Bölüm 2:
Psikiyatrist Erkan Bey önce konuşmakta olan hastasına, sonra da hastasıyla ilgili almış olduğu notların bulunduğu önündeki kağıtlara baktı. Günün son randevusuydu bu, artık epey yorulmuştu. Aklında artık tedavisinin tamamlanmak üzere olduğunu düşündüğü bu hastasından çok, yazılacak son yirmi sayfası kalmış olan kitabı vardı. Aklı istemsizce, kitabının son bölümünde yapacağı davranışçılık eleştirisine gidiyordu. Yine de kaşlarını kaldırdı ve son gücüyle hastasına bakarak onu dinlemeye çalıştı.
- Artık intihar düşüncesinden kurtuldum Erkan Bey. Arada sırada aklıma geliyor tabi, yani sadece bir takıntı gibi aklıma intiharı düşünmek geliyor, ama gidip de intihar etmeyi düşünmüyorum.
- Evet Selim'ciğim, Efexor'u artık 150'den 75 miligrama düşüreceğiz.
Erkan Bey, ilacın dozunu düşürme haberini verdikten sonra hastasının yüzünde oluşan minnet dolu bakışları gülümseme ve keyifle seyretti. Hastanın bakışlarında sadece bir mutluluk ve bir minnet değil, aynı zamanda doktoruna duyduğu hayranlık da vardı. Erkan Bey, bu hastayla olan ilk randevusunu hatırladı. Hastası, Erkan Bey'in bir yazısından etkilenerek ona gelmeye karar vermişti. Erkan Bey'in insanlardaki mal ve mülk tutkusunun bir tapınma derecesine gelmesini eleştiren yazısını, sanki o yazıyı yazan Erkan değilmiş gibi dakikalarca anlatmıştı ona. Haddinden fazla maddiyatçılığa karşı düşünceleri nedeniyle ayrıca seviyordu doktoru Erkan Bey'i.
- Bir şey daha söyleyeceğim Erkan Bey... Hani aylardır rüyalarımda uçmaya çalıştığımı görüyordum ya. Size de söylemiştim, hatırladınız mı?
- Tabi ki
Hasta, hikâyesinin devamını anlatırken Erkan Bey'in masasındaki ufak bir bibloyu alıp onunla oynamaya başladı.
- Hani şimdiye kadar hep zorlanarak uçuyordum rüyalarımda. Ayaklarımı yerden kesiyordum ama sonra hop tekrar düşüyordum. İşte geçen hafta bir rüyamda uçmayı başardım. Böyle hiç zorlanmadan, istediğim gibi uçtum.
- Evet Selim'ciğim. Önceleri ayakların üzerinde duramıyordun, ama artık ayaklarının üzerinde durmayı öğrendin. Bilinçaltın bunu böyle ifade etmiş diyebiliriz herhalde.
- Haklısınız. Ya Erkan Bey, bir de ben yanlışlıkla bunun kolunu kırdım ya, kusura bakmayın.
Erkan, hastasının elindeki bibloya baktı. Sahiden de biblonun kolunun kırıldığını görünce bir anda kaşlarını çattı.
- Haydaaa... Sen niye oynuyorsun ki onunla zaten?
- Hay Allah ya, kusura bakmayın Erkan Bey. Öyle konuşurken dalmışım işte. Tekrar özür dilerim. Yani aslında japonla falan halledilir bence ama...
- Onu bana bir hastam Brezilya'dan getirmişti. Niye yaptın ki sen böyle bir şey şimdi?
- Özür dilerim Erkan Bey, valla ne diyeceğimi bilemiyorum. Kusura bakmayın.
Genç adamın ısrarlı ve abartılı özürleri aslında Erkan Bey'den "önemli değil" minvalinde bir söz işitmek içindi. Böyle saçma sapan bir oyuncak için Erkan Bey'in haddinden fazla tepki göstermesini yakıştıramıyordu ona, bu nedenle Erkan Bey bu meselenin önemli olmadığını söylemek zorundaydı. Fakat söylemedi, askine gayet sinirliydi. On beş dakika sonra Selim diğer sorunlarını anlatırken laf arasına yine bir özür sıkıştırdı, "lafı mı olur tamam canım" gibi bir söz duymak için. Erkan Bey yine hiçbir şey söylemedi. Genç adam akşam arkadaşlarıyla bir şeyler içmek üzere Erkan Bey'in ofisinden ayrıldı.
Bölüm 3:
Erkan Bey'in hastası Selim, en sevdiği arkadaşlarıyla ikinci biralarını tokuşturuyordu. Aslında Efexor kullanırken alkol almaması gerekiyordu, çarpıyordu onu, ama yine de arada bu tür kaçamaklar yapıyordu. Damarlarında dolaşan alkol oranı arttıkça, normalde hayvani düşüncelerini eyleme geçirmesini engellemekle yükümlü olan beyninin frontal lobu görevini pek yapmamaya başlıyordu. Derininde biriken pislik düşüncelerini dile getirmek, artık eskisinden daha kolaydı.
- Ya beyler, kimseye söylemiyorum ama sizden de çekinmiyorum. Bu doktor bana iyi geldi, tamam eyvallah, ama ben arada sırada hala intihar etmeyi şöyle bir düşünüyorum. Eskisi kadar değil ama lan, kızmayın hemen.
- Bence herkes arada bir düşünüyordur moruk, o kadarı olur, takma kafana iyisin.
- Hayır hayır, ben bir de intiharın neden hastalık muamelesi gördüğünü anlamıyorum. Yani bazı insanlar daha meyillidir intihar etmeye, bir insanın bu hakkını kullanması neden yanlış olsun ki? Hastalık mı bu da tedavi edilme gereği duyuluyor amına koyim?
Selim'in en sevdiği çocukluk arkadaşı Cemre, götünün altındaki tabureyle beraber Selim'in yanına ilişti. Selim'in kolunu iki kere dürttü ve "bak hacı" diyerek söze başladı.
- İntihar etmek en büyük kötülüktür. İntihar eden bir insan, eline imkân geçse tüm kötülükleri yapar.
Cemre hem Selim'i sakinleştirme zahmetinden masadaki herkesi kurtardığı için, hem de ilginç bir şey söylediği için masadaki uğultuyu susturdu. Herkes bir anda sessizce Cemre'yi dinlemeye başladı.
- Bir insan neden intihar eder? Acılarından kurtulmak için. Peki, varsayalım intihar etmek üzere olan adamın yanına geliyorlar, ona bir kumanda veriyorlar. Diyorlar ki, "bak eğer bu tuşa basarsan, sen hariç dünyadaki tüm insanlar ölecek ve acılarından kurtulacaksın". Sence böyle bir şeyi kabul eder mi, etmez mi?
- Etmez bence.
- Yarrağımı etmez. Adam acısından kurtulmak için kendini öldürüyor lan kendini. Kendini öldüren adam başkalarını mı öldüremeyecek? Eğer bu teklifi kabul etmiyorsa da mantıksız bir insandır. İntihar etme amacının, çektiği acıdan kurtulmak olduğunun bile farkında değildir. Eğer intihar etmeye kararlıysa, böyle bir teklifi de kabul etmesi gerekir.
- Ya... Aslında haklısın lan.
- E yani... İntihar eden adam eline imkân geçse, acısından kurtulmak için her şeyi yapar. Bu yüzden, intihar etmek belki de en büyük kötülüktür.
Yanındaki diğer bir arkadaşı "aferin lan piç" dercesine gülümseyerek Cemre'yi ensesinden kavradı. Cemre ise hem Selim'i bir nebze de olsa ikna edebildiği için, hem de masadakilerin takdirini topladığı için gururla sigarasını yaktı.
Ertesi sabah Cemre, karısı Aysel için mutfakta sucuklu yumurta pişiriyordu. Dün gece eve geç bir saatte, leş gibi alkol kokarak geldiği için mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlayarak karısının gönlünü alma niyetindeydi. Portakalları sıkarken aslında sayısız kez giriştiği bu gönül alma seremonisini ne kadar saçma bulduğunu fark etti. Ne olmuş yani içkiyi biraz fazla kaçırdıysa, artık bunun mazur görülmesi gerekiyordu. Hem hazırladığı her güzel kahvaltının karısı üzerindeki affettirici etkisi de, bir öncekine oranla düşüyordu. Yine de hazırladığı kahvaltıyı salondaki masaya taşıdı. Karısını uyandırmaya gitti, karısı "beş dakika daha" dedi.
- Hadi ama güzelim, soğuyacak bak yumurta?
- Soğusun, beş dakika.
Aysel yirmi dakika sonra uyandı. elini ve yüzünü yıkadıktan sonra salona girdi. Salona girdiğinde ilk önce o güzel kahvaltı sofrasını gördü. Mis gibi kokan sucuklu yumurta, envai çeşit peynir ve yuvarlak halka şeklinde kesilmiş birer portakal dilimiyle süslenmiş portakal suyu dolu iki bardak... Kafasını kahvaltı masasından çevirdikten sonra gördüğü ilk şey ise, Cemre'nin bir kum torbası edasıyla tavandan sarkan bedeni oldu.
Aysel ciyaklayarak Cemre'nin cansız bedenine koşup sarıldı. Gözyaşlarıyla ölü adamın tişörtünü ıslattı. Kafasını yukarı kaldırdığında Cemre'nin ipin boğazını acıtmaması için ip ile boynu arasına peçete sıkıştırdığını fark etti. Tam da Cemre'ye göre bir davranıştı bu, canı çok tatlıydı onun. Uzun uzun ağladı Aysel. "Ben şimdi sensiz ne yapıcam?" diye bağırdı. 14 ay sonra evlendi Aysel. 23 ay sonra bir perşembe günü, Aysel'in yeni kocası Emir ofiste çalışırken, sürekli aynı yatak odasında ve aynı pozisyonda sikmekten sıkıldığı karısını anal seks yapmaya nasıl ikna edebileceğini düşünüyordu.
Bölüm 4:
Muzaffer Bey ofiste şöyle bir turlamaya çıktı, hem biraz vakit öldürmek, hem de çalışanlarını kontrol etmek niyetindeydi. En sevdiği çalışanı olan Emir'i her zamankinden daha donuk ve daha düşünceli gördü. Yeni evliydi bu genç adam, kim bilir ne dertleri vardı, diye düşündü Muzaffer Bey. Yanına gelip ona doğru eğildi.
- Nasılsın oğlum?
- İyiyim Muzaffer Bey, siz?
- Ne derdin var?
- Hi... Hiç. Yani, ne bileyim, bugün biraz enerjim düşük.
- Oğlum, ben senin sırf patronun değilim biliyorsun. Bir derdin varsa bana açılabilirsin, bakarız bir çaresine.
- Eksik olmayın Muzaffer Bey, gerçekten iyiyim.
Muzaffer Bey diğer çalışanlara da şöyle bir göz gezdirdikten sonra sallana sallana odasına yürüdü, bilgisayarının başına geçti. Torrent'ten indirmekte olduğu filmin durumunu kontrol etti, %90'ı tamamlanmıştı. Vakit de geçsin diye bir kız arkadaşını aradı telefonla, bu arkadaşıyla beraber kadına şiddete karşı bir kampanya başlatmak istiyorlardı.
- Alo, nasıl gidiyor? N'apıyım işte sponsor işiyle uğraşıyorum. Bir yerden haber bekliyorum ama orası olmayacak gibi, aslında ben şu Şehir ve Kadın dergisinden umutluyum. Yani onların öyle parasal yardım verecek bir bütçeleri yok, ama işte ne bileyim her ay üç-beş sayfayı bize ayırabilirler. Tabi tabi, iyi bir adam o, yardım eder. Etsin de zaten canım, insanlık görevi bu. Hıı hıı... Röportaj mı? Sen mi yaptın? Aaa süper. Evet... Ciddi misin? Ne diyorsun ya, şerefsiz oğlu şerefsiz...Ya bir insan düşmanına yapmaz bunu, kendi karısına nasıl yapıyor... Boşanmış mı peki kız? Hıı kocası bırakmıyor tabi... Güzelim, Tanrı'yı oynamayacaksın, bir insanı asla istemediği bir şeye maruz bırakmayacaksın. Dur bakalım, bugün şu haber beklediğim yeri bir arayayım. Ses getirirsek bir avukat mavukat buluruz o kızcağıza. Tamam, oldu canım. Tabi ki, görüşürüz.
Muzaffer Bey telefonu kapatıp masanın üzerine bıraktı. Karşısında duran duvar saatine baktıktan sonra yeniden bilgisayar ekranına gömüldü. İndirmekte olduğu filmin durumunu kontrol etti, filmin tamamı inmişti. Muzaffer Bey indirdiği çocuk pornosunu Torrent'in yüklenenler klasöründen alıp, bilgisayarın D diskindeki gizli arşivine taşıdı. Ardından Torrent'teki indirme geçmişini sildi.
Bölüm 1:
Psikiyatrist Erkan Bey, yazmaya yeni başladığı kitabının ilk bölümünü henüz bitirmişti. Artık kafası tamamen ambale olduğu için biraz aylaklık yapması gerekiyordu. Zihnen o kadar yorgundu ki, tembellik hakkını bile masasından kalkmadan bilgisayar başında kullanmayı seçti. Facebook'una girdi, gereksiz bulduğu insanların gereksiz fotoğraflarına sırf o an denk geldiği için baktı. Sonra popüler bir sayfanın paylaştığı kısa bir video'yu seyretti. Video'da bir siyasi liderin 5 ay önce ve dün yaptığı iki farklı konuşma peş peşe gösteriliyordu. 5 ay önce başka bir siyasi partinin yaptığı usulsüzlüğü sert bir dille eleştiren siyasetçi, dün aynı usulsüzlüğü kendi partisinin de yaptığı ortaya çıkınca laf değiştiriyor ve "ama" ile başlayan izahlarla kendi durumlarının farklı olduğunu savunuyordu. Dayanamadı psikiyatrist Erkan, video'nun altına bir yorum yazmak istedi.
"Mantıksızlık ahlaksızlıktır" diye başladı yorumuna, ardından enter'a basıp bir alt paragrafa geçti Erkan: "Bir insanın aynı olay hakkında birbiriyle çelişen iki farklı yargıya varması tutarsızlıktır, mantıksızlıktır. Birbiriyle çelişen şeyler aynı anda doğru olamaz. O sebeple başkalarının yaptığı bir yanlışı eleştiren ama konu kendisi olunca aynı yanlışı kendisine reva gören, doğruymuş gibi savunan insan da mantıksızdır ve ahlaksızdır."
Ertesi gün psikiyatrist Erkan'ın yaptığı yorumu, aralarında Cemre ve Muzaffer Bey'in de bulunduğu 400'den fazla kişi beğendi. Haklıydılar, mantıksızlık ahlaksızlıktı. Gel gelelim kendi küçük ölçekli hayatında mantıksız davranan insanlar, göz önünde bulunan ve dev adımlar atan insanların mantıksızlıklarını çok severlerdi. Kendi yaptıkları ahlaksızlıklar zaten çok fazla kişiye zarar veremezdi, fakat büyük sorumluluk sahibi olan insanların ahlaksızlıkları başkaydı. Belki de küçük hayatında ahlaksızlığı bir huy edinmiş küçük insanlar çok fazla olduğu için, büyük konumlardaki insanlar da ahlaksızların arasından çıkıyordu, sonuçta bu insanlar gökten inmiyordu. Belki de küçük ölçekli insanlar bu kadar mantıksız ve ahlaksız oldukları için mantıksızların ve ahlaksızların komutası altında yaşamak zorundaydılar. Olsun, iyi insanlardı Erkan, Cemre ve Muzaffer. Kime ne zararları olmuştu ki? Hangi kararları yüzünden binlerce insanın hakkını yemişlerdi? Böyle büyük kötülükler yapan insanlarla kendilerini kıyasladıklarında, iyi olmaktan başka şansları yoktu bu kişilerin. İyi insanlardı Erkan, Cemre ve Muzaffer. Onlar eline imkân geçmemiş iyilerdi.
Okunması şart makaleler:
Tasavvuf ve Tarikatlardan Yeni Dünya Dinine: Bölüm 1 ve Bölüm 2
Komünizm, Kızıl Devrim, Sovyetler Birliği ve Şirketler
İnsan, Din ve Kuran
Bu da amme hizmeti: Okunması Gereken Kitaplar Listesi
Bir Başka Din: Tasavvuf kitabı çıktı; internet'ten sipariş etmek için kitapyurdu link'i.
YENİ: Youtube'daki hodor hodor konuşmalarım için buradan alalım.
Tasavvuf ve Tarikatlardan Yeni Dünya Dinine: Bölüm 1 ve Bölüm 2
Komünizm, Kızıl Devrim, Sovyetler Birliği ve Şirketler
İnsan, Din ve Kuran
Bu da amme hizmeti: Okunması Gereken Kitaplar Listesi
Bir Başka Din: Tasavvuf kitabı çıktı; internet'ten sipariş etmek için kitapyurdu link'i.
YENİ: Youtube'daki hodor hodor konuşmalarım için buradan alalım.
19 Eylül 2015 Cumartesi
15 Eylül 2015 Salı
kusmuk
selam.
imla kurallarına uymadan yazıcam bu sefer. shifte basmak zor geliyor, büyük harf yapabilmek için de, kesme işareti yapabilmek için de. sırf imla kurallarına değil zaten, her kurala uymak zor geliyor artık, en azından insan eli değmiş olanlara.
tutunamıyorum ben. beş sene evvel bir kız arkadaşım, "sen 30una geldiğinde çok güzel bi adam olacaksın da, tüm kahrını ben çekiyorum şimdi" demişti. 26 oldum, o dediği güzel adama evrilme yönünde hiçbir emare göstermiyorum. annem dahil hayatıma giren tüm kadınlar kendim gibi birileriyle karşılaşmamı temenni ediyor, beddua babında. bizim köyde bi erkan abi var. karısı ve babası başta olmak üzere herkes "bi ölse de kurtulsak" diye temenni eder. benim gidişat güzel adama değil erkana doğru.
ben aslında çok güzel ölürüm biliyo musun? güç elde etme üzerine kurduğunuz bu dünya hayatında beni cezbeden neredeyse hiçbir şey kalmamışken, koşa koşa giderim o ölüme. ne de güzel ölürüm ben.
böyle olmayacak, bir iş bulayım dedim, okul da bitti. kurcaladım bir yerleri. bi reklam ajansına başvurdum, dedim bari içinde yazma eylemi olan bir işim olsun, o idare eder beni az kazansam da. görüşmeye gitmeden evvel mailleştik bir hanfendiyle, isteklerini yazıyordu, dedim orada dur, banka reklamı yazmam ben. ters bana, sevmiyorum o adamları. hem falanca okulun iktisat bölümünden mezunum, banka için emek sarf edecek olsam gider bankada çalışırım daha iyi paraya. neyse gittim ben yüz yüze görüşmeye. baktım bana psikolojik baskı uyguluyo, sana da gelebilir banka işi, boşta yazar yoksa sen yazarsın mecburen diye. lan dedim içimden, normal bi dünyada benim psikolojik baskı yapıyo olmam lazımdı insanlara, tefeciyle iş yapmayın diye. hale bak şimdi. kabul etmedim sonra. zaten yarrak gibi bir işti. ben sanıyodum ki youtubeda "harika bi reklam mutlaka izleyin" diye dolaşan o zeka pırıltılı reklamlara senaryolar üretecez, meğer hamal olmaya başvurmuşum.
ben aslında çok güzel çalışırım biliyo musun? bana üret deseler, hayır ve barış için üretiyo olsam, nasıl da çalışırım biliyo musun. kollektivizmin en ucundaki marxın da, liberalizmin en ucundaki ayn randın da sike sike hemfikir olmak zorunda kaldıkları bi konu var, o da üretmenin anlamı. insanın kendini gerçekleştirmesidir üretmek. ne üreticem ben şimdi. hiçbir sike derman olmayan, hatta alenen yalan söylemek olan işlerde çalışıp, bunların şaşalı ünvanları ile övününce üretmiş olmuyorsun ki. sıçmış oluyorsun. sıçtığında götünden düşen bok seni bir şeyler ürettiğin yanılgısına götürmesin, tüketimin son raddesiydi o yaptığın.
tutunamıyorum abi ben. olmuyo bak. yanlış iklimde doğmuş hayvan gibiyim. gidip habitatımı bulmam lazım. kendimi kandırıyorum buralarda. üzülmesin diye de yalan söylüyorum anneme, hayatımdakilere. yapıcam diyorum. yarrağımı yapıcam. kutup ayısı tutunabilir mi meksika çölünde hayata.
ben çok özeniyorum herkese. en çok hitlere, sonra staline. nasıl da sevmişler dünyayı. sırf kendini doğru adamlara siktirdiği için meşhur olmuş manken ve şarkıcıların gündemde kalmak için sansasyonel sözler söylemelerine özeniyorum. ilkokuldaki halime özeniyorum, özgeyle nasıl da iddialaşırdım her sınavdan önce sınıf birincisi kim olacak diye. ben de ne güzel sevmişim dünyayı. hakkımı yemiyim.
eğer en uygunlarımız hayatta kalıyorsa, ben hayatta kalamıycam.
ama ben aslında çok güzel yaşarım biliyo musun? valla bak. sabahları kıymalı börek yerken bi gör beni, yanında da 100 gram beyaz peynir varsa, nasıl da zevk alıyorum hayattan. hele hele kedileri ve bebekleri severken gör beni, bildiğin huşu duyuyorum her şeyden o zamanlar, en çok da varlığımdan. güzel bi kitap okuduktan veya vidyo seyrettikten sonra volta atarken gör beni, nasıl da düşünüyorum şunu şunu yapabiliriz, şöyle şöyle olabilir diye hevesle.
ama geçiyo o his. böyle osuruk kokusu gibi. saniyeler sürüyo uçup gitmesi.
bozuk kaset gibiyim. işin yoksa kurşun kalemle geri sar o dışarı pörtlemiş bandımı da, yeniden çalışır hale geleyim.
suda erimiş hap gibiyim. işin yoksa ayır beni moleküllerime de, sudan ayrıştırıp geri topla.
ben... ben yeni doğum yapmış amcık gibiyim. işin yoksa bekle de eskisi gibi dik durayım.
neyse siktir et. ben aslında hiç siktir edemiyorum biliyo musun?
imla kurallarına uymadan yazıcam bu sefer. shifte basmak zor geliyor, büyük harf yapabilmek için de, kesme işareti yapabilmek için de. sırf imla kurallarına değil zaten, her kurala uymak zor geliyor artık, en azından insan eli değmiş olanlara.
tutunamıyorum ben. beş sene evvel bir kız arkadaşım, "sen 30una geldiğinde çok güzel bi adam olacaksın da, tüm kahrını ben çekiyorum şimdi" demişti. 26 oldum, o dediği güzel adama evrilme yönünde hiçbir emare göstermiyorum. annem dahil hayatıma giren tüm kadınlar kendim gibi birileriyle karşılaşmamı temenni ediyor, beddua babında. bizim köyde bi erkan abi var. karısı ve babası başta olmak üzere herkes "bi ölse de kurtulsak" diye temenni eder. benim gidişat güzel adama değil erkana doğru.
ben aslında çok güzel ölürüm biliyo musun? güç elde etme üzerine kurduğunuz bu dünya hayatında beni cezbeden neredeyse hiçbir şey kalmamışken, koşa koşa giderim o ölüme. ne de güzel ölürüm ben.
böyle olmayacak, bir iş bulayım dedim, okul da bitti. kurcaladım bir yerleri. bi reklam ajansına başvurdum, dedim bari içinde yazma eylemi olan bir işim olsun, o idare eder beni az kazansam da. görüşmeye gitmeden evvel mailleştik bir hanfendiyle, isteklerini yazıyordu, dedim orada dur, banka reklamı yazmam ben. ters bana, sevmiyorum o adamları. hem falanca okulun iktisat bölümünden mezunum, banka için emek sarf edecek olsam gider bankada çalışırım daha iyi paraya. neyse gittim ben yüz yüze görüşmeye. baktım bana psikolojik baskı uyguluyo, sana da gelebilir banka işi, boşta yazar yoksa sen yazarsın mecburen diye. lan dedim içimden, normal bi dünyada benim psikolojik baskı yapıyo olmam lazımdı insanlara, tefeciyle iş yapmayın diye. hale bak şimdi. kabul etmedim sonra. zaten yarrak gibi bir işti. ben sanıyodum ki youtubeda "harika bi reklam mutlaka izleyin" diye dolaşan o zeka pırıltılı reklamlara senaryolar üretecez, meğer hamal olmaya başvurmuşum.
ben aslında çok güzel çalışırım biliyo musun? bana üret deseler, hayır ve barış için üretiyo olsam, nasıl da çalışırım biliyo musun. kollektivizmin en ucundaki marxın da, liberalizmin en ucundaki ayn randın da sike sike hemfikir olmak zorunda kaldıkları bi konu var, o da üretmenin anlamı. insanın kendini gerçekleştirmesidir üretmek. ne üreticem ben şimdi. hiçbir sike derman olmayan, hatta alenen yalan söylemek olan işlerde çalışıp, bunların şaşalı ünvanları ile övününce üretmiş olmuyorsun ki. sıçmış oluyorsun. sıçtığında götünden düşen bok seni bir şeyler ürettiğin yanılgısına götürmesin, tüketimin son raddesiydi o yaptığın.
tutunamıyorum abi ben. olmuyo bak. yanlış iklimde doğmuş hayvan gibiyim. gidip habitatımı bulmam lazım. kendimi kandırıyorum buralarda. üzülmesin diye de yalan söylüyorum anneme, hayatımdakilere. yapıcam diyorum. yarrağımı yapıcam. kutup ayısı tutunabilir mi meksika çölünde hayata.
ben çok özeniyorum herkese. en çok hitlere, sonra staline. nasıl da sevmişler dünyayı. sırf kendini doğru adamlara siktirdiği için meşhur olmuş manken ve şarkıcıların gündemde kalmak için sansasyonel sözler söylemelerine özeniyorum. ilkokuldaki halime özeniyorum, özgeyle nasıl da iddialaşırdım her sınavdan önce sınıf birincisi kim olacak diye. ben de ne güzel sevmişim dünyayı. hakkımı yemiyim.
eğer en uygunlarımız hayatta kalıyorsa, ben hayatta kalamıycam.
ama ben aslında çok güzel yaşarım biliyo musun? valla bak. sabahları kıymalı börek yerken bi gör beni, yanında da 100 gram beyaz peynir varsa, nasıl da zevk alıyorum hayattan. hele hele kedileri ve bebekleri severken gör beni, bildiğin huşu duyuyorum her şeyden o zamanlar, en çok da varlığımdan. güzel bi kitap okuduktan veya vidyo seyrettikten sonra volta atarken gör beni, nasıl da düşünüyorum şunu şunu yapabiliriz, şöyle şöyle olabilir diye hevesle.
ama geçiyo o his. böyle osuruk kokusu gibi. saniyeler sürüyo uçup gitmesi.
bozuk kaset gibiyim. işin yoksa kurşun kalemle geri sar o dışarı pörtlemiş bandımı da, yeniden çalışır hale geleyim.
suda erimiş hap gibiyim. işin yoksa ayır beni moleküllerime de, sudan ayrıştırıp geri topla.
ben... ben yeni doğum yapmış amcık gibiyim. işin yoksa bekle de eskisi gibi dik durayım.
neyse siktir et. ben aslında hiç siktir edemiyorum biliyo musun?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)