyler? İki sebepten; birincisi "bakın ben Kuran'a da hakimim" imajı yaratıp müslümanlara hoş görünme çabası. İkincisi ise "Kuran'da meleklerden bahsediliyor, o zaman biz de meleklerle iletişime geçebiliriz yehuuu" şeklinde saçma sapan bir mantıkla kendi inançlarının Kuran'a da uygun olduğunu müslümanlara yedirme çabası.
Peki bu arkadaşlar şarlatan mıdır, yoksa sahiden de kendilerini "melek" diye tanıtan birilerinden bazı mesajlar mı alırlar? Ben bu tiplerin büyük çoğunluğunun şarlatan olduklarını düşünüyorum, fakat kendilerini "melek, peygamber, ölmüş falancanın ruhu, bilmem ne ışık varlığı" diye tanıtan cinler de vardır. Zaten bu celselerde medyumlara gelenler de falancanın ruhu falan değil, bildiğin cindir.
Şimdi Allah'a melekleri ortak koşan bu modern ablaların tüm dünyadaki bir furyanın Türkiye şubesi olduklarını söylemiştim size. Zira bu pagan ve spiritüalist inanç eskilere kadar uzanır. Şimdi şu ayetleri çok dikkatli okuyun:
O gün ki, onları hep birlikte mahşere toplayacak, sonra meleklere: "Şunlar size mi tapıyorlardı?" diyecek.
"Seni tenzih ederiz. Sensin onlara karşı bizim sahibimiz! Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara inanmıştı!" diyeceklerdir. (Sebe 40-41)
Allah meleklere "şu insanlar size mi tapıyordu?" diye soruyor ki meleklerden yardım istediğini zannedenler din gününde yedikleri haltlarla yüzleştirilsin. Melekler de 41. ayette "hayır, onlar cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara inanmıştı" diyorlar. Yani ortada bu şahıslara "ben melek bilmemkimim" diye gelen bir mesaj varsa da, o mesajın kaynağının cinler olduğu söyleniyor. Ayetler açık seçik işte bu pagan inanışı anlatıyor.
Yani sonuç olarak Türkiye'de de artık iyice yayılan ve sesini duyuran bu spiritüalizm, bizim sakallı sofu tasavvufçulardan farklı bir şey söylemez. Olay sadece nabza göre şerbet meselesi. Muhafazakarlara ayrı bir dille hitap edersin, modern takılan teyzelere ayrı bir dille hitap edersin, fakat işin özünde hepsine de aynı naneyi yedirirsin. Mesele bundan ibaret.
Ve Şimdi son olarak, Hindistanlı İmam Rabbani ekolünden olan Cübbeli Ahmet'e ve İsmail Ağa Cemaati'ne bir bakalım. İmam Rabbani'nin zaten kendisinin ne olduğunu gördünüz, eh onun yolundan gidenlerin de şu an Aids'e çare bulmak için araştırma yapıyor olacak halleri yok. Ne olduğu daha başından belli bir hikaye bu ama aradaki paralellikleri görmeniz açısından bu arkadaşları incelememiz lazım.
Cübbeli'nin İsmail Ağa Cemaati yine hem sünni, hem tasavvufi bir cemaattir. Bu cemaatte yine "şeyh, veli, müceddid, kutup" gibi mana aleminde uçup kaçan şahıslara büyük bir iman vardır. Kuran'da peygamberimizden sonra herhangi bir insanın böyle ruhani özelliklere sahip olabileceği söylenmez ama olsun, iyi ki rivayetler var, iyi ki falanca hoca hazretleri var. Bu arkadaşların dinlerinin diğer kaynakları da bu tür "rivayetler" olduğu için istedikleri şekilde bir İslam inşa edebilmekteler. Yeter ki kafasında sarık olan sakallı bir Ebu Warawara bir şeyler anlatmış olsun, o adamın ağzından çıkan sözler Allah'ın sözleri olduğu için, Ebu Warawara'yı dinin kaynağı olarak alabiliyorlar. Espri yapmadığımı da biliyorsunuz, gerçek bunlar. Mevlana'nın da dediği gibi "o şeyhin sözü, Allah'ın sözü"dür.
2-3 sene evvel birkaç arkadaşımla İstiklal'de turluyorduk, yılbaşına yakın bir tarihti. Bir baktık adamın birisi "Noel Kutlama Tehlikesi" diye bir kitap dağıtıyor yoldan geçenlere, yazarı da Cübbeli Ahmet. Tabi bildiğiniz gibi İslam aleminin ve memleketimizin karşı karşıya olduğu en büyük sorunlardan birisi Noel kutlama tehlikesidir, en büyük derdimiz budur hacı. Neyse biz de "dur lan 3-5 tane alalım da bari millete dağıtacaklarına biz almış olalım" deyip birer tane aldık adamın dağıttığı kitaplardan. Zararlı Güneş ışınlarını emen UV filtresi gibi bu cemaat dininin saçmalıklarını da absorbe ettik kendi çapımızda ehehe. Şimdi bu kitaptan bir bölüm göstereyim size de, bu adamlardaki İslam mantığını anlayın, açıklaması altında [98]:
Yetmiş bin evliyanın reisi olan ve 16-17. yüzyılda Hindistan'da yaşayan İmam Rabbani başı sıkışınca bir konuda Allah'a müracaat eder ve Allah da ona cevap verir. Sıra numarası almak yok, kuyrukta beklemek yok, direkt Allah'a sorabiliyon hacı. Yukarıdaki bölümde gördüğünüz üzere Allah bildiğin konuşur bu İmam Rabbani denen adamla, bu tür şeyler tasavvuf inancında çok normaldir zira tasavvuf dediğin din tamamen bu zart zurt hazretlerinin "keşif ve ilham" ile Allah'tan bilgi alması inancına dayalıdır. Günümüzün modern spiritüalistleri de medyumlar vasıtasıyla üst boyut varlıklarından bilgi alırlar, tamamen aynı mantık, Neyse, kitapta görebileceğiniz üzere sözümona Allah'ın İmam Rabbani'ye söylediği bu bir koca paragraf dolusu söz için "... diye bir ilham geldi" derler. Ah canım, şu naifliğe bakar mısın, "ilham" gelmiş... La bildiğin Allah ile oturmuş karşılıklı muhabbet ediyor sizin Rabbani.
Yani bu adamlardaki "ilham"ın bildiğin "vahiy" olduğunu söylemiştim, tasavvuf jargonunda ilham budur, Cem Yılmaz'ın aklına yeni bir film senaryosu gelmesi gibi bir ilhamdan bahsetmiyor kendileri. E zaten böyle sürekli "ilham" alan müceddidlerimiz (güncelleyicilerimiz) varsa, Kuran ortada sadece bir süs niyetine kalır, çünkü Kuran sürekli güncelleniyor hacı, Windows 8 varken Windows 95 kullanmanın ne alemi var? Zaten bu sebeple Cübbeli de sohbetlerinde 1 ayet söylerse, bunun yanında 546 hadis, 387 rivayet anlatır.
Cübbeli Ahmet'e ve cemaatine göre, son yüzyılın müceddidi Mahmut Efendi'dir. Şu video'da yine bir hocaefendileri, son yüzyılın müceddidi olan Mahmut Efendi'yi ziyaret eder.
Sağ tarafta görmekte olduğunuz yakışıklı Mahmut Efendi'dir. Mideniz kaldırırsa video'yu bir seyredin, toteme tapan Kızılderili kabilesi gibi bir manzara göreceksiniz. Hatta bu Mahmut Efendi'nin önünde eğilip bükülen adam Mahmut Efendi'ye "Merhametiniz sayesinde ayakta duruyoruz" der, ama Mahmut'un daha kendi ayakta duracak hâli yoktur, orası ayrı. Valla şu pisliği her gördüğümde aklıma bu Kuran ayetleri geliyor:
"Kendilerine yardım edilir ümidiyle Allah'tan başka ilahlar edindiler.
Oysa, o ilahlar bunlara yardım edemezler. Tam aksine, bunlar, o ilahlara hizmet eden ordular durumundadır." (Yasin 74-75)
Birebir olarak aynısı değil mi olum? Bu adamın kendine bile hayrı yok, tüm gücünü mürit sürüsünden aldığı için na böyle Zeus'un yancısı Apollon gibi takılmıyor mu ortalıkta?
Bu cemaatin inancına göre Mahmut Efendi adlı yakışıklı, uykudayken bile mana ve ruhlar aleminde dolaşıp hayır işleri yapmaktadır. Yani bakmayın şimdi böyle durduğuna, abinin ruhlar aleminde acayip ortamları var.
Şimdi eğer Cübbeli'nin sohbetlerinden alınma şu video'yu seyrederseniz göreceksiniz ki Cübbeli Ahmet, bu Mahmut Efendi adlı prototip Tanrı için şunları söyler: "Keşfe açık kullardan biri ne demişti? 'Ete kemiğe büründüm Mahmut diye göründüm'"
"Keşfe açık kul" yine Allah'tan vahiy alan kişinin, tasavvuf jargonundaki adıdır. Cübbeli'nin anlattığına göre Allah'tan vahiy alan bir adam; Allah'ın ete kemiğe bürünüp Mahmut Efendi olarak yeryüzüne indiğini söylüyor yani. Tıpkı Allah'ın İsa kılığında yeryüzüne inmesi gibi. Veya Hint Tanrısı Vişnu'nın bazen yiyecek, bazen insan şekline girerek insanlara yardım etmesi gibi. Tasavvuf inancı nah işte budur. Zaten bu sözün kaynağı da size cicili bicili hikayelerle "Allah dostu, gönül adamı" diye kakalanan Yunus Emre'dir. Hikâyeye göre Yunus Emre, Mevlana'nın Mesnevi'sini okur ve şu yorumda bulunur: "Yahu lafı bu kadar uzatmaya ne gerek var, ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm", Mesnevi'de anlatılmak istenen her şeyi bu şekilde özetler Yunus Emre. Panteizm/panenteizm inancı işte tam olarak budur, bazı ulvi kişiler bu dünyanın bir "yokluk", bir "hayal", bir "aldatmaca" olduğunu anlarlar ve Allah olduklarını fark ederler. Yani Cübbeli cemaatinin bu yaptıkları, sadece kendi sapkınlıkları falan değildir, o Mevlana'lar, Yunus'lar bu inancın aynısına sahiplerdir, hatta ve hatta bu pagan inancın kurucuları arasındadırlar.
Şimdi bu Cübbeli Ahmet aklınca Noel tehlikesine ve Hristiyanlığa karşı insanları uyarıyor ya, Hristiyan ve Yahudilerden bahsedilen şu Kuran ayetini bir okuyun bakalım:
"Allah'ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine, tek olan Allah'tan başkasına ibadet/kulluk etmemeleri emredilmişti. İlah yok o tek Allah'tan başka. Onların ortak koştuklarından arınmıştır O." (Tevbe 31)
Bu ayette Yahudiler ve Hristiyanlar, din adamlarını Tanrı edindikleri için eleştirilir.
Cübbeli kafayı milletin yılbaşında yiyip içtiğine takadursun, kendisi Hristiyanların yaptığının birebir aynısını yapar; bir din adamını rab edinir. Şu ayette Allah'ın "yapmayın" dediği şeyi gider harfi harfine yapar.
"Ya şimdi orada öyle demek istemiyor, tabi ki biz de bir tek Allah'a inanıyoruz ama..." şeklindeki kıvırmalarınızı da artık ahirette Allah'a anlatırsınız. Merak etmeyin bu ayette eleştirilen Yahudi ve Hristiyanlar da gidip bir din adamına durup dururken "aha bu Allah" demiyorlar, tıpkı sizinki gibi hurafe dolu bir inanç sistemiyle ve içinde onlarca "ama" ile başlayan izahlarla Allah rolü biçiyorlar din adamlarına. Ve bunu nasıl yaptıklarını da bu yazıda elli türlü örnek göstererek anlatmaya çalıştım size. Sizin bu yaptığınızın adı "tapınmak" oluyor zaten. Siz kendinizi çok mu akıllı zannediyorsunuz? Hatta siz kendinizi ne zannediyorsunuz? Siz neyle oynuyorsunuz böyle? Aklınızı işletin, göz göre göre ahiretinizi yakmayın eğer sahiden inanıyorsanız.
Bu bizim Cübbeli tarzı hacı-hocalar sanki Haçlı Seferi dönemlerindeymişiz gibi, gider can cekişmekte olan Hristiyanlığa çok fazla kafayı takarlar. Bunun sebebi şudur kaynatasız: Eğer kendileri bile Kuran'da bahsedilen müşrik veya kafirlerden değillerse, ortada bir müşrik veya kafir kalmıyor zaten. Adam gidiyor uçan kaçan velilere şeyhlere inanıyor, bunların vahiy aldığına inanıyor, bunları Allah'a ortak ediyor ve kendisi müşrik olmuyor. E ama Kuran sürekli "müşrik"lerden bahsedip duruyor, öyleyse kim bu müşrikler? Heh işte iyi ki Hristiyanlar ve ateistler var, zira onlar da olmasa zaten bu adamlar kimseye müşrik diyemeyecekler.
Cübbeli'nin sohbetlerinden alınma şu 30 saniyelik video'da Cübbeli'nin şunları söylediğini görüyoruz: "Böyle bir din olur mu? Mezhebi devreden çıkar, mürşidi devreden çıkar, alimi devreden çıkar, veliyi devreden çıkar... Araya vesile koymayın diyorlar, aracıya lüzum yok diyorlar, direkt Allah'la irtibat kurun diyorlar"
Cübbeli Ahmet burada %100 olarak Kuran'da anlatılan İslam dinini eleştirmekte ve %100 olarak da Allah ile kulun arasına birtakım aracılar sokan Mekke müşriklerinin dinini övmektedir. Bak %99 benziyorlar demiyorum, %100 aynı şeyler diyorum. Zira Mekke müşriklerinin birçoğu Allah'a inanıyor, fakat araya "Lat, Menat, Uzza" gibi birtakım ne idüğü belirsiz varlıkları aracı olarak sokuyorlardı. E bu arkadaşlar da o Lat'ın, Menat'ın, Uzza'nın adını İmam Rabbani koymuşlar, Mahmut Efendi koymuşlar, arada hiçbir fark yok.
Cübbeli Ahmet "yahu aracısız din mi olur?" deyip bu velilere inanmayanlara kızadursun, Kuran şöyle söyler:
"Kâfirler hoşlanmasa da siz, dini yalnız O'na özgüleyerek, Allah'a dua edin!" (Mümin 14)
Kuran'ın sürekli nokta atışı yapıyor olması çok süper bir şey değil mi olum ehehe.
Kuran, Allah'a aracılar koyulmaması gerektiğini söyleyen ayetlerle doludur.
Aynı konuşmanın devamında Cübbeli Ahmet, neden direkt Allah ile irtibat kurmamamız gerektiğini (!) ve neden Mahmut Efendilere, İmam Rabbanilere ihtiyacımız olduğunu şöyle zeka dolu bir örnekle açıklıyor: "İyi o zaman sen buranın cereyanını direkt kofraya bağla, burayı patlat". Tipe bak tipe tipe, lan yemin ederim bu adam başka bir çevrede doğup büyümüş olsaydı on numara İnci Sözlük yazarı olurdu, beni, angutyus'u falan da sollardı bu açtığı başlıklarla. Hatta konuşmanın devamında da elektriğin bile barajlardan bir sürü aracıyla geldiğini örnek vererek, bizim de Allah'la aramıza aracılar almamız gerektiğini söylüyor bizim akıl deryası Cübbeli. Bu arada Kuran ayetleri ise şöyle der:
"Allah'ı bırakıp da kendilerine, göklerden ve yerden bir parçacık rızık veremeyen, buna güç yetiremeyen şeylere mi tapıyorlar?
Artık Allah'a örnekler verip durmayın. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Nahl 73-74)
Cübbeli cemaatinin sahip olduğu bu gelenek ve ata dininin saçmalıklarıyla ilgili daha yığınla delil gösterebilirim size, hatta sırf delil olsun diye oturup bu adamın sohbetlerini bile dinledim, ama buna sahiden gerek görmüyorum artık. Mesela şu sohbetinde 1.01.50'den itibaren bildiğin Allah'tan vahiy alan ve Hristiyanları bir bakışıyla müslüman yapabilen son iman bükücü velilerin mucizelerini anlatır kendisi. Oysa Kuran'da peygamberin bile böyle bir gücünün olmadığı birçok ayette vurgulanır (Örneğin Cin suresi 21).
Ve size bir şey söyleyeyim, bu Cübbeli'dir, Mevlana'dır, spiritüalistlerdir, yemin ederim ki benim imanımı arttırıyorlar. Ters psikolojiyle bildiğin iman tazelettiriyor adamlar. Sanki sırf içlerindeki kötülüğü dışavurmak için gidip Allah'ın yapma dediğini özellikle yapıyorlar. Bu açıklanması o kadar zor, o kadar garip bir durum ki, yoksa kimin aklına gelir gidip ölüp gitmiş adamlara yalvarmak, Allah dururken meleklerden yardım istemek, bu tür abuk subuk işlere kalkışmak...
Neyse, neden size oturup bu Cübbeli cemaatini anlattım şimdi? Bu Cübbeli'nin İsmail Ağa Cemaati benim için sadece bir rol model hacı, ben burada bu adamlar üzerinden sana bir şey anlatmaya çalışıyorum. İstersen Menzil tarikatindeki aynı naneleri de anlatayım sana, veya istersen Nurcularınkini anlatayım, istersen Nakşibendiliği uzun uzun açayım burada sana. Adı ister zart olsun ister zurt, tasavvuf inancının olduğu her tarikat, her oluşum, hatta her eli yüzü düzgün okumuş ilahiyatçı bu tür pagan saçmalıklarına inanır. Zira bu işin kaynağının nasıl pagan olduğunu, o Mevlana'ların, Arabi'lerin, Hallac-ı Mansur'ların ne olduğunu gördünüz. Hesapta İslam'ın "entelektüel ve hümanist" yüzü olan tasavvuf, işte böyle bir uyuşturucudur. Dindeki hurafelerin büyük çoğunluğunun kaynağı işte bu kahrolası tasavvuftur. Ve şu an bile bizim camilerimizde okunan hutbelerde, televizyonlarda verilen dini programlarda ve okullarda verilen din derslerinde, bu adamların doğruları "din" diye, "İslam" diye anlatılıyor. Küresel sermaye de "tasavvufu destekleyin" diye raporlar yayınlayıp duruyor. Oysa İslam bu adamlardan değil, Kuran'dan öğrenilir. Bu adamlardan öğreneceğiniz şey, Kuran'da "müşriklik" olarak anlatılan gelenek ve ata dinidir. Bunların dinleri delile değil rivayetlere, zanlara ve kulaktan kulağa aktarılan hikâyelere dayanır. Kuran'da ateistlerden de bahsedilir elbette, fakat Kuran'da en çok Allah inancı olan müşriklerden bahsedilir. Bugün şu Cübbeli Ahmet'in Facebook'ta bile 2 milyon beğeneni varsa ve bu cemaatleri yakından takip edenlerin daha çok internet'le pek arası olmayan kesim olduğunu göz önüne alırsanız, internet'teki bir Facebook sayfasında bile bu adamın 2 milyon beğeni almasının ne demek olduğunu varın siz düşünün. Allah ile aldatmanın bu dünyada ne kadar büyük bir güç olduğunu görün ki Kuran'ın neden çoğunlukla dindar müşrikler üzerinde durduğunu daha iyi anlayasınız.
Tasavvufun hesapta getirdiği o "hoşgörü" anlayışı, verdiği zararların yanında bir hiçtir. Allah rızası için kanma o güler yüzlü dedelere, semazenlere, okuldaki ders kitaplarına, takım elbiseli profesörlere. Kanma! Bu hurafelerden oluşan tasavvuf dininin, kültüre yerleşerek insanları nasıl mahvettiğini gör. Örneğin birilerinin sürekli torpille bir yerlere gelmesi, hele hele şu an devleti yönetenlerin sürekli kendi tanıdıklarını bir yerlere ataması ve bunu da "e tabi ki tanıdıklarımı atayacağım, ne var ki bunda?" diyerek, adeta arsızlığın sınırlarını zorlayarak normal karşılamaları sinirinize dokunuyor di mi? Birçok insanın "hak etmediği" yerlerde olması, içindeki adalet duygusunu nasıl da incitiyor di mi? İçinden belki de düşünüyorsun, "lan bu adamlar hani dindardı, nasıl kul hakkı yemekten çekinmiyorlar?" diye. Evet bu adamlar kendi dinlerinde dindarlar zaten ve o kulaktan kulağa rivayetlerle yayılan gelenek dinlerinde "adam kayırma" diye bir şey suç değil ki bundan çekinsinler. Tasavvufçular bu İmam Rabbani'lerin, Arabi'lerin, Abdülkadir Geylani'lerin ve bilimum şeyhlerin, kendilerini seven insanlara şefaat edeceklerine, yani ahirette sevenlerini cehennemden kurtaracaklarına inanırlar. İnanca bakar mısın? Kendi çabanla hak etmesen bile, elin sakallı şeyhine kendini sevdirirsen o seni kurtaracak ahirette. Şimdi böyle torpil ve yağcılık üstüne kurulu bir inanç sistemine inanan bir adamın, "ne var ki bunda? tabi ki tanıdıklarımı atayacağım o mevkilere" deyip bu durumu normal karşılamasından daha doğal ne olabilir? Adamın kültüründe var bu bir kere. Zihnine böyle bir ahlak anlayışı kazınmış.
Kuran'a göre "din günü"nde, yani herkesin yaptıklarıyla yüzleştirileceği o günde, sen bu dünyada ne yaptıysan onların karşılığını alacaksın. Yani herkes "kendi" hak ettiğine kavuşacak. Şu ayeti okusana:
"Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve onların hiçbir yardım göremeyecekleri o günden sakının!" (Bakara 123)
Allah'ın yöntemi bu adamlarınki gibi insan ilişkilerine değil, adalet üzerine kuruludur. E ama bu adamlar Kuran'ın gizli manalarını çözen şeyhlere sahip oldukları için takmıyorlar bu ayetleri zaten. Dini sahiplenen adamlar işte bu asılsız kaynakları (şeyh, tasavvuf, zart zurt) baz alan kimseler oldukları için de, ortalıkta "din" diye anlatılan şey bunların dini oluyor. İnsanların zihnine kazınan "ahlak", bunların ahlakı oluyor. Yani bu hurafe dinin yayılması için herkesin illa ki bir tarikate girmesi veya cemaatçi olması gerekmiyor, zira ilahiyat fakültelerinden tut camilere kadar insanlara vaaz edilen dinde hep bu adamların saçmalıkları yer alıyor.
Zamanının bu Mevlana'ları, Yunus Emre'leri, Arabi'leri, bize nasıl büyük bir kazık attılar size anlatamam. Bak bu yazı galiba şu an Word'de 200 sayfaya yaklaştı, kitaba bassan 300 sayfa tutar, bunun üstüne bir de beni karşına alıp konuştursan sabaha kadar da konuşurum, ama yine de attıkları kazığın büyüklüğünü anlatamayacağımı söylüyorum sana. He bu adamlar inançlarında samimiler miydi? Evet muhtemelen öylelerdi, fakat bunun, attıkları kazığın üzerinde hiçbir etkisi yok. Oynadıkları kumar, bir felakete yol açtı.
Bugünün ilerlemiş toplumları sahip oldukları bu gelişmişlik düzeylerini ilk başta geçmişten aldıkları mirasa borçlular. Adamların mirası Rönesans'ken, sanayi devrimiyken, keşifler ve buluşlarken, bizim aldığımız miras işte bu paçavralar. He bir de Allah razı olsun ki ulema ney üflemeye ve ebru yapmaya izin vermiş, sanat adına da tek mirasımız onlar. Biz dergahta iki zikir çekti diye kendini Tanrı'yla bütünleşti zanneden bu ruh hastaları yüzünden ve en çok da bu ruh hastalarının peşinden giden akılsızlar yüzünden, zaten hayata 5-0 geride başlıyoruz. Ve daha hâlâ da bunları sahiplenen bir toplumun içinde yaşıyoruz. Ama olsun, hiçbir şey için geç değil. Ben hayatın ve tek tek hepimizin yoktan var oluşumuzun bir anlamı olduğuna inanıyorum, hatta inanmaktan ziyade, bunu "biliyorum". Bu da demektir ki hiçbir çaba boşa gitmez, çabalarının karşılığını muhakkak alırsın. O yüzden yılmayacaksın, mücadele edeceksin, kendini küçümseyerek pes etmeyeceksin. Ve bunu yaparken de aklını kullanacaksın. Eline bir kitap alacaksın, kapatacaksın o televizyonu, Nejla'nın sidikli amını sergilemek için kullandığı Facebook'ta heba etmeyeceksin vaktini, sana hiçbir bok katmayan okuldaki derslerinle yetinmeyeceksin, şu internet'in başına geçip makale okuyacaksın, e-book indireceksin, araştırma yapacaksın, bunların üstüne düşüneceksin ve en önemlisi de üreteceksin. Potansiyelini dibine kadar zorlayacaksın. Çerçevenin dışında düşüneceksin. Bu işin başka yolu yok.
Artık bitiriyorum yazıyı. Ne boklar yedik şimdiye kadar, bunu son bir kez özetleyeyim istersen.
Bu yazıda tasavvufun İslam dinine tamamen zıt bir inanç olduğunu ve buna rağmen müslümanların tasavvufu kendilerini kandırarak, hatta kandırılmaya can atarak sahiplendiklerini gördük. Tasavvufçular ile spiritüalistlerin tamamen aynı inanca sahip olduklarını, aralarındaki tek farkın kullandıkları dil, kılık kıyafet vs gibi şekil odaklı olduğunu gördük. Öyle ki spiritüalistlerin tasavvuf aşkını, Mevlana ve Arabi gibi ünlü sufileri nasıl sevdiklerini de gördük. Spiritüalizmi gelecekte tek dünya dini yapma amacında olan küresel sermayenin, spiritüalizmin müslüman topraklarda yeşeren versiyonu olan tasavvufa destek yağdırdığını gördük. Kültürümüze iyice yerleşmiş olan ve hâlâ da çok matah bir şeymiş gibi teşvik edilen, sevimli gösterilen tasavvufun, müslümanları bir anda nasıl zirveden dibe çökerttiğini gördük. O çok beğenilen, filozof denilen Mevlana'ların, Arabi'lerin ve bilimum tasavvufçuların "gerçek bilgiye akıl ve düşünceyle değil, keşif ve ilhamla ulaşılır, o keşif ve ilham da bir tek biz şeyhlere geldiği için şeyhine bağlan ki kurtulasın ey oğul!" şeklinde özetlenecek Allah'ın belası felsefeleriyle nasıl müslüman toplumlardaki bilim ve ilim kültürünü öldürdüklerini gördük. Şu an müslüman toplumlardaki sefaletin büyük ölçüde nereden ve kimlerden geldiğini gördük. Elin oğlu Rönesansla, keşiflerle, bilimle uğraşırken, atalarımız ne gibi salak işlerle ömürlerini heba etmiş bunları gördük. Müslümanların nasıl alenen Kuran ayetlerinin "tam tersini" söyleyen tasavvufçuların, hacı-hocaların ve bunların günümüzdeki uzantılarının peşinden gittiklerini gördük. Ve müslümanların, inandıklarını söyledikleri Kuran tam tersini söyleye de, hâlâ da bu tasavvuf iğrençliklerinin doğru olduğunu savunuyor olduklarını gördük. Müslümanların nereden baksan bir %95'i için en önemli şeyin o güne kadar sahip oldukları kulaktan dolma inanç olduğunu, öyle ki sahip olduğu uyduruk inanca ait 180 derece zıt bir Kuran ayeti bile görse, kendi inancını değiştirmek yerine çeşitli laf oyunlarıyla Kuran ayetini kendi inancına uydurmaya çalıştığını gördük. Aradan yüzyıllar geçse de, tekamül ettiğini zanneden birtakım gerizekalı insanların hiç değişmediklerini gördük. Kısacası, saçma sapan insanlarla dolu bir dünyada yaşadığımızı gördük.
Bak hacı, biliyorsun geçen sene Sovyetler Birliği ve komünizm hakkında yine upuzun ve sağlam kaynaklı bir yazı yazmıştım. Aradan 1 sene geçti ve o yazıda gösterdiklerime dair hâlâ tek bir mantıklı izah, tek bir delilli cevap alamadım. Bak, 1 tane bile alamadım, sana yemin ediyorum ki. Tek duyduğum şey boş muhabbet ve warawarawara şeklinde vızıklanmalar oldu. Oysa aynı adamlar o yazıda kullandığım kaynakların kullanıldığı "Sovyetler'de Hammadde İhracatı" konulu 10 sayfalık makale okusalar "ehehe vay be neler de öğrendim" diye ortalıkta gezecek adamlar. Fakat delil, kaynak, kanıt, bunlar insanlar için sadece iş lafa gelince önemli. İnsanlar delillere göre değil, keyiflerine göre hareket ederler. İnanmak istediklerine inanır, inanmak istemediklerini görmezden gelirler. Şimdi aynısı bu yazıda da olacak. Ben "çok haklısın sikko, kaplansın, pantersin" demenizi istemiyorum, en azından bana delillere dayanan ve mantıklı olan cevaplar vermenizi istiyorum. Çünkü ben size delillerle ve mantıklı açıklamalarla geldim. Aynı tavrı karşımdakinden de beklemek benim hakkım. Ama bunları yapmayacağınızı biliyorum. Üniversitedeki çevresinin etkisiyle komünizme iman etmiş Berk nasıl ki Marx putuna saldırıldığında deliye dönüyorsa, bu yazıda gelenek dini putuna saldırılmış Ömer Faruk'lar da aynı tepkiyi verecekler. Bunun sonu yok olum, bu hep böyle. Öyleyse bu yazıyı neden yazdım? Başlarda da söylemiştim, kendim için yazdım. Çünkü bencil bir insanım.
İnsanın bencil olup olmadığı nasıl hala tartışılıyor, niye bir günahmış gibi ayıplanıyor, ben bunu da hala anlamıyorum. İnsan sapına kadar bencildir lan. Ve bu bencillik eleştirilmesi, ayıplanması gereken bir şey değildir. Övülmesi de gerekmez. Var olan durumdur bu. Şöyle izah edeyim sana;
Sevdiğin bir kişi veya dava uğruna ölür müsün? Filmlere kalsa sevdiği için can vermek çok kolay bir şey de, aslında gerçekte sevdiği için hayatını feda edecek insan sayısı hiç de o kadar fazla değildir. Fakat yine de evet, sevdiğin kişi veya dava için ölebilirsin, bunu yapabilecek birçok insan var dünyada.
Sevdiğin kişi veya dava uğruna yıllarca hapse girer, işkenceler çeker misin? İnsanların çoğu bunu da yapamaz, fakat bazı adanmış insanlar bunu da yapabilir, tarihte ve günümüzde bile sevdiği, inandığı yol uğruna hapse atılan, işkenceler gören insanlar var zaten. Bu da kabul.
Peki, sevdiğin kişi veya dava uğruna cehenneme girer misin?
Nah girersin.
Cehenneme inanmıyor olsan da, cehennemi "sonsuza kadar" canının acıdığı bir yer olarak düşün ve öyle cevap ver. Hiç kimse, "kendi" benliğinden başkası için böyle bir şey yapmaz. Bir başkası için cehenneme gireceğini söyleyen insan yalan söylüyordur. "Evladım cennete girsin, ben cehenneme girmeye razıyım" diyen bir anne bile ya cehennemi solaryum zannediyordur ya da girdiği anda fikrini değiştirir, "çıkarın beni buradan" diye bağırır.
Bu ne demek biliyor musun? İnsan bencildir ve bencil olmak zorundadır. Bu dünyanın en fedakar, en diğerkam insanı bile %51 kendini düşünür ki bu da abartı derecede düşük bir oran oldu.
İnsanın bencilliği ve en çok kendi çıkarını düşünüyor oluşu asla ayıplanacak bir şey değildir. Tek bir "benlik" olarak yaratılan insan tabi ki en çok kendini düşünecektir, bundan daha normal bir şey olamaz. Fakat sabah programında "gadınlar çiçektir heoeheoeheo" deyip alkış almak isteyen türkücü kılıklı tipler olduğumuz için sürekli bencilliği eleştiririz, onu yerin dibine sokarız. Lan halbuki bu ayıp bir şey değil, olması gereken şey.
Şu komünizm yazısını yazdığımda yorumlara biri "müslüman olduğun için komünizmi eleştirmek zorunda hissetmişsin kendini" gibi bir şey yazmıştı, ortalamadan hallice iq'suyla nasıl da çözmüş mevzuyu götümün kenarı. Bak dayı, benim komünizmden nefret etmem de, tasavvuftan ve spiritüalizmden nefret etmem de, ve hatta Kuran'ı okuyunca "işte bu lan, bu" deyip müslüman olmam da aynı sebeptendir. Ben bencilliğimi buram buram hissediyorum. Siz bencilden de ziyade, her an şu dünyadaki çıkarını düşünen "şark kurnazı" bencilliğiyle yaşayan halinize aldırış etmeden gidip o bencilliği ayıplıyorken, Kuran benim bencilliğimi kabul ediyor, onaylıyor. Ve hatta diyor ki "Kim hayra ve barışa yönelik bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kötülük yapan da kendi aleyhine yapmış olur". Ve Kuran; bencilliği ayıplamak veya insanın yaratılışında var olan bu bencilliği değiştirmeye çalışmak gibi tuhaf bir şey yapmaya kalkmak şöyle dursun, onu doğru yere kanalize etmeyi öğretiyor sana. Bencil olan insanın ihtiyacı olan tek şeyi, o bencillik kriterlerini veriyor.
Ben bireyci insanım. Ben benim. "Biz" olduğumuzu iddia eden herkes istisnasız bu dünyanın anasını sikmiştir. "Biz" olduğumuzu iddia eden herkes, ağzından "biz şöyleyiz, biz böyleyiz" lafları düşmeyedursun, bir taraftan gidip kişisel boş hırslarının peşine düşerek ortalığın anasını ağlatmıştır. İnsanların kafirliği, yani var olan gerçeğin üstünü örtmeleri, daha bencil oldukları gerçeğini kabul etmedikleri anda başlıyor.
Bu yazıyı tabi ki kendim için yazdım. Hiçbiriniz için yazmadım bu yazıyı. Zira "ben" olmasaydım bunların hiçbir önemi olmayacaktı, ben sadece bir "ben"im.
Bu yazıyı yazdım ki "kendim için" bir şeyler yapmış olayım, üretmiş olayım, uyarmış olayım, Allah'ın karşısına "kendi yaptıklarımdan" sorguya çekilmek üzere çıktığımda "eeeooo..." diye lafı gevelemeyeyim, "en azından" ile başlayan bir cümle kurabileyim.
Sen de kendin için bir şeyler yapacaksın. Çünkü "sen" olmasaydın da bunların hiçbir anlamı olmayacaktı. Şu an başka bir zaman-mekana sahip evrenin ufak bir gezegeninde çok büyük haksızlıklar, büyük savaşlar vardır belki de. Bunun senin için bir önemi veya anlamı var mı? Daha bu dünyadaki haksızlıkların çoğunu görmezden gelen hâlinle (ki aslında gerçek bencilliğin bunlara karşı harekete geçmeni gerektirse bile), gidip başka bir zaman-mekandaki haksızlıkların veya olayların seni bağladığını mı iddia edeceksin?
İnsanlar ancak "ben" olduklarını idrak ettiklerinde başkalarına da faydalı olabilirler. Bunu kabul etmeden "biz"liğe soyunan herkes sadece rol ve gösteriş peşindedir.
Aşağıya notları ve kaynakçayı ekleyip uzuyorum. Hadi eyvallah.
Notlar ve Kaynakça:
Ben bu yazıyı Allah’ın rızasını kazanmak için, yani kendi menfaatim için yazdım. Bu da demektir ki bu yazıyı hiçbir izin almadan paylaşabilir, çoğaltabilir ve duyurabilirsiniz. Bunu yaparken sizden tek ricam insanların blog’daki diğer yazılara da ulaşabilmesi için kaynak belirtmeniz. Hatta bir ricada daha bulunayım, bu yazıyı muhakkak yayın etrafınıza.
Aşağıya dipnotları ekliyorum. Belirtmem gereken bir şey var, Mevlana’nın Mesnevisindeki beyit numaraları basımdan basıma farklılık gösteriyor, örneğin bir basımda 2250 numaralı beyit, başka bir basımda 2300 falan olabiliyor, arada ufak oynamalar olsa da belirttiğim beyitleri hemen hemen her Mesnevi’de bulabilirsiniz.
Dipnotlar:
1- Mevlana, Mesnevi, cilt 1 önsöz. Milliği Eğitim Basımevi, ikinci basım, 1953.
2- Mevlana, Mesnevi, cilt 1 önsöz. Timaş yayınevi, 2007.
3- Mevlana, Mesnevi, cilt 4, 1852-1854. beyitler. Milliği Eğitim Basımevi, ikinci basım, 1953.
4- Mevlana, Mesnevi, cilt 1 önsöz. Timaş yayınevi, 2007.
5- Mevlana, Fihi Ma Fih, 51. Bölüm.
6- Hallac-ı Mansur, Tavasin, sayfa 32. Yaba Yayınları, 3. Basım.
7- Hallac-ı Mansur, Tavasin, sayfa 39. Yaba Yayınları, 3. Basım.
8- Hallac-ı Mansur, Tavasin, sayfa 43. Yaba Yayınları, 3. Basım.
9- Hallac-ı Mansur, Tavasin, sayfa 43. Yaba Yayınları, 3. Basım.
10- Mevlana, Divan-ı Kebir’den Seçmeler, Hazırlayan: Şefik Can. Birinci cilt, önsöz. Ötüken Yayınevi, Yayın no: 456.
11- Ramtha, sf 232 ve 249. Akaşa Yayınevi, 1990.
12- Ramtha, sf 51. Akaşa Yayınevi, 1990.
13- Ra Bilgileri, sf 35. Akaşa Yayınevi, 1994.
14- Ra Bilgileri, sf 47-48. Akaşa Yayınevi, 1994.
15- Mevlana, Divan-ı Kebir’den Seçmeler, Hazırlayan: Şefik Can. 199. Bölüm. Ötüken Yayınevi.
16- Mevlana, Divan-ı Kebir’den Seçmeler, Hazırlayan: Şefik Can. 440. Bölüm. Ötüken Yayınevi.
17- Ramtha, sf 212. Akaşa Yayınevi, 1990.
18- Mevlana, Divan-ı Kebir’den Seçmeler, Hazırlayan: Şefik Can. 347. Bölüm. Ötüken Yayınevi.
19- Mevlana, Divan-ı Kebir’den Seçmeler, Hazırlayan: Şefik Can. 33. Bölüm. Ötüken Yayınevi.
20- A.g.e.
21- Ramtha, sf 60. Akaşa Yayınevi, 1990.
22- Ra Bilgileri, sf 118. Akaşa Yayınevi, 1994.
23- Ramtha, sf 181. Akaşa Yayınevi, 1990.
24- Mevlana, Divan-ı Kebir’den Seçmeler, Hazırlayan: Şefik Can. 171. Bölüm. Ötüken Yayınevi.
25- Mevlana, Divan-ı Kebir’den Seçmeler, Hazırlayan: Şefik Can. 382. Bölüm. Ötüken Yayınevi
26- Mevlana, Divan-ı Kebir, Müfte'ilün, Mefa'ilün, Müfte'ilün, Mefa'iliin (c.I, 322)
27- Mevlana, Divan-ı Kebir, Mef'ülü, Mefa'îlün, Fe'Olün (c. 1,517)
28- Mevlana, Divan-ı Kebir, Müfte'iliin, Miifte'ilün, Fa'ilat (c.I, 260)
29- Ramtha, sf 45. Akaşa Yayınevi, 1990.
30- Mevlana, Mesnevi, cilt 5, 2242-2244. beyitler. Milliği Eğitim Basımevi, ikinci basım, 1953.
31- Mevlana, Mesnevi, cilt 2, 3333-3339. beyitler. Timaş yayınevi, 2007.
32- Mevlana, Mesnevi, cilt 3, 78-80. beyitler. Timaş yayınevi, 2007.
33- Füsusul Hikem Şerhi, önsöz, sf 23. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007.
34- Füsusul Hikem Şerhi, sf 194. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007.
35- Füsusul Hikem Şerhi, sf 69. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007.
36- Füsusul Hikem Şerhi, sf 243. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
37- Füsusul Hikem Şerhi, sf 70. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
38- Füsusul Hikem Şerhi, sf 122. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
39- Füsusul Hikem Şerhi, sf 123. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
40- Füsusul Hikem Şerhi, sf 233. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
41- Füsusul Hikem Şerhi, sf 227. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
42- A.g.e.
43- Füsusul Hikem Şerhi, sf 231. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
44- Füsusul Hikem Şerhi, sf 232. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
45- Füsusul Hikem Şerhi, sf 248. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
46- A.g.e.
47- A.g.e.
48- Füsusul Hikem Şerhi, sf 251. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
49- Ramtha, sf 130. Akaşa Yayınevi, 1990.
50- Ramtha, sf 226. Akaşa Yayınevi, 1990.
51- Mevlana, Mesnevi, cilt 2, 2604-2792. beyitler. Milliği Eğitim Basımevi, ikinci basım, 1953.
52- Mevlana, Mesnevi, cilt 2, 2780-2784. beyitler. Milliği Eğitim Basımevi, ikinci basım, 1953.
53- Ra Bilgileri, kitap kapağı. Akaşa Yayınevi, 1994.
54- http://alexgrey.com/
55- Ra Bilgileri, sf 47. Akaşa Yayınevi, 1994.
56- Füsusul Hikem Şerhi, sf 122. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
57- Füsusul Hikem Şerhi, sf 173-174. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
58- Füsusul Hikem Şerhi, sf 174. Ataç Yayınları, basım tarihi 2007
59- Ra Bilgileri, sf 77. Akaşa Yayınevi, 1994.
60- http://www.ashtarcommandcrew.net/video/rumi-poems
61- http://www.schoolofsufiteaching.org]
62- http://lucistrust.org/en/arcane_school/talks_and_articles/the_esoteric_meaning_of_lucifer
63- Alice Bailey, The Externalisation of the Hierarchy, sf 12. Link: http://www.bailey.it/images/testi-inglese/The-Externalization-of-the-Hierarchy.pdf
64- Alice Bailey, The Externalisation of the Hierarchy, sf 96 ve 209
65- http://www.lucistrust.org/en/service_activities/e_mantrams/affirmation_of_the_disciple
66- Alice Bailey, The Externalisation of the Hierarchy, sayfa 1.
67- http://www.nytimes.com/1988/08/19/us/republicans-new-orleans-transcipt-bush-speech-accepting-nomination-for-president.html?pagewanted=4&pagewanted=all
68- http://www.rand.org/content/dam/rand/pubs/monograph_reports/2005/MR1716.pdf
69- http://www.nytimes.com/2010/08/17/opinion/17dalrymple.html?pagewanted=all&_r=1
70- http://www.rand.org/content/dam/rand/pubs/monographs/2007/RAND_MG574.pdf
71- http://www.sufimovement.org/index.php/branches/brotherhood-sisterhood/the-way-of-illumination
72- http://www.sufiorder.org/cgi-bin/center_list.cgi
73- http://www.sufiorder.org/silsila.html
74- South Asian Sufis: Devotion, Deviation, and Destiny, chapter 15. Link: http://books.google.com.tr/books/about/South_Asian_Sufis.html?id=3TvMecI060sC&redir_esc=y
75- http://www.heliofant.com/
76- http://www.suleyman-ates.com/index.php?option=com_content&view=article&id=1131:2014-08-04-17-29-24&catid=67:austos-2014&Itemid=46
77- Ramtha, sf 97. Akaşa Yayınevi, 1990.
78- Mevlana, Fihi Ma Fih, 51. Bölüm.
79- Mevlana, Divan-ı Kebir’den Seçmeler, Hazırlayan: Şefik Can. 440. Bölüm. Ötüken Yayınevi
80- İmam Rabbani, Mektubat,1. Cilt, 260. Mektup. Yeni Şafak Yayınevi
81- A.g.e.
82- A.g.e.
83- İmam Rabbani, Mektubat, 282. Mektup.
84- İmam Rabbani, Mektubat,1. Cilt, önsöz. Yeni Şafak Yayınevi
85- Ra Bilgileri, sf 80. Akaşa Yayınevi, 1994.
86- Ra Bilgileri, sf 155-156. Akaşa Yayınevi, 1994.
87- Ra Bilgileri, sf 150. Akaşa Yayınevi, 1994.
88- Mevlana, Fihi Ma Fih, sf 37. Remzi Kitabevi, İstanbul Matbaası, 1959.
89- Mevlana, Divan-ı Kebir’den Seçmeler, Hazırlayan: Şefik Can. 345. Bölüm. Ötüken Yayınevi.
90- Mevlana, Divan-ı Kebir’den Seçmeler, Hazırlayan: Şefik Can. 13. Bölüm. Ötüken Yayınevi.
91- Mevlana, Mesnevi, cilt 6, 2772. beyit. Timaş yayınevi, 2007.
92- Mevlana, Mesnevi, cilt 3, 2707. beyit. Milliği Eğitim Basımevi, ikinci basım, 1953.
93- Beki İkala Erikli, Meleklerle Yaşamak, sf 55. 2012.
94- Beki İkala Erikli, Meleklerle Yaşamak, sf 11. 2012.
95- Beki İkala Erikli, Meleklerle Yaşamak, sf 16. 2012.
96- Beki İkala Erikli, Meleklerle Yaşamak, sf 100. 2012.
97- Beki İkala Erikli, Meleklerle Yaşamak, sf 79. 2012.
98- Ahmet Mahmut Ünlü, Noel Kutlama Tehlikesi, sf 18-19. Basım tarihi 2013.