Bazı diziler vardır, beş bölüm seyretmez ara verirsin, sonra o gün yayınlanan son bölümünü seyredersin ve görürsün ki aslında hiçbir şey kaçırmamışsındır anasını satayım. Konu aynıdır, kişiler aynıdır, atladığın bölümlere rağmen gayet anlarsın mevzuyu. İşte bu yazı öyle bir yazı değil. Atlaya atlaya okunacak bir yazı da değil, bir kısmını okuyup bırakılacak bir yazı da değil. Hele hele iki satır okuyup "off tamam anladım ne diyeceğini, süperim ben" tribiyle fikir sahibi olunacak bir yazı hiç değil. Burada anlatılanları başından sonuna kadar büyük bir sabırla okuyacaksınız, aksi takdirde kulağınıza tokat atarım sizin.
Komünizm fikri binlerce yıldır vardır, tee Platon bile özel mülkiyete karşıdır, fakat biz bu yazıda elbette Marx'ın komünizmini inceleyeceğiz. Bu yazıyı şimdiye kadar size öğretildiği gibi "bir kapitalistler var, bir de komünistler var, bunlar birbirine düşman" düşüncesiyle okursanız, konuyu hepten kaçırırsınız. Birincisi, başını Rothschild, Rockefeller ve Morgan'ın çektiği bu büyük banker ve şirket sahibi aileler kapitalist falan değildir. Zira bu adamlar hayatlarını kapitalizm diye bir dava uğruna harcamadılar, harcamazlar. Bu adamların derdi kapitalizmin dünyaya hüküm sürmesi de değildir. Dünyayı sömüren bu banker ailelerin amacı daha fazla güçtür. İkincisi, komünizmin bu adamlara karşı oluşları da sadece lafta kalmıştır. Meydanlarda insanları coştururken, slogan atarken "kötü olan her şeye karşıyız ehiri ehen" psikolojisiyle bu adamlara da karşı olduklarını söyledi durdu sosyalistler. Fakat gerçekte, komünizmin bu banker ailelere karşı olması mümkün bile değildir, zaten hiçbir zaman da karşı olmadılar. Amacı daha fazla güç olan banker aileler, komünizme bir geçiş aşaması olan sosyalizmi kendi elleriyle Rusya'da kurdular ve SSCB'yi de kendi elleriyle yaşattılar, sanayileştirdiler, güçlü bir düşman olarak piyasaya sürdüler. Nasıl günümüzdeki düşman terörse ve bu terör düşmanı nasıl yaratıldıysa, son yüzyıldaki en büyük düşman olan komünizm de o şekilde yaratıldı. Bu paragrafta söylemiş olduğum her şeyi, size delilleriyle birlikte göstereceğim. Hatta size reddedilemez, reddedilmesi teklif dahi edilemez deliller sunacağım. Keşke şu yazıyı bir başkası yazsaydı da ben okusaydım amına koyim, ukalalık falan da yapmıyorum, yazıyı okuyunca siz de durumu göreceksiniz zaten. Şimdi, isteyen o sikindirik önyargılarına uyarak okumayı bırakabilir, fakat gerçeğin ve delillerin peşinde olanlar bu yazıyı sonuna kadar sabırla okuyacak.
Bu yazıda işlerin bugün de nasıl yürüdüğünü anlayacaksınız, yani "aman bana ne ki komünizmden" diye düşünmeyin. Zira yıllardır hiçbir şey değişmedi dünyada, sadece isimler değişti, geri kalan her şey günümüzde de aynı. Ve şunu da söyleyeyim, komünizm ve Sovyetler Birliği hakkındaki eleştiri yazıları veya kitaplar genellikle kaynaksız, delilsiz ve insanı ikna etmekten aciz abuk sabuk yazılar olur. Bu yazılar "kafir goministler" kafasıyla yazıldığından okuyana hiçbir sikim katmaz, sadece komünizmi zaten önceden de sevmeyen adamın alkışını alır. Kendi aralarında mastürbasyon yapar sıfatına sıçtıklarım. Fakat bu yazıda işler öyle yürümeyecek.
Bu yazıda sizleri az bilinen, fakat doğruları söyleyen bir kaynağa yönlendireceğim. O kaynağın adı da bir tarihçi ve ekonomist olan Antony Sutton. Peki bu arkadaşın doğruları söylediğini nereden bileceğiz? Elbette delillere dayanarak.
Şöyle ki, Dr. Antony Sutton yıllarca o arşiv odası senin, bu bakanlık benim fink atıyor ve her haltı ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine dayanarak yazıyor. Sutton'ın kim olduğunu ve başına ne boklar geldiğini daha sonra anlatacağım size. Gelgelelim günümüzde ABD Dışişleri Bakanlığı, yok efendim insan haklarıdır, yok efendim şeffaflıktır ayağına bu eski belgelerin bir kısmını internet'te yayınlıyor. Yani bu da demek oluyor ki, Sutton'ın dayandığı belgeleri, bu arşivleri karıştırarak kendi gözlerimizle görebileceğiz. Önce kısa bir bilgilendirme yapayım, sonra derhal konuya gireceğim kaynatasızlar.
1950'lerle 1980'ler arasındaki belgelere ABD Dışişleri Bakanlığının kendi arşivinden [1] ulaşabiliyoruz.
1950'lerden önceki bazı belgelere de Wisconsin Üniversitesi arşivlerinden [2] ulaşıyoruz.
Elbette halka açılmayan ve sansürlenen belgeler de var, fakat psikopatça bir araştırma ile de fazlasıyla yetecek kadar delil topladım size. Ayrıca geçmiş yılların gazete arşivlerinden falan da faydalanacağım bu yazıda. Sizlere göstereceğim her belgenin ve gazete küpürünün tam sayfa link'ini, yazı sonundaki kaynakçaya da ekleyeceğim, isteyen girip baksın.
Bu yazıda öncelikle Kızıl Devrim sırasında dönen olayları, sonra SSCB'yi, en son olarak da teorik olarak komünizmi inceleyeceğiz.
Konuya fransız olanlar için özet babında ufak bir ön bilgilendirme yapacağım. Şimdilik bu anlatacaklarımı konuyla ilgili her sikindirik tarih kitabından da okuyabilirsiniz, fakat daha sonra yazacaklarımı anlamanız için bunları bilmeniz şart kaynatasızlar:
1. Dünya Savaşı sürerken Mart 1917'de, Rusya'da ilk devrim gerçekleşir ve çar tahttan indirilir. Bu devrimin sebebi kısaca Rusya'nın çok yoksul olmasıdır diyebiliriz. Bir de adamlar o perişan halleriyle 1. Dünya Savaşı'ndalar, dolayısıyla işçiler grev yapar, askerler çara itaatsizlik yapar ve Mart ayında devrim yapılır. Bu ilk devrime Şubat Devrimi deniyor ama aslında devrim Mart ayında oldu, çünkü Ruslar o dönem Julyen takvimi kullanıyorlar. İyi ki Hicri takvim kullanmıyorlarmış amına koyim, yoksa Şaban Devrimi falan diyecektik herhalde. Ne sikimse işte bu ilk devrimde Rus Çarı tahttan indirilir ve yerine hemen geçici bir hükümet kurulur. Çardan sonra başa geçen bu geçici hükümetin içinde sosyalist de vardır, liberal de vardır. Bir süre öyle kafalarına göre takılır bunlar. Ardından başını Lenin ve Troçki'nin çektiği harbi komünist abiler birkaç ay içinde Rusya'ya damlar ve "Siz çarın düzenini aynen devam ettiriyorsunuz, siz sosyalist falan değilsiniz" diyerek olaya dahil olurlar. Lenin'in bu ateşli ekibine Bolşevikler denir ve Bolşevikler şu meşhur Ekim Devrimini yaparak iktidarı ele geçirirler. Yani Rusya'da ikinci bir devrim gerçekleşir ve dünyada komünizm rüzgarlarının esmesi bu devrim sayesinde mümkün olmuştur. Esas önemli olan devrim Bolşeviklerin yaptığı bu ikinci devrimdir, yani Kızıl Devrim. Ve biz de bu yazıda sık sık Kızıl Devrim üzerinde duracağız. Kızıl Devrim'i yapan bu arkadaşlara neden Bolşevik dendiğini anlatmayacağım, lüzumsuz bilgi yer etmesin kafanızda. Fakat siz şunu bilin, bu yazıda sık sık Bolşevik lafını kullanacağım ve Bolşevik dediğimde kafanızda canlanması gereken Lenin ve onun partisidir. Bir başka deyişle Bolşevikler, dünyanın komünizmle tanışmasını sağlayan, SSCB'yi kuran ve tarihin akışını değiştiren adamlardır.
Bolşevikler iktidarı ele geçirir ama kavgalar bitmez. İkinci devrimden sonra Rusya'da 1917 yılından 1922 yılına kadar sürecek kanlı bir iç savaş başlar. Bu iç savaşın tarafları; Bolşeviklerin komünist Kızıl Ordusu ve onların düşmanı Beyaz Ordudur. Beyaz Ordunun içinde çar taraftarları da vardır, fakat hepsi de çar taraftarı değildir. Beyaz Ordu'dakilerin en büyük ortak noktası, Lenin'den ve onun Kızıllarından nefret etmeleridir. Şimdi zurnanın zırt dediği yer şurası oluyor: Klasik tarihe göre çar sevdalısı ve komünizm düşmanı Beyaz Ordu, batı ve ABD tarafından desteklenmiştir -ki bu doğrudur-.
Peki ya Kızıl Ordu?
Sevgili kaynatasızlar, konuyla ilgili vermem gereken sikindirik ön bilgileri verdim. Şimdi başlayabiliriz. Lakin konu çok derin olduğu için virajı biraz geniş alacağım, fakat daha sonra parçaları teker teker birleştireceğiz. Ayrıca şunu da söylemem gerekiyor ki bu yazıda çok fazla yeni isimle tanışacaksınız, o yüzden dinç bir kafayla okuyun, kendinize iki tokat atın ve bende kalın. Facebook'ta bir saat az vakit geçiriver güzel evladım, bir bok kaybetmezsin merak etme.
Rusya'da iktidar mücadelesinin ve iç savaşın yaşandığı 1917 yılında, Amerika'da neler oluyor ona bakacağız. Bunun için de öncelikle Amerikan Kızılhaçı'nı inceleyeceğiz. Kızılhaç dediğim bizdeki Kızılay'ın gavur versiyonu işte, tamamen aynısı. "Kızılhaçın ne alakası var ki şimdi?" diye de düşünme, konunun bağlandığı yeri görünce "vay amına koyim" diyeceksin.
Bu blog'ta sizlere en fazla zikrettiğim isimlerdendir Rockefeller ve ortağı olan Morgan aileleri. Günümüzde her bireyi "hayırsever işadamı" olarak anılan bu muhterem aileler, tıpkı şimdi olduğu gibi 1900'lerin başında da ABD'nin çoğu kaynağına sahiptiler. Kendilerinin sahip veya hissedar oldukları şirketleri burada sıralamanın alemi yok, zaten o işin sonu gelmez. Hayırseverliğiyle ünlü bu pek muhterem aileler, 1900'lerin başında Kızılhaç'a sürekli bağışlarda bulunurlar. Mesela 1910 yılında JP Morgan ve banker arkadaşları Kızılhaç'a durup dururken 2 milyon dolarlık bağışta bulunurlar [3]. Tabi bu paralar o döneme göre çok daha önemli miktarda paralar, bunu unutmayın. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Kızılhaç'ın en büyük gelir kaynağı başta Morgan, sonra kendisinin kankası olan diğer Wall Street bankerleridir. Örneğin 1917 yılında Kızılhaç'a tam tamına 100 milyon dolar bağışta bulunur ABD'li bankerler. Bunun için 5 Ağustos 1917 tarihli New York Herald gazetesine bir göz atalım [4]:
Okumak için götünüzü yırtmanıza gerek yok, ben bahsedilenleri yeri geldiğinde size özetleyeceğim. Ayrıca gazete küpürlerini tam sayfa eklemiyorum buraya, yerim dar amına koyim, sadece önemli kısımlarını keserek koyuyorum. Sayfaların ve belgelerin tam hâlini görmek isteyen yazının sonundaki kaynakçaya baksın.
Neyse ne diyorduk, hah şekil A'da gördüğünüz üzere Kızılhaç'a 100 milyon dolar bağış toplanıyor 1917 yılında ve bu bağışın büyük çoğunluğu Wall Street'li bankerler tarafından yapılıyor. Bu arada Kızılhaç'ın Konsey Başkanı da gazete küpüründe görebileceğiniz üzere Henry P. Davison'dır ve kendisi JP Morgan Company'de çalışmaktır.
Kızılhaç için toplanan bu 100 milyon dolar elbette büyük bir miktardır, peki bu para 1917 yılında çok hayırsever Wall Street bankerleri arasında nasıl toplanmıştır?
Birkaç ay öncesine gidersek, 20 Haziran 1917 tarihli New York Times haberinde de göreceğimiz üzere [5]...
...bu para yine JP Morgan önderliğinde toplanmıştır.
JP Morgan'ın kendisi de büyük miktarda bağışlarda bulunmuştur [6], fakat kendisinin esas hüneri birçoğu iş ortağı olan diğer Wall Street bankerlerini Kızılhaç'a bağış yapmaları için ikna etmek olmuştur.
Kızılhaç'a devamlı yapılan bu yardımlar, gördüğünüz üzere doğal olarak 1. Dünya Savaşı döneminde artıyor. Peki bu sıfatına sıçtığımın bankerleri hiçbir karşılık beklemeden, Allah rızası için mi bu kadar bağışta bulunuyorlar Kızılhaç'a? Şimdi ben size 1917 yılında Kızılhaç'a yönetici olan bazı kişilerin ne iş yaptıklarını sayacağım, siz olayı kendiniz anlayacaksınız:
Grayson M.P. Murphy: Morgan'ın en büyük şirketi olan Guaranty Trust Company'de yönetici.
Ivy Lee: Rockefeller ailesinin halkla ilişkiler uzmanı.
Henry P. Davison: JP Morgan çalışanı
George W. Hill: American Tobacco Company genel müdürü.
Kızılhaç'ın yönetici listesi işte böyle uzayıp gidiyor, daha da uzatmanın alemi yok. Bankerler tarafından yapılan yapılan bu cömert bağışların amacını anladınız sanıyorum: Kızılhaç'ı ele geçirmek.
Peki Wall Street bankerleri ve iş adamları neden Kızılhaç'ı ele geçirmek, yönetmek istesin? Yeri geldiğinde grev yapan maden işçilerini kurşuna dizen, kârları düşecek diye çocuk işçi çalıştırmanın yasaklanmasına karşı direnen birtakım ruh hastası gavatlardan bahsediyoruz. Ki başını Morgan ve Rockefeller'ın çektiği bu gavatlar yüzyılı aşkın süredir dünyadaki savaşlardan beslenen, insanların ölümü üzerinden servet yapan kişiliksiz, haysiyetsiz heriflerdir. Bu adamlar fakir fukaraya çadır dağıtmak, hastaları iyileştirmek için mi böyle paralar saçıyorlar?
2 Temmuz 1917 tarihli New York Times [7] haberine bir bakalım şimdi, haberin önemli kızımlarını Flash TV haberciliği edasıyla kırmızı çerçeve içine aldım:
Haberin başlığı şudur: "Kızılhaç uzmanları Rusya'ya gidiyor"
Hani yönetici pozisyonlarının tamamına yakını Wall Street şirketleri tarafından ele geçirilen Kızılhaç var ya, "insani yardım" amacıyla Rusya'ya gidiyor 1917'de.
Elbette Rusya 1917'de rezalet durumda, açlık ve hastalık diz boyu ve Kızılhaç'ın bu haldeki Rusya'ya gitmesi gayet doğal karşılanabilir. Zaten tüm tezgâh da bu durum "doğal karşılansın" diye kuruldu. Nasıl mı, şöyle:
Yukarıdaki NY Times haberinde önemli bir bilgi veriliyor, Rusya'ya giden Kızılhaç ekibini finanse eden kişi William Boyce Thompson adlı şahıstır. Bu ismi unutmayacaksınız, zira adını daha çok anacağız bu abinin. Sürekli William Boyce Thompson da yazmayacağım, Brezilyalı sağ açık gibi ismi var orospu çocuğunun, bundan sonra bu arkadaşa kısaca Thompson diyeceğiz. Peki kimdir bu Thompson? Kendisi bakır madenleri sayesinde epey servet yapmış bir iş adamıdır. Ve aynı zamanda ne kadar şaşırtıcıdır ki, kendisi JP Morgan'ın ortaklarından biridir. Ve Thompson aynı zamanda Federal Rezerv'in New York şubesinin müdürüdür ve New York şubesi, Federal Rezerv bankacılık ağının en önemli şubesidir. Thompson'ın, Rusya'ya giden yardımsever Kızılhaç ekibinin tüm masraflarını cebinden karşılaması sadece gazete küpürlerinde değil, aynı zamanda ABD arşivlerindeki resmi belgelerde de yer alır [8].
NY Times haberinin devamında, Rusya'ya giden Amerikalı Kızılhaç uzmanlarından bazılarının kim oldukları ve Rusya'da ne yapacakları kısaca anlatılıyor:
Şu yukarıdaki gazete küpüründe gördüğünüz isimler var ya, bunların hepsi Wall Street'li iş adamıdır. Gönüllü olarak Kızılhaç ekibine katılıp Rusya halkına yardım etmeye gidiyorlarmış, canını yediklerime bak sen hele. Ve habere göre bu iş adamlarının Rusya'ya gidiş amacı "sosyal meseleleri" çözmekmiş, hassiktir oradan. Mesela yukarıda ismi geçen Allen Wardwell; Rockefeller ile ahbap bir iş adamıdır, ailesinin Standard Oil'e hazinedar olan bireyleri vardır. Ben size emsal olsun deyu bir tek bu adamı tanıttım, tarihçi Antony Sutton Rusya'ya giden Kızılhaç ekibinin şeceresini bu şekilde teker teker ortaya döküyor, detaylı bilgi için kaynakçaya bakınız [9].
Özetle Rusya'ya giden Kızılhaç ekibindeki;
Doktor sayısı: 7
Hemşire ve hasta bakıcı sayısı: 7
İş adamı ve avukat sayısı: 15'tir.
Vay amına koyim. Size durumun garipliğini daha iyi anlatmak için örnek olarak Kızılhaç'ın Romanya'ya gönderdiği 30 kişilik yardım ekibindeki dağılımı da göstereyim:
Romanya
Doktor sayısı: 16
Hemşire ve hasta bakıcı: 10
İş adamı ve avukat: 4
Koca Rusya'ya 7 tane doktor yolluyorsun, Romanya'ya 16 tane.
Rusya'ya Kızılhaç ayağına 15 tane iş adamı ve avukat yolluyorsun, sonra da bu heriflere "sosyal mesele çözücü uzman" diye uyduruk bir isim takıyorsun, ama konu Romanya olunca bu heriflerden 4 tane yolluyorsun [10].
Arkadaşım sen gavat mısın?
İşin arkasında yatan amacı delilleri sıraladıkça göreceğiz, şimdilik sakin sakin okuyun.
Rusya'ya giden Kızılhaç'ı finanse eden ve yönetenin Thompson olduğunu söylemiştim. Thompson 1917'nin sonlarına doğru Rusya'dan ayrılır. Thompson ekibi terk edince 1917 yılı Aralık ayında ABD başkanı Wilson, hikayemize yeni katılacak olan Raymond Robins isimli şahsı Rusya'daki Kızılhaç ekibinin başına atar. İşte şimdi ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine başvurmaya başlıyoruz [11]:
Peki kimdir bu arkadaş? Robins, Alaska'daki altın madenleri sayesinde köşeyi dönmüş ABD'li bir iş adamı ve ekonomisttir. Robins'in Rusya'daki Kızılhaç ekibinin başına atanmasının esas sebebi, ABD'nin o zamanki Rusya büyükelçisinin Bolşeviklerle muhabbet kuramamasıdır. Bu sebeple Amerikalılar oyuna taze kan sokarak gol yollarında etkili olmaya çalışırlar.
Peki güzel, Kızılhaç ekibinin başına Robins de geldi, amaç nedir hâlâ onu anlamadık.
Amacı sizlere ben değil, Kızıl Ordu'nun yaratıcısı, büyük devrimci Troçki söyleyecek.
Troçki için gönül rahatlığıyla, Lenin'le beraber Bolşevik Devriminde en fazla payı olan adam diyebiliriz. Komünist askerlerden oluşan Kızıl Ordu'yu Troçki kurmuştur. Devrimin mimarlarından biridir.
Şimdi bakalım Troçki neler söylemiş... 12 Aralık 1917 tarihinde Rusya'daki ABD büyükelçisi, ABD Dışişleri Bakanlığı'na bir telgraf yollar [12]:
Telgrafta şunlar anlatılır: Bolşevik gazetesinde Troçki'nin bir konuşması yayınlanmıştır. Troçki bu konuşmasında, Amerikan Kızılhaç ekibinin lideri Robins'in, Smolny'e gelerek kendisiyle görüştüğünü söyler. Smolny ise St. Petersburg şehrindeki yerin adıdır ki burası Lenin ve Troçki'nin bolşevik devrimini yönettiği yer olmasıyla meşhurdur. Kızılhaç lideri Robins, Troçki'ye şunları söylemiştir: "Rusya'da sizinki gibi güçlü bir hükümet şimdiye kadar hiç olmadı ve Amerika size savaş mühimmatı hariç her türlü erzağı verecek."
Tatataaam. İşte şimdi esas meseleye girdik. Ayrıca götümden de sallamıyorum, İngilizce'si olan okusun işte, koyduk oraya telgrafı.
Şimdi bu telgraftan şunları anlıyoruz:
1) "İnsani yardım" ayağına Rusya'ya giden Kızılhaç ekibi, Lenin ve Troçki ile irtibata geçmiştir.
2) Hepimize kitaplarda anlatılan tarihe göre; cengaver komünist Kızıl Ordu, Amerika tarafından desteklenen Beyaz Orduya karşı savaşmıştı. Oysa burada Kızıl Ordunun da gayet Amerika tarafından yardım sözü aldığını görüyoruz.
Evet, yazının ilerleyen bölümlerinde arşivleri kurcaladıkça göreceğiz ki Troçki'nin aldığı bu "yardım sözü" havada kalmayacaktır. Hatta "savaş mühimmatı hariç" demişlerdi ya, göreceğiz bakalım hariç miymiş, kafası dahil miymiş.
Robins adlı abimiz kendi başına böyle işlere kalkışmıyor, hani bu münferit bir eylem değil. Robins bildiğin emperyalist, sömürücü karakterli bir adamdır. Rusya'daki Kızılhaç ekibinin başına atanma sebebi de zaten böyle birisi olmasıdır. Şu an yazının çok başında olduğumuz için aklınıza "Ya belki ABD ekibinde de sosyalizme sıcak bakan adamlar vardır, olamaz mı?" gibi ihtimaller geliyor olabilir. Ayrıca sahiden de ABD'li olmasına rağmen komünist olan birçok insan da vardır, bu doğaldır. Fakat işler burada hiç de öyle yürümüyor, bu ihtimal yazıyı okudukça kafanızdan uçup gidecek zaten, hatta gelin size kanlı canlı bir delil göstereyim.
Şubat 1918'de ABD Dışişleri Bakanlığı, Rusya'daki Kızılhaç ekibine şöyle bir telgraf çeker [13]:
Meali: "Dışişleri Bakanlığı, Bolşevik otoritelere bir şekilde yakın durmanızı ve onlarla iletişimde kalmanızı istiyor. Fakat resmi kanalları kullanmayın. Bolşevik hükümetini tanıyacak durumda değiliz."
ABD, o yıllarda komünist bir hükümeti tanıyacak göte sahip değildir. Hatta kendi bakanlarına, elçilerine ve siyasetçilerine bile çaktırmadan, hep işi kitabına uydurarak (Kızılhaç operasyonu gibi) gizli gizli Bolşeviklerle irtibat halinde kalan ABD, bir de Bolşevik hükümetini uluslararası alanda tanıyamaz. Hatta tanımayı geçtim, kimsenin bu şekilde bir ABD-Bolşevik ilişkisinden haberdar bile olmaması gerekir. Fakat Robins ve Thompson gibi bilimum para babası bankerler ve bu kişilerin kullandıkları "kanallar" vasıtasıyla komünistlerle gayet de gizli kapaklı iş yapabilirler. Bu belge de ABD'yi yöneten beyin takımının gayet plan dahilinde komünistlere sıcak davrandığının bir ispatıdır. Bu belge ayrıca, Morgan tarafından beslenen ve Rusya görevi Thompson tarafından finanse edilen Kızılhaç'ın "insanlık, yardım, çocuklar şeker de yisin ehiri ehen" şeklinde bir maske olarak kullanıldığının, esas amacın komünistlerle iletişime geçmek olduğunun bir ispatıdır.
1917 yılında birinci devrimden sonra, Bolşevikler iktidarı ele geçirmek için Kızıl Ordu'yu kurdular demiştik. İktidarı ele geçirseler de, iktidar mücadelesinin bitmediğini ve iç savaşın başladığını da söylemiştik. Bu da demek oluyor ki Kızıl Ordu'ya destek lazımdır, mühimmat lazımdır, erzak lazımdır. Kızıl Ordu'yu kuran Troçki'nin Rusya'ya gelen Amerikalı Kızılhaç ekibiyle pek bir haşır neşir olduğunu ve hatta "yardım sözü" aldığını da gördük. Şimdi devrimden birkaç hafta sonra, 24 Kasım 1917'de ABD Dışişlerine atılan şu telgrafa bakalım şimdi (telgraf biraz uzun, isteyen orijinal metnin hepsini okusun, ama ben özet şeklinde açıklayacağım aşağıda) [14]:
ABD şirketleri Rusya'ya gemiyle ayakkabı satacaktır, fakat sevkiyatta sorun çıkar. Ödemelerin Ruslar tarafından nasıl yapılacağı telgrafta izah edilir. Robert Dollar Company adlı şirket, Bolşeviklere satacağı ayakkabılardan epey bir para kıracaktır ve malların gemiyle geçişi için izin istemektedir. Dönemin parasıyla 240.000 dolarlık ayakkabı, Kızıl Ordu'ya erzak toplayan Bolşeviklere satılacaktır.
Şimdi biraz analiz yapalım. Öncelikle bu telgrafta ödemelerin tutarı ve nasıl yapılacağı anlatılmaktadır. Bu da demektir ki bu ayakkabılar Kızılhaç yardımı falan değildir, zira Kızılhaç gibi bir kurumun halka bedava erzak dağıtmasını bekleriz. Burada bildiğin ticaret dönüyor (ortamda ot dönüyo hacı).
Bir diğer önemli nokta ise, ABD'li elçi telgrafın sonunda "Ayakkabılara savaş malzemelerinden daha çok ihtiyaç var, lütfen cevap verin" demektedir. Bir insan durup dururken neden ayakkabının önemini savaş malzemesi ile kıyaslar? Çok iyi niyetli bir yaklaşımla, eğer ayakkabıları satacağınız kişilerin aynı zamanda savaş malzemesine de ihtiyacı olduğunu biliyorsanız böyle bir kıyaslama yaparsınız. Bu da demek oluyor ki bu ayakkabılar halka değil, Kızıl Ordu'ya satılmaktadır. Burada "Abi sürekli taşa basmaktan cırcır olduk, ayakkabımız yok, valla ayakkabı bizim için yemekten bile daha önemli" cümlesindeki gibi bir ayakkabı ve yemek önemi kıyası yapılmıyor, ayık olun. Kimse durup dururken ayakkabı ile savaş malzemesi arasında böyle bir kıyas yapmaz. ABD, Bolşeviklere savaş malzemesi de satmaktadır ve telgrafta, sevkiyatında sorun çıkan ayakkabılara olan ihtiyacın önemi bu şekilde vurgulanmaktadır.
Son tespitimi böyle ucu açık bırakacağımı da sanmayın, size aksi teklif dahi edilemez bir delille daha geliyorum. Al buyur hacı, 5 Nisan 1918'de Rusya'daki Amerikan büyükelçisi, ABD bakanlığına bir telgraf daha yollar [15]:
"Savaş malzemeleri Moskova'ya, Ural'a ve Sibirya şehirlerine gönderiliyor. Sovyet hükümeti ödemeleri ham madde şeklinde yapacak ama biraz vakit istiyorlar."
Telgraf ne kadar güzel bir icat değil mi?
Aynı telgrafın sonlarından da bir kesit göstereyim size.
Amerikan elçisi buyurmaktadır ki: "Müttefikler Rusya'ya girdiklerinde Sovyet (Bolşevik) hükümeti onları reddetmeyecek, aksine hoş karşılayacaktır"
E tabi hoş karşılarlar amına koyim, böyle yardımı baba evladına yapmaz.
Yani neymiş, Kızıl Ordu dediğin orduya ABD çatır çutur cephane yardımı da yapmış, erzak yardımı da yapmış. Tarih kitapları size bundan bahsetmese de, tarih size ABD'nin desteklediği Beyaz Orduya karşı tek başına savaşan Bolşevik devrimcilerinin romantik hikayelerini de yuttursa, gerçek bu değildir. Gerçekleri tarih yazmaz, zira tarihi insanlar yazar.
Devam etmeden evvel şunları da eklemek istiyorum. Açıkçası bir senedir epey bir belge okudum, gördüğüm kadarıyla Ruslara yapılan bu sevkiyatlar ve yardımlar genellikle bir sorunla karşılaşıldığında dışişleri bakanlığı arşivlerine yansıyor. Tıpkı yukarıdaki ayakkabı sevkiyatı örneğinde gördüğünüz gibi. Tabi bazen Robins ve diğer büyükelçi sadece rapor vermek için de telgraf kullanıyor, fakat çoğu zaman ancak yapılan sevkiyatta bir sıkıntı olduğunda yardım istemek için telgrafa sarılıyorlar. Biz de çıkan bu sorunlar sayesinde arşivlerden dönen dolapları görebiliyoruz. Yoksa durup dururken her boku açık seçik yazacak halleri yok. Mesela size şöyle bir örnek vereyim:
1918'deki bu telgrafta Robins ve Thompson'ın kendi aralarında elçiliğin bilgisi olmadan telgraflaştığı ve bunun da birtakım politikalar yüzünden olduğu açıkça söylenir. Yani Kızılhaç ekibinin liderleri Robins ve Thompson arasında, arşivlere yansımayan nice yazışmalar da mevcut.
Hatta gelin, bizim Wall Street tayfası birtakım şeyleri çaktırmamak için nasıl dolaplar çeviriyor bir kez daha görün. Sizlere az evvel gösterdiğim "savaş mühimmatları yolda" telgrafının tarihi 5 Nisan 1918'di. O günlerde ABD ve Bolşevik hükümeti arasında yoğun bir sevkiyat olduğunu tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Bu telgraftan 10 gün sonra, 15 Nisan'da bir başka telgraf çekiliyor dışişlerine [16]:
Önemli bölümlerin altını çizdim yine. Robins, Dışişleri Bakanlığına ve diğer ekip arkadaşlarına "şifreli" bir telgraf yolluyor. Telgrafın şifreli olduğu en başta söyleniyor zaten.
Bu şifreli telgrafta Sovyet Hükümeti ve Amerika arasında yapılmakta olan "ekonomik işbirliği programı"na vurgu yapılıyor. Muhtemelen bu işbirliği hakkında yeni gelişmeler var fakat telgraf kendi aralarındaki şifreli bir lisana göre yazıldığı için bu şekilde abuk subuk ifade ediyorlar. Zaten telgrafı okursanız cümlelerin saçma sapan kurulduğunu göreceksiniz. Aslında sırf bu işbirliği itirafı bile tarihin nasıl yalanlardan ibaret olduğunun, Amerika'nın komünistlere nasıl yardım ettiğinin tek başına bir ispatı, ama biz durmuyoruz ve işin daha da eğlenceli kısmına geliyoruz.
Allan Wardwell adlı Kızılhaç gönüllüsü iş adamının Rockefeller ile ilişkisi olduğunu size söylemiştim, ayrıca bu telgraf atılmadan 10 gün önce de Bolşeviklere savaş mühimmatı gönderildiğini ve sevkiyat olduğunu da göstermiştim, bunları unutmayın. Bu şifreli telgrafın altını son çizdiğim kısmında ise şu yazıyor: "Wardwell, Petrograd'da süt dağıtmayı bitiriyor".
Ehehehe, süt mü?
Petrograd, bu telgrafın atıldığı tarihte belki de Rusya'nın en karışık yeri. Büyük çatışmaların yaşandığı bir şehir. Ve bizim Kızılhaç ekibinden iş adamı Wardwell adeta bir yılın annesi edasıyla "süt" dağıtıyor.
Buradaki süt, Fethullah Gülen'in "ananas"ı gibi bir sözcük. Ne de olsa Fethullah reyiz de ABD istihbaratı terbiyesi almış bir abimiz. "Süt" adı altında Bolşeviklere yapılan erzak ve mühimmat satışının tamamlanmak üzere olduğunu ve bunun çaktırılmaması için telgrafta böyle bir "şifre" kullanıldığını sanırım herkes anlamıştır.
Neyse devam edelim. 1917'nin sonlarında Thompson, Rusya'yı terk edip yerini Robins'e bırakmıştı hatırlarsanız. Peki Thompson bu kadar para yatırdığı Rusya'daki Kızılhaç ekibini neden orada bırakıp gitti?
1917 Aralık ayında, Thomas Lamont (JP Morgan'ın ortağı, iş adamı) ve Edward House (ABD Başkanı Wilson'ın başdanışmanı) Paris'tedirler. Thompson, iş adamı ve arkadaşı olan Thomas Lamont'a bir telgraf yollar ve Londra'da buluşurlar, işin bu kısmı Lamont'un biyografisinde de anlatılır. [17]
Peki bizim Kızılhaç aşığı Thompson ve Morgan'ın ortağı Lamont, Londra'da ne yapar?
Şimdiye kadar hep ABD arşivlerini kullandık di mi? Tek yönlü beslenmeyle olmaz hacı, biraz da İngiltere arşivlerini kullanalım. İngiliz Ulusal Arşivlerinde 19 Aralık 1917 tarihli şöyle bir belge görürüz [18]:
Belgenin devamını görmek için satın almak gerekiyor, fakat buna gerek yok zira Antony Sutton'ın kitabında belgenin tam hâli mevcut [19].
İngiliz arşivlerindeki belgede özetle şunlar anlatılır: "Amerikalı Thompson, İngiltere başbakanı Lloyd George ile görüştü. Thompson, devrimin kalıcı olacağını ve müttefiklerin Bolşeviklere karşı yeterince sempatik davranmadığını söyledi. ... Thompson'a göre Rusya pazarını Almanlara kaptırmamak için Bolşeviklere dostça davranmalıyız."
Vay anasını sayın seyirciler.
İngiltere başbakanı Lloyd George ile istediği an görüşebilecek kadar taşak sahibi olan Thompson (ki kendisi Federal Rezerv New York şubesi müdürüydü, unutulmasın), Lloyd George'u Bolşeviklere "sempatik" davranması için ikna etmeye gitmiş İngilterelere.
Peki Thompson bu ikna çabasında başarılı oldu mu?
Bu görüşme Aralık 1917'de yapılmıştı, şimdi bir ay sonraya, 24 Ocak 1918'e gidiyoruz. ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD'nin İngiltere büyükelçisi arasındaki telgraflaşmaya bakıyoruz [20]:
Önemli bölümleri çerçeve içine alayım dedim ama hepsi önemli amına koyim ehehe. İsteyen orijinalinden okusun, isteyen sadece özetimi okusun: "Rusya halkı kendini yalnız hissetmesin, İngiltere ve ABD onları terk etmedi ve bütün erzak yardımları onaylanmak üzere ... Ruslar 14 motor sevkiyatı bekliyorlar ve bunlar için izinler sağlandı, merak etmesinler kimse itiraz etmez. Yolladığımız erzakların arasında şunlar var: Demiryolu erzakları, sivil ve askeri ayakkabılar, deri, zart zurt ..."
Thompson'a bak amına koyim sen ya, ben babamı bisiklet alması için iki senede ikna etmiştim, bu adam İngiltere başbakanını komünistlere yardım etmesi için bir kalemde ikna ediyor. Feridun Bitir gibi orospu çocuğu.
Yani bizim Bolşevikleri, Amerika'nın yanı sıra emperyalistliğiyle ve incik kebabıyla meşhur İngiltere de destekliyor. Ve bütün bunları ABD'li Wall Street bankerleri ve iş adamları ayarlıyor. İşin arkasında yatanları ise yazının devamında, delilleri çoğalttıkça göreceğiz, o sebeple sabırla okumaya devam edin, ben de bir tuvalet molası vereceğim amına koyim ama önce söylemem gerekenler var.
Buraya kadar okuduklarınız, şu ana kadar inandıklarınıza ters düşmüş olabilir. Bakın, burada okuduklarınız "bildiklerinize ters düşmüş olabilir" demiyorum, "inandıklarınıza ters düşmüş olabilir" diyorum. Zira siz sadece inanıyordunuz. Bilmeden, deliliniz olmadan, sadece ama sadece inanıyordunuz. Ve üzgünüm sevgili "sosyalizm yea, Lenin yea" muhabbeti açan kardeşlerim ama, inancınız tamamen hurafe. Eğer buraya kadar okuduysanız, bundan sonrasını da muhakkak okumak zorundasınız. Zira yüzeysel bilgi insanı daima yanlışa sürükler. Hadi ben bir sıçıp da geleyim artık hacı.
Geldim, ulan tuvalette eski uykusuz sayısı yoktu hiç, annem kaldırmış hepsini hiç zevk alamadım sıçtığımdan. Neyse ne diyoduk, hah bizim Thompson'ın hikayesinden devam edeceğiz. Bu Thompson ABD'ye döndüğünde de rahat durmuyor, Bolşeviklerin ekmeğine yağ sürmeye memleketinde de devam ediyor. Şöyle ki 31 Ocak ve 2 Şubat tarihleri arasında ABD'nin birçok gazetesine şu haberler düşer [21]:
"Thompson, Bolşeviklere 1 milyon dolar verdi. Zengin madenci bu parayı, Bolşeviklerin Almanya ve Avusturya'da propaganda yapması için verdi."
Haydi hep beraber söylüyoruz: ÇAAAV BELLA ÇAAV BELLA ÇAV ÇAV ÇAV
Bu haber asparagas değil, doğrudur. Hatta bu 1 milyon doların kaynağını görünce "hay amına koyim, yine mi?" diyeceksiniz.
Thompson'un biyografisi, Google'ın dijital kütüphanesinde mevcut. Telif hakları yüzünden size sadece başlığını gösterebileceğim bir bölümde, Thompson'ın 8 Aralık 1917'de aldığı bir telgrafın emsali gösterilir:
Evet, Thompson bu telgrafı JP Morgan'dan alır. Telgrafta ise JP Morgan, aziz dostu Thompson'a şunları yazmıştır: "National City Bank hesabına 1 milyon dolar yatırdık". [22]
Thompson'ın biyografi yazarı, Morgan'ın bu parayı Thompson'a "politik amaçlarda kullanması için" gönderdiğini yazar. [23]
Bahsedilen politik amaç ise, Bolşeviklerin Rusya dışında da propaganda yapabilmesini sağlayabilmektir.
Ve Avrupa'da komünizm propagandası yapılması amacıyla gönderilen bu para, JP Morgan'ın cebinden çıkmıştır. Şimdi bu noktada müdahale etme gereği görüyorum, sakın ola ki "Morgan komünisttir, ABD'li bankerler komünisttir" gibi gerzekçe bir şey iddia ettiğimi veya edeceğimi düşünmeyin. Olay öyle değil, çok farklı. Olayların gidişatını gördükçe konunun ne olduğunu kendiniz de çözeceksiniz zaten.
Bu haberden 1 gün önce de Thompson'ın New York Times'ta uzun bir röportajı yayınlanır, çok ufak bir kesitini vereyim [24]:
Baştan aşağı sevgi, barış, dostluk ve "Rusya'nın bize ihtiyacı var" mesajları veren Thompson için röportajın sonunda yazılanlar ise ilginçtir: "Albay (Thompson) artık Wall Street'li Bolşevik ismiyle anılır oldu".
Elbette Thompson'ın amacı Rusya'ya yardım veya barış değildir, kendisi bir bolşevik falan da değildir. Amacı öncelikle Rus pazarını ele geçirmektir. Bu sebeple komünizmi İngiltere'de olduğu gibi ABD'de de pazarlama çabalarına girer.
Şimdi olayın ne kadar pislik ve derin olduğunu göstermek için başka bir konuya gireceğim. 1918'de Japonya, Sibirya'yı işgal etme kararı alır. Malum Birinci Dünya Savaşı ortamı, millet nereye saldıracağını şaşırıyor amına koyim. Klasik tarihe göre bu savaşta Kızıl Ordu, tek başına Japonya'ya, İngiltere'ye ve ABD'ye karşı mücadele vermiştir (hey maşallah). Fakat ABD, birkaç bin askerini demiryolunda devriye dolaştırmak dışında hiçbir sikim yapmamıştır Sibirya'da.
1917'nin sonlarında Japonlar, Sibirya'ya saldıracaklarını açıkça belli ederler. 14 Aralık 1917 tarihli bir ABD Dışişleri Bakanlığı telgrafında, Troçki'nin bir konuşmasına yer verilir [25]. Telgrafta söylendiğine göre Troçki bu konuşmasını Bolşeviklerin resmi yayın organında yapmış ki sanırım burada Pravda gazetesinden bahsediliyor, her ne sikimse biz Troçki'nin konuşmasına geçelim:
Her zamanki gibi telgrafın özetini geçiyorum. Troçki, İngiltere'nin kendilerini erzaktan mahrum bırakmayacağını söyler (ki az önce öyle olduğunu gördük). Ardından daha önce bahsettiğimiz Robins ile olan görüşmesinden bahseder ve Amerika'nın da kendilerine mühendis, yiyecek, erzak ıvır zıvır ayarlayacağını söyler (ki bunların gerçekleştiğini de gördük). Esas meseleye gelecek olursak, telgrafın son paragrafında Troçki, Japonların kendilerini Sibirya konusunda tehdit ettiğini söyler. Ve son cümlede Troçki bombayı patlatır: "Sibirya'yı bizden alamazlar, çünkü Amerika buna izin vermez".
Hey maşallah, şu Amerika'ya duyulan güvene bak, sanırsın konuşan Troçki değil de İsrail başbakanı Natenyahu.
Troçki, bir kahinmişçesine Japonya'nın Sibirya müdahalesi hakkında da doğru öngörüde bulunur ve müttefikler Sibirya'dan yavaş yavaş çekilir.
Hatta Japonlar Sibirya'dan çekilmekle de kalmaz.
Nisan 1918'de ABD'nin Japonya elçisinden dışişleri bakanlığına gelen telgrafta [26] şunları görürüz ki, Rusya'daki kıtlık için müttefikler buğday, giyecek, erzak vs yardımı yapacaktır ve Japon hükümeti de bu konuda ABD ve İngiltere ile işbirliği yapmaya yanaşır.
Bu çok tuhaf değil mi amına koyim, mesela siz Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan hükümetinin bize yardım edebileceğini düşünebilir misiniz? Peki Japonya neden savaş halinde olduğu Rusya'ya bir yandan yardım eli uzatır?
Cevabı şudur: Rusya'daki Kızılhaç ekibinden Thomas Thacher (ki kendisi Wall Street avukatıdır), İngiliz Lord Northcliffe'e bir bildiri gönderir. Bu bildirinin maddelerinden bazıları şunlardır: "Japonlar Sibirya'dan çekilmeli. Sovyet hükümetine gönüllü devrimci ordu (Kızıl Ordu) kurması için tam destek verilmeli" [27].
Bu bildiri elbette Kızılhaç ekibinin finansörü ve lideri Thompson'ın bilgisi ve onayı dahilindedir.
ABD, İngiltere ve Japonya gibi diğer müttefik devletlerin Bolşeviklere yaptıkları yardımlara dair daha yığınla belge gösterebilirim size. Kaynaklarda size sunduğum belgeleri kurcalayarak durumu siz de görebilirsiniz. Ben artık aynı şeyi 50 kere göstermek yerine, daha farklı konulara girmek istiyorum sayın gadasını aldıklarım.
Peki, hiç düşündünüz mü, ABD ve Bolşevikler madem bu kadar haşır neşirler, bu kimsenin dikkatini çekmedi mi? Ulan bunlar nasıl anti-emperyalist, bunlar nasıl komünist diyen olmadı mı?
Evet oldu, hem de 700.000 kişi böyle dedi.
Bu 700.000 kişi, çoğunluğu anarşistlerden oluşan Yeşil Ordu'dur.
Anarşistlerin olayı nedir, komünistlerden hangi yönleriyle ayrılırlar, işin bu teorik noktalarını yazının sonlarında anlatacağım. Anarşist dediğim "anarşik mi olacan la başımıza" cümlesindeki anarşist değil, felsefi olarak anarşizm. Biz şimdilik Yeşil Ordu'ya dönelim. Bu arada 1920 yılında Türkiye'de de komünist bir yeşil ordu kuruluyor, hatta bizim meşhur Çerkez Ethem de bir dönem bu ordunun başına geçmiştir. Fakat Türkiye'deki Yeşil Ordu'nun bizim konumuzla hiçbir alakası yok, biz Rusya'daki Yeşil Ordu'ya odaklanacağız şimdi. Önceden bilginiz varsa hatlar karışmasın diye uyarayım dedim.
Rusya'daki anarşistlerden oluşan Yeşil Ordu, ilk başta Kızıl Ordu'yla beraber aynı safta, Beyaz Ordu'ya karşı savaşmıştır. Fakat sonra Yeşil Ordu, Kızıl Orduya, yani Bolşeviklere düşman kesilmiştir. Peki neden? Moskova'dan ABD Dışişleri Bakanlığına gelen telgrafta bunun cevabını görüyoruz [28]:
Çerçeve içine aldığım kısmı çeviriyorum, dikkatle okuyun: "Lenin ve Troçki ile çok sıkı fıkı olan Kızılhaç'çı Robins'e yapilan hakaretler sonucu, ayın 13'ünde tüm anarşistlerin tutuklanması için emir verildi."
Anarşistler, yani Yeşil Ordu, keyiflerinden ayrılmıyorlar Kızıl Ordu'dan. Kızıl Ordu'dan ayrılma sebepleri açıkça görüldüğü üzere, Amerikan Kızıl Haç ekibinin Lenin ve Troçki ile al gülüm ver gülüm hâlinde olmasıdır.
Anarşistler adeta ihanete uğradıklarını ve satıldıklarını görüyorlar.
Önce devrim hayaliyle Lenin ve Troçki'nin yanında omuz omuza savaşan anarşistler, zaman içerisinde Lenin ve Troçki'nin Amerika'yla olan ilişkilerini fark edince onlara da isyan bayrağını çekiyorlar.
Arşivlerde hemen bir sonraki telgrafa [29] geçiyoruz:
Anarşistler, Kızılhaç lideri Robins'in arabasını ele geçirmişler ehehe. Beter olsun amına kodumun çocuğu, ellerinize sağlık beyler. Fakat bizim Robins hâlâ akıllanmıyor, Bolşevikler bu olay üzerine anarşistleri tutuklayıp öldürünce Robins "Bakın Bolşevikler çok güçlü, artık Bolşevik hükümetini tanımamız lazım" diyor. Buradan da ekmek çıkarma peşinde fütursuz orospu çocuğu. Tabi Bolşevik hükümetinin tanınması için de yoğun bir çaba sarf ediyor ABD'li bankerler, zira Bolşevik hükümeti tanınırsa daha rahat ticaret yapabilecekler. Fakat bunun için 1933 yılına kadar beklemeleri gerekecek.
Her neyse, işin acıklı yanı şu ki, koca tarih bu Yeşil Ordu'dan hiç bahsetmez. Sayıları 700.000'i bulan bu babayiğitler topluluğunu resmen yok saymaktadır klasik tarih. Kızıl Ordu'dan neden koptukları ya hiç anlatılmaz, ya da abuk subuk sebepler üretilir. Yeşil Ordu o kadar delikanlıdır ki, komünistlerden koptuktan sonra Rus çarı götü yalayıcısı Beyaz Ordu'ya da yanaşmazlar, onlara karşı da savaşmaya devam ederler. Herkese karşı bir başlarına savaşırlar ve maalesef tarihten silinirler.
Bu hikayedeki tek kahramanlar topluluğu, belki de anarşistlerdir. Anarşist falan değilim ama haklı olarak bir sempatim de var adamlara, sezarın hakkı sezara.
Aslına bakarsan Rusya'daki Yeşil Ordu'nun gösterdiği tavır şu an Türkiye'de de gerekli bir tavır. Hatta Kızıl ve Beyaz Orduyu parti isimleriyle değiştirirsen günümüzdekine çok yakın bir tablo çıkıyor ortaya. Fakat maalesef insanlar içlerindeki boşluğu doldurmak ve kendilerini yalnız hissetmemek adına sikim sikim kişilerin veya fikirlerin fanatiği oluyorlar. Amına koduklarım sizi. Neyse, biz konumuza dönelim.
ABD'li bankerler hem Bolşeviklerle daha rahat ticaret yapabilmek, hem de Bolşevikleri uluslararası alanda rahatlatmak için, Bolşevik hükümetinin tanınması için de çeşitli ülkelerde lobicilik yapıyorlar. İsveç'li ABD Diplomatı Ira Nelson Morris'ten ABD Dışişleri Bakanlığına atılan Aralık 1917 tarihli telgrafa bakalım [30]:
Öncelikle telgrafın başında İsveçteki diplomatın, Kızılhaç lideri Thompson ile görüştüğünü anlıyoruz (bir taşın altından da çıkma zaten pezevenk). Ardından Rus hükümetinin uluslararası alanda tanınmak istediğini görüyoruz. Diplomat Morris telgrafın sonunda ise şunları söylüyor: "İsterseniz resmi bir bağ kurmadan İsveç'in bu konuda ne düşündüğünü öğrenebilirim". Yani İsveç komünist hükümeti tanımaya yanaşır mı, yanaşmaz mı, bir nabız yoklayalım hacı diyor kendisi.
ABD'nin komünist Rusya için verdiği çabalar takdire şayan şüphesiz.
İnsan hafızası nankördür, şimdi buraya kadar öğrendiklerimizi bir gözden geçirelim kaynatasızlar. Arka sıra dinle burayı evladım, sikmiyim ananı.
Kızılhaç 1. Dünya Savaşı sırasında JP Morgan başta olmak üzere Wall Street bankerlerinden epey bir bağış aldı. Bu yardımların karşılığında Morgan ve çetesi Kızılhaç'ın yönetici pozisyonlarına kendi adamlarını soktu. Cebren ve hile bütün kaleleri zaptedilmiş, tersanelerine girilmiş Kızılhaç, 1917 yılında "insanlık namına" Rusya'ya gitti. Bu 29 kişilik Kızılhaç ekibinin tam 15'i Wall Street'li iş adamı veya bu kişilerin avukatı, asistanıydı. Rusya'daki Amerikan Kızılhaçı'nın liderleri Thompson ve Robins, devrimci Lenin ve Troçki ile sık sık görüştü, iyi ilişkiler kurdu. Thompson aynı zamanda, hem JP Morgan'ın bir ortağı, arkadaşı, hem de Amerikan Federal Rezerv Bankası'nın New York şubesi müdürüydü. Thompson 1917 Aralık ayında İngiltere'ye gidip İngiliz başbakanı Lloyd George'u, Bolşeviklere yardım yapması yönünde ikna etti. Bu sırada Rusya'daki Amerikan Kızılhaç'ı, Robins'in liderliğinde Bolşeviklere erzak ve savaş mühimmatı satmayı sürdürdü. Aynı Kızılay kolu görünümlü Wall Street çetesi, bir yandan İsveç ve Japonya gibi ülkeleri de Bolşeviklere yardım etmeleri için teşvik etti. Lenin ve Troçki'nin bu Wall Street çetesiyle sık sık irtibatta olması, onlardan yardımlar alması, anarşistlerin gözünden kaçmadı ve ihanete uğradıklarını gören anarşistler "Allahınız yok mu lan sizin" diyerek hem komünistlere, hem de Kızılhaç üniformasına bürünmüş Wall Street ekibine saldırmaya başladı.
Şu üstteki paragrafta yazmış olduğum her bir cümleyi; reddedilemez, reddedilmesi teklif dahi edilemez belgelerle ispatladık. Aksini iddia eden kesinlikle kördür, sağırdır, puta tapan bir dangalaktır.
Hatta Temmuz 1918'de, Amerikan Kızılhaçı'nın lideri Robins'in dışişlerine gönderdiği rapordan bir kesit göstereyim size, raporun başlığı bile yeterli [31]:
"Amerika ve Rusya arasında ekonomik işbirliği. Rusya, Amerikan desteğini hoş karşılayacak"
Böyle bir raporu sunan adam, insanlık ayağına Rusya'ya giden Amerikan Kızılhaçı'nın lideridir.
Şimdiye kadar anlattığım olayların çoğu 1917-1918 yıllarında yaşandı. Kızılhaç ekibi Rusya'ya 1917 yılında ayak bastı.
Peki, bilin bakalım 1917'de Nobel Barış Ödülü nereye verildi?
Kızılhaç'a [32].
Bu Kızılhaç ekibinin lideri ve finansörü olan William Boyce Thompson, tarihte pek adı geçen bir adam değildir. Kendisi sadece "hayırsever" olarak bilinir. Gerçek şu ki ABD'li iş adamı Thompson'ın ve ekibinin çabaları olmasa, ne Bolşevikler iktidarı sürdürebilirlerdi, ne 1922'de SSCB diye komünist bir devlet kurulabilirdi, ne de biz Lenin ve Troçki'nin adını duyabilirdik.
Gerçek dünyaya hoşgeldin amına koduğum.
Bugüne kadar aynı yalanı 50 kere işitmiş olsanız da, gerçeği 1 kere görmeniz sorumlu olmanız için fazlasıyla yeterlidir.
Kızılhaç ekibindeki tek masumlar, Çalıkuşu Feride edasıyla tee Rusya'ya giden doktorlardı. Diplomat ve savaş muhabiri George Kennan, "Russia Leaves the War" adlı kitabında Kızılhaç ekibindeki Kelleher'ın (ki kendisi Thompson'ın yardımcısıdır), ekip arkadaşı Doktor Billings hakkında söylediği şu cümleleri bize aktarır: "Zavallı Doktor Billings, Rusya'ya yardım için bilimsel bir görevin başında olduğunu zannediyordu. Oysa o maskeden başka bir şey değildi." [33]
Kızılhaç elbette bir maskeydi, bu maske olmadan Wall Street'li iş adamları ellerini kollarını sallayarak savaşın ortasındaki Rusya'da iş bağlayamazlardı. Hatta size Kızılhaç'ın Bolşevik Devrimindeki önemini ve işin mantığını, 1950'lerden bir örnek ile açıklayayım. Açıklayayım ki iyice anlayın neden Kızılhaç üzerinde bu kadar durduğumuzu. Gerçi şimdiye kadar kronolojik sırayla yazmaya özen gösterdim ama siktir et, gelin benle.
Kore Savaşı 1950-1953 arasındaydı. Kuzey Kore SSCB tarafından, Güney Kore ABD ve Nato tarafından destekleniyordu. Rus ve ABD askerleri elin Kore'sinde birbirlerini öldürürken, 1951 yılında gizli bir toplantı yapılıyor. Aradan yıllar geçtikten sonra bazı şeyleri itiraf etmek moda olduğu için, Dışişleri Bakanlığı bu gizli toplantının kayıtlarının tutulduğu arşivleri de yayınlıyor [34]:
Bu gizli toplantının konusu oldukça ilginç: "ABD sanayicilerinin Sovyetler Birliği gezisi teklifi"
Kimmiş bu Kore Savaşı'nın ortasında Sovyetler Birliğini gezmek isteyen Amerikalı sanayiciler? Hemen bakalım:
Bazı isimler gözünüze çarpmıştır: General Electric, Rockefeller Vakfı, Standard Oil ve Henry Ford'un torunu gibi...
ABD askerleri Kore'de Sovyetler tarafından öldürülürken, ABD'li büyük şirket sahipleri Sovyetlerle ticaret kovalıyorlar.
İşte sırf Nato'ya üye olabilmek için Adnan Menderes döneminde katıldığımız Kore Savaşı böyle bir ihanettir, aptallıktır, beyinsizliktir. Savaşlar yaklaşık 150 yıldır bu adamların kasasını doldurmaktan başka bir boka yaramamıştır. Zaten çıkan savaşların birçoğunun sebebi de bu adamların izlediği politikalardır. Savunma savaşları dışındaki her savaş orospu çocukluğudur. Bir de bu Kore Savaşını arada milli duyguları kabartmak için pohpohlarlar, kitaplarda ve haberlerde "Kahraman Türk askeri işte bizi Kore'de böyle temsil etti" diye ballandıra ballandıra anlatırlar. Amına koyim Atletico Madrid forması giyen Arda Turan mı lan bu beni yurtdışında temsil ediyor? Bu şerefsiz oğlu şerefsiz tüccarlara para kazandırmaktan başka hiçbir boka yaramayan saçma sapan bir savaş lan bu, niye beni elin Kore'sindeki savaşta temsil ediyor Türk askeri? Niye öldürdünüz lan 700 tane Türk askerini? Ne uğruna sakat kaldı lan bu adamlar o savaşta? Seyyar arabasının önüne "Kore Gazisi Necmi Çavuş" yazıp kestane satsınlar diye mi gazi ettiniz lan o kadar askeri? Peki bizim askerlere ne uğruna insan öldürttünüz lan orada? Ben bu hayatta bir babamı kaybettim, sonra yıllarca amı götü toplayamadım, siz ne uğruna o kadar insanın hayatını mahvettiniz lan? Bunun hesabını kime vereceksiniz ey amına koduğumun çocukları? Hala abidik gubidik savaşları destekliyorsanız ve böyle elalemin derdi için başka topraklardaki savaşlara katılmamızı istiyorsanız, siz de en az bu savaşları çıkaranlar kadar suçlusunuz. Sizin de amınıza koyim ulan. Zaten mesele Rockefeller da değil, Morgan da değil, Menderes de değil, Tayyip de değil. Mesele bu adamları güç sahibi yapan insanlarda. Bu adamların sahip olduğu tüm güç, insanlar sayesindedir. Bu adamları on günlüğüne ormana atsan hayatta kalamazlar, doğaüstü güçleri yok bu adamların. Tüm güçlerini kula kulluk yapan, sorgulamadan itaat eden, rahatı bozulmasın diye kendisini sömürene hayatında bir kere "ulan" bile diyememiş beyinsiz insanlardan alıyorlar. Günah keçisi mi arıyorsunuz, iyi bir sürü bulursunuz. Ama şu hayatta bir kere olsun kendinizi de bir sorgulayın. Bir kere lan, bir kere.
Her neyse, gelelim toplantının sonuna:
Bizim ekip bu kargaşanın içinde Sovyetlere gitmenin bir yolunu bulamıyor. Medyada olayın duyurulmasından ve insanlardan gelecek tepkilerden tırsıyorlar. Zira dediğim gibi, bu şerefsizler tüm güçlerini insanlardan alırlar. Fakat ileride böyle bir gezinin olabilme ihtimaline de yeşil ışık yakıyorlar.
İşte Kızılhaç 1917'de tam bu noktada devreye girdi ve Amerikan Kızılhaçı'nın "yardım" için Rusya'ya gitmesinde bir tuhaflık görmeyen insanlar tepki göstermediler, her şey normal karşılandı. Hatta aradan 100 yıl geçmesine rağmen tarihçiler de bunda bir tuhaflık görmediler. Ancak Antony Sutton gibi arada çıkan birkaç taşaklı tarihçi bunları dile getirebildi.
Hatta Amerikan Kızılhaçı'nın Rusya'ya gitmesiyle "işte biz böyle cömert bir milletiz, düşmana bile yardım ederiz" diye övündü de Amerikalılar. Bu sığırların torunları günümüzde Unicef'in kıytırık kampanyalarını destekleyerek, abuk subuk çevre örgütlerinin tweet'lerini retweet ederek, SMS ile sikindirik yardım kampanyalarına 10 liralık bağışlar yaparak varlıklarını sürdürüyorlar. Sizin iyi rolü yapma çabanızı sikeyim. Sizin göstermelik ve kimseye faydası olmayan beyhude eylemlerle vicdanınızı rahatlatma çabanızı sikeyim. Sizin "iyilik, insan hakları, demokrasi" gibi kimsenin itiraz etmeyeceği soyut kavramları maske olarak kullanan bu çakalların tezgahlarına balıklama atlayan tuhaf hayat anlayışınızı sikeyim. Hatta sizi Yeşil Yol'daki zenci siksin amına koyim, patron çok yoruldum diye sızlana sızlana siksin bi güzel sizi.
Dönelim konumuza. Devrim yıllarında ABD'lilerin Kızılhaç maskesiyle Rusya'da yediği bokları gördük, şimdi biraz da Rusya'nın ABD'de karıştırdığı haltlara bakalım.
Wall Street'li şirketler ve bankerler, Bolşeviklere yine büyük yardımlarda bulunmuştur.
Şimdi gelelim şu Sovyet Bürosunun başta Morgan olmak üzere Amerikan şirketlerine vadettiği 200 milyon dolarlık altınlara...
Tarih 11 Ağustos 1921, ABD Hazine Bakanlığından, Devlet Bakanlığına bir telgraf yollanır [45]. Dileyen bu telgrafı orijinal metinden kendisi okusun, kendi gözleriyle görsün durumun vehametini:
Bu kısacık ama çok önemli telgrafta anlatılan şudur: Bank of England'dan gemiyle, JP Morgan şirketine 7.500 Rus altını gönderilmiş. Morgan da elindeki bu Rus altınlarını New York Assay Office'e yatırmak istemiş, fakat devletin resmi bir kurumu olan Assay Office, bu Sovyet altınlarını reddetmiş.
Hmmpffss. Bak komünist abilere, ne güzel yıkıyorlar Morgan'ın emperyalizmini gördün mü evladım? Sen de onlar gibi emperyalizmi yıkmak istiyor musun büyüyünce? Ay sen bizim çocuğumuz ol hadi bize götürelim seni.
Ehehe şimdi size olayın tüm detaylarını, yine ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine dayanarak anlatacağım. Çünkü ben adamı belgelerle sikerim.
Öncelikle son telgraftaki olayı iyi bir analiz edelim. Bir kere şunu anlıyoruz ki Ruslara ait altınlar Bank of England (yani İngiltere Merkez Bankası) senin, JP Morgan Company benim orta malı oluyor. Yani Amerikan ve İngiliz şirketleri, Sovyetlere yaptıkları yardımların karşılığını layıkıyla alıyorlar. Assay Office'in, JP Morgan'dan gelen bu Rus altınlarını kabul etmemesinin sebebine gelince...
Al buyur, aşağıda yine bir bakanlık içi yazışma var, gör bak ne oluyor [48]:
Bir İsveç şirketinden, Brown Brothers adlı bir Amerikalı Wall Street şirketine gemilerle Rus altınları gönderiliyor.
Peki bizim Bolşevikler bu altınları nereden buluyorlar sizce? Bir düşünün bakalım.
Bolşevikler, Rus Çarının yani Rusya Devletinin altınlarını dağıtıyor Amerikan şirketlerine güzel evladım. Hazineyi soyuyorlar hazineyi.
Hiçbir bürokratik engel tanımayan Morgan ve Rockefeller çetesi de bu altınları abuk subuk İsveç bankalarında eritip bir güzel aklıyorlar. Tabi başka aklama yöntemleri de muhakkak girmiştir devreye, bunlar yalnızca Dışişleri Bakanlığı arşivine yansıyan bilgiler. Bir de bunun hiç belgelere yansımayanları var, ve bir de bunun belgelere yansıyıp da gizlenenleri, halka sunulmayanları var. Daha önce dediğim gibi Amerika ile komünist Ruslar arasındaki ticaret ve sevkiyatlar, ancak bir sorunla karşılaşıldığında belgelere yansıyabiliyor. Fakat bunlar sadece buzdağının görünen yüzü.
Şöyle ki, bu altın eritme olayları 1920 ve 1921 yıllarında gerçekleşiyor Dışişleri Bakanlığı arşivlerindeki belgelere göre. Bu yıllara ait gazete arşivlerini de iyice bir kurcaladım ve bakın ne buldum: 8 Haziran 1921 tarihli New York Times haberine bak amına koyim [49]:
Adamlar rekor kırmış lan ehehe. Federal Rezerv, artan altın ithalatı sonucunda Amerika'nın altın stoklarının tarihin en yüksek seviyesine ulaştığını söylüyor.
Yani bir başka deyişle, Amerika'da rekor seviyede altın var ve bu rekor, dışarıdan ithal edilen altınlar sayesinde olmuş. Ne zaman? 8 Haziran 1921, yani en az bir yıldır Rus halkına ait olması gereken altınlar Amerikan şirketleri tarafından sömürülüyorken. Bu sömürüyü sağlayan da o çok övülen antiemperyalist Bolşeviklerdir. Kendileri Rus halkına ait olması gereken altınları Amerikan şirketlerine dağıtarak Amerikan kapitalizmini yeniyorlar, yersen.
Aynı New York Times haberinin devamında, bu altınların hangi ülkelerden satın alındığını bir tablo ile gösteriyorlar, 1921 yılının Ocak-Mayıs ayları arasındaki altın alımını gösteren sağdaki tabloya bakalım:
Şimdi bu tabloyu analiz edelim kaynatasızlar.
Öncelikle Amerika'nın altın satın aldığı ülkeler arasında Rusya'nın ismi bile geçmiyor. Geçerse zaten adamın anasını sikerler, dünyada yer yerinden oynardı hacı.
Amerika'nın en çok altın ithal ettiği ülkeler sırasıyla: İngiltere, sonra Fransa, sonra da İsveç.
İngiltere'nin, Rus altınlarının depolandığı yerlerden biri olduğunu, JP Morgan'ın 7500 Rus altınını Bank of England'dan aldığını bildiren belgeden öğrenmiştik. Amerika, 79 milyon dolar değerinde altın satın almış İngiltere'den, demek ki bu Rus altınlarının devamı da varmış.
Ardından Rus altınlarının İsveç'te eritildiğini de görmüştük, İsveç'in de bu tabloda yer alması hiç şaşırtıcı olmadı. Ayrıca İsveç'te "Olof Aschberg" adında bir banker vardır ki kendisi JP Morgan'ın ortaklarından birisidir. Bu İsveçli banker Aschberg, bolşeviklerle yakın ilişkilerinden dolayı zamanla "Bolşevik Banker" lakabını bile almıştır (tabi ki komünist falan değildir bu dayı, amacı Bolşeviklerle ticarettir). Aynı Olof Aschberg, 1922 yıllarının sonunda, Sovyetler Birliği'nin ilk resmi uluslararası bankası olan Ruskombank'ı kuran kişi olacaktır. Aschberg'in kurduğu resmi Sovyet Bankası olan Ruskombank'ın üst düzey yöneticilerinden birisi ise JP Morgan şirketlerinin de üst düzey yöneticisi olan Max May adlı bankerdir [50}.
Bu altınların İsveç'te eritilmesi olayında Olof Aschberg adlı arkadaşın büyük rol oynadığına şüphe yok. Hatta aynı Olof Aschberg, 1. Dünya Savaşı sırasında Amerika gezisine çıkar ve 4 Ağustos 1916 tarihli New York Times haberine göre daha o yıllarda şunları söyler [51]:
Olof Aschberg birtakım kehanetlerde bulunur, fakat bu kehanetlerinde o kadar başarılıdır ki... Kendisi özetle şunları söyler: "Yakında Amerika'nın Rusya ile ticareti çok büyük boyutlara varacak"
Bu nedir biliyor musun güzel kardeşim? İsveçli altın eritici bankerin bunları daha 1916'da söylemesi, bu Wall Street-Bolşevik ticaretinin hiç de öyle gelişigüzel gelişmediğinin ve gayet plan dahilinde olduğunun ispatlarından yalnızca birisidir.
İşte size "büyük devrimci" diye kakalanan Lenin ve Troçki budur.
İşte size "işçinin ve halkın devrimi" diye kakalanan Kızıl Devrim de budur.
Bunlar ihanetin belgeleridir sevgili devrimci kardeşlerim. Bunlar, insanlara komünizm vaadedilirken bir yandan bankerlerin nasıl daha da zengin edildiklerinin belgeleridir.
İster tüm bu anlattıklarımı ve delilleri reddedin, kulaklarınızı tıkayın, kendinizce kılıflar bulun ve sonra gidip başkalarını koyun olmakla itham edin. Ya da isterseniz artık gerçeğin peşine düşün.
Ve kabul etmeniz gereken gerçekler bu kadar da değil. Daha anlatacak o kadar şey var ki. Bak sevgili sosyalizme sempati duyan kardeşim, ben bu yazıyı en çok senin için yazdım. Bu yaz sıcağında haftalarca eve kapanmamın en büyük sebebi sensin. 1 yıldır amına koduğumun arşivlerini karıştırıp belge toplamamın sebebi de sensin. Antony Sutton'ın binlerce sayfalık kitaplarını hatmedip doğruluğunu araştırmamın sebebi de sensin. Zira ben zaten gördüğüm birkaç delil sayesinde de gerçeği kabul ettim, ama biliyorum ki senin bunları kabul etmen kolay olmayacak. Biliyorum ki kabuğuna çekileceksin, inkar edeceksin ve belki de bana saldıracaksın. Ama hiç önemi yok, benim çabam önce Allah rızası için, sonra senin gerçeği görme ihtimalin içindir. Ben bu yazıyı yazmaya devam edeceğim, zaman zaman sinirlerime hakim olamayıp sana ana avrat küfürler de etsem bu yazının sonuna kadar seni bırakmayacağım. Ama sen de beni bırakmayacaksın. Hepsini okuyacaksın ve en önemlisi beni "dinleyeceksin". Eğer bunu yapmazsan bizden hiçbir bok olmaz. Gel buraya şimdi sikmiyim belanı.
Şimdi biraz da bu Amerikalı bankerler ile Rus devrimciler arasındaki yardımlaşmanın temelinde yatan sebeplere gelelim. Bu iş sadece çarın kasasındaki altınları soymak için yapılmadı elbette. Fakat bu mevzuyu açıklarken virajı biraz geniş almam gerekecek, yani detay konulara da gireceğim. O sebeple sabırla okuyun, yok öyle 2 dakikada hayatın anlamını çözmek.
Amerika için komünizm her zaman potansiyel bir düşman olmuştur, tıpkı şu anki terör gibi. Oysa bu düşmanlık sadece ABD halkı, senatörler ve komutanlar içindir. Perde arkasındakiler için şimdiye kadar gördüğünüz gibi hiç de böyle bir düşmanlık yoktur. Perde arkasındakiler dediğim ise, Amerika'yı ve dünyayı yönetme çabasındaki bankerler ile bu bankerlerin kurduğu düşünce kuruluşlarındaki akıl hocalarıdır.
Bu akıl hocalarından biri Edwin Gay'dir. Bu abimiz 1918 yılında komünistlerle "Barışçıl Ticaret" adında bir terim icat ediyor, tıpkı Tayyip'in söylediği "faiz lobisi" gibi insanlar üzerinde etkili olmayı hedefleyen bir laf bu.
Bu hesapta "barışçıl ticaret"in altını şöyle dolduruyor Edwin Gay: Ticaret, diğer ülkelerle barışta olmanın en iyi yoludur (ki değildir, barış için ticaret yapmazsın, barışta olduklarınla ticaret yaparsın, yoksa düşmanını güçlendirmenin hiçbir mantıklı izahı olamaz).
Barışçıl ticaret terimi daha sonra 1930'larda Başkan Roosevelt ve 60-70'li yıllarda da Başkan Johnson ve Nixon tarafından sık sık dile getirilecektir, yani Vietnam Savaşı yıllarında da Sovyetlerle çatır çutur ticaret yapacak Amerika ve hepsinin delillerini de sıralayacağım size yazının ilerleyen bölümlerinde. Bu "barışçıl ticaret" lafının ortaya atılmasındaki amaç, Sovyetlerle yapılan ticaretin barış için olduğu düşüncesini benimsetmektir, normalleştirmektir. Bu psikolojik hamlenin hedef kitlesi hem eline gazetesini alıp okuyan senin benim gibi sıradan insanlardır, hem de ABD ve Sovyet bakanlıklarında çalışan memurlar, görevlilerdir ki bu memurlar da yapılan ticaret anlaşmalarına ve sevkiyatlara seslerini çıkarmasınlar, durumdan kıllanmasınlar. ABD halkı düşmanını kendi elleriyle yarattığını göremesin, Sovyet halkı antiemperyalist olduğunu zannettiği davasına inanmayı sürdürsün ve dünya insanları da hesapta kapitalizm-komünizm savaşına inansın.
Barışçıl ticaret lafının mucidi olan Edwin Gay, Harvard'da dekanlık da yapmıştır. Ayrıca bu abimizin Kızıl Devrim yıllarında Amerika'daki konumu da pek ilginçtir, bu bilgiyi yine Dışişleri belgelerinden alıyoruz [52]:
Edwin Gay; Savaş Ticaret Yönetim Kurulu'nda gemi sevkiyatı bölümünde uzmandır. Gemilerin Bolşeviklere yapılan yardımlar ve onlardan cukkalanan altınlar konusunda nasıl bir öneme sahip olduğunu görmüştük. Ee barışçıl ticaret lafını boş yere uydurmadı eleman, her icat bir ihtiyaçtan doğar amına koyim. Ayrıca CV'si bitmek bilmeyen Edwin Gay; 1921 yılında Amerikalı bankerler ve bazı kilit siyasetçilerle beraber CFR'yi kurmuş, burada yöneticilik yapmıştır, buyrun CFR'nin kendi sayfasından görün durumu [53]:
CFR, yani Dış İlişkiler Konseyi, günümüzde de çok etkin bir biçimde varlığını devam ettiren resmi bir kurumdur. Üyeleri arasında yığınla banker vardır ki az önce verdiğim CFR yöneticileri sayfasına girerseniz Rockefeller'ların, Warburg'ların isimlerinin fink attığını göreceksiniz. Bu yazıda da amma çok fink dedim lan, nereden estiyse amına koyim.
CFR dünyayı yönlendiren en önemli kurumlardan biridir. Günümüzde Birleşmiş Milletler'de alınan göstermelik kararların daha önceden yazılıp çizildiği yer ABD'deki CFR ofisidir. CFR'ye bağlı yığınla düşünce ve istihbarat kuruluşu vardır.
Ve ne tuhaftır ki, dünyanın kaderiyle ilgili kararlar alınan CFR'yi kuranlar ve yönetenler vatansever siyasetçiler değildir. CFR'nin kurucuları ve yöneticileri; amacı daha çok güç olan bankerlerdir.
Dünya barışıymış, demokrasiymiş, hümanizmmiş, bunlar ancak normal bir dünyada yaşadığını zanneden sığırları uyutmak için söylenen tıraş sözlerdir.
Banker aileler toplum mühendisliğine ve psikolojik savaşa büyük önem verirler, zira daha önce de belirttiğimiz gibi hiçbir vasfı bulunmayan bu orospu çocukları güçlerini insanlardan alırlar. Kızılhaç ayağına Rusya'ya gidip komünistlere yardım etmeleri, bir de üstüne Amerikalıların takdirini almaları bile bunun başlı başına bir ispatıdır.
Gelelim CFR'nin kurucusu olan akıl hocalarından bir diğerine ve bence en önemlisine.
Türk filmlerindeki uşaklara benzeyen tipine rağmen Time dergisine kapak olan bu amına kodumun oğlunun adı Edward Mandell House'tur. Kendisine aynı zamanda Albay House da denilir ama kendisinin askerlikle bir alakası yok, artistliğine vermişler o albay ünvanını. Şimdi bir süre Albay House'u inceleyeceğiz, o sebeple unutmayın ismini: Albay House.
1913-1921 yılları arasındaki ABD başkanı Woodrow Wilson'dır, hani şu meşhur Wilson Prensipleri vardı ya, ha işte o herif. Bir de Türkiye'de de milli mücadele yıllarında Wilson Prensipleri Cemiyeti diye Amerikan mandacısı bir cemiyet vardı, bizim Halide Edip Adıvar da destekçisiydi bu beş para etmez cemiyetin. İşte o Wilson'dan bahsediyoruz. Bizim Albay House ise hem başkan Wilson'ın, hem de 1933-1945 yılları arasındaki ABD başkanı Roosevelt'in seçim kampanyalarını yapan adamdır. Dikkat ederseniz her iki dünya savaşındaki ABD başkanı da Albay House'un yürüttüğü seçim kampanyalarıyla seçiliyor ve Albay House iki başkana da danışmanlık yapıyor.
Albay House'un başkan Wilson ile çok sıkı ilişkileri var. Zaman içerisinde adeta donla göt gibi yapışık oluyor bu ikili. Hatta bir süre sonra Albay House ipleri eline alıyor ve başkan Wilson'ı perde arkasından yöneten adam haline geliyor. Albay House ile ilgili ufak bir araştırma yaparsanız bile karşınıza çıkacak ilk bilgi, House'un başkan Wilson üzerindeki etkisi olacaktır. Hatta başkan Wilson, bu durumu kendi sözleriyle şöyle ifade ediyor: "Albay House benim ikinci kişiliğimdir. Onun ve benim düşüncelerimiz birdir." [54]
Herif koca Amerikan başkanını Tyler Durden'a bağlatmış amına koyim.
Her neyse, Albay House'un doğal olarak Morgan'lar ve diğer bankerlerle ile de sıkı ilişkileri var. House ayrıca 1913'te Federal Rezerv'in kuruluşunda, 1919'da Milletler Cemiyeti'nin (Günümüzdeki Birleşmiş Milletler'in başarısız versiyonu) kuruluşunda ve 1921'de CFR'nin kuruluşunda etkin rol oynamıştır. Yani o yıllarda dünyanın kaderini değiştiren çoğu olayda bu adamın parmağı vardır.
Bu House'un perde arkasında bu kadar etkili olması ve daha sonra ABD başkanı Wilson'la tanışması elbette tesadüfi değildir. Zira Wilson'la tanıştıktan sonra Albay House kayınbiraderine yazdığı mektupta şunları söyler: "Daha önce hem fırsatı, hem de aradığım adamı aynı anda bulabildiğim olmamıştı" [55]. Yani eleman zaten kafaya koymuş dünya yönetiminde söz sahibi olmayı ve bu işleri perde arkasından, birisini kullanarak yapmayı.
Şimdi biz niye kafayı bu House'a taktık diyeceksiniz, şu yüzden: Bu Albay House 1912 yılında "Philip Dru: Administrator" adında bir roman yazıyor ve bu romanı anonim olarak yayınlıyor. Ancak aradan yıllar geçtikten sonra bu romanı kendi yazdığını kabul ediyor.
House'un yazdığı bu roman şu yüzden çok önemli kaynatasız; adam kafasındaki planları çatır çutur anlatmış kitapta.
Şimdi Albay House'un yazdığı bu romandaki can alıcı noktaları inceleyeceğiz ama önce konuyu çok kısa özetleyeyim: Romanda Philip Dru adında bir başkarakter var. Bu Philip Dru hayatı sorgulayan, yetenekli bir asker. Derken bu eleman Amerikan başkanı oluyor ve insanları huzura kavuşturacak yönetim sisteminin ne olduğunu aramaya başlıyor. Sorgulayıp düşünerek de doğru sistemi buluyor. Amerika'nın tüm yönetim sistemini değiştiriyor ve hatta Amerika'yı diğer ülkelerle birleştirerek tüm dünyanın kahramanı oluyor. Derken kitabın sonunda herkes çok mutlu oluyor, bu Philip Dru da Redkit gibi dünyayı kurtardıktan sonra siktir olup uzaklara gidiyor. Buraya kadar her şey normal di mi, ama eksik bıraktığım bir şey var. O da şu: Philip Dru'nun dünyayı huzura erdiren yönetim sistemi sosyalizme çok benzerdir.
Şimdi kitabı incelemeye başlayacağız kaynatasızlar. Unutmayın ki bu kitabı yazan kişi ABD başkanını perde arkasından yöneten Albay House. Ve kitabın yazılış tarihi 1912.
Kitabın girişinde "Yarının Hikayesi" yazar, zira dediğim gibi bu kitapta Albay House'un (ve ekibi olan Morgan tayfasının) planları anlatılır. Ayrıca kitap, İtalyan devrimci Mazzini'nin bir sözüyle başlar, emperyalist bir Amerikalı için oldukça ilginç bir seçim. Şimdi kitaptaki can alıcı mevzuları irdeleyelim:
Kitapta Selwyn adında bir karakter daha var. Bu Selwyn karakteri ile kitabın yazarı Albay House birbirine çok benziyor hacı. Mesela bu Selwyn karakterinin tıpkı Albay House gibi dünyayı yönetmekle ilgili planları var ve Selwyn kendisine kullanabileceği bir Amerikan başkan adayı arıyor. Zaten şekil A'da gördüğünüz üzere 12. bölümün başlığı da şu: "Selwyn bir aday arıyor".
Kitabın yazarı Albay House da aynı arayış içindedir. Zira Albay House da bu kitabı yazarken başkan Wilson ile tanışacak ve kendine o kukla ABD başkanını bulmuş olacaktır. Hayat işte.
Aynı bölümden devam ediyoruz. Bizim Selwyn kendine başkan adayı ararken bir arkadaşına "Mandell Evi"nde yemek teklif eder. Yazar Albay House, bu kitapta kelime oyunlarına sık sık başvurur. Zira Albay House'un tam adı "Edward Mandell House"tur ve tam da Albay House'la parallellikler taşıyan Selwyn'in hikayesinin anlatıldığı bölümde "Mandell Evi" anlamına gelen "Mandell House" lafı kullanılmıştır. Yani yazar burada "Aşık Veysel der ki" tadında fahriye sanatı yapar amına koyim.
Sayfa 155'te artık ABD başkanı olan başkarakter Dru, dünyayı yönetmek için uluslararası bir politika geliştirir. Dru bu politikasını; milletleri bir araya getiren, sevgi, saygı, kardeşlik zart zurt gibi kavramlara önem veren birleştirici bir politika olarak tanımlar. Fakat Albay House, bu politikayı açıklarken "comity of nations" yazarak ilginç bir kelime oyunu daha yapar. "Comity" medeniyet demektir, "committee" ise bildiğin komite demektir. Yazar "comity of nations" yazarak (birnevi committee of nations, yani milletler komitesi), bu kitabın yazımından 7 sene sonra kurulacak olan Milletler Cemiyeti'ne göndermede bulunur.
Sayfa 151'de Albay House adeta geleceği yazar. Kitaptaki ABD başkanı Dru, yeni bir bankacılık sistemi kuracaktır. Bu yeni bankacılık sistemi, bu kitabın yazımından 1 sene sonra kurulacak olan Amerikan Merkez Bankasıdır, yani Federal Rezerv. Kitabın anlattığına göre bu yeni bankacılık sistemi "piyasalardaki paniği" önleyecekmiş. Ne tuhaftır ki Federal Rezerv de 1907 Paniği sayesinde kurulmuştur. Şöyle ki; Federal Rezerv bu 1907 Paniği bahane edilerek, gelecekteki ekonomik krizleri önleme maksadıyla kurulmuştur, başkan Wilson ve senatoya bu sayede kabul ettirilmiştir Federal Rezerv oltası. Bu Federal Rezerv tamamen bankerlere aittir, ABD parasını bankerler basar ve Amerika'yı kendilerine borçlandırırlar. Dönelim Albay House'un kitabına, House tabi ki kitabında insanları yönlendirmek amacıyla yine bir çakallık yaparak bu bankacılık sistemini över. Hatta bu bankacılık sisteminin "şeytani şirketleri yıkacağını" söyler, halbuki gerçekte bu şeytani şirketleri en çok güçlendiren atılım olmuştur Federal Rezerv'in kurulması.
Sanırım olayı anladınız, Albay House daha 1912 yılında, ileride yapacaklarını bir bir anlatmıştır ve bunları hayata da geçirmiştir: Kukla ABD başkanı Wilson'ı bulmuştur, Federal Rezerv'i kurmuştur, Milletler Cemiyeti'ni kurmuştur. Ha bu kuruluşları tek başına kurmadı tabi bu adam, fakat tüm planları beraber yaptığı Morgan ve Rockefeller ekibiyle birlikte hayata geçirdi bu projeleri. Aynı ekip 1921 yılında da CFR'yi kuracaklardır.
Şimdi dikkatle okuyun:
Sayfa 20'de Albay House materyalistlere giydirir. Darwin, Huxley, Wallace evrim teorisinin öncüsü materyalistlerdir (tabi Marx da bir materyalisttir). Albay House bu şahıslar için şunları söyler: "Materyalistler doğru yolda epey ilerledi ama hayatın kaynağını aradıklarında öyle bir kapıyla karşılaştılar ki, bu kapıyı hiçbir materyalist anahtar açamaz"
Peki şair burada ne demek istiyor? Cevabını birkaç sayfa sonra öğreniyoruz:
Sayfa 28'de "Marx'ın düşlediği sosyalizmin, işin spiritüel (manevi) boyutu olmadan başarısızlığa uğrayacağı" söylenir.
Yani güzel kardeşim yazar burada şunu diyor: "İnsanlara işin manevi boyutu lazım, din lazım. Materyalistler doğru yolda ilerlediler ama insanları din ve maneviyat olmadan kontrol altına alamazsın. Marx'ın ve sosyalizmin en büyük eksiği de dini işin içine katmamasıdır. Din olmadan sosyalizm adı altında insanlara hükmedemezsin, bu başarısızlıkla sonuçlanır"
Yazarın hakkı vardır, en nihayetinde Papa din adı altında insanlara asırlarca hükmetmişken, dini tamamen reddeden SSCB varlığını sadece 70 sene sürdürebilecektir.
Daha önce sizlere çok sık bahsettiğim Tek Dünya Dini çalışmaları da bu sebepledir. İnsanlara hükmetmek amacıyla spiritüalizm, new age gibi uyduruk pagan dinleri "enerji, evren" falan diye soslar eklenerek, yine ünlü bankerlerin finansmanlarıyla yeniden hortlatılıp moda edilmiştir (bu konunun detaylarına inşallah bir sonraki yazıda gireceğiz).
Gelelim şimdi kitaptaki en önemli noktaya... Size başkarakter Dru'nun dünyaya sosyalizme benzeyen bir yönetim biçimi getirdiğini söylemiştim. Gelelim Albay House'un kafasındaki yönetim biçiminin sosyalizm ile benzerliklerine:
Sayfa 101'de Philip Dru insanları mutlu edebilecek yeni bir dünya kurma çalışmalarına devam eder ve Dru halktan alınan gelir vergisinin çok daha yüksek olmasını ister. Dru'nun ekibi "yeni bir miras yasası" ve "yüksek gelir vergisi" koyar. Yani insanlar miras bırakırken de, işlerinden para kazanırken de daha ağır vergiler ödeyeceklerdir.
Şimdi gelin Marx'la Engels'in meşhur Komünist Manifesto'sundaki isteklerine bakalım [56]:
Komünist Manifesto'da da "yüksek gelir vergisi" ve "miras hakkının kaldırılması" talep edilir. Albay House, Marx ile birebir aynı kelimeleri kullanmıştır: "graduated income tax" (yani kademeli/yüksek gelir vergisi).
Bizim Amerikalı Albay House neden kitabında Marx'la aynı şeyleri ister ve över? Yoksa Albay House komünist midir?
246 kere dediğim gibi bu adamlar komünist veya sosyalist değiller, bu orospu çocuklarının amacı daha fazla güçtür. Albay House bunları sadece sosyalizmi pazarlamak için yazmıştır. Bak mesela:
Kitapta sayfa 36 ve 128'te başkarakter Dru yine en iyi yönetim biçiminin özelliklerini sayar: Her çocuk en uygun olduğu meslekte eğitim almalı ve her insan devlet tarafından iş garantisi almalıdır.
Herkesin en uygun olduğu işte çalışması ve herkesin iş garantisi alması vaatlerinde tabi ki bir sorun yoktur. Fakat gelgelelim bunlar birebir olarak komünizmin gerçekleşmeyen vaatlerindendir ve insanlar daha sonra da komünist rejimlerde bu vaatlere kanarak sömürülmüşlerdir. Albay House yine komünistlerle aynı jargonu kullanır ve onların fikirlerini pazarlar.
Sayfa 155'te ise çok ilginç bir bölüm vardır, şunlar söylenir:
"Dru bazen o büyük Rusya'yı ve cahil, umutsuz gözüken halkını düşünürdü. Ve Rusya'nın kurtuluşunun ne zaman geleceğini merak ederdi. Bilirdi ki bu despot ülkede birisinin yapacağı büyük işler vardı"
Albay House bu satırları 1912'de yazmıştır.
Rusya'daki Kızıl Devrim 1917'de yapılmış, SSCB resmen 1922'de kurulmuştur.
Dersi burada bitirebiliriz çocuklar.
Yok lan yok ne güzel laflıyoruz işte, ne bitirecem amına koyim ehehe.
Şimdi Albay House bu satırları yazarken epey bir müneccim yarağı yemiş gibi görünüyor. Siz şu son yazdıklarını ister tesadüfe, ister öngörüye, ister plana bağlayın. Pek önemi yok. Fakat reddedilemeyecek şey şudur: Albay House'un kitabında alenen devrim ve sosyalizm pazarlanır. Kitaptaki kahraman Dru, alenen sosyalist ve devrimci bir tiptir. Dru'nun getirdiği sosyalist devrimler insanları mutluluğa erdirir ve tamamen övülür. Ayrıyetten Dru'nun toplumda devrimi hedeflediği kitabın 38. sayfasında da alenen söylenir.
Şimdi gelelim olayın analiz kısmına: Kitabın amacı tamamen sosyalizmi pazarlamaktır, buna şüphe yok. Albay House'un, kitabı kendi ismini belirtmeden anonim olarak yayınlamasının sebebi de budur. Kendisinin böyle devrimci bir kitap yazması elbette tuhaf karşılanırdı. Ayrıca isimsiz olarak yayınlanan bu kitabı okuyan birisi, kitabın gayet devrimci ve sosyalist birisi tarafından yazıldığını düşünecektir. Peki ABD başkanının en yakın arkadaşı, danışmanı ve hatta CFR'nin kurucusu olan bir adam böyle bir kitabı neden yazar? Neden daha 1912 yılında sosyalizmi pazarlamaya çalışır böyle bir herif?
ABD bankerleri sadece 1917'deki Kızıl Devrim'e değil, aynı zamanda 1910-1920 yılları arasındaki Meksika Devrimi'ne ve 1911 yılında başlayan Çin'deki Sun Yat-sen devrimine de para ve destek yağdırmışlardır. Bu detay konuların delillerini ve belgelerini Antony Sutton'dan öğrenebilirsiniz, ben bunu size sadece bilgi olarak veriyorum [57]. Buna ek olarak Albay House'un daha 1912 yılında sosyalizmi pazarlayan kitabını da gördünüz. Hatta Albay House'un fiilen yediği boklara da bir örnek vereyim:
1917'deki Kızıl Devrim'den 3 hafta sonra Albay House, ABD başkanı Wilson'a yukarıda görmüş olduğunuz telgrafı yollar [58]. Albay House bu telgrafta başkan Wilson'a şunları söyler: "Amerikan gazetelerinde Rusya'yı düşman olarak görmeliyiz şeklinde haberler çıkıyor. Bu tür eleştirileri kesinlikle durdurmalıyız. Eğer böyle haberler yaparsak Rusya, Almanya'nın kucağına düşer"
Bu ne demek biliyor musun güzel kardeşim? "Bırakın da komünizmi kuralım Rusya'da" demek. Daha ne desin ulan adam?
ABD bankerleri kendi elleriyle komünizm adında bir düşman yaratmış, bu düşmanın doğması ve yaşaması için var güçleriyle çalışmışlardır.
Yukarıdaki telgrafta "Rus pazarını Almanlara kaptırmayalım" bahanesini kullanıyor Albay House. Aynı bahaneyi İngiltere başbakanını Sovyetlere yardım konusunda kafalayan Kızılhaç lideri Thompson da kullanmıştı. Ve ne gariptir ki yukarılarda yazdıklarımı hatırlarsan eğer, Kızılhaç lideri Thompson İngiltere'ye gitmeden evvel arkadaşı Thomas Lamont'a bir telgraf atmıştı. Bir Morgan ortağı olan Thomas Lamont ise o sırada Fransa'da bizim Albay House ile birlikteydi... Bu "aman Rusya'yı Almanlara kaptırmayalım" bahanesini Albay House ve Kızılhaç lideri Thompson gibi Morgan-Rockefeller ekibinin önemli isimleri üretiyorlar, oysa esas amaçları bundan ziyade kendi elleriyle uzun vadeli bir düşman yaratmak. Hepsinin de delillerini gösterdim sana.
Adamlar Bolşeviklere el bebek gül bebek bakıyorlar, basında olsun, uluslararası alanda olsun, erzak ve silah yardımı şeklinde olsun, Bolşeviklerin her işini gizli gizli hallediyorlar.
Bu nasıl antiemperyalist Kızıl Devrim lan?
E amına koyim keşke benim de böyle düşmanım olsa.
Hiç düşündün mü güzel kardeşim bu Morgan ve çetesi neden devrimin başından beri Bolşeviklerin yanındadır? Hiç düşündün mü bu adamlar neden kendi elleriyle komünizm diye bir düşman yaratmıştır? Hiç düşündün mü bu sosyalizm neden hâlâ matah ve çağdaş bir şeymiş gibi pazarlanır ve senin gibi ithal fikirlerin, ithal kahramanların hastası tipler bunları hemen sahiplenir?
SSCB'nin kurulma amaçları şunlardır:
1- Rus pazarını sömürmek,
2- Sosyalizmi büyük bir ülkede denemek,
3- Ve en önemlisi; kapitalizme ve yakında peydah olacak faşizme potansiyel bir düşman yaratmak, savaş ortamı oluşturmak. Böylece silah satışıyla, savaş sanayisiyle, kredilerle, yatırımlarla paranın amına koymak, devletleri bu bankerler çetesine bağımlı hâle getirmek, borçlandırmak ve çatışmalarla dünyayı şekillendirmek.
Marx diyalektiğini Hegel'den alır. Hegel'in diyalektiğine göre bir tez, bir antitez vardır ve bunların çatışmasından yeni bir sentez doğar.
Hiç düşündün mü bu adamların Hegel'in diyalektiğini kullanıyor olabileceğini?
Hiç düşündün mü kapitalizmin tez, komünizmin antitez, Yeni Dünya Düzeni'nin ise bu ikisinin çatışmasından doğan ve hem kapitalist, hem komünist özellikler barındıran bir sentez olabileceğini?
Yok, sen anca bugünkü gündemle ilgili esprili tweet düşünür, sonra da ortamlarda bir eleştirmen edasıyla sikim sikim muhalif tavırlar sergilersin. Sadece inanmak istediğin şeye inanır, gerçekleri gram siklemez, sonra da kendin çok farklıymışsın gibi "Özgeciğim insanlar cahil, laftan anlamıyorlar ki" diye bilgiçlik taslarsın. Sana diyorum sana, sığır gibi yaşadığı halde Facebook'una siyah çelenk resmi koyup vicdanını rahatlatan, lafta duyarlı özde gavat deyyus, senden bahsediyorum. Ulan be amına koduğum sen Konyalı Hacıseyitoğlu ailesinde dünyaya gelseydin şu an beyaz atletli kocasına çay servisi yapan, izinsiz bakkala çıktı diye dayak yiyen, hayatında ve etrafında zerre değişiklik yaratamayan, etrafı onu neye yönlendiriyorsa ona uyan bir tip olacaktın. Çünkü şu anda da öylesin. Şans veya ilahi kader sonucu üniversite okuyabilecek imkanları sana sağlayabilen bir ailede doğdun diye ne lan bu aydın tavırları? Neren aydın ulan senin? Ulan ben senin bu dünyaya gelmende katkısı bulunan hastanenin temel atma törenine katılan belediye encümenini sikeyim gerizekalı herif. Bıktım ulan sizin şu hep lafta kalan iyiliğinizden ve insan sevginizden. Ve siz her yerdesiniz amına koyim, kaçış da yok sizden. Olum ben galiba çok yalnızım ya.
Neyse dayı neyse, ben içimi sonra dökerim konumuza dönelim biz.
Bizim Albay House'a geri döneceğiz, zira kendisi tarihin az bilinen fakat en önemli perde arkası figürlerinden birisi.
Fakat bu esnada hikayemize yeni bir arkadaş daha katılacak, şimdi ona merhaba deyin: Karikatürist Robert Minor.
İlk bolşevik hükümeti, Uluslararası Propaganda Bürosu adında bir oluşum kurar. Amacı isminden bellidir; komünizmi Rusya dışındaki ülkelerde, özellikle de Avrupa'da duyurmak [59]. Her neyse, bizim Amerikalı Robert Minor da bu büroda çalışır. Zira Robert Minor bir zamanlar Amerika'nın en çok ücret alan karikatüristi olsa da, komünizm davasına gönül vermiş delikanlı bir abimizdir.
Robert Minor'a propaganda ofisinde zor bir görev verilir ve kendisinden Avrupa'daki Amerikan ve İngiliz askerleri arasında komünizm propagandası yapması istenir. "Yes comrade" diyerek görevi kabul eder bizim Minor. Bu iş için tipik komünizm broşürleri hazırlar ve hatta bu broşürler uçaklardan Avrupa şehirlerine dağıtılır. Derken 1919'da Robert Minor, odasında otuzbir çekerken annesine yakalanan ergen misali cascavlak yakalanır. Yakalandığı sırada yanında Philips Price adlı, aynı propaganda bürosunda çalışan bir başka Amerikalı arkadaşı daha vardır. Buyrun İngiliz arşivlerinde şimdiye kadar Minor ile ilgili anlattığım her bokun raporu da mevcuttur, isteyen kaynakçadan incelesin [60]:
İngiliz arşivlerindeki bu raporun başlığı "Philip Price ve Robert Minor davası"dır.
Robert Minor, Amerikan ordu mahkemesinde yargılanacaktır. Suçu ise; Amerikan askerleri arasında komünizm propagandası yapmaktır, bir başka deyişle komutanın karısını sikse daha iyiydi.
16 Haziran 1919 tarihli New York Times haberinde de bunlar söylenir, fakat o da ne [61]:
Haberde "House, Robert Minor'ın serbest bırakılmasını istiyor" yazar. Buradaki House, tahmin ettiğiniz üzere Wilson'un başdanışmanı olan Albay House'tur.
Bir başka New York Times haberinde de Albay House'un bu davayla çok ilgili olduğu söylenir [62]:
Bizim Albay House, şimdi de Bolşeviklerin propaganda ofisinde çalışan karikatürist Robert Minor'ın salınması için devreye girmiştir.
Derken mahkeme apar topar iptal edilir, Robert Minor ışık hızıyla serbest bırakılır. Kimse Amerikan askerleri arasında komünizm propagandası yaparken kabak gibi yakalanan bir adamın neden salındığını anlamaz. 13 Temmuz 1919 tarihli bir başka NY Times haberinden bazı kesitler sunayım şimdi size [63]:
Haberden bazı kilit cümleleri çeviriyorum: "Ordu, Robert Minor'ın salınmasından memnun değil. Amerikalılar, Minor'ın davasının düşmesi kararının kime hizmet ettiğini merak ediyor. Kesin olan bir şey var ki, Minor'ın serbest bırakılmasını ordu istemedi."
Eee Albay House bu amına koduklarım, ne sandınız?
Albay House'un, Robert Minor'ın salınması için verdiği bu mücadelenin sebebine gelince... Minor'ın babası Texas'ta yargıçtır ve baba Minor, Albay House'a telgraf yollayarak oğlunun salınmasını ister... Hayır hayır, bu sizin gazete küpürlerinden öğreneceğiz, işin tıraş kısmıdır ve bu esrarengiz olaya bir anlam yükleme çabasındaki gazetelerin ürettiği zorlama bir bahanedir.
Zira Robert Minor'ın propaganda yaparken beraber yakalandığı diğer arkadaşı Philip Price da tıpkı Minor gibi ışık hızıyla salıverilmiştir. Yani iş öyle basit bir torpil meselesi değildir. Yazının başlarında Kızılhaç lideri Thompson'ın, Bolşeviklere Avrupa'da propaganda yapmaları için verdiği 1 milyon doları hatırlıyor musunuz? Hani Morgan'dan almıştı o 1 milyon doları. Hah işte, Bolşeviklerin Almanya'daki propaganda çalışmaları, Kızılhaç lideri banker Thompson'ın propaganda programı dahilindedir [64]. Bu sebeple Robert Minor ve arkadaşı Philip Price daha mahkemeye bile çıkarılmadan serbest bırakılmışlardır, zira mahkemede idam korkusuyla birtakım bilgileri yumurtlayabilirlerdi ki bu, Albay House ve saz arkadaşları olan Wall Street çetesi için skandal olurdu.
Ayrıca bakın sizlere ne göstereceğim, aşağıdaki karikatürü bir inceleyin bakalım:
Bu sembolik anlamlara sahip karikatür 1911'de Robert Minor tarafından çizilmiştir. Karl Marx elinde "sosyalizm" yazan bir kitap ile Wall Street'tedir. John D. Rockefeller, Marx'a bakarak ellerini ovuşturmaktadır. Diğer ünlü Wall Street bankerleri de Marx'ı ve sosyalizmi büyük bir iştahla karşılamaktadır.
Kendisi de bir komünist olan Robert Minor bu karikatürü ne amaçla çizmiştir, bunun için kesin bir şey söylemek zor, bu sır rahmetli Minor ile mezara gömüldü. Belki de çoğu zaman yaptıkları gibi, yiyecekleri bokları önceden duyurmaktan garip bir keyif alıyorlardır. Fakat ne olursa olsun çizdiği bu karikatür, size şimdiye kadar delilleriyle anlattığım her şeyin özetidir.
Komünizm, ABD'li bankerleri daha da zengin etmek dışında hiçbir şeye yaramamıştır.
Yüzleşin.
Şimdi biraz da Troçki'yi inceleyeceğiz. Açıkçası Troçki, bolşevikler arasındaki en derin, en kurnaz adam bana kalırsa. Troçki Kızıl Ordu'nun kurucusudur ve Kızıl Devrim'de hiç şüphesiz en çok paya sahip olan adamlardan biridir. Rusya'daki ilk devrim (Şubat Devrimi) sırasında Troçki Amerika'da sürgündedir. Bu ilk devrimden Rus komünistlerinin memnun olmadığını ve Kasım ayında ikinci devrim olan Kızıl Devrim'i yaptıklarını söylemiştim hatırlarsanız. Kızıl Devrim'i yapacak olan Bolşeviklerin çoğu, ilk devrim sırasında yurtdışındadır ve apar topar Rusya'ya giderler. Rusya'da ilk devrim gerçekleşince, bizim kanı kaynayan Troçki de Amerika'larda duramaz. Kızıl Devrim'i gerçekleştirmek üzere devrimci arkadaşlarıyla beraber derhal vapura atlayarak önce Kanada'ya, oradan da Rusya'ya geçer. Bindikleri vapurun adı ise Christianiafford'dur. Troçki'nin "Hayatım" adlı otobiyografisinden de öğrenebiliriz bunları [65]:
Troçki öncelikle Amerika'dan Kanada'nın Halifax şehrine geçer. Bu sırada Troçki ve diğer devrimci arkadaşlarının ellerinde, nereden buldukları muamma olan Amerikan pasaportları vardır. Rusya'ya giderken mecburen uğradıkları Kanada, İngiltere ve İsveç gibi ülkelerden bu pasaportlar sayesinde geçebilmişlerdir. Bu kadar devrimcinin ve Troçki gibi ünlü bir adamın bu Amerikan pasaportlarını elde etmesi ise ABD başkanı Wilson sayesinde mümkün olmuştur.
Şöyle ki, hikayemize yeni bir arkadaş daha katılacaktır, o da Lincoln Steffens adlı Amerikan muhabir ve yazardır. Steffens sosyalist bir yazardır ve yazılarında Kızıl Devrim'e, Bolşeviklere destek vermiştir. Bu olabilir, bir insan sırf Amerikalı olduğu için sosyalist olamaz diye bir kaide yok, yukarıdaki Robert Minor örneğinde de gördük zaar. Fakat Steffens aynı zamanda başkan Wilson ve bizim meşhur Albay House ile de sıkı arkadaştır ve onlardan görevler alarak Rusya'da Bolşeviklerle irtibatlarda bulunmuştur. Bunları da Steffens'ın otobiyografisinden öğrenebiliriz. Yalnız bu amına koduğumun Steffens'ı da sanki hayatta çok bir sike derman olmuş gibi gidip hayatını anlatan kitap yazıyor, bize ne lan senin biyografinden sik suyu? Ama neyse, sonuçta bu arkadaşın otobiyografisi de epey işimize yarayacak.
Bir sosyalist olan Steffens'ın da ilk devrimden sonra kanı kaynar ve hemen Rusya'ya gitmek ister. Şimdi bu arkadaşın otobiyografisini incelemeye başlayabiliriz [66]:
Burada "Başkan Wilson kusura bakmasın ama Rusya'ya, devrime gitmek zorundaydım" gibisinden duygusal laflar söyler Steffens. He amına koyim, Rusya'ya gittin diye çok kızacaktı sana Wilson, kulaklarını çekecekti senin, götüne şaplak atacaktı. Her neyse, bizim muhabir Steffens tam da Rusya'ya gidecekken bir araba tarafından durdurulur ve arabadan içeri bakar. Arabadan kimin çıktığını görmek için sayfayı çeviriyoruz:
"Arabadan Charles Crane çıktı, onu selamladım. Acaba nereye gidiyordu?" diye yazar Steffens. Arabadaki bu Chales Crane denen eleman Amerikalı bir iş adamıdır. Crane, Rusya'daki ilk devrime epey bir destek vermiştir ve ayrıca başkan Wilson ile de pek yakındır.
Otobiyografinin devamında da Crane'in Rusya'ya gittiğini öğreniriz. Yani Steffens ve Crane tamamen şans eseri (!) yolda karşılaşırlar ve Rusya'ya beraber giderler.
Peki iş adamı Crane'in ne işi vardır Rusya'da?
Bu sıralarda Amerikalı birtakım işadamı ve siyasetçiler, Root Görevi adı altında Rusya'ya giderler. Buyrun şimdi de Dışişleri belgelerine bakalım [67]:
Bu göreve iş adamı Charles Crane de katılır [68]:
Evet, şimdi kısaca bir toparlayalım: Bizim sosyalist yazar Steffens Rusya'ya gidecekken bir araba tarafından durduruluyordu. Arabadan iş adamı Richard Crane çıkıyordu ve şans bu ya, o da Rusya'ya gidiyordu. Şimdi Steffens'ın otobiyografisinden devam edelim [69]:
"Nereye gidiyorsun Crane" diye sorar Steffens. İş adamı Crane ise şunları söyler: "Rusya'ya gidiyorum. Ama önce bakanlığa uğrayıp bir pasaport almam lazım. Hadi atla arabaya."
Allah Allah, iş adamı Crane önce pasaport alacakmış bakanlıktan... Steffens'ın obiyografisinden devam edelim, bakalım bizim Steffens ve Crane hangi vapurla gidiyorlar Rusya'ya [70]:
Kader bu ya, Steffens ve Crane, Troçki ile aynı vapura binerek yola çıkarlar. Bremen Mızıkacıları gibi amına kodumun Steffens'ının hikayesi, bir de yolda eşekle karşılaşsaydı tam olacaktı piç. Sosyalist muhabir Steffens, iş adamı Crane ve devrimci Troçki üçlüsü vapurda muhabbet de ederler. Tabi muhabbetin detayını pek anlatmaz yazar Steffens. Ayrıca vapurda diğer Rus devrimciler de vardır ve vapur New York'tan, önce Kanada'nın Halifax şehrine doğru yola çıkar.
Şimdi bilgilerimizi gözden geçirelim.
1- Birinci devrim gerçekleşirken Troçki Amerika'dadır. Amerikan pasaportu edinerek Christianiafford adlı gemiye atlar. Rotası önce Kanada, sonra da Kızıl Devrim'in gerçekleştirileceği Rusya'dır.
2- Sosyalist yazar Steffens ve iş adamı Richard Crane de aynı vapura binerek Rusya'ya giderler. İkisi de başkan Wilson ile yakın irtibattadırlar.
3- İş adamı Richard Crane vapura binmeden önce bakanlığa giderek pasaport alır. Hayat bu ya, bizim Troçki ve arkadaşlarına da pasaport lazımdır.
4- Troçki ve Rus devrimciler, daha sonra sahip oldukları Amerikan pasaportları sayesinde Rusya'ya giriş yapabileceklerdir.
Araya ufak bir reklam aldıktan sonra devam ediyoruz. Nihayet vapur Kanada'nın Halifax şehrine varır. Troçki Kanada'daki toplama kampında bir süre bekletilir. Adı çıkmış bir Rus devrimcisi, elinde Amerikan pasaportuyla Rusya'ya gidiyor olduğu için epey dikkat çekmiştir. Ardından araya Alman ve İngiliz yetkililer girerek Kanadalı yetkililere esrarengiz bir şekilde Troçki'nin salınması talimatını verirler. Bu yazışmalar ise Kanada Post Office Department arşivlerinde vardır [71]. Antony Sutton bu belgeleri de kitabında gösterir fakat ben Kanada arşivlerine ulaşamadım. Şimdiye kadar size anlattıklarımın birçoğu zaten Sutton'ın kitabında gösterdiği belgelere dayanıyor ve Sutton'ın gösterdiği çoğu belgeyi de size şimdiye kadar gösterdim, adamın hiçbir yalan dolanı yok. İzninizle Kanada arşivlerine de ulaşamamış olayım bir zahmet, biz de insanız amına koyim.
Neyse, Troçki ABD'den Rusya'ya geçerken yolu birçok ülkeye düşer ve İngiltere'de de tutuklanır. Troçki'nin iddiasına göre ona Amerikan pasaportunu geçici Rus hükümetinin New York'taki temsilcileri ayarlamışlardır, fakat bu zerre kadar mantıklı bir izah değildir, şöyle ki:
Troçki'nin otobiyografisinde aktardığına göre tutuklandıkları kamptaki İngiliz bir albay ile aralarında şu diyalog geçer [72]:
- Bizi niye tutukladınız?
- Çünkü siz şu anki Rus hükümeti için tehlikelisiniz.
- Ama bize pasaportlarımızı New York'taki Rus hükümeti elçileri ayarladı. Hem size ne oluyor, bırakın da Rus hükümeti korusun kendini.
- Genel olarak siz müttefikler için tehlikelisiniz.
Geçici hükümet için tehlikeli olduğu alenen bilinen Troçki'nin pasaportunu yine geçici hükümetin sağlamış olması akla mantığa sığmamaktadır. Bundan önce de Troçki henüz Amerika'dayken, geçici hükümetten memnun olmadığını açıkça dile getirmiştir. Buyrun ben adamı belgelerle sikerim:
Yukarıdaki haber Rusya'daki ilk devrimden 1 hafta sonra, 16 Mart 1917 tarihli New York Times'ta yayınlanmıştır [73]. Haber, Troçki'nin Sosyalist Novy Mir gazetesinde söylediklerini aktarır. Habere göre Troçki aynen şunları söylemiştir: "Rusya'da iktidarı ele geçiren hükümet, devrimcilerin çıkarını veya hedeflerini temsil etmiyor. Bu hükümet muhtemelen kısa ömürlü olacak ve Rusya'nın demokratikliğini daha ileri götürmekte kararlı adamlar tarafından indirilecektir"
Buradan şunları anlıyoruz:
1- Troçki, Rusya'da ilk devrimden sonra başa geçen geçici hükümete düşmandır. Ayrıca bu hükümetin kararlı devrimciler tarafından devrileceğini söylemiş, birnevi hükümeti tehdit etmiştir. Bu da demek oluyor ki Troçki'ye Amerikan pasaportunu geçici hükümetin ayarlamış olması mümkün değildir.
2- Bu hükümetin kısa ömürlü olacağını ve gerçek devrimciler tarafından indirileceğini söylemiştir Troçki. Bu söyledikleri gerçekten de 8 ay sonraki ikinci devrimde gerçekleşecektir ve saydığı gerçek devrimcilerden biri de kendisidir. Troçki yine kâhinlik yapmıştır.
3- Troçki alenen "devrimciler bu hükümeti indirecek" deyip, Amerika'dan Rusya'ya doğru yola çıkmıştır. Yani herkes Troçki'nin neden Amerika'dan Rusya'ya gittiğinin farkındadır. Tüm bakanlıklar da, onu tutuklayan hükümetler de, yukarıdaki kıçı kırık albay bile... Fakat nasıl oluyorsa kendisi her tutuklandığı ülkede esrarengiz bir şekilde serbest bırakılıyor ve Kızıl Devrim'i gerçekleştirmek üzere Rusya'ya varıyor.
Deliller gösteriyor ki Troçki pasaportunu nasıl aldığı konusunda yalan söylemektedir. Öte yandan sosyalist Steffens ve iş adamı Crane'in onunla aynı gemiye binmesi, Crane'in pasaport alacağını söylemesi, Troçki'nin ve arkadaşlarının Rusya'ya varmak için Amerikan pasaportuna ihtiyaç duyması, bu pasaportarın gayet ABD Dışişleri Bakanlığı ve Wilson sayesinde ayarlandığını gösteriyor. Ayrıca Troçki doğru bile söylüyor olsa, yani cidden pasaportunu Rus elçiler kanalıyla bile ayarlamış olsa, Rus hükümetine düşman olarak yola çıktığı herkes tarafından bilinen bu arkadaşlara pasaportu veren yine ABD Dışişleri Bakanlığı ve başkan Wilson'dur. Başka bir izahı yoktur.
Devam edelim.
Troçki'nin de aralarında bulunduğu bu Rus devrimciler, Mayıs-Haziran aylarında Amerika'dan İsveç'e patır patır geçiş yaparlar. Sadece Troçki'nin vapurundakiler değil yani, başka vapurlarla da bu şekilde ABD'den İsveç'e gelen devrimciler olmuştur ve çoğunun ellerinde Amerikan pasaportları vardır. İsveç'ten sonra da Rusya'ya geçip Kızıl Devrim'i gerçekleştireceklerdir.
Troçki otobiyografisinde Rusya'ya geçerken arada İsveç'e de geldiğini yazar [74]. Kendisi muhtemelen mayıs ayında varıyor buraya.
Ayrıca, Haziran 1917'de İsveç elçisinden ABD Dışişlerine bir telgraf gelir [75]:
İsveç elçisinin verdiği bu raporda, Boris Reinstein adlı devrimcinin Halifax'tan (Troçki'nin Rusya'ya gelirken uğradığı şehir) İsveç'e geldiği söylenir ve iddiasına göre devrimci Reinstein'ın da Amerikan pasaportu vardır. Ve Reinstein "New York'taki ve Halifax'taki yetkilileri nasıl atlatarak İsveç'e gelebildiği" sorusunu cevapsız bırakır.
Reinstein'ın bu hikayesi, Troçki'ninkine çok benzerdir. Onun da yetkilileri nasıl atlatarak İsveç'e gelebildiği muammadır.
İsveç elçisinin yukarıdaki telgrafına, ABD Dışişleri Bakanlığından cevap gelir [76]:
Verilen cevap tam bir komedidir: "Ko götüne ya, bu Reinstein'ın örgütü zaten önemsiz"
Bu "önemsiz" Reinstein daha sonra Troçki'nin kurmuş olduğu Uluslararası Devrimci Propaganda Bürosu'nun başına getirilecektir [77]. Bu büroda Reinstein'ın emrinde çalışan ABD'li karikatürist Robert Minor, Avrupa'da komünizm propagandası yaparken yakalanacak, onu kurtaran ise her fırsatta Bolşeviklere yardımını esirgemeyen Albay House olacaktır.
Hayat işte...
Sonuç olarak aralarında Troçki'nin ve birçok Rus devrimcisinin bulunduğu bu önemsiz kişiler çatır çutur Amerika'dan İsveç'e, sonra da Rusya'ya geçiş yaparak Kızıl Devrim'i yapacaklardır. Ellerinde Amerikan pasaportlarıyla ve amaçları herkes tarafından bilindiği halde... Zaman zaman bizzat müdahalelerle, zaman zaman da sınırdan geçişlerine göz yumularak Rusya'ya varmaları sağlanacaktır. Bu şekilde Rusya'ya varan Troçki, kurduğu Kızıl Ordu için de (yazının başlarında delilleriyle gördüğümüz üzere) Kızılhaç ayağıyla Rusya'ya gelen Wall Street bankerlerinden erzak ve mühimmat yardımı alacaktır.
İşte size büyük devrimci Troçki ve halkların devrimi olan Kızıl Devrim.
Sovyetler Birliği'nin kuruluşu, Wall Street'in işte bu özverili çalışmaları sayesinde oldu. Amaç ise sosyalizm adlı bir düşman yaratmak ve dünyayı iki kutba ayırmaktı. Neden mi, şöyle ki:
Dünyanın en ölümcül hastalığının ilacını buldun diyelim. Dünyanın en ölümcül hastalığının ilacını insanlara satabilmek için en çok neye ihtiyacın var?
Dünyanın en ölümcül hastalığına ihtiyacın var elbette.
Hastalık yoksa, ilacı da satamazsın.
Bu adamlar silahın sahibidir. Dünyada savaş veya düşmanlık yoksa istediğin miktarda silah satamazsın. Silah satabilmek için silaha talep yaratman gerekir. Silaha talebin olması da ancak savaş veya düşmanlık yaratmakla mümkündür. Keza yıllar boyu sürecek "soğuk savaş" döneminde birbirine düşman edilmiş ülkelerin, grupların, sağcı-solcuların silahlandırıldığına şahit olduk. Bu savaşların her birinde de kazanan bu orospu çocukları oldu. İnsan, kendi gerizekalılığının cezasını kendisi ödedi ve hâlâ da ödüyor.
Bu adamlar ayrıca paranın da sahibidir. Sahibi olduğun parayı çoğaltmanın birinci koşulu da, arz-talep gereği yine insanların paraya olan ihtiyacını arttırmak ve böylece onları kendine borçlandırmaktır. Savaş dönemleri, para ihtiyacının en çok arttığı dönemdir. Napolyon "Para, para, para" derken içki sofrasındaki Bekir gibi "abi param olsa ben de sikerdim o karıyı" mantığıyla söylemiyor bu lafı. Napolyon bir askerdir ve savaşta en gerekli şeyin para olduğunu bilerek söylüyor bu lafı.
Savaşanlar daha çok borçlanır, onları savaştıranlar daha çok kazanır. Bütün mesele bundan ibarettir.
Yazı eşeğin siki uzunluğuna eriştiği için artık yavaş yavaş yakın tarihe geçiyorum kaynatasızlar. Şu Sovyetler Birliği'ni bir kuralım hele.
1917-1922 yılları arasında süren iç savaşı Kızıl Ordu kazandı ve 1922'de SSCB resmen kuruldu. SSCB kurulana kadarki bu iç savaşta 7 milyon civarı insan öldü. Peki bu 7 milyon insan ne uğruna öldü, bunları yine delilleriyle birlikte göreceğiz.
SSCB kuruluşundan itibaren en fazla önemi sanayileşmeye vermiştir kaynatasızlar, en çok önem verdikleri sanayi dalı ise askeri sanayidir. Zira Stalin denen kütük, "tek ülkede sosyalizm" diye gerzekçe bir politika icat eder. Tek ülkede sosyalizm şu demektir: Rusya kendi içinde güçlenecek ve daha sonra sosyalizmi diğer ülkelere yayacaktır. Tek ülkede sosyalizm, marksist teoriyle zerre kadar alakası olmayan saçma bir politikadır. Tamamen Stalin'in güçlü bir lider olma hırsıyla götünden uydurduğu bir şeydir. Ve SSCB gibi hesapta sosyalist bir ülke, gidip bu Stalin'e itaat edecek ve onu ölene kadar iktidarda tutacaktır (dik dur eğilme comrade'lar seninle). Aslında sosyalizmdir, Marks'tır, bunlar kimsenin sikinde değil. İnsanlar her çağda olduğu gibi yine güce tapıyor, güçlü olanı şartsız koşulsuz destekliyorlar anlayacağınız üzere. Ayrıca "dünyada devrimi" amaçlayan Troçki de bu saçma politikası yüzünden Stalin'e kafa tutacak ama daha sonra Stalin'in adamları tarafından başına yediği kazma darbesiyle Hakkın rahmetine kavuşacaktır. Her ne sikimse, laf lafı açtı amına koyim. Benim esas demek istediğim şudur: Stalin dünyada devrimden ziyade güçlü bir SSCB üzerinden komünizmi yaymayı planlamıştır. Bu da demektir ki yayılmacı bir politika izleyen Sovyetlere askeri sanayi lazımdır, fabrika lazımdır, tank lazımdır, tüfek lazımdır.
Sovyetlerin sanayiye, teknolojiye ve her türlü ıvır zıvıra duyacakları bu açlık, Amerikalı bankerler tarafından daha SSCB kurulmadan evvel öngörülmüştür. Amerikalı bankerler için Rusya bir fırsatlar ülkesidir.
Daha 1918'de "Rusya'ya yardım ve işbirliği için Amerikan birliği" adında bir oluşum kurar bankerler [78]. Amaç hem Sovyetlerle ticaret yapmak, hem de komünist bir hükümetle yapılacak bu ticareti insanlara şirin göstermektir. Bu birlikte Kızılhaççı Thompson, Robins'in karısı, General Electric yöneticileri, Albay House'un adamları, sosyalist yazar Steffens ve daha yığınla Amerikalı iş adamı vardır. Ünlüler çiftliği gibi amına koduğumun yeri, bir Yıldo eksik aralarında.
Yavaş yavaş tarihte ilerleyelim, Sovyetler Birliği'ni kuralım. Sovyetler Birliği kurulur kurulmaz Bolşeviklerin kadim dostu Morgan, gidip Moskova'da derhal ilk şubesini açar. JP Morgan Chase'in kendi web sayfasındaki tarihçede de gururla söylenir bu [79]:
Ardından Amerikan-Rus Ticaret Odası ve Amtorg Corporation gibi yine yönetici listesinde Morgan ve Rockefeller çalışanlarının fink attığı başka kurumlar da kurar Amerikalı bankerler. Sırf bu kurumlar üzerinden her sene milyonlarca dolarlık mal satarlar Sovyetlere [80]. Bu sikindirik kurumların hepsini burada uzun uzadıya anlatmayacağım. Ama bunları bilgi olarak kısaca veriyorum ki duygusal romantik arkadaşlar öyle "komünistlere ambargo koydular, aç bıraktılar, ühüğüe" diye bir geçmişi olduğu zannetmesinler Sovyetler Birliği'nin. Kaynaklara bakarsanız bu Amerikalı bankerlerin, SSCB'nin ilk yıllarında bile çatır çutur ticaret yaptıklarını göreceksiniz.
Bu yukarıda saydığım kurumlar üzerinden genellikle gıda, tarım ürünü, makine gibi ıvır zıvır şeyler satılıyor Sovyetlere. Fakat bu arkadaşlar elbette sadece bunları satmıyorlar, zira dediğim gibi Sovyetler Birliği askeri sanayiye aç bir ülke ve Amerikalı bankerler böyle bir fırsatı kaçıracak değiller. Mesela Rockefeller'a ait meşhur petrol şirketi Standard Oil bile 1928'de birçok anlaşma yapıyor SSCB ile (detayları pek bilinmese de yaptıkları anlaşmalar belgelerle sabit) [81].
Peki bir ülke neden düşmanının askeri sanayisinin gelişimine yardımcı olur? İşte şimdi işin alengirli boyutuna gireceğiz. Dikkatle ve sabırla okuyun gadasını aldıklarım.
Traktör ve otomobil fabrikalarının askeri sanayideki önemi çok büyüktü. Zira traktör ve otomobil fabrikaları, askeri üretime çok rahat adapte edilebiliyorlardı. Somut örneklerle açıklıyorum; mesela meşhur otomobil firmaları Ford ve Cadillac, Amerika için uzun yıllar tank üretmiştir. Hatta Ford, 2. Dünya Savaşı yıllarında tank ve zırhlı araç üreterek ayakta kalıyor, yoksa çoktan iflas etmişlerdi ve şu an dünyada Ford diye bir şirket yoktu. Aynı şekilde İtalya'da Fiat, Fransa'da da Renault ve Citroen patır patır tank üretmiştir [82]. Yani demem o ki tıpkı yukarıdaki ülkeler gibi Sovyetler Birliği'nde de traktör ve otomobil fabrikaları savaş sanayinin can damarıdır. Ayrıca traktörlerin kendisi de ağır makineli olarak, top atar olarak veya nakliye aracı olarak sık sık savaşlarda kullanılıyor. Mesela;
2. Dünya Savaşı'nda traktöre monte edilmiş bir Rus makinalısı.
Veya traktörden devşirme bir Rus topçusu.
Dediğim gibi traktörün esas önemi bu değil. Traktör fabrikaları rahatlıkla tank ve zırhlı araç da üretebiliyorlar. Ve Sovyetler Birliği'nin çoğu tankı, traktör fabrikalarında üretildi. Bazen de tank yapımındaki parçalar ve motorlar bu fabrikalarda üretildi. Şimdi sizlere başlıca Sovyet traktör fabrikalarını, kuruluş tarihleriyle veriyorum (hızlıca bir göz gezdirmeniz kâfi) [83]:
Leningrad (1929'da yeniden inşa edildi)
Stalingrad (1930, sonra ismi değiştirildi, Volgograd oldu)
Kharkov (1931)
Chelyabinsk (1933)
Altai (1943)
Vladimir (1944)
Lipetsk (1947)
Minsk (1950)
Kharkov (1950)
Bu Sovyet traktör fabrikaları başlı başına Sovyetler'in tüm traktör ihtiyacını karşılamıştır ve askeri üretimde de kullanılmıştır. CIA'in 1976'da hazırladığı bir raporda Sovyetler'in traktör üretimi detaylarıyla verilmiştir, aşağıdaki tabloda hemen hemen tüm Sovyet traktörlerinin bu yukarıda saydığımız fabrikalarda üretildiğini göreceksiniz [84]:
Bu fabrikalar sayesinde Sovyetler Birliği yıllar içinde dünyanın en büyük traktör üreticisi olmuştur, bu bilgi de ilgili CIA raporunda mevcuttur.
Peki biz bu fabrikaları neden sıraladık biliyor musun kaynatasız? Bu Sovyet traktör fabrikalarının hepsi ya bizzat Amerikan şirketleri tarafından, ya da Amerikan teknolojisi satın alınarak kuruldu.
Hem de hepsi.
Örneğin 1930'da kurulan Stalingrad (ismi Volgograd oldu daha sonra), Avrupa'nın en büyük traktör fabrikasıydı. Bu fabrika 1929-1930 yıllarında Albert Kahn Inc. ve Austin Company gibi Amerikan şirketleri tarafından kuruldu. Aşağıdaki Nisan 1930 tarihli haberde, 25 Amerikalı mühendisin "Rusya'nın endüstrisini geliştirmek için" Rusya'ya gittiği yazar [85]:
Stalingrad Traktör Fabrikasının parçaları gemiyle Amerika'dan getirildi, tam 80 Amerikan şirketi bu sevkiyatta yer aldı ve fabrika bizzat Amerikalı mühendisler tarafından kuruldu. Ve bu fabrika hem traktör, hem de tank üretiminde uzun yıllar kullanıldı [86].
Şimdi bu konuyla ilgili olarak tarihi ileri alıyoruz, zira ABD Dışişleri'nin güncel arşivlerine gireceğiz kaynatasıyla dans ettiklerim.
1972 yılında ABD ve Sovyet bakanları arasında bir görüşme yapılır. Bu görüşmenin kaydı Dışişleri arşivlerinde vardır, biz de zaten bu görüşmeyi inceleyeceğiz. Şimdi öncelikle aşağıda çerçeve içine aldığım bölümlere bir bakın hele, bizzat Dışişleri arşivinden alıyorum [87]:
1972 yılındaki bu toplantı, Vietnam Savaşı sırasında yapılmıştır. Peki toplantının konusu nedir? Ateşkes mi? Barış mı? Savaş mı? Hayır, "ekonomik ilişkiler" (en alttaki çerçeveye bakarak gözlerinizle görebilirsiniz).
Yani Amerikan askerleri, ellerinde Sovyet silahları olan Kuzey Vietnamlılar tarafından öldürülüyorken, bizimkiler yine tam kadro ticaret peşinde koşmaktadır.
Vietnam Savaşı da Kore Savaşı gibi amaçsız yarak kürek bir savaştır. Kuzey Vietnam SSCB tarafından, Güney Vietnam da ABD tarafından desteklenir, iki ülke Vietnam üzerinde sidik yarıştırır. Sovyetler, Kuzey Vietnam'a hayvan gibi silah, tank vs yardımında bulunur, ABD ise Güney Vietnam'a cephane yardımı yapmakla yetinmeyip savaşa bizzat kendi askerleriyle katılır ve bildiğiniz üzere anasının amı gibi kayıplar verir. Tüm dünya hesapta komünizm ve kapitalizm savaşını bir kez daha seyreder, ibret alır.
Şimdi bu kısa hatırlatma faslından sonra dönelim malum toplantıya. Konusu "ekonomik ilişkiler" olan bu toplantı Sovyet ve ABD bakanları arasında yapıldı demiştik. Hatta toplantıya ABD başkanı Nixon ve Henry Kissinger da bizzat katılır. Kissinger günümüzde de hâlâ itlik serserilik peşinde koşmaktadır ve yıllardır CFR'nin en önemli akıl hocalarından biridir. Bu adamın kitapları ülkemizdeki bazı üniversitelerde de ders kitabı olarak okutulmuştur. Neyse, aynı dışişleri arşivinde bu toplantıda konuşulanların kaydı da var elbette, buyrun:
Toplantının sonunda iki taraf da anlaşır, Sovyetlerle yüzlerce milyon dolarlık anlaşmalar yapılır. Hatta başkan Nixon şunları söyler: "Sovyetler ve Amerika arasında daha fazla ticaret olması iki ülke için de iyi. Yeni ticaret girişimleri için her türlü teşviği ve desteği vermeye hazırım."
Afferim oğluma, good boy.
Aynı belgeden devam ediyoruz:
Kosygin, önemli bir Sovyet devlet adamıdır ve Sovyet Bakanlar Kurulu Başkanıdır. Yetkili bir abi olan yoldaş Kosygin, Nixon'ın yukarıdaki sözlerini destekleyerek şunları söyler, lütfen dikkatle okuyun kaynatasızlar: "Ticaret yapmamız sorun olmaz, daha önce de Volgograd Traktör Fabrikası'nı ve Gorki Otomobil Fabrikası'nı Amerikan yardımıyla yaptık. ... Biliyorsunuz belirli Amerikan şirketleri bu fabrikanın yapımında görev aldı. ... Volgograd fabrikası şu an 1000'den fazla araba üretiyor. Bu fabrikanın yapımında İtalyanların bize Amerikan ekipmanları sattığını da kendi gözlerimle gördüm. Volgograd harika bir fabrika, hiçbir kusuru yok."
Şimdi yine hep beraber söylüyoruz: KAAAALİN KAKALİN KAKALİN KAMAYA HEY
Stalingrad Traktör Fabrikası; 1930 yılında bizzat Amerikan şirketleri tarafından yapılmıştır. Ardından 1968 yılında İtalyan firması Fiat, yine Amerikan ekipmanlarının desteğiyle Volgograd Otomobil Fabrikası'nı kurmuş, ve eski Stalingrad Traktör Fabrikası da bu yeni fabrikaya dahil edilmiştir. Rus bakan Kosygin'in anlattığı olay tamamen budur. Şimdi sizlere bir fotoğraf göstermek istiyorum [88]:
Bu fotoğraf Vietnam Savaşı'na aittir [88]. Fotoğrafta vurulmuş bir PT-76 model Sovyet tankı görüyorsunuz. PT 76 tankları nerede üretiliyor biliyor musunuz?
Stalingrad Traktör Fabrikası'nda.
Amerika'nın inşa ettiği Sovyet fabrikasında üretilen tanklar, Amerikan askerlerine karşı Vietnam Savaşı'nda kullanılmıştır. Amerikan şirketleri ve bu şirketlerin bakanlıklara yerleştirdikleri adamlar, bu fabrikaları Sovyetlere kurarken sonucun bu olacağından gayet haberdarlardı. Zira Amerika'da da traktör ve otomobil fabrikaları gayet askeri üretim yapıyordu. Hem zaten esas amaç da tam olarak buydu: Sovyetlerin askeri sanayide güçlenmesi. Yoğun uğraşlar sonucu sosyalist bir ülkeyi kurmuştu bankerler çetesi ve bu ülkenin ileride Amerikan düşmanı olacağına hiç şüphe yoktu. Öyleyse bu ülkenin gelişmesi, kalkınması ve sanayileşmesi lazımdı. Sovyetler de askeri üretim yapsın, ileride muhtemelen patlak verecek komünizm-kapitalizm savaşında ABD'nin karşısında güçlü bir rakip bulunsun. Bu sırada biz de daha çok ticaret yapalım, daha çok borç verelim, daha çok silah ve teknoloji satalım. Zira savaş = para.
Ve tarih bunun örnekleriyle doludur. Zira askeri üretimde kullanılan hemen hemen tüm Sovyet traktör fabrikaları, Amerikan yardımı ile yapılmıştır. Amerikan yardımı ve teknolojik donanımı olmadan Sovyetlerin bu büyük fabrikaları kurma şansları dahi yoktu.
Örneğin yukarıdaki belgede gördük ki bakan Kosygin, Volgograd dışında bir de Gorki Otomobil Fabrikası'nı ABD yardımıyla kurduklarından bahsediyordu.
SSCB'deki Gorki Otomobil Fabrikası (GAZ) da yine bir Amerikan firması olan Ford tarafından 1930'ların başında inşa edilmiştir. Hatta Ford sadece bu fabrikayı kurmakla kalmamış, ondan önce de SSCB ile hayvan gibi ticaret yapmıştır. Bilgileri bu sefer History Channel'ın tarih sayfasından alalım [89]:
1928 yılında koca SSCB'de sadece 1 kamyon fabrikası vardır, bunun dışında herhangi bir otomobil fabrikaları yoktur. Ve yine koca SSCB'de kullanılan toplam otomobil sayısı 20.000'dir. Ardından ABD şirketleri sağolsunlar Rusya'da birçok otomobil ve traktör fabrikası kuracaklardır (isimlerini yukarıda vermiştik). Hatta Ford, daha 1929'da 30 milyon dolarlık bir anlaşma yapar Sovyetlerle ve tam 72.000 araba oluşturmaya yetecek kadar parça satar. Bu, Sovyetler Birliği'ndeki bütün otomobil sayısının neredeyse 4 katıdır. Bu "şimdilik idare edin hacu" minvalindeki yardımdan sonra, Ford gidip SSCB'de Gorki Otomobil Fabrikası'nı kuracak ve bu sayede SSCB'nin kendi otomobillerini, motorlarını üretmesine olanak sağlayacaktır. Bu fabrikada üretilecek olan GAZ model sözüm ona Sovyet kamyon ve askeri araçları, tamamen Ford tasarımı olacaktır [90].
Devam ediyoruz, 1930'ların başında Kharkov traktör fabrikası da kuruluyor Sovyetler'de ve bu fabrikayı ABD yapımı Stalingrad'a benzer yapıyorlar, ne de olsa hazır yapılmışı var ellerinde. Buna rağmen bu fabrikanın yapımında da ABD'li mühendisler bizzat görev almıştır.
Mesela 1933 tarihli bir New York Sun haberi pek ilginçtir: "Amerikalı mühendis, Sovyetler tarafından onurlandırıldı" [91].
Zira ABD'li mühendis Swasyan, Kharkov fabrikasının yapımında gösterdiği üstün hizmetler nedeniyle "Lenin Nişanı" ile ödüllendirilmiştir. Bu Amerikalı mühendis, Kharkov fabrikası projesinin baş mühendisiydi.
Gelelim bir başka Sovyet yapımı (!) fabrikaya. 1930 yılında Sovyetler, Chelyabinsk Traktör Fabrikası'nın yapımına başlarlar, örnek olarak da yine ellerindeki ABD yapımı Stalingrad Fabrikası'nı alırlar. Fakat bu sefer Stalingrad'ı taklit etmeyi bile beceremeyen Sovyetler projeyi iptal etme aşamasına gelirler ve çareyi yine ABD yardımı almakta bulurlar. 1931-33 yılları arasında Amerikan şirketleri ve başında John Calder'ın bulunduğu Amerikalı mühendisler yine Rusya'ya damlarlar.
1932 tarihli New York Evening Post haberinde John Calder'ın, Chelyabinsk fabrikası projesinin başında bulunduğu ve Sovyetler'de başka inşa işleri de aldığı söylenir. Hatta Sovyetler, Amerika'ya 75 milyon dolarlık sipariş de vermişler. Amına koyim internet'ten yemek siparişi verir gibi ABD'ye sipariş veriyor adamlar ve hesapta komünistlere ambargo var, baskı var, ne güzel iş la [92].
Bu Chelyabinsk Traktör Fabrikası, daha sonra uzun yıllar boyunca Sovyetler için BT serisi tanklar üretecektir.
Hatta size Chelyabinsk fabrikasında üretilen bir traktör modeli göstereyim:
Bu Stalinetz 60 modeli hesapta Sovyet traktörü.
Bu da Amerikan üretimi Caterpillar Sixty modeli traktör. İki resim arasındaki 7 farkı bulana ödül olarak eşeğin sikini veriyorum.
İki traktör de 1930'ların başında üretiliyor, yani savaşta ele geçirme gibi bir durum söz konusu değil, daha savaş falan olmadı. Peki nasıl oluyor bu iş? Şöyle ki bu iki traktörün mühendisleri de aynıdır; Caterpillar fabrikası mühendisleri. Hani şu bot markası CAT var ya, o işte lan. Sovyet traktörü Stalinetz 60'ların sadece dış görünüşü ve dizaynı değil, her boku direkt Amerikan teknolojisinin biraz modifiye edilmiş hâlidir [93].
Bu arada bütün bunlar gerçekleşirken Sovyetler Birliği, ABD tarafından tanınmış bile değil. Hani hesapta düşmanlar ya... Ama sonra 1933'te Roosevelt ile tanınma kazanacak anti-emperyalist Sovyet kardeşlerimiz ve ondan sonra Amerika'dan daha rahat yardım alacaklar. Yani daha rahat derken, bu aldıklarından da daha rahat.
1930'larda Amerikalılar bu şekilde patır patır Sovyet sanayisini kendi elleriyle kurarlar. Bu yardımlar daha sonra Amerikan askerlerine Kore ve Vietnam'da tank, tüfek, bomba şeklinde geri dönecektir. Yapılanlar kelimenin tam anlamıyla orospu çocukluğudur. Hatta orospu çocukluğu kavramının içi daha önce hiç bu kadar dolmamıştı. Yukarıda ismini zikrettiğim otomobil ve traktör fabrikalarının tamamı ABD yapımı olup, bu fabrikalarda üretilen askeri araçların çoğu ABD teknolojisidir (teker teker tüm tank modellerini görecem, manyağım diyenleri kaynakçaya alalım [94]). Size gösterdiğim emsaller sanırım işin mantığını anlamanız için yeterliydi. El bebek gül bebek kurulan SSCB, yine büyük bir titizlikle ABD şirket ve bankerleri tarafından sanayileştirildi, askeri üretim yapabilir hâle getirildi. Ellerimizle yarattığımız düşmanımız yakında meydanlarda bize diklenebilecek hâle gelecektir, afiyet olsun.
ABD desteği sadece bu alanla da sınırlı kalmadı. 1938 yılında meşhur Sovyet Bakan Kalinin, bir gemi fabrikası açılışında konuşma yapar, konuşması Pravda gazetesinde yayınlanır. ABD Dışişleri Bakanlığına da hemen rapor verilir, görün bakalım yoldaş Kalinin neler söylemiş:
Kendisi der ki "Amerikan teknik kapasitesinden çok şey öğrendik. Bence gemi imalatında da Amerika'dan bir şeyler öğrenmeliyiz."
Bir boku da kendiniz yapın zaten amına koyim.
Devamında da "Hemen büyük bir donanma kurmalıyız, filoya ne zaman ihtiyacımız olacağını kimse bilemez" der bakan Kalinin.
Elbette tarih 1938 olduğundan ülkeler hayvan gibi silahlanmaktadır, bir sene sonra da 2. Dünya Savaşı patlak verecektir. Bu silahlanma yarışında Sovyetler Birliği yine sahip olduğu hemen hemen her şeyi Amerika'ya borçlu olacaktır. Mesela Kalinin donanma ve gemi konusunda geride olduklarını söylüyor ve Amerika'dan yardım istiyordu di mi? Bu konuşmasından önce de ABD şirketleri zaten Sovyetler'e gemi ve hatta denizaltı konusunda teknolojik destekte bulunuyor, parça satıyorlardı.
Amerikan gemi üreticisi Electric Boat Company, Sovyetlerde üretilecek denizaltına teknik destek verecektir. 1937 yılında bakanlıktan bu şirkete izin çıkar [95]. Bu şirket günümüzde de gemi imal etmektetir, hatta ABD donanmasına savaş gemisi de yapmaktadır.
Gel gelelim ki bakan Kalinin, herhalde aldıkları bu yardımın yeterli olmadığını düşünerek Amerikalı dostlarından daha da fazla yardım istiyor. Bu isteğine cevap da alıyor:
ABD, Sovyet Donanma Bakanı Yardımcısı Issaakov'a vize çıkarır. Issaakov'un ABD'ye gelme gerekçesi ise "Sovyet donanması için özel görev"dir [96].
Yani hacı bilmiyorum size bu anlattıklarım normal mi geliyor, ama tüm bunlar SSCB sanayisinin ve özellikle de askeri sanayisinin ABD şirketleri tarafından oluşturulduğunun ispatlarıdır.
SSCB ve ABD, SSCB'nin kuruluşundan itibaren gayet al gülüm ver gülüm takılmaktadır. Bu duruma tek karşı çıkanlar ise ABD bakanlıklarında çalışan ve seslerini arasıra yükseltebilen vatansever görevliler olmuştur. O çok övündükleri anti-emperyalist Sovyetler, gayet ABD'nin gözünün içine bakmaktadır yardım için. ABD şirketleri de aynı şekilde büyük bir iştahla Sovyetler'den gelecek siparişleri beklemektedir. Wall Street şirketlerinin bakanlıklardaki adamları veya ilişki kurdukları görevliler sayesinde de bu izinler çoğu zaman patır patır sağlanmış, Sovyetler'e hayvan yüküyle teknoloji satılmıştır. Tüm bu Sovyet teknolojisinin temelleri gördüğünüz üzere ABD şirketleri sayesinde atılmıştır, zira adamlar teknoloji geliştirmekten aciz durumdalar.
Gelelim bir başka alengirli hikâyeye, bak burada çok eğleneceğiz amına koyim, iyi dinle hacı. Bakan Kalinin, "Amarika bize bakmıyür" diye yardım istedikten birkaç gün sonra, yani 5 Haziran 1938'de çok ilginç bir olay gerçekleşiyor. ABD Büyükelçisi, gidip derhal Kalinin'le ve diğer Sovyet bakanlarla görüşüyor. İlginç olan bu değil tabi, buna alıştık zaten amına koyim, yine iş bağlayacaklar işte. İlginç olan şu: Bunlar konuşurlarken içeri birden Stalin geliyor ve o da muhabbete ortak oluyor. Ya da dur belgelerimi göstereyim de devrimci kardeşlerim viyaklamasın hemen, ABD büyükelçisi derhal ABD bakanlığına bu muhabbetin raporunu sunan bir telgraf yollar, anlatacaklarımın hepsi ilgili belgede yazılıdır [97]:
ABD elçisi sunduğu raporun bu kısmında bildiğin karı dedikodusu yapıyor amına koyim. Stalin hakkında "boyu da kısaymış, ay hiç de öyle sert görünüşlü biri değil" şeklinde lüzumsuz bilgiler veriyor bakanlığa. Yani ben daha önce hiç böyle detaylı bir rapor okumadım ABD belgelerinde. Hatta bir ara bu büyükelçinin kadın olduğunu falan düşündüm, zira çok önemsiz bir mevzuyu tüm gereksiz detaylarıyla anlatmak sadece kadınlara has bir özelliktir amına koyim. Neyse ilk başlarda anladığım kadarıyla odada biraz sessizlik falan yaşanıyor, sonra büyükelçi biraz Rusya'yı övüyor ve muhabbet koyulaşıyor. Ve Stalin esas konuya giriyor:
Stalin'in söylediklerine göre ABD ve Sovyet hükümetleri arasında pazarlık yapılıyor. Pazarlığın konusu ise "ABD şirketlerinin Sovyetler için savaş gemisi yapması". Stalin'in isteği, ABD şirketlerinin Sovyetler için bir savaş gemisi yapması ve daha sonra o geminin Sovyetler'de çoğaltılması için de teknolojik yardımda bulunmasıdır. Stalin daha sonra "biz neden bu konuda yol kat edemiyoruz hacı?" diye hayıflanıyor büyükelçiye. Zaten Kalinin'in birkaç gün önce meydanlarda çığırtkanlık yapmasının sebebi de buydu, bakanlıklardan gerekli izinler çıkmıyor. Stalin daha sonra "amına koyim size o kadar para veriyoruz, niye yapmıyonuz bu gemiyi?" minvalinde şeyler söylüyor ABD büyükelçisine.
Zira size bahsettiğim gibi, ABD Donanma Bakanlığı'nda gayet bir ülkücü edasıyla komünist düşmanı çalışanlar var. Ordu ve askerlikle ilgili bakanlık bölümlerine yaklaştıkça, bu komünist düşmanı çalışan sayısı da gittikçe artıyor doğal olarak, aralarında doğru orantı var amına koyim. Bu asker kökenli memurların izin vermemesinden dolayı ticaretlerde pürüzler çıkıyor. Fakat işin ucunda para olduğu için Wall Street şirketleri hiçbir bürokratik meseleyi siklerine takmıyorlar ve çoğu zaman lobicilik yaparak izni kapıyorlar.
Neyse biz Stalin ve ABD büyükelçisi muhabbetine devam edelim.
Büyükelçi, hangi kurum üzerinden bu ticari ilişkileri yürüttüklerini soruyor Stalin'e. Stalin de "Carp" şirketi diyor. Yani tüm mevzular, gemi ticaretleri falan hep bu Carp Şirketi üzerinden dönüyor. Carp şirketi, Amerika'da Rusların kurduğu bir şirkettir ve bu şirketin amacı da yine Amerikan şirketleriyle ticaret yapmak, Rus sanayisini geliştirmektir. Stalin daha sonra büyükelçiye özetle şunları söylüyor "Bu Carp şirketinin de adı çıktı mı oralarda? Amerika'da önyargı var mı onla ilgili? Valla tükkanı kurduk oraya ama çivili sopalarla dayak yemeyelim?"
Ardından Stalin, iyi bir imaj yaratma çabasıyla büyükelçiye diyor ki, "Bu Carp şirketinin başkanı çok vatansever bir Amerikan vatandaşıdır". Evet aynen bu cümleyi kuruyor Stalin, bak işte yukarıda verdiğim kesite. Bu çok vatansever Amerikan vatandaşı da Sam Carp'tır ve bilin bakalım Carp şirketinin başkanı olan bu vatansever Sam Carp kimdir? Sam Carp, Sovyet bakan Molotov'un eniştesidir ehehehe. Yani Sam Carp'ın kız kardeşi, bildiğin molotof kokteyline adını veren Molotov ile evlidir. Anlayacağınız Amerika'nın göbeğinde aile şirketi kurmuş herifler.
Ardından Stalin, muhattaba alınacak şirketin Carp olduğunu ve tüm işleri bu Carp üzerinden halletmeleri gerektiğini söylüyor.
Şimdi Stalin'in deyimiyle, sahibi "vatansever bir Amerikalı" olan Carp şirketinin faaliyetlerine bakalım:
Carp şirketi, "Amerika'da Sovyetler için savaş gemisi imal edilmesi" planı hakkında çalışmalar yapar [98].
Carp şirketi, Wall Street'li meşhur kimya ve patlayıcı firması Du Pont'tan Sovyetler adına silah ve savaş mühimmatı almak ister [99].
Carp şirketi yine Sovyetler için Amerika'dan savaş gemisi almak ister [100}.
Kardeş vatansever dedin ama bu adam Damat Ferit çıktı amına koyim.
Size emsalini gösterdiğim bu Carp ile ilgili belgelerde, Carp'ın hep bakanlıklardaki anti-komünist memurların itirazıyla karşılaştığını göreceksiniz. Son gösterdiğim belgede ABD'li bir gemi şirketi yöneticisi de "Donanma Bakanlığı'ndaki bazı memurların muhalefet etmesi bizi çok üzüyor :(" diyor. Pek içerlenmiş amına koduğumun oğlu.
Yani Stalin tarafından kurulan ve başkanı Molotov'un eniştesi olan Carp şirketi, yine Wall Street şirketleriyle el ele iş yapma çalışmalarına girer ve bakanlıklardaki çatlak seslere karşı beraber omuz omuza mücadele eder.
He anti-emperyalist Sovyet'ime benim.
Dönelim bizim Stalin-ABD büyükelçisi muhabbetine... Hatırlarsanız Stalin de bu büyükelçiye "sizin bakanlıklardan niye izin çıkmıyo olum ya?" diye dert yanmıştı. Bakalım nasıl bir çözüme varmışlar. Aradan birkaç gün geçer, büyükelçi faaliyetlerine devam eder ve şu raporu sunar [101]:
"Bir grup Amerikalı banker, Sovyetler'e Amerikadan mal almaları için 200 milyon dolarlık kredi verecekler. ... Amerikalı bankerler bu krediyi verirken ABD hükümetinden ve diğer hükümet bakanlıklarından bağımsız hareket etmeyi düşünüyorlar."
Şimdi analizimizi yapalım:
1- Amerikalı bankerler Sovyetlere borç verirler. Sovyetler, Amerikalı bankerlerden aldıkları bu borç parayı yine Amerika'lı şirketlerden mal almak için kullanacaklardır, komediye bak amına koyim.
2- Amerikalı şirketler hem sattıkları maldan, hem verdikleri kredinin faizinden para kazanacaklardır. Herifler resmen Sovyetler'i kendilerine köle etmiş durumdalar. Biri Sovyetler Birliği için anti-emperyalist falan mı demişti? Ağzına 800 sayfalık Ahmet Buhan zihinden problemler kitabıyla vururum onun.
3- Amerikalı bankerler, ABD bakanlıklarını gram sikine takmaz, her zamanki gibi işi kılıfına uydurarak Sovyetler'e kredi, mal ve teknoloji satarlar.
Eee siz ne sandınız olum bu Kızıl Devrim'i? Morgan ve Rockefeller çetesi ne uğruna SSCB'nin kurulması için bu kadar çaba harcadı zannediyordunuz? İşte bugünler için çalıştı adamlar. Hatta bunlar ne ki, dikkat ederseniz daha ABD-SSCB savaşı falan olmadı, daha soğuk savaş bile başlamadı. Esas o zaman malı götürecek Wall Street bankerleri.
Üstün Sovyet teknolojisi (hiho) ile üretilen tankları, kara araçlarını ve gemileri gördük. Ne kaldı geriye? Uçaklar elbette. Wall Street şirketleri Sovyet kardeşlerimizi havada da yalnız bırakmayacaklar.
Sovyetler 1920'lerde kendi başlarına uçak yapmaya kalkışıyorlar, yapıyorlar da. Fakat bunlar yine batı teknolojisiyle pek mukayese edilebilecek uçaklar olmuyor ve zaten sonra bu uçakları geliştirmeyi de beceremiyorlar. 1930'lardan sonra devreye ABD şirketleri giriyor ve Sovyetler bu sayede uçak teknolojisinde de palazlanıyor.
ABD DIşişleri Bakanlığı'ndan Rus büyükelçisine atılan 1937 yılındaki telgrafa bakıyoruz şimdi [102]:
Telgrafta şunlar söyleniyor: Rus mühendisler, ABD'deki Consolidated Uçak Fabrikası'nı ziyaret edecekler ve uçak planları Sovyetler'e satılacak. ABD Donanma Bakanlığı ise Rus mühendislerin uçak fabrikasını gezmelerine itiraz etmiyor, fakat "tamam fabrikayı gezsinler ama uçak planı satmak nedir amına koyim?" diyorlar. Tabi uçak satışına itirazlarını bu kadar kararlı cümlelerle ifade edemiyorlar, uçak satma kararı için "çok liberal bir karar" demekle yetiniyorlar.
Şirketler ise her zamanki gibi zerre kadar sikine takmıyorlar bakanlıktaki birkaç memuru ve ABD'li uçak şirketleri Sovyetler ile patır patır anlaşmalar yapıyorlar [103]:
Bu belgenin hepsini koydum buraya ki kimse vızıklamasın, gram delili olmadan götünden muhalefet yapmasın, patır patır sıçarım sizin yüzeysel bilgilerden ibaret hayat görüşünüzün ta orta yerine.
Yukarıda altını çizdiğim bölümde isimleri de verilen yığınla ABD uçak şirketinin Sovyetlerle çoktan anlaşma imzaladığı yazıyor. Bu şirketler Sovyetler için savaş uçağı yapacaklar ve Sovyet teknolojisinin gelişimi için çalışacaklardır. Hepsi de söyleniyor amına koduğumun belgesinde. Belgenin sonunda da özetle şunlar söylenir: Geçmişte Sovyet pilotları Sovyet yapımı uçaklarla bazı dünya rekorları kırdılar (dünyaya biz çok güçlüyüz pozu vermişler hesabı) ama aslında Sovyetler'in askeri otoriteleri durumdan hiç memnun değiller, ülkedeki havacılık gelişemedi. Bu nedenle Amerikan firmalarıyla anlaşmalar yapıp modern uçaklar üretmek istiyorlar.
Sonuç olarak 20'den fazla ABD şirketi, Rus havacılığını kendi elleriyle geliştirmek için patır patır anlaşmalar imzaladı. Bu gizli kapaklı yürütülen işlerden bazıları basına da sızıyor elbette. Misal New York Times arşivlerinden ulaşabildiğmiz 1937 tarihli bir haberde de Amerikan Seversky şirketinin Rusya için ABD'de uçak üretmek üzere anlaşmaya vardığı yazılır [104]:
Şimdi sizlere, tıpkı bugün olduğu gibi halkın ve işçinin memleketi SSCB'de de insanların nasıl eşek yerine konduğunun bir diğer ispatını vereceğim.
Tüm bunlar gerçekleşirken 1938 yılında Sovyet bakan Kalinin bir konuşma yapar. Kalinin'in bu konuşması hem Pravda'da da yayınlanır hem de ABD Dışişlerine raporu verilir [105]:
Bakan Kalinin, bu konuşmasında Sovyet halkına şunları söyler, Allah aşkına bir okuyun ya: "Yoldaşlarım, Amerika bizden daha zengin ama Amerika'daki tüm zenginliğin sahibi Morgan ve diğer kapitalistlerdir. Biz fakiriz ama sahip olduğumuz her şey işçilerin ve köylülerindir. ... Kapitalist dünya bizim düşmanımızdır"
Ehehehehehe.
Sen varını yoğunu Morgan ve Wall Street tayfasına borçlu ol, bu adamlara yüzlerce milyon dolar para kazandır, tüm sanayini onlardan al, işbirliği yap, sonra meydanlarda "kapitalüstler büzüm düşmanumuz hüğeee" diye masal anlat.
Sen tüm paranı askeri sanayiye yatır, kendi insanını fakir bırak, sonra da meydanlarda "fakiriz ama sahip olduğumuz her şey sizin yoldaşlarım" diye insanları uyut.
Sen tüm yönetici kadronu varlık ve lüks içinde yaşat, sonra de ki "biz üretim araçlarını halka dağıttık".
Sen halkının elinden her bokunu al, bir yandan Morgan, Rockefeller ve diğer Wall Street çetesiyle işbirliğinin amına koy, sonra da elinde hiçbir şeyi kalmayan halkına "sizin davanız kutsaldır yoldaşlarım, çünkü siz emperyalizme karşı savaşıyorsunuz" diye masal oku. İnsanları, uğruna hayatlarını harcadıkları bu yalan davanın kutsal olduğuna inandır.
HAAAASSSSİKTİR oradan.
Lan bana bak hayatı insanlar tarafından beğenilme kaygısı yüzünden rol yapmakla geçen değişik. "Din kitlelerin afyonudur" diye artistlik yapmak kolay, oradan Marx'ın iki tane sözünü öğrenip hayatın anlamını çözmüş ayaklarına yatmak kolay, afyonun kralı sosyalizmdir ulan, sen ne anlatıyorsun bana?
Sosyalist olunca insanlara karşı aydın ve bilgili gözükeceğini zanneden, kimlik arayışındaki acınası kitle günümüzde bile işte bu SSCB'yi övmektedir. Beni deli eden mevzu da tam olarak budur. Kardeşlerim, sevgili Atinalılar, kaynatasızlar; artık rol yapmayın. Buradan iğrenç görünüyorsunuz.
Sosyalizm, feminizm, vejetaryenlik gibi tırt akımların çağdaşlık olarak pompalandığı tuhaf bir devirde yaşıyoruz. Kimse bana ayak yapmasın, hepsinin tırt olduğunu bildiğiniz halde medeni gözükecem ayağına bunlara sempatiyle yaklaşıyorsunuz. Düşük gelirli kesimin uğradığı mahalli baskı hakkında sikim sikim sosyolojik tespitler yaparsınız da, orta ve üst gelirli kesim arasındaki "medeniyet" adı altında dayatılan bu saçmalıkların farkında bile değilsiniz. Öyle ki artık "sosyal medya" diye sikimsonik bir isim alan bu Facebook'tur, Twitter'dır, Youtube'dur veya sözlüklerdir, bunlar gibi bilumum internet sayfalarında hep "beğen" butonu vardır.
Bu "beğen" mekanizması tamamen insanın beğenilme kaygısının bir ürünüdür. Şöyle ki, insanların beğenilme ve takdir edilme isteği olmasaydı ve hatta bu istek insanlar için hayattaki en önemli değerlerin başında gelmeseydi, o butonu hiçbir sayfa sahibi oraya yerleştirmezdi. Talep olmazsa arz da olmaz güzel kardeşim.
Peki bu "beğen" mekanizması neye yol açar?
Sırf insanlar tarafından beğenilmek için aslında söylemek istemediklerini söylemene yol açar.
Sırf insanlar tarafından beğenilmek adına aslında hiç önemsemediğin olayları çok önemsiyormuşsun rolü yapmana yol açar.
Yine sırf amına koduğumun insanları tarafından beğenilmek için aslında ne olduğunu bilmediğin düşünürleri, siyasetçileri, yazarları çok seviyormuşsun rolü yapmana yol açar.
Ve ne kadar acınası bir durumdur ki, alkışını toplamak için uğruna hayatını feda ettiğin o insanların amacı da, diğer insanların alkışını toplamaktır.
İşte hayatının özeti budur.
Bu hayatta insanın bir "söylemek istedikleri" vardır, bir de toplum içinde "söylemesi gerekenler" vardır. Şu hayatta bir kere olsun söylemen gerekenleri değil de, söylemek istediklerini söyle lan. Bir kere olsun rol yapma. Bir kereliğine olması gerektiği gibi davranma da, içinden kopanları söyle. Bir kere lan. Bu dünyada ölüm var ey amına koduğumun oğlu, daha neyin peşindesin ya.
Sen şimdi burada okudukların için "vay be, doğru lan" diyeceksin, diyorsun da ve demekten başka bir çaren de yok. Ama biliyorum ki sonra senin gibi sığırlara yaranma kaygısıyla "sikkofield da salak yeaeae, üllümünatiymiş" diye sığır sığır konuşacaksın. Biliyorum ki putlarına saldırıldığı için çılgına döneceksin. Aklınca bana aptal aptal isimler takarak burada delilleriyle anlatılan her şeyi ciddiyetsizleştirmeye çalışacaksın. İşte tam da bu yüzden seni "çapulcu" diye ciddiyetsizleştiren abuk subuk herifler tarafından yönetilmeye layıksın sen. İşte tam da bu yüzden. Senin amına koyayım ben güzel kardeşim, çünkü başkalarında ayıpladığın her bokun aynısını sen de yapıyorsun. Hatta eline kudret geçse, çok daha fazlasını sen de yapacaksın.
Stalin'miş, Morgan'mış, Rockefeller'mış, yemişim bunları. Esas mesele sensin sen.
Esas mesele bu adamların bizim aramızdan çıkıyor oluşu.
Esas mesele senin de eline kudret geçse bu adamlarla aynı boku yiyecek oluşun.
Esas mesele senin de gerçeğin değil, kendi inandığın saçmalıkların savunucusu oluşun.
Ve tüm bunlara rağmen "bakın ben ne kadar iyiyim, ne kadar hümanistim, ne kadar başkayım" diye ayak yapıyorsun ya, üstüne kusmak istiyorum senin. Richter ölçeğine göre 8 şiddetindeki orospu çocuğu seni.
Neyse ben devam ediyorum, gelen gelsin. Amına kodumun yazısına başladığımda ramazana girmemiştik, bugün bayramın ikinci günü, artık biraz hızlanacağım.
Bu Sovyetler 2. Dünya Savaşı sırasında da "Lend-Lease" programı adı altında ABD'den hayvan gibi askeri yardımlar alıyorlar. İşin burası normal, sonuçta Hitler'e karşı ittifak yapıyorlar fakat gel gör ki bu yardımlar o kadar hayvani boyutta olmuştur ki SSCB 2. Dünya Savaşı sonrası, savaştan öncekinden daha güçlü bir hâle erişmiştir. Bir de bu SSCB, 2. Dünya Savaşı'nda 8-13 milyon arası kayıp veriyor, ona rağmen yani. 2. Dünya Savaşı bitince de zaten SSCB artık ABD'ye kafa tutacak güce eriştiği için Stalin derhal ABD'ye dikleniyor. 1950'de de Kore Savaşı başlıyor ve soğuk savaş adı altında dünyanın anası sikiliyor. Her iki tarafı da silahlandıran ve sanayileştiren ise hep aynı kişiler oluyor: Bankerler.
Misal "Ovakimian" adında bir Rus KGB ajanı var, daha doğrusu bu adam "ajan" olarak bilinir fakat ABD şirketleri kendisinin yediği haltlardan gayet haberdardır. Bu adam 1941'de FBI tarafından yakalanıyor ve 2-3 ay esir olarak tutulduktan sonra Rusya'ya iade ediliyor. Kendisinin ajanlık çalışmalarına bir bakalım şimdi, tabi ki yine ABD Dışişleri Bakanlığı arşivlerinden faydalanarak [106]:
Bu rapordan öğreniyoruz ki Sovyetler, Amerikan şirketlerinden "ağır kimyasal malzeme" de satın almışlar. Zaten ABD'deki bir başka Rus şirketi olan Carp'ın, Amerikan kimyasal şirketi Du Pont ile olan ilişkisini görmüştük. Bu seferki satın alma işleminde ise Amtorg adlı şirketi aracı olarak kullanıyorlar ki ondan da bahsetmiştik, Amtorg'un yöneticileri de yine komple Wall Street bankerleridir. Öte yandan raporda belirtildiği üzere bu Ovakimian denen eleman aynı zamanda "Rockefeller Tıbbi Araştırma Enstitüsü"nde de Sovyetler adına çalışmalara katılmış. Yani yine Amerikalı bankerler tarafından beslenen SSCB sanayisi örneği ile karşı karşıyayız.
Gelelim yıllar sonrasına. Şimdi orospu çocukluğu nedir, insanlar en fazla ne kadar orospu çocuğu olabilir, orospu çocuğu olmanın günlük hayattaki faydaları nelerdir, bunun gibi birtakım soruların cevaplarını öğreneceksiniz.
Bu belgeyi yine ABD Dışişleri arşivinden aldım [107]. Tarih 1963, ABD ve Sovyet ekibi yine ticaret için masaya oturur. Sovyetlerin başına artık Kruşçev geçmiştir, yeni başkan odur. Kruşçev bu toplantıda ABD ekibine şunları söyler: "ABD kapitalistlerine büyük kimyasal siparişleri vermek istiyoruz. ABD şirketleri bizimle ticaret yapmak istiyor ama kongre yasalarına takılıyoruz, bu sorunu çözün."
1963 yılında, Rus Devlet Başkanı Kruşçev, ABD'ye bildiğin kimyasal siparişi verecektir. Ne var peki 1963 yılında? Vietnam Savaşı var güzel evladım, Amerikan askerleri ellerinde Sovyet silahları olan Vietnamlılardan dayak yiyorlar bu görüşme esnasında. Sovyetlerin siparişini vermek istediği şey de kulak temizleme şubuğu değil ha, kimyasal madde amına koduğumun evladı kimyasal. Dur az devam edelim de söyleyeceğim ben söyleyeceklerimi.
ABD sekreteri kongreyi atlatabileceklerini, bu sorunun halledilebileceğini söyler. Ardından ABD sekreteri, Washington'a döndüğünde bu ticaret işini halletmek için uğraşacağına dair söz verir Kruşçev'e.
ABD sekreteri daha sonra Kruşçev'in şu sözlerine katıldığını söyler: "Ticaret barış demektir, barış isteyenler ticaret yaparlar. Ticaret yapmayanlar ise barış istemiyor demektir."
Ne de güzel işi kılıfına uyduruyorlar di mi? Bu "barışçıl ticaret" terimini teee Kızıl Devrim yıllarında uydurduklarını da söylemiştim di mi?
Evet ne üzücüdür ki o sıralarda ABD-Sovyet ticareti sekteye uğramıştır. Bu görüşme Ağustos 1963'te yapılmıştır ve o sırada ABD başkanı Kennedy'dir. Kennedy ile işler yolunda yürümüyordur, Sovyetlere satılmak istenen mallar hep kongreye takılıyordur. Bu görüşmeden 3 ay sonra Kennedy öldürülür. Derhal başa Johnson denilen pislik, iradesiz, şerefsiz oğlu şerefsiz getirilir. Yeni başkan Johnson'la beraber, Vietnam Savaşı'na rağmen Rus-ABD ticareti tavan yapar.
ABD başkanı Johnson, Ruslarla ticaretin artması için büyük çalışmalar yapar. Çabaları 1965'te sonuç verir ve 1965'ten itibaren Rus-Amerikan ticareti hayvan gibi artar. Bu amına koduklarım "ticaret barış demektir" diyordu di mi? Şimdi sizlere Vietnam'da ölen Amerikan askerlerinin yıllara göre sayısını göstereceğim, rakamlar ABD Savunma Bakanlığı'ndan alınmıştır [108]:
Gördüğünüz üzere Rus-Amerikan ticareti arttıkça, Amerika'nın Vietnam'da verdiği kayıplar da artar. Zira Vietnam'ın neredeyse tüm savaş mühimmatı (%80 oranında) Sovyetler'den gelmektedir. Sovyetler'in Amerika'dan daha fazla kimyasal, daha fazla teknoloji ve daha fazla sanayi ürünü satın alması demek, Sovyetler'in daha fazla üretim yapması ve Vietnam'a daha fazla yardım gönderebilmesi demektir. İşte "barış için ticaret" dedikleri halt budur.
Bakın size ne göstereceğim:
1967 yılında sempatik ABD başkanı Johnson, Nato'yu toplar [109]. "Doğuyla barış yapalım" adı altında bir araya getirir Nato'yu. Esas amaç barış falan değildir elbette, savaş bu görüşmeden sonra gittikçe şiddetlenecektir. Toplantıdaki asıl amaç Sovyetler'le daha çok ticaret yapabilmek için tansiyonu düşürmek, "Doğu'ya şans verelim, ilişkileri güçlendirelim" imajı yaratmaktır. Ha bu arada fotoğrafta sağdan ikinci sıradaki kel, bizim Ahmet Topaloğlu'dur. Rezillik diz boyu anasını satayım.
Dönelim 1963 yılındaki şu "kimyasal" görüşmesine. Bu görüşmenin devamında Sovyet başkan Kruşçev bakın neler söyler [110]:
Kruşçev der ki: "Sovyetler'in daha önce Amerika'da Du Pont ve başka büyük şirketler gibi iyi ticaret ortakları vardı. Bu şirketler bizimle ticaret ilişkilerine devam etmek için çok isteklilerdi, ama hükümet yolumuza dikildi"
Bahsettiği Du Pont, ABD'li büyük kimya şirketidir. Kruşçev'in "Hükümet yolumuza dikildi" dediği hükümet ise Kennedy hükümetidir.
Her şey açık seçik önünde işte kaynatasız. Benim herhangi bir yorum getirmeme hacet var mı amına kodumun yerinde? Yakında yollarına dikilen o Kennedy hükümeti derhal indirilecek, ardından Johnson ve Nixon gibi kukla ABD başkanları sayesinde hayvan gibi ticaret yapabileceklerdir. Böylece Sovyet kardeşlerimiz daha fazla tank, bomba, uçaksavar üretip savaşı daha da kızıştırabilecektir. Ölsün insanlar, gelsin paralar, yaşasın halkların cenneti Sovyet Rusya.
Aynı tarihlerden devam edelim, 1965'ten itibaren ABD-Sovyet ticaretinin artmaya başladığını söylemiştik.
Yukarıdaki belge 1965 yılında ABD Bakanlıkları arasındaki bir yazışma ve rapordur [111]. Bu belgede yine doğu-batı ticaretinin arttırılması gerektiği söylenmektedir. Ve ayrıca yine "barış için ticaret" kılıfı kullanılmaktadır.
Raporun devamı ise felaket. Altını maviyle çizdiğim cümle öyle iğrenç, öyle şerefsizce ki, ne yapacağımı bilemedim amına koyim. Burada mealen deniyor ki; komünist doğu ülkeleriyle ticaret geliştirilmeli, hatta askeri olarak caydırıcı bir politikamız olsa bile, bunu çiğnemek pahasına ticaret yapmalıyız.
Orrrrospu çocukları sizi.
4000 kere dediğim gibi, bu herifler Sovyetler'le yaptıkları ticaretin sonuçlarının ne olduğunu, Sovyetleri askeri açıdan güçlendirdiklerini gayet iyi biliyorlar. Esas amaç da bu zaten.
Ayrıca raporda, Sovyetlerle ticareti teşvik eden ve tepesinde üç beş tane satılık orospu çocuğu profesörün bulunduğu bazı abidik komitelerin isimleri sayılıyor. Bu ismi sayılan komiteler sürekli olarak sosyalist ülkelerle ABD ticaretini teşvik eden, saçma sapan sözde bilimsel raporlar yayınlarlar. Yukarıdaki belgede de "bu komitelerin sundukları raporların yarattığı havadan yararlanmalıyız" deniyor. Bu komitelerden birisi CED'dir. Bu CED'in sunduğu çok bilimsel raporlardan birisinde tam olarak şu ifade geçer: "Teknoloji ticareti; düşmanı güçlendiriyor bile olsa ticaret yapılmalıdır. Düşmanın güçleniyor olması ticareti iptal etmek için geçerli bir mazeret değildir" [112]
Ya hacı, ben şu an yemin ederim çok sinirliyim. N'apsam iki volta atsam da mı gelsem. Beni daha çok sinir eden ise, eline güç kudret geçse aynı bu orospu çocuklarının yaptığını yapacak olan sığır evlatlarının, bu anlatılanları görmezden geliyor oluşu. Ama sorsalar bu hayatta sizden ilkelisi, sizden saygılısı, sizden açık görüşlüsü yoktur di mi? Sizin de amınıza koyim ulan. Siz de şerefsizsiniz. Siz de pisliksiniz. Sizin ben o haksızlığın karşısındaymış rolü yapıp sonra sikindirik bir iş bulmak için bile araya 50 tane torpil sokan hayatınızın ta orta yerini sikeyim. Sana diyorum sana ey amın oğlu. Kral Tv top 10 listesine 9. sıradan merhaba diyen vasat orospu çocuğu, sana diyorum sana.
Tamam voltamı attım geldim daha iyiyim. Şu üstteki amına kodumun raporundan devam ediyorum:
Raporun bu kısmında yine Sovyetlerle ticaretin gelişmesinin çok önemli olduğu söyleniyor. Ve "bilimsel değişim programlarının" kullanılması tavsiye ediliyor. Bilimsel değişim programı dedikleri, günümüzdeki Erasmus'un akademisyenlisi işte. Amerikan akademisyenleri Sovyetlere, Sovyet akademisyenleri de Amerika'ya gideceklerdir. Bu program 1965'te gerçekten de yürürlüğe konulur, fakat bu programda bile şöyle bir orospu çocukluğuyla karşı karşıyayızdır [113]:
Amerikan akademisyenleri Rusya'ya gidip çoğunlukla tarih, edebiyat, dil vs gibi sözel alanlarda çalışma yapmıştır. Dilini geliştirmenin sırası mı vizyonunu siktiğimin salakları? Fakat Rus akademisyenleri ise Amerika'da nedense hep kimya, mühendislik ve fizik gibi alanlarda çalışmışlardır. Şöyle ki;
Yukarıdaki haberde Isakov adlı Rus bir Unicef çalışanının, ABD'den füze parçaları almak için ajanlık yaparken yakalandığı yazılır [114]. Haber 1967 yılına aittir ama olay 1965'te gerçekleşir. Rus ajanın peşinde olduğu füze parçası ise "ivmeölçer"dir ve Ruslar bu teknolojinin peşindedir.
Aradan 18 ay geçer, Anatoliy Kochev adlı bir Rus akademisyen değişim programı adı altında ABD'ye davet edilir. ABD'deki Katolik Üniversitesi'nde yaklaşık 1 sene çalışma yapan Kochev'in üzerinde çalıştığı alan ise çok ilginçtir: İvmeölçer [115]. Ruslara ajanlık çalışmalarıyla vermeyi beceremedikleri ivmeölçer teknolojisini, işte bu şekilde işi kitabına uydurarak hallederler. O "bilimsel değişim programı"nın sebebi de budur, sikeyim sizin biliminizi.
Vietnam Savaşı'nın orta yerinde ne hikmetse ortaya çıkan bu sıcak Rus-ABD ilişkiler zincirine bir yenisi daha eklenir:
New York Times arşivlerinden ulaştığımiz bir başka habere göre 1967 yılında Rockefeller ailesi ve iş adamı Cyrus Eaton bir işbirliği anlaşması yaparlar [116]. İşbirliğinin amacı Sovyetlerle ticaret ve ABD teknolojisinin Sovyetler'e aktarımıdır. Her yerinden hainlik ve şerefsizlik akan bu haber de yine "barış, özgürlük, ekonomik köprüler kurma" gibi saçma sapan laflarla insanlara kakalanır.
Rockefeller'ların da tıpkı Morgan'lar gibi kuruluşundan itibaren Sovyetler Birliği'yle çok yakın ilişkileri olmuştur, her ne kadar devrimci kardeşlerimiz aksini iddia etse de gerçekler onların zihinlerindeki dünyadan çok farklıdır.
Misal bu fotoğraf 1959'daki David Rockefeller - Kruşçev görüşmesindendir. Rus Devlet Başkanı Kruşçev, Rockefeller'lar ile 1964'te tekrar yüz yüze görüşecektir.
1964 yılında ABD'de devlet adamları ve bankerler arasında yapılan bir toplantı ve katılımcıları ise çok ilginçtir:
Toplantının konusu "ABD-Sovyet ticaretini arttırma olanakları"dır [117]. Katılımcılar arasında yine David Rockefeller vardır. Toplantının içeriğini de anlatmama gerek yok, demin anlattığım hikâye işte. Yıl 1964 olduğu için pek fazla ticaret yapamıyorlar ve buna çözümler üretmeye çalışıyorlar, fakat 1965'ten sonra işler açılıyor, başkan Johnson ile beraber ticaretin amına koyuyorlar.
Şimdiye kadar envai çeşit delil eşliğinde gördüğünüz üzere, Sovyetler Birliği adlı laboratuvar üretimi düşman, Vietnam Savaşı sırasında da güçlendirilmiş, sanayileştirilmiştir. SSCB kurulduğu tarihten bu yana her dönem boyunca Amerikan bankerlerinin yardımıyla ayakta durmuş, fabrikalar açmış, askeri sanayi sahibi olmuştur. İtiraz edecek en ufak bir deliliniz, tek bir mantıklı argümanınız yoktur.
Tarihte biraz ilerleyelim, 1969 yılına gelelim. ABD'nin yeni başkanı artık Nixon'dır. Nixon ile de tıpkı Johnson döneminde olduğu gibi Sovyetler'le teknoloji ticaretini arttırırlar.
Bu sırada hikâyemize yeni bir abi eklenir, tanıyın bu adamı: Peter Peterson. Kendisi günümüzde de yaşamakta olan bir banker ve iş adamıdır. Zaten bu herifler niyeyse hep böyle uzun yaşıyorlar anasını satayım. David Rockefeller da öyle, herif 100 yaşına gelmiş, adamı ayakta 300 kişi zor tutuyor ama hâla o ihale senin şu Bilderberg benim koşturup duruyor. Herif ölse o 300 kişi işsiz kalacak amına koyim, onların dualarıyla hayatta kalıyo galiba piç.
Neyse bu Peter Peterson dünyanın sayılı zenginlerindendir, CFR'nin söz sahibi adamlarındandır. Bu Peterson, Nixon döneminde ABD'nin Ticaret Bakanı olmuştur. Ne kadar ilginç bir bölümde bakan olmuş kendisi di mi, sebebini açıklamama gerek yok herhalde. Bu Peterson da Sovyetlerle sürüsüne bereket iş bağlayacaktır. Mesela;
Yine ABD Dışişleri Bakanlığı arşivlerinden aldığım bu belge, 1972 yılındaki bir görüşmeye aittir [118]. Görüşenler ABD'li Peterson ve Sovyetler'in devlet başkanı Brejnev'dir. Sovyetler, Kama adlı bir kamyon fabrikası kuracaklardır ve bu fabrika daha sonra dünyanın en büyük kamyon fabrikası olacaktır. Sovyet devlet başkanı Brejnev "Bu fabrikayı Amerika'yla beraber kurabiliriz" demektedir. Peterson'un istediği de zaten tam olarak budur. Hatta kaynakçadan link'ine girip bu belgeyi okursanız bu ikilinin nasıl kanka modunda rahat takıldıklarını ve ticaretle ilgili nasıl dehşet planları olduklarını görebilirsiniz. Bu fabrikanın kurulumunun, Ford'un yaptığı gibi olacağını söyler Brejnev, zira hatırlarsanız Ford da bunların en büyük otomobil fabrikası olan Gorki'yi kurmuştu zamanında, ona atıfta bulunuyorlar. Ayrıca muhabbet esnasında Henry Ford'la da epey taşak geçiyorlar. Ayrıca bu muhabbette nitrojen ve diğer kimyasalların ticareti hakkında da konuşuyorlar. Belgenin sonunda da "Peterson ve Brejnev 15 dakikalığına özel konuştular" diye kayıt düşülüyor. O özel konuşmanın içeriği bizimle paylaşılmıyor.
Bir başka belgeden bu Kama fabrikasının akıbetine bakalım şimdi:
CFR'nin yetkin abilerinden Kissinger, başkan Nixon'a bir rapor sunar [119]. Raporda "Kama fabrikası askeri motor üretebilir" diyor Kissinger, fakat bu hiçbir sorun teşkil etmiyor tabi ki. Şöyle ki raporun devamında bu Sovyet fabrikasının yapımında görev alacak ABD şirketleri sıralanır, anlaşmalar çoktan yapılmıştır. Sovyetlerin askeri açıdan güçlenmesinin hiçbir mahsuru yoktur, aksine istenen de budur. Ha bu arada, bunların yaşandığı 1972 yılında Vietnam Savaşı hâlâ devam ediyor. Amerikalı Coni'ler Sovyet silahlarına ve tanklarına yem oluyor, ABD uçakları Rus uçaksavarları ile düşürülüyor.
İşler ilerler, 2 sene sonra bu sefer Kissinger'a bir rapor sunulur [120]. Bu rapor Sovyetlerle yapılan ticaretle ilgili ayrıntılı bilgiler verir. Yıl 1974'tür ve Nixon, Peterson, Kissinger, Nelson Rockefeller gibi usta adamların sayesinde işler artık çığrından çıkmıştır. Bu raporda SSCB ile milyon dolarlık ticaret anlaşmalarının havada uçuştuğunu görürüz. Ha 1974'te de Vietnam Savaşı eski şiddetinde olmasa da devam ediyor bu arada. Her neyse, ben bu raporun sadece Kama ile ilgili kısmını göstereceğim. Gördüğünüz üzere askeri üretim de yapabilecek olan bu dünyanın en büyük kamyon fabrikası Kama için "daha şimdiden ABD şirketleri değeri 320 milyon doları aşan 110 kontrat imzaladı bile" cümlesi geçer raporda. Ayrıca Kama için şu meşhur IBM de bilgisayar satacaktır Sovyetler'e.
Yeri gelmişken Sovyetler'in bilgisayar teknolojisinden de bahsetmek lazım. SSCB'nin 1950'lerde ve 60'larda URAL, MESM ve BESM gibi bazı kendi üretimleri olan bilgisayar serileri var fakat bu bilgisayarlar yine batı teknolojisiyle mukayese edilemezler. 1967'ye kadar SSCB'ye bilgisayar teknolojisi satamıyor bizim bankerler, ciddi yasaklar var. Zira bilgisayar demek birçok teknolojinin önünü açmak demek ki "o kadar uzun boylu değil" diyor senato ve diğer kurumlar. Fakat Johnson ve Nixon'ın çalışmaları burada da zamanla sonuç veriyor. Şöyle ki ABD, sosyalist ülkelere 1966'da sadece 2 bin dolar değerinde bilgisayar parçası satabilmişken 1967'de bu rakam 1 milyon dolara çıkar. 1969'un sonlarında ise ABD, sosyalist ülkelere tam 40 milyon değerinde bilgisayar satmıştır [121].
Sovyetler'in bilgisayar teknolojisinde palazlanması da bu ticaretlerden sonra oluyor. Örneğin yukarıdaki belge 1971'de başkan Nixon'a sunulan bir rapordur [122]. Raporun konusu Sovyetlere satılması muhtemel İngiliz bilgisayarlarıdır. Bu raporda Sovyetlerin BESM-6 tipi bilgisayarlarının, İngiliz bilgisayarlarının sadece %25'i kadar güce sahip olduğu ve dolayısıyla SSCB'nin İngiliz bilgisayarlarına çok ihtiyaç duyduğu yazılır.
Fakat bu satış CoCom'a takılmıştır. CoCom ise ABD'nin kurduğu ve İngiltere, Japonya ve hatta Türkiye gibi sosyalist olmayan ülkelerin katıldığı bir kurumdur. CoCom'un görevi SSCB'ye satışları kısıtlamak, bir nevi ambargo koymaktır. Fakat göstermelik bir kurum olan CoCom her zaman bir şekilde atlatılmış ve ticaretler yapılmıştır. CoCom'un 80'lerde Japon firması Toshiba'ya verdiği göstermelik bir ceza var, onun dışında işler hep tıkırında gidiyor maşallah. Biz konumuza dönelim, İngiliz bilgisayarları Sovyetler'e satılacaktı ve CoCom buna itiraz etmişti. İtiraz eden CoCom üyesi ülke ise ABD'dir.
Başkana sunulan raporun devamında "ABD'nin itirazını kaldırmasının zararları" yazılır. Eğer ABD itirazını kaldırır ve bilgisayarların Sovyetler'e satışına izin verilirse, Sovyetler'in şimdiye kadar hiç olmadığı kadar gelişmiş bir bilgisayar teknolojisine sahip olacağı ve dolayısıyla bu bilgisayarları çeşitli stratejik noktalarda kullanabileceği söylenir.
Şimdi ABD Dışişleri arşivlerindeki 1971 tarihli bir başka belgenin dipnotuna bakalım [123]. Bu belgede görürüz ki devreye Kissinger girmiştir ve ABD, CoCom'daki itirazını kaldırmıştır. Yani tıpkı raporda dendiği gibi, Sovyetler'e şimdiye kadar hiç sahip olamadıkları kadar gelişmiş bilgisayar teknolojisi satılmıştır.
Ardından aynı sene içinde Sovyetler, RJAD serisi bilgisayarların üretimine başladıklarını duyururlar. Bu RJAD serisi bilgisayarlar ise IBM-360 modelinin tamamen kopyası olacaklardır [124].
Bu arada gelin kafanızı taşlara vurma isteği uyandıracak bir şey göstereyim size.
Türkiye'nin aydınlık yüzü olan Haber Sol'un böyle de Sovyet bilgisayarlarını öven bir haberi vardır. Sovyet bakanlar batıdan bilgisayar almak için binbir lobi yaparken, bilgisayarları yetersiz olduğu için İngiltere'lerden sipariş verirken, kendilerine tutunacak bir dal arayışında olan devrimci kardeşlerimiz gidip Sovyet bilgisayar teknolojisini övmektedirler. Rezil durumda olan ve neredeyse tamamen batı teknolojisinin kopyasından ibaret olan Sovyet bilgisayarları konusunda övünülecek tek şeyi bulup onunla ilgili kıvanç dolu haber yapmış arkadaşlar. Bak bu Sol ile Akit gazetesini mutlak değer parantezine alın, dışarı aynı şey çıkacaktır. Birbirine zıt yönlü fikirleri savunsalar da körü körüne imanlarının, lafta kalan tarafsızlıklarının ve lafta kalan adalet duygularının büyüklüğü eşittir. Yemin ederim ki şu an yazma isteğim kaçtı ya, siz nasıl bu hâle gelebiliyorsunuz arkadaş? Tapındığınız putların kendilerine hayrı yok, size ne faydaları dokunacak?
Neyse, dönüyorum ben konuya. Hatta artık aha bu öve öve bitiremedikleri Sovyetler Birliği faslını da kapatıyorum yavaştan.
Şimdi, biliyorsunuz ki burada anlattıklarım tarihe tamamen ters şeylerdi, sikmişim zaten tarihi. Biz normalde kendisine sürekli ambargolar konulan, dışlanan ve ABD ile düşman olan SSCB hikâyeleri dinledik fakat işin aslının hiç de öyle olmadığını delilleriyle gördük: Sovyetler Birliği tamamen el emeği göz nuru yaratılmış bir projedir. Amerika ile Sovyetler elbette düşmandı, fakat Amerika'dan anladığınız ne, önemli olan o. Amerikalı askerler mi, komutanlar mı, yangın musluğunu patlatıp altında duş alan zenciler mi, pazarları ailesiyle birlikte kiliseye giden Nick mi? Evet bunlar sosyalizme ve Sovyetler'e düşmandı, fakat onları sikine takan yok. Dikkat ettiyseniz size anlattığım hikâye hep tekrarlandı. Kızıl Devrim yıllarında Sovyetler'e yardım işlerini halleden Kızılhaç'çı Thompson ve Robins vardı, Albay House vardı. Aradan yıllar geçti bu isimler Kissinger'a, Peterson'a dönüştü. İsimler değişse de yaptıkları şey hep aynıydı: Bankerler adına SSCB'ye yardım etmek, onu güçlü bir düşman hâline getirmek.
İsimler değişse de yapılanlar hep aynıydı, zira plan uzun vadeliydi.
Amerikalı bankerleri, şirketleri ve Kissinger gibi CFR adamlarını ABD'den saymamanız lazım. Bu adamların vatanı veya milleti yoktur. Bu adamlar SSCB'lilere devrimcilik, ABD'lilere de kahramancılık oynattılar. İnsanlar oynadıkları role inandılar ve son yüzyılda milyonlarca genç, inandıkları bu saçma davalar uğruna telef oldular. Türkiye'deki sağ-sol olayları da dahildir buna.
Bu adamlar virüs gibidir. Virüsler kendi başlarına yaşayamazlar, yaşayabilmek için bir bedene, organizmaya ihtiyaç duyarlar. Bu adamların can buldukları beden ise Amerika Birleşik Devletleri'dir. Önce ABD'yi ele geçiren bu virüsler, daha sonra onu istedikleri doğrultuda yönlendirirler ve ona düşmanlar yaratırlar. Bu sayede çatışmalarla dünyayı şekillendirirler.
Peki amaç ne? İnsanların daha fazla tüketmesini sağlamak ve böylece daha fazla para kazanmak mı?
Hayır, esas amaç güçtür ve para ise güç için sadece bir araçtır.
Bu pek hayırsever bankerlerin amacı sizin daha çok tüketmeniz değil, onlara daha çok bağımlı hâle gelmenizdir. Bir başka deyişle amaç; kölelik ve mutlak güçtür. Sürekli olarak tez-antitez çatışmasını kullanan bankerlerin kafasındaki sentez ise, kapitalizme de sosyalizme de benzer özellikler taşıyan ve henüz tanımlanmamış bir yönetim sistemidir. Bu yönetim sisteminde şirketler tekel hâline gelecektir, zira rekabeti kaldırdığın anda insanlar tek bir şirkete bağımlı hâle gelirler ve o şirketin de kendilerini maksimum seviyede sömürmelerine razı gelirler. Bu sebeple her şirket piyasadaki tek şirket olmak ister. Mesela bizim Türk Telekom özelleştirildiğinde, Telekom'u satın alan şirket devletle olan sözleşmesine "3 sene piyasada tekel olacağız, başka bir şirketin piyasaya girmesine izin vermeyeceksiniz" diye bir madde koydurtmuştu. Şimdi dünyanın tek bir devlet olduğunu ve her şirketin de tekel hâline dönüştüğünü düşünün: Şirketlerin kölesi oluruz.
Kafalarındaki plan budur, he yapabilirler mi orasını Allah bilir. Fakat ürettikleri düşmanların, çıkardıkları çatışmaların amacı dünyanın bu yönde şekillenmesi ve tek dünya devletinin kurulabilmesi içindir.
Biliyorsunuz son yıllarda ve günümüzdeki düşman terördür, bilhassa İslami terör. Komünizmin etinden sütünden faydalanan bankerlerimiz, Arap ülkelerinde terörü yaratmak için de komünizmi bir güzel kullandılar. 1970 tarihinde ABD'de yapılan bir toplantının kayıtlarında bile bunun izlerini gördüm, dışişleri arşivinden aynen aktarıyorum [125]:
Başkan Nixon, istihbarat ekibiyle birlikte dış politikayı belirleme amaçlı bir toplantı yapar. Toplantıya katılanlar arasında başkan Nixon'ın yanı sıra Kissinger ve vali Nelson Rockefeller da vardır. Nelson Rockefeller daha sonra ABD başkan yardımcısı da olacaktır.
Toplantıda son olarak altını çizdiğim bölümde kelimesi kelimesine şunlar söylenir: "Ilımlı Araplar, Sovyetler'in agresifliğine karşı ABD'nin istikametine yönlendirilebilirler"
Bu ne demektir? Araplar, "kafir goministlere" karşı ABD ile işbirliği yapabilir, ABD'ye yanaşabilirler demektir. Ve aynen böyle de olmuştur. ABD, komünizm düşmanını hedef göstererek Araplar'a yakınlaşmış ve Arap ülkelerinde terörün temellerini atmıştır. Daha sonra İkiz Kule saldırılarıyla bu terör düşmanı tamamen yaratılmış olacaktır. El Kaide'sinden Işid'ine, binbir türlü it kopuk silahlandırılacaktır. Dünyanın yeni bir düşmanı daha vardır, hayırlı olsun. Tıpkı komünizm davasına samimiyetle inanan insanlar gibi, zeka küpü Araplar da ABD'nin kucağında büyük bir samimiyetle cihat edeceklerdir. Tıpkı Stalin'in komutasında milyonlarca insanı öldüren, toplama kampı Gulag'lardaki esirleri dayaktan bayıltan ve kutsal davasına samimiyetle inanmış yoldaşlar gibi, Arap terör örgütleri de büyük bir samimiyetle bombalar patlatacak, kafalar keseceklerdir. Arada hiçbir fark yoktur.
Brzezinski'den size daha önceki yazılarda bahsetmiştim. Brzezinski yine dünya yönetiminde söz sahibi olan stratejistlerden biridir. Kendisi 1973'te Rockefeller ile birlikte Trilateral Komisyon'u kurmuş, daha sonra da geçtiğimiz senelerdeki Arap Baharı'nın tasarımcılarından biri olmuştur. Brzezinski, "Between Two Ages" adlı kitabında marksizmi sık sık övmüştür [126]. Ve bakın aynı Brzezinski, 1979'da ne yapmıştır, isteyen 1 dakikasını ayırıp şu video'yu seyredebilir: Link.
1979'da Sovyetler Afganistan'a girmiştir, Sovyetlerin karşısında ise Afgan mücahitler vardır. Bu Afgan mücahitler Sovyetler'e karşı savaşırken ABD'nin kucağına düşmüşlerdir ve 1979 yılında Brzezinski Afganistan'a bizzat gelerek mücahitleri kendi saflarına çekmiştir.
Brzezinski video'da görebileceğiniz üzere mücahitlere aynen şunları söylemiştir: "Şuradaki topraklar sizindir. Bir gün oradaki evlerinizi ve camilerinizi geri alacaksınız. Çünkü sizin davanız doğrudur. Tanrı sizin tarafınızda."
Aynı Brzezinski kitabında, marksizmin küreselleşmeye büyük katkı sağladığını ve içine kapanık insanın dışa açılmasında büyük bir etken olduğunu da söylemiştir.
Sevgili devrimci kardeşlerim, sizin davanızı sikine takan bile yok. Tersine, sizin davanız inanmanız istenen davadır. Sizin davanız, bu adamların dünyayı istedikleri yönde şekillendirme amacıyla kendi elleriyle yarattıkları davadır. Hem sizin düşmanlığınız, hem de size gösterilen düşmanlık, tamamen plan dahilindedir. Reddetseniz de, abuk subuk bahaneler üretip kendinizi ikna etmeye çalışsanız da, gerçek budur. Gerçek, zihinden bağımsızdır.
Size buraya kadar anlattıklarımın birçoğu Antony Sutton'ın kitaplarında olan şeylerdi, o bunları 40-45 sene önce buldu, yazdı, fakat görmezden gelindi. Ve hatta bunlardan çok daha fazlası var Antony Sutton'ın kitaplarında. Sutton, Sovyet teknolojisinin %90-95 oranında ABD'den ve batıdan alındığını binbir türlü belge ve delille ispatlıyor. Bakın "iddia ediyor", "söylüyor" falan demiyorum, "ispatlıyor" diyorum. Zira Sutton'ın binlerce sayfada anlattıklarını oturup tek tek inceledim, araştırdım, tasdik ettim. Sutton anlattıklarında o kadar haklıydı ki, çoğu zaman onun gösterdikleriyle yetinmeyip daha farklı belgeler de bularak adamın ne kadar doğruları yazdığını gözlerimle gördüm, size de gösterdim. Sutton bir süre sonra işinden atılıyor ve Dışişleri Bakanlığı tarafından bazı arşivlere girmesi engelleniyor, belgeleri toplarken başına gelenleri de anlatıyor kitaplarında. Bakanlıklar 1960-70'lerde halka açmadıkları belgeleri de artık yayınladıkları için size ekstra belgeler de sunabildim. Size bu yazıda gösterdiklerim, elden geçirdiğim ve topladıklarımın çok ufak bir kısmıydı zira önemli olan bu yazının okunabilir olmasıydı. Daha fazlasını isteyenleri doğru kaynağa da yönlendireceğim dipnot kısmında.
Biraz da rahmetli Antony Sutton dayıyı tanıyalım. Sutton bir tarihçi ve ekonomist olarak Hoover Enstitüsü'nde çalışıyordu. Hoover Enstitüsü, Amerika'nın anti-komünist teori merkezidir. Buradaki akademisyenlere kaynakları sonuna kadar açarlar ve derler ki "dünya komünist olacak, eyvah" tarzı komünizm karşıtı çok bilimsel teoriler üretin. ABD'nin "Domino Teorisi" de bu çalışmaların bir ürünüdür. 1950'lerde "Domino Teorisi" diye bir şey üretiyor Amerikalılar ve Kore Savaşı'ndan sonra komünizmin diğer ülkelere de yayılacağını, dünyanın komünizm istilasıyla karşı karşıya olduğunu söyleyerek dünyaya bir komünizm korkusu salıyorlar. Dünya nereye komünist oluyorsa amına koyim. Neyse, Vietnam Savaşı'na olan müdahalelerinin haklılığını da bu gibi saçma teorilerle destekliyor ABD. Gel gelelim kendisine sunulan arşivleri kurcalayan Sutton durumun hiç de böyle olmadığını görüyor. Aslında komünizmi, Amerikalı bankerler kendi elleriyle yaratmışlar ve büyütmüşlerdi, ve hatta buna devam da ediyorlardı. Sutton yıllarca uğraşır, arşivleri didik didik inceler. ABD'nin yanı sıra Sovyet, İngiliz ve Kanada arşivlerini de elden geçirir ve 1968-1973 yılları arasında 3 ciltlik muazzam eseri olan "Western Technology and Soviet Economic Development"i yazar. Ve sonuç olarak Hoover Enstitü'sünden kovulur. Zira Sutton'dan istenen bu değildir, ondan komünizmin arkasındaki gücün ne olduğunu araştırmasını bekleyen yoktu. Ondan klasik "kızıllar geliyo eyvaaaah" teorileri üretmesi isteniyordu. Antony Sutton daha sonra "Beni süründürdüler, ama bana hiçbir zaman dava açmadılar" diyecektir. Neden açsınlar ki? Neden onu ciddiye alıp imajını insanların gözünde büyütsünler ki? Antony Sutton'ın bu anlattıklarının duyulmaması, hasır altı edilmesi gerekiyordu. Öyle de oldu. Belki bu yazı bir nebze olsun katkı sağlar bu adamın sesinin duyulmasına, öldükten sonra bile olsa. Sığır gibi yaşayıp hayatı yüzeysel bilgilerden ibaret olmasına rağmen her şeyin en doğrusunu bilen sikilesi insan sürüsüne rağmen, belki birkaç kişi de olsa o önyargılarını kırar ve görür gerçekleri. Zira çözüm toplumdan değil, bireyden başlar. Toplum dediğin nedir, "bir kişi"lerin yan yana gelmesinden oluşmuyor mu amına kodumun toplumu?
Şimdi son olarak işin teorik kısmına gireceğiz kaynatasızlar.
Bu konuda önce şunu söyleyeyim ki Marx'ı Marx yapan şey Sovyetler Birliği'dir. Marx yaşadığı süre boyunca hep devrim bekliyor ama o devrim Marx'ın ölümünden sonra Rusya'da oluyor. Eğer Kızıl Devrim olmasaydı ve SSCB kurulmasaydı, şu an Marx diye birini tanımıyorduk. Marx'tan en fazla "19. yüzyıl düşünürü" diye birkaç paragrafla bahsedilecekti kitaplarda. Bu hayatını sosyalizm davası uğruna feda eden insanların, Marksizm üzerine tezler yazıp makaleler yayınlayan akademisyenlerin, ortamlarda prim yapmak için sosyalist rolüne yatan tırt entellerin sebebi Sovyetler Birliği'nin kurulmasıdır. O Sovyetler Birliği'nin de bankerlerin hangi emekleriyle kurulduğunu ve yaşatıldığını bu yazıda tüm delilleriyle gördük. Yani aslında Marx'a mal edilecek bir başarı falan yok ortada. Tamamen bankerlerin kendi ürünü olan bir laboratuvar üretimi devlet yüzünden ortalıkta bu kadar Marx fırtınası kopuyor. Ha istediğin kadar delil sun, kendini kaptırmış ve zihnini kapatmış adama bunları kabul ettiremezsin elbette orası ayrı.
Her neyse, şimdi biraz sıkıcı da olsa ufak bir ön bilgilendirme seansı yapacağım, sonra tespitlerimle geliyorum.
Bu Marx abi tarihi ve geleceği altı evreye böler. Diğerlerini siktir et de bu evrelerin son üçüncüsü sırasıyla şunlardır: Kapitalizm, sosyalizm ve komünizm. Marx'a göre önce kapitalizm çökecek ve devrim olacaktır. Bu devrimden sonra da bir geçiş dönemi olan sosyalizm gelecektir. Ve sonunda nihai olarak komünizm egemen olacaktır dünyaya. Yani özetle, insanlar ilk olarak sosyalizmde ortak yaşama iyice alışacaklar ve bir süre sonra devlete ihtiyaçları kalmayacak, devlet kendi kendine yok olacaktır (devletin sönümlenmesi diye süslü bir isim koydukları mesele bu). Böylece komünizme geçilecek ve komünizmde ise devlet ve sınıf diye bir şey olmayacaktır.
Peki neden Marx kapitalizm ile komünizm arasına sosyalizm diye bir geçiş dönemi koyar? Zira Marx'a göre kapitalizmde devrim olduktan sonra, insanlar eski kapitalist alışkanlıklarını hemen bırakamazlar. O nedenle komünizme geçmek için arada bir geçiş dönemi olan sosyalizm lazımdır, eyvallah. Bu sosyalizmde ise büyük bir devlet olacaktır. Bu devlet "proletarya diktatörlüğü"dür, yani hesapta işçilerin diktatörlüğü.
Burada devreye Proudhon'cular, yani anarşistler girer. Proudhon tarihin ilk anarşistidir. Hatta Proudhon, yazdıklarıyla Marx'a ilham veren ve Marx'ın "aa hassiktir böyle bir dünya da varmış" diye düşünmesine yol açan adamdır. Fakat sonra boynuz kulağı geçer ve Marx ile Proudhon kanlı bıçaklı olur. Her ne sikimse, bu anarşist abiler der ki "İyi de güzel kardeşim sen devrimden sonra sosyalist devlet kurarsan yine başa sararız. Çünkü o devlet de kötü insanların eline geçecek ve her şey eskisine dönecek."
Anarşistler 150 sene önce yaptıkları bu eleştiride her seferinde haklı çıkmışlardır. Her "sosyalist" devlette bu böyle olmuştur. Bundan kaçamazsın zira kendi ellerinle diktatörlük kuruyorsun bir kere.
Anarşistler ve komünistler aslında aynı amaca sahiptirler; devletsiz ve sınıfsız bir dünya. Fakat gördüğünüz üzere yöntemde ayrışırlar. Aslında yöntemden ziyade felsefede de ayrışırlar, aralarında çok daha önemli bir fark vardır. O fark da anarşistlerin bireyci olmalarıdır. Proudhon ve anarşistler insan merkezcidir, Marx için ise birey diye bir şey yoktur, sadece toplum vardır. Esas mesele buradan çıkar yani.
Şimdi bu sikindirik bilgilendirme faslından sonra gelelim esas meseleye. Marx'ın kapitalizm eleştirisini ayrı tutalım, işin o kısmında çok doğru tespitleri de var adamın. Fakat ortaya sunduğu komünizm fikrine gelince, koca bir hiç görüyoruz. Şöyle ki Marx sosyalizmdeki devletin ne yapacağını eserlerinde pek açıklamaz. Ve işin daha da komiği, Marx sosyalizmden sonraki komünizmde de insanların nasıl yaşayacağını pek açıklamaz. Marx'ın epey bir eserini elden geçirdim, "Alman İdeolojisi" adlı kitapta bunu açıklamaya çalışıyor fakat bu kitap da ancak 1930'lu yıllarda basılıyor, ayrıca bu kitabın çoğunluğu da yine tarihsel gözlemlere dayalı, gelecekle ilgili az şey sunuyor. Marx'ın komünist sistemdeki hayatı açıklamaya çalıştığı ender eserlerinden bir diğeri olan Gotha Programı'nın Eleştirisi adlı mektubundan bir kesit gösteriyorum size, meseleyi daha iyi anlayacaksınız:
Evet, gördüğünüz üzere Marx bu sorunu bilimin çözeceğini söyler ve meseleyi kestirip atar. Yani Marx, komünist hayatın nasıl olacağını ileride göreceğimizi söyler. Aslında size meseleyi şöyle özetleyebilirim:
- Bakın hayatımızı komünizm hedefi uğruna heba edeceğiz. Komünizmde devlet ve sınıf olmayacak. Çünkü bunlar bilimin gerçekleridir ve biz çok bilimseliz.
- Tamam abi. Peki bu komünizmde hayat nasıl olacak?
- Bu sorunun cevabını bilim verecek evlat. Çünkü biz çok bilimseliz.
- Tamam abi.
Evet marksizmin özeti budur. İş o kadar komik ki, insanlar Marx'ın vadettiği ama nasıl olacağını bir türlü açıklamadığı o komünist yaşama resmen iman etmişlerdir. Nasıl olacağını bilmedikleri komünist yaşam uğruna kanlı devrimler yapmış, hayatlarını bu uğurda feda etmişlerdir. Marksizm başlı başına bir inançtır.
İnsanlar marksizme "bilimsel" diyerek, sadece inanmak istedikleri için inandıkları bir şeyi rasyonalize etme çabasına girerler. Şöyle ki, marksizmin bir diğer adı da "bilimsel sosyalizm"dir. Marx ve Engels, kendi öğretileri dışında kalan tüm sosyalizm çeşitleri için "ütopik sosyalizm" derken, marksizme "bilimsel sosyalizm" demişlerdir. Yani bu isimleri bizzat kendileri vermişlerdir. Bu tamamen Marx ve Engels'in gösterdikleri kurnazca bir savunma mekanizmasıdır. Zira marksizme en çok yöneltilen eleştiri onun bir ütopya olmasıyken, Marx kendi dışında kalan sosyalistlere ütopyacı deyip ihaleyi onlara yıkmıştır. Ve daha sonra dostu Engels de, marksizme bilimsel sosyalizm adını vererek sözüm ona bilimsel bir imaj yüklemiştir. Marx'ın tarihi detaylı bir şekilde incelemiş olması, onun gelecek hakkında sunduklarının bilimsel olduğunun delili değildir. Öyle ki Marx vadettiği komünist yaşamın nasıl olacağını açıklamaktan bile acizdir. Hatta komünizme geçiş aşamasındaki sosyalist devleti bile adam akıllı açıklamamıştır.
Bu meseleyi daha sonra bizim Lenin fark ediyor. Lenin bakıyor ki Marx bu konu hakkında elle tutulur bir şey yazmamış ve oturup Marx'ın bu devlet teorisini kendince geliştirmeye çalışıyor. Gerçi ortada bir teori bile yok geliştirecek ama hadi neyse biz "geliştiriyor" diyelim yine de. Lenin, sosyalist devletin rolünü çok güzel açıklar, ama önce araya kısa bir reklam alacağım.
Öjenizm nedir bilir misiniz?
İsmindeki şaşaaya takılmayın, ne olduğunu biliyorsunuz aslında. Öjenizm Hitler'in yediği boktur. Kısaca öjenizm şudur: İnsanların refahı için zayıf ırklar öldürülmeli ve sadece üstün ırklar hayatta kalmalıdır. Bu şekilde üstün ırka mensup insanlar kendilerine ayak bağı olan alt ırklar olmadan mutlu mesut yaşayacaktır.
Şimdi bu kısa reklamdan sonra devam ediyoruz. Ulu önder Lenin, Devlet ve Devrim adlı kitabında bakın sosyalist devletin görevini nasıl anlatır [127]:
Komünizmin alt evresi bildiğin sosyalizmdir. Komünizmin üst evresi de bildiğin komünizmdir, yani komünizmin son olarak alacağı hâl. Lenin, insanların kapitalist alışkanlıklarını terk etmeleri için "silahlı işçiler" diye bir baskı aracı olması gerektiğini söyler. Nedir "silahlı işçiler" diye soracak olursanız aynı bölümden devam ediyoruz.
Sosyalizmde bürokratik görevler devlet memurları yerine azar azar insanlara verilecek ve bu şekilde insanlar zaman içinde devlete ihtiyaç duymayacaklardır. Zira devlete düşen işleri zaten insanlar kendileri yapıyor olacaklardır. Bunun gibi uygulamalarla insanlar sosyalist devlet döneminde komünizme ısınacaklardır. İşte bu bürokratik görevlerin halka verilmesinin bir örneğidir "silahlı işçiler". Bu silahlı işçiler, sosyalist devlette bugünkü patronların veya polislerin yerine geçen insanlardır. İş kurumlarında bir denetleyici gibi çalışırlar. Ellerinde silahlar vardır ve Lenin'in deyimiyle silahlı işçilerin komutası altındaki işçiler daha iyi çalışacaklardır. Doğal olarak işin ucunda göt korkusu vardır. Eğer insanlar çalışmayı veya sosyalizmi reddederlerse ne mi olur? Cevabı ulu önder Lenin versin, lütfen en azından altını çizdiğim bölümü okuyun:
Bam!
Lenin'in söyledikleri çok nettir, tatlı su sosyalistleri neyi savunduklarını öğrensinler: Eğer Hazreti Marx'ın ve Hazreti Lenin'in hayallerine göre bir dünyada yaşamayı reddediyorsanız, siz yaşamaya layık değilsiniz. Sosyalist devletteki silahlı işçiler isterlerse sizi öldürebilir veya şanslıysanız size işkence edip ağır cezalar verebilirler. Zira siz tüm insanların refahını bozan aşağılık insanlarsınızdır. Ayrıca silahlı işçiler de hiç öyle duygusal değillerdir ha.
Yani bir başka deyişle, bu adamlar elin hanzosunun eline tutuşturacaklar silahı, verecekler ona yetkiyi, "çalış lan" dedirtecekler altındaki insanlara. Vasfı olmadığı hâlde eline yetki geçmiş her insan gibi bu silahlı işçiler de ellerindeki yetkiyi sonuna kadar kullanacaklar. Çalışmıyor musun, sosyalizmi ret mi ediyorsun, o hâlde öleceksin. Lenin'in tüm söylediği budur.
Şimdi bana söyleyin: Hitler'in yaptığından farkı nedir bunun?
Siz nasıl oluyor da içinde üç kilo bok olan adamların, insanlığın kaderiyle ilgili en doğru kararı verebileceklerine inanabiliyorsunuz?
Siz neye dayanarak sosyalist devlet altında sosyalizmi istemeyen insanların öldürülebileceğini savunuyorsunuz?
Siz "kahrolsun faşizm" demekle faşizm karşıtı olacağınızı mı sandınız?
Hitler'in yaptığı faşizm ırkçılığa dayalıydı fakat faşizm; ırkçılık demek değildir. Faşizmin net bir tanımı yoktur, ırkçılıktan daha geniş bir ifadedir. Kendi kelimelerimle size çok sade bir tanımını yapayım. Faşizm; "benden olmayan ölsün" demektir.
Hitler üstünlüğü ırkta arıyordu ve üstün ırktan olmayanların ölmesi gerektiğini savunuyordu. Lenin ise "hangi ırktan olursa olsun, sosyalizmi reddedenler ölmeli" diyor. Çünkü ulu önder Lenin ırkçılığa karşıdır, Allah ondan razı olsun.
Yazıklar olsun size ki bilmediğiniz fikirleri savunuyorsunuz. Hele hele bunları bilip de hazmedebiliyorsanız ve öyle savunuyorsanız, size defalarca yazıklar olsun. Umarım Lenin ve Marx gibi insanlar tarafından yönetilmekle geçer hayatınız.
Marx'a çok sık getirilen aptalca bir eleştiri vardır, "Marx insanları çok iyi zannediyordu" diye. Hayır, bir kere zaten insanlar sahiden iyi ve adaletli olsalar "herkesin ihtiyacı kadar" alacağı bir sisteme değil, "herkesin hak ettiği kadar" alacağı bir sisteme yönelirlerdi. Marx'ınkine değil. Bu çok önemli bir ayrımdır ayık olun.
İkincisi ise Marx insanları iyi niyetli saftirikler olarak görmüyordu. Marx dediğin adam hayatının uzun yıllarını fakirlik içinde geçirmiş, çocuklarını bakımsızlık ve sefalet yüzünden kaybetmiş bir adamdır. Marx en nihayetinde bir insandır, gördükleriyle ve hissettikleriyle yorumluyordu dünyayı. Böyle bir adamın "insanları çok iyi zanneden sevgi kelebeği :))))" olmasına mümkünat yoktur gerizekalı evladı. Marx, insanların evrimini kendi eliyle şekillendirebileceğini düşünüyordu, Marx'ın anlattıkları tamamen bunun üzerine kuruludur. İnsanlar ancak böyle sıkı bir yönlendirme sayesinde bu kadar nüfusa rağmen komünist hayata katlanabilirlerdi. Marx'ın olması gerektiğini şiddetle savunduğu "sosyalist devlet"in tüm amacı budur. Şöyle ki;
Lenin -ki Marx'ı en iyi anlamış kişilerden biridir- Devlet ve Devrim'de marksist teorinin evrim teorisiyle uyumunu defalarca belirtir. Lenin, Marx'ın amacını gayet iyi anlamıştır ve insanları kendi hayal ettikleri doğrultuda evrimleştirebilmek için onları baskıcı sosyalist devlet altında terbiye etmeyi amaçlamıştır. Silahlı işçilerle, zorunlu görevlerle ve baskıyla insanlar Marx'ın öngördüğü biçimde evrimleştirilecek ve bu sayede ilk başta "zorunluluk" olarak gördükleri şeyleri zamanla "alışkanlık" olarak algılar hâle geleceklerdir. Buna direnen aşağılık insanlar ise yok edilecek ve insanın Marx'ın hayal ettiği şekilde evrimleştirilmesi, yani robotlaştırılması gerçekleştirilecektir. Birey denilen şey tamamen yok edilecektir. Tüm amaçlanan budur. İnsanın evrimini kendi doğrularına göre şekillendirmeye çalışmak, Hitler gibi Marx ve Lenin'in de yapmaya kalkıştığı şeydir ve bu tamamen kibirdir. Bu kişileri savunanlar ise, dünyalar kadar kibirin etrafında dönen uydular gibidirler.
Bu adamlar için "birey" veya "insan" diye bir şey yoktur, sadece yönetilmesi ve sömürülmesi gereken "yığınlar" vardır. Bu düşüncedeki tuhaf yaratıkların insanların iyiliğini amaçladığını zannediyorsanız, siz kendi kafanızın içinde bambaşka bir dünya kurmuşsunuz ve orada yaşıyorsunuz demektir.
Troçki'nin otobiyografisinden bir bölüm daha göstereyim size, alta çevirisini de koyacağım. Troçki, kendi kurmuş olduğu Kızıl Ordu ve askerleri için şunları yazar otobiyografisinde [128]:
"Misillemeler olmadan bir ordu kurulamaz. Ordunun cephaneliğinde ölüm cezası olmadan insan yığınları ölüme gönderilemezler. Teknolojik gelişmelerden gurur duyan bu kötü niyetli kuyruksuz maymunlar -ki biz bu hayvanlara insan diyoruz- ordular kuracak ve savaşacaklardır. Komuta kademesi bu askerleri her zaman cephedeki olası bir ölümle cephe gerisindeki kesin ölüm arasında bırakmalıdır. ..."
Bildiğiniz üzere Kızıl Ordu'da geri çekilen askerlere ölüm cezası vardır. İşin bu yönünü hiç doğru bulmasam da buna bir yorum getirmeyeceğim. Burada esas ilginç olan vaka Troçki'nin kendi askerleri için "Ölüme gönderilmesi gereken kötü niyetli kuyruksuz maymunlar yığını" ifadesini kullanabilmesidir.
Stalin veya Mao'nun on milyonlarca insanı nasıl öldürdüklerini anlayabilmeniz için, bu adamların insana verdikleri değeri ve insanı nasıl gördüklerini anlamanız gerekir.
Zira bu adamlar için insan diye bir şey yoktur. Sizi insan olarak değil, sadece "sürü" olarak görürler. Sürüyü ise sağarsın, kullanırsın, çiftleştirirsin ve kesersin.
Kısacası sizin önder, düşünür, devrimci gibi süslü paketlerine aldanıp büyüttüğünüz kişiler bir avuç ruh hastasıdır. Amaçları daima daha fazla güçtür. Bu ruh hastalarına prim veren ve destekleyenler de en az onlar kadar suçludur. Bu hayatta herkes kudreti kadar iyilik ve kudreti kadar kötülük yapar. Bu adamlara sempati gösteriyor oluşunuz, elinize onlarınki kadar kudret geçse sizin de aynı bokları yiyeceğinizin bir işaretidir.
İnsanların büyük çoğunluğu ellerine geçen yetkiyi kullanmaya meyillidir. İnsan, yaptığı kötü bir şey bile olsa bir şekilde kendini ikna eder ve kullanır o yetkiyi. Somut bir örnekle açıklayayım.
Bu meşhur karede ne oluyor biliyor musunuz? Olan şey tamamen şu: Bir polis memuru, normalde asla ulaşamayacağı alımlı bir kadına hayatında ilk defa üstünlük kurma şansı buluyor. Ama işte bu sefer, bu sefer yetki de onda, üstünlük de onda. Burada güç onda. Ve bu yetkiyi sonuna kadar da kullanıyor. Çünkü bunu yapabilme gücü var.
Bunu otobüsün içinde diğer insanlara bağıran ama otobüsten indikten sonra sivilken kimse tarafından siklenmeyen otobüs şöförü de yapıyor.
Bunu zaman zaman patronunuz, öğretmeniniz, abiniz de yapıyor. Ve hatta siz de yapıyorsunuz, ve ben de yapıyorum.
Elinize başka insanlara büyük kötülükler yapma kudreti geçmediği için kendinizin "iyi" biri olduğunu zannetmeyin. Zira içinizdeki boşluğu doldurmak uğruna kendinizi bu hurafelere inandırmanız, kötü biri olmanız için yeter de artar. Bu hâlinizle bile kendinize bunu yapıyorsanız eğer, elinize güç geçse başkalarına neler yapacaksınız kim bilir. Mahalle kavgalarında adam elindeki kırık bira şişesiyle önce kendi göğsünü çizer, gözünüzün önüne geldi mi o sahne? Buradaki amaç karşı tarafa "bak kendime bunu yapıyorum, sana neler neler yaparım" demektir. Zira kendisine kötülük yapan insan, başkalarına çok daha rahat kötülük yapar.
Artık yazıyı bitiriyorum. Bu yazı için belge toplama ve yazma sırasında "du bakalım napacak" diye bazı sosyalist tanıdıklarıma burada anlattıklarımdan birkaç örnek verdim. Genç olanları genellikle Marx'ın %90'ı laf kalabalığından ve dönemindeki diğer sosyalistlere laf sokmaktan ibaret olan iki tane kitabını okuduğu için her alanda hayatın anlamını çözmüş kimseler rolüne büründüler. Yaşlı olanları da genellikle orta yaş kibiriyle "yaaaa bırak, inanmam, hayır" diyerek katılaşmış kalpleriyle nasıl yarağı yemiş bir durumda olduklarını göstererek insanı kendilerinden tiksindirdiler. Yoruldum, dinlenmem lazım. Bu yazıyı yazdıktan sonra oturup teker teker sizinle laf kavgasına girmeyi düşünmüyorum. Artık yapacağım şey sizi vicdanınızla baş başa bırakmak olacak. Hani her fırsatta "ben vicdanlı bir insanım yeeeaa", "en iyi din vicdandır abi vicdan" gibi tıraş laflarla övüp göklere çıkardığınız o değişken vicdanınız var ya, ha işte onunla baş başa bırakıyorum sizi. Eğer bu kadar net ve somut delillerle dolu şu yazıyı okuduktan sonra fikirlerinizde bir değişme olmadıysa veya hadi en kötü ihtimalle içinize bir şüphe bile düşmediyse, bundan sonra ağzınıza "vicdan" lafını almayın. Zira inanmak istediğiniz yalanlarla şekillendirdiğiniz o vicdanınız çoktan katılaşmış demektir.
Aşağıya notları ve kaynakları ekleyip siktir olup gidiyorum. Hadi eyvallah.
Notlar ve Kaynakça:
Bu yazı bir amme hizmetidir, Allah rızası için yazılmıştır. Eğer siz de aynı amaçlara sahipseniz hiçbir izin almadan bu yazıyı dağıtabilir, paylaşabilir, yayabilirsiniz. Hatta bu yazıyı muhakkak duyurun etrafınıza. Yalnız kaynak belirtin ki millet blog'taki diğer yazılara da ulaşsın.
Bu yazıda Antony Sutton'ın "Wall Street and the Bolshevik Revolution", "Western Technology and Soviet Economic Development I-II-III", "National Suicide: Military Aid to the Soviet Union" ve "The Best Enemy Money Can Buy" kitaplarından faydalanılmıştır. Belgeler ABD Dışişleri Bakanlığı arşivinden alınmıştır, aşağıda her belgenin ulaşılabilir online link'lerini de bulabilirsiniz. Gazete küpürleri çoğunlukla fultonhistory.com gazete arşivinden ve New York Times'ın kendi arşivinden alınmıştır.
Dipnotlar:
1: ABD Dışişleri Bakanlığı arşivleri: http://history.state.gov/historicaldocuments
2: Wisconsin Üniversitesi dijital arşivleri, Foreign Relations of United States: http://uwdc.library.wisc.edu/collections/FRUS
3: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 5.
4: New York Herald, 5 Ağustos 1917: http://www.fultonhistory.com/Newspaper%2014/New%20York%20NY%20Herald/New%20York%20NY%20Herald%201917/New%20York%20NY%20Herald%201917%20-%206091.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffffc6eca6f0&DocId=4093797&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=60&hits=1c+1d+22+23+26+44+45+7d+9c+9d+16b+16c+183+184+203+204+20f+28b+28c+2d4+2d5+2f4+2f5+34b+34c+3d7+3d8+42a+42b+46d+46e+47a+47b+490+491+4e3+4e4+521+5cf+5d0+5ee+5ef+696+697+6f3+6f4+726+727+afb+afc+b26+b27+e69+e6a+1337+1338+1377+1378+1394+1395+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
5: New York Times, 20 Haziran 1917: http://www.fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201917%20Jun16-30%20Grayscale/New%20York%20NY%20Times%201917%20Jun16-31%20Grayscale%20%28158%29.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffffe6c969a6&DocId=3061872&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=73&hits=49+4a+5e+5f+14c+14d+167+16b+16c+17e+17f+1df+225+226+4ac+4ad+4ef+4f0+52b+52c+576+577+58c+58d+59f+5a8+5a9+5c4+5c5+5f2+85a+9ef+9f0+b40+b4c+b57+b70+b76+bf7+bfb+dbf+dfd+e97+e98+ec0+ec1+ee1+ee2+f28+f29+1411+1412+1453+1454+1545+1713+173e+17c7+17de+180c+188e+18c1+18f1+1935+19bb+1a24+1a39+1c14+1c7c+1ca7+1db8+23ed+23f5+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
6: New York Sun, 19 Haziran 1917: http://www.fultonhistory.com/Newspaper%209/New%20York%20NY%20Sun/New%20York%20NY%20Sun%201917%20%20Grayscale/New%20York%20NY%20Sun%201917%20%20Grayscale%20-%205125.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=7fa75579&DocId=5455669&Index=Z%3a%5cIndex%20O%2dG%2dT%2dS&HitCount=41&hits=d+e+108+117+120+26b+274+275+338+339+410+411+46a+46b+4a0+4a1+4c8+4c9+659+65a+7d5+7d6+a30+ae5+ae6+d6b+d6c+e53+e54+e81+e82+e86+e87+eae+eaf+1394+1395+13e8+13e9+1403+1404+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
7: New York Times, 2 Temmuz 1917: http://fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201917%20Jul%201-15%20Grayscale/New%20York%20NY%20Times%201917%20Jul%201-15%20Grayscale%20%2893%29.pdf#xml=http://fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=14f4ad5b&DocId=3061371&Index=Z%3a\Index%20U-F-P&HitCount=73&hits=11+3b5+3b6+3de+3df+3f4+40b+41a+43e+49e+4b1+4dc+505+56e+58b+63b+78d+78e+797+798+7be+7bf+7e7+7e8+800+801+941+942+adf+b55+11ab+147b+147c+1481+1492+14ba+14bb+14c4+14c5+14cd+1506+1511+1527+1528+155b+155c+1560+156f+1570+15f6+1649+164a+168f+16ae+16c6+16cd+16ce+16df+16e0+16f2+16fa+16fb+1709+1855+1856+1868+1869+187b+187c+2253+235b+2367+2370+&SearchForm=C%3a\inetpub\wwwroot\Fulton_New_form.html&.pdf
8: Minutes of the War Council of the American National Red Cross (Washington, D.C., May 1917) kaynağından aktaran, Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 5.
9: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 5.
10: A.g.e.
11: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Page XIII. Internet link’i: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0015
12: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918), Chapter VII, Sf 301. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0375
13: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Chapter VII, Sf 381. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0455
14: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Chapter III: Commercial relations and relief, Sf 102-103. Link: http://images.library.wisc.edu/FRUS/EFacs/1918Russia/reference/frus.frus1918russia.i0009.pdf
15: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Chapter IV: Assistance in railway transportation, Sf 228. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918Russia.p0278&id=FRUS.FRUS1918Russia&isize=M
16: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Russia: Chapter X, sf 499. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0573&q1
17: Thomas W. Lamont, Across World Frontiers (New York: Harcourt, Brace, 1959), Sayfa 85. Bu kaynaktan alıntı yapan Antony Sutton.
18: İngiliz Savaş Kabinesi Belgeleri, Reference: CAB 23/4/76. Internet’ten ulaşılabilir link: http://discovery.nationalarchives.gov.uk/SearchUI/image/Index/D7652027?index=4&page=0
19: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 6.
20: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918), Chapter III: Commercial relations and relief, Sf 107. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918Russia.p0157&id=FRUS.FRUS1918Russia&isize=M&q1=red%20cross&q2=trotsky
21: 31 Ocak 1918 tarihli New York Tribune: http://chroniclingamerica.loc.gov/lccn/sn83030214/1918-01-31/ed-1/seq-1/
2 Şubat 1918 tarihli The Yonkers Statesman: http://www.fultonhistory.com/Newspaper%2018/Yonkers%20NY%20Statesman/Yonkers%20NY%20Statesman%201918/Yonkers%20NY%20Statesman%201918%20-%200144.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffffc0b8ff49&DocId=2914394&Index=Z%3a%5cIndex%20I%2dE%2dV&HitCount=5&hits=cc2+fdc+fdd+12c3+12c7+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
Ve ayrıca aynı haber 2 Şubat 1918 tarihli Washington Post gazetesinde de çıkmıştır.
22: The magnate: William Boyce Thompson and his times (1869-1930), Hermann Hagedorn. Sayfa 194.
23: Yukarıdaki kaynaktan alıntı yapan Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 5.
24: New York Times, 27 Ocak 1918: http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res=9C01E4D7143AEF33A25754C2A9679C946996D6CF
25: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918). Chapter VII, Sf 303. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0377
26: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Chapter II. Sf 120. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918Russia.p0170&id=FRUS.FRUS1918Russia&isize=M
27: 316-13-698 No’lu ABD Dışişleri Bakanlığı belgesini aktaran Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 6.
28: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918): Chapter X, Sf: 497. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0571&id=FRUS.FRUS1918v1&isize=M&
29: A.g.m. Link de aynı ama vereyim: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0571&id=FRUS.FRUS1918v1&isize=M&
30: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Chapter VII, Sf 286. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0360&
31: Russian-American Relations. March 1917 - March 1920, Documents And Papers. Sf 212. Link: https://archive.org/stream/russianamerican01pettgoog#page/n244/mode/2up
32: Nobel Ödülü Resmi Web Sayfası: http://www.nobelprize.org/nobel_prizes/peace/laureates/1917/
33: George Kennan, "Russia Leaves the War"dan aktaran Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 5.
34: United States Department of State / Foreign relations of the United States, 1951. Europe: political and economic developments (in two parts) (1951). Sayfa 1571-1573. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1951v04p2.p0605&id=FRUS.FRUS1951v04p2&isize=M&
35: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1919. Russia (1919) Chapter I. Sayfa 134. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1919vRussia.p0246&id=FRUS.FRUS1919vRussia&isize=M&
36: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1919. Russia (1919) Chapter I. Sayfa 145. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1919vRussia.p0257&id=FRUS.FRUS1919vRussia&isize=M
37: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1919. Russia (1919) Chapter I. Sayfa 141. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1919vRussia.p0253&id=FRUS.FRUS1919vRussia&isize=M
38: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1919. Russia (1919) Chapter I. Sayfa 147. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1919vRussia.p0259&id=FRUS.FRUS1919vRussia&isize=M&
39: Lusk Komitesi’nin Sovyet Bürosu ile ilgili yayınladığı binlerce sayfalık raporlar ve ele geçirdikleri belgelerden bazıları:
https://archive.org/details/cu31924052844218
https://archive.org/details/cu31924052844226
https://archive.org/details/cu31924052844234
https://archive.org/details/cu31924052844242
40: New York Times, 14 haziran 1919: http://www.fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201919%20Jun-1-15/New%20York%20NY%20Times%201919%20Jun-1-15%20%28568%29.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=20a66fe0&DocId=3072958&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=15&hits=1d8+1e6+4f5+535+dbb+dda+f0f+1437+1438+143b+143c+143d+1443+1444+1445+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
41: Lusk Komitesi’nin “Revolutionury Radicalism” adlı raporu, Part I, Volume II, sayfa 1341-1342: https://ia600508.us.archive.org/8/items/cu31924052844226/cu31924052844226.pdf
42: New York Times, 27 Haziran 1919: http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res=990DE3DC143AE03ABC4F51DFB0668382609EDE
43: Frank Vanderlip, From Farmboy to Financier: http://tr.scribd.com/doc/193941657/From-Farm-Boy-to-Financier-An-autobiography-of-Frank-Vanderlip-with-a-chapter-on-the-story-of-the-secret-meeting-on-Jekyll-Island-that-led-to-the-c
44: New York Times, 17 Kasım 1919: http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res=9405E4DA1F3BEE3ABC4F52DFB7678382609EDE
45: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1921. Sayfa: 777. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1921v02&entity=FRUS.FRUS1921v02.p0873&
46: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1921. (1921) Russia. Sf: 774. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1921v02.p0870&id=FRUS.FRUS1921v02&isize=M&
47: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1921. (1921) Russia. Sayfa: 765-766. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1921v02.p0862&id=FRUS.FRUS1921v02&isize=M&
48: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1920. (1920) Russia. Sayfa: 722-723. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1920v03.p0823&id=FRUS.FRUS1920v03&isize=M&
49: New York Times, 8 Haziran 1921: http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res=9507E5D9163EEE3ABC4053DFB066838A639EDE
50: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 4.
51: New York Times, 4 Ağustos 1916: http://www.fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201916%20Aug%201-15%20Grayscale/New%20York%20NY%20Times%201916%20Aug%201-15%20Grayscale%20%2861%29.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=718c5ad2&DocId=3052990&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=7&hits=22f2+22f3+22fc+22fd+2ad4+2ad8+2ae1+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
52: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Supplement 1, The World War (1918). List of principal persons. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918Supp01v01&entity=FRUS.FRUS1918Supp01v01.p0017&
53: CFR’nin web sayfasındaki tarihçe: http://www.cfr.org/about/history/cfr/appendix.html
54: The Intimate Papers of Colonel House, vol. I (Houghton Mifflin) Charles Seymour’dan referans.
55: George, Alexander L. and Juliette George. Woodrow Wilson and Colonel House: A Personality Study. Sayfa: 93.
56: Komünist manifesto, bölüm 2.
57: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 4.
58: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Russia: Chapter VII, sayfa: 271. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0345&
59: Louise Bryant, Six Red Months in Russia, chapter 20. (Amerikalı sosyalist yazar Louise Bryant da bu propaganda ofisinde çalışmıştır. Kitabında bu ofisi kendisi anlatır) Link: https://www.marxists.org/archive/bryant/works/russia/ch20.htm
60: İngiliz Savaş Kabinesi. Record Type: Memorandum. Former Reference: GT 7679. Title: The Cases of Philip Price and Robert Minor. Link: http://discovery.nationalarchives.gov.uk/SearchUI/image/Index/D7733729?isFullDescription=False
61: New York Times, 16 Haziran 1919: http://www.fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201919%20Jun%2016-30%20Grayscale/New%20York%20NY%20Times%201919%20Jun%2016-30%20Grayscale%20%2814%29.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffffde28338e&DocId=3071851&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=16&hits=322+3dc+427+996+997+e9c+12a1+12a2+12ac+18b1+18fb+1b8f+1fc0+2401+244b+2454+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
62: New York Times, 12 Temmuz 1919: http://www.fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201919%20Jul%201-15%20Grayscale/NYTimes_jul1_15_1919_0382.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffffaeffeb60&DocId=3071063&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=33&hits=3e+54+2a7+3f7+4ef+57e+aeb+b81+b95+c4a+c54+c65+c9d+cab+cc2+ce2+d3a+1717+1985+1de0+1e38+1e46+1e75+1e83+1e98+1ea3+1f1f+1f50+226f+2270+2273+2274+2275+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
63: New York Times, 13 Temmuz 1919: http://www.fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201919%20Jul%201-15%20Grayscale/NYTimes_jul1_15_1919_0425.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffff867bc674&DocId=3071106&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=10&hits=1277+12a2+12a4+12a5+12f9+1317+1349+1453+14f2+164d+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
64: Joseph North, Robert Minor: Artist and Crusader kaynağından aktaran: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 6.
65: Troçki, My Life. Chapter 23, Sayfa: 217.
66: Autobiography of Lincoln Steffens, sayfa 743. Bu link’ten ulaşabilirsiniz: http://www.unz.org/Pub/SteffensLincoln-1931-00841?View=Search&SearchView=PDFHits&pages=841
67: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918). Chapter III, Sayfa 131. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0205&id=FRUS.FRUS1918v1&isize=M&
68: A.g.e. Sayfa 133.
69: Autobiography of Lincoln Steffens, sayfa 744.
70: A.g.e.
71: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 2.
72: Troçki, My Life. Chapter 24, Sayfa: 218
73: New York Times, 16 Mart 1917: http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res=9D0CE0DE143AE433A25755C1A9659C946696D6CF
74: A.g.e. Sayfa: 223.
75: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1917. Supplement 2, The World War (1917). Part I, Sayfa: 744. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1917Supp02v01&entity=FRUS.FRUS1917Supp02v01.p0818&
76: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1917. Supplement 2, The World War (1917). Part I, Sayfa: 745. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1917Supp02v01&entity=FRUS.FRUS1917Supp02v01.p0818&
77: : Louise Bryant, Six Red Months in Russia, chapter 20. Link: https://www.marxists.org/archive/bryant/works/russia/ch20.htm
78: NY Evening Post, 3 Mayıs 1918. Link: http://fultonhistory.com/Newspaper%2010/New%20York%20NY%20Evening%20Post/New%20York%20NY%20Evening%20Post%201918%20Grayscale/New%20York%20NY%20Evening%20Post%201918%20Grayscale%20-%201147.pdf#xml=http://fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=1342644e&DocId=1896775&Index=Z%3a\Index%20I-E-V&HitCount=8&hits=463+464+465+466+467+468+469+46a+&SearchForm=C%3a\inetpub\wwwroot\Fulton_New_form.html&.pdf
79: JP Morgan Chase, tarihçe: http://www.jpmorganchase.com/corporate/About-JPMC/document/shorthistory.pdf
80: The Soviet Union: Facts, Descriptions, Statistics. Soviet Union Information Bureau. Link: https://www.marxists.org/history/ussr/government/1928/sufds/ch13.htm
81: A.g.e.
82: Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union. Chapter 6.
83: A.g.e.
84: CIA Hıstorical Review Program. The Soviet Tractor Industry: Progress and Problems. Link: http://www.foia.cia.gov/sites/default/files/document_conversions/89801/DOC_0000309271.pdf
85: The Schenectady Gazette, 4 Nisan 1930: http://www.fultonhistory.com/Newspaper%208/Schenectady%20NY%20Gazette/Schenectady%20NY%20Gazette%201930%20Grayscale/Schenectady%20NY%20Gazette%201930%20Grayscale%20-%202039.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=74a9bca5&DocId=4856327&Index=Z%3a%5cIndex%20O%2dG%2dT%2dS&HitCount=6&hits=129+64b+64c+652+689+68a+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
86: Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union. Chapter 6.
87: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976. VOLUME XIV, SOVIET UNION, OCTOBER 1971–MAY 1972, DOCUMENT 276. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v14/d276
88: General Donn A. Starry. DEPARTMENT OF THE ARMY. WASHINGTON, D. C., 1989. Sayfa: 152. Link: http://www.history.army.mil/books/Vietnam/mounted/chapter6.htm#p5
89: History Channel. Link: http://www.history.com/this-day-in-history/ford-signs-agreement-with-soviet-union
90: Antony Suttun, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union. Chapter 6 ve 7. Ayrıca Sutton’ın Best Enemy Money Can Buy adlı kitabına da bakılabilir.
91: New York Sun, 1933. Link: http://www.fultonhistory.com/Newspaper%2018/New%20York%20NY%20Sun/New%20York%20NY%20Sun%201933/New%20York%20NY%20Sun%201933%20-%203454.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffffb5b12ccd&DocId=3177726&Index=Z%3a%5cIndex%20I%2dE%2dV&HitCount=7&hits=49+f1+232+260+261+262+7b2+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
92: New York Evening Post, 31 Mart 1932. Link: http://www.fultonhistory.com/Newspaper%2011/New%20York%20Evening%20Post/New%20York%20NY%20Evening%20Post%201932%20Grayscale/New%20York%20NY%20Evening%20Post%201932%20Grayscale%20-%202064.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=1d1705a3&DocId=5473431&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=6&hits=31a+31b+31c+324+325+1458+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
93: Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union. Chapter 6
94: Antony Sutton’ın “National Suicide: Military Aid to the Soviet Union” kitabında 6 ve 7. Bölümler. Ayrıca Western Technology and Soviet Economic Development adlı 3 ciltlik kitabının her birinde Sovyet fabrikalarının nasıl ABD desteği ile kurulduğunu ABD Dışişleri Bakanlığı belgeleriyle teker teker anlatır Sutton.
95: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1937 yılı. Sayfa: 463-464. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1933.p0569&id=FRUS.FRUS1933&isize=M&
96: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1939 yılı, sayfa: 871. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1933&entity=FRUS.FRUS1933.p0977&
97: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1938 yılı. Sayfa: 569-577. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1933.p0675&id=FRUS.FRUS1933&isize=M&
98: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1939 yılı, sayfa: 873. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1933&entity=FRUS.FRUS1933.p0979&
99: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1937 yılı, sayfa: 475. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1933&entity=FRUS.FRUS1933.p0581&
100: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1937 yılı, sayfa: 487. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1933&entity=FRUS.FRUS1933.p0593&
101: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1938 yılı, sayfa: 581. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1933.p0687&id=FRUS.FRUS1933&isize=M&
102: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1937 yılı, sayfa: 470-471. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1933.p0576&id=FRUS.FRUS1933&isize=M&
103: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1937 yılı, sayfa: 473-474. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1933.p0579&id=FRUS.FRUS1933&isize=M&
104: New York Times, 26 Mayıs 1937. Link: http://query.nytimes.com/gst/abstract.html?res=9C03E7DF1E3AE23ABC4E51DFB366838C629EDE
105: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1938 yılı, sayfa 583-584. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1933.p0689&id=FRUS.FRUS1933&isize=M&
106: United States Department of State / Foreign relations of the United States diplomatic papers, 1941. General, The Soviet Union (1941). Union of Soviet Socialist Republics, sayfa: 969. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1941v01.p0981&id=FRUS.FRUS1941v01&isize=M&q1=rockefeller&q2=amtorg
107: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1961–1963. VOLUME V, SOVIET UNION, DOCUMENT 346. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1961-63v05/d346
108: Directorate for Statistical Services, Office of the Secretary of Defense kaynağından aktaran; Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union. Chapter 2.
109: BUFFALO COURIER EXPRESS, 8 Nisan 1967. Link: http://fultonhistory.com/Newspapers%2021/Buffalo%20NY%20Courier%20Express/Buffalo%20NY%20Courier%20Express%201967/Buffalo%20NY%20Courier%20Express%201967%20-%205106.pdf#xml=http://fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=1d64a96&DocId=6735985&Index=Z%3a\Index%20I-E-V&HitCount=6&hits=4c+4d+4e+124+58e+5a5+&SearchForm=C%3a\inetpub\wwwroot\Fulton_New_form.html&.pdf
110: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1961–1963. VOLUME V, SOVIET UNION, DOCUMENT 346. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1961-63v05/d346
111: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1964–1968 VOLUME IX, INTERNATIONAL DEVELOPMENT AND ECONOMIC DEFENSE POLICY; COMMODITIES, DOCUMENT 173. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1964-68v09/d173#fn2
112: Committee for Economic Development, A New Trade Policy towards Communist Countries. Kaynağından aktaran Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, chapter 1.
113: Exchanges with the Soviet Union and Eastern Europe (U.S. State Dept., 1967). Kaynağından aktaran Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, chapter 12.
114: Binghamton Press, 11 Mayıs 1967. Link: http://www.fultonhistory.com/Newspaper4/Binghamton%20NY%20Press%20Grayscale/Binghamton%20NY%20Press%20Grayscale%201967.pdf/Binghamton%20NY%20Press%20Grayscale%201967%20-%207900.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=fffffffffb7b26ae&DocId=913825&Index=Z%3a%5cIndex%20O%2dG%2dT%2dS&HitCount=11&hits=76+15e+179+186+1a5+1b6+1b8+1de+1fa+35e+371+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
115: Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, chapter 5.
116: New York Times, 16 Ocak 1967. Link: http://query.nytimes.com/gst/abstract.html?res=9D0CE2DD113CE53BBC4E52DFB766838C679EDE
117: Foreign Relations of the United States, 1964–1968, Volume XIV, Soviet Union, Document 39, Sayfa: 98. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1964-68v14/pg_98
118: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969-1976. VOLUME XV, SOVIET UNION, JUNE 1972–AUGUST 1974, DOCUMENT 21. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v15/d21
119: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976. VOLUME IV, FOREIGN ASSISTANCE, INTERNATIONAL DEVELOPMENT, TRADE POLICIES, 1969–1972, DOCUMENT 343. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v04/d343
120: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969-1976. VOLUME XVI, SOVIET UNION, AUGUST 1974–DECEMBER 1976, DOCUMENT 86. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v16/d86
121: Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, chapter 11.
122: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976. VOLUME IV, FOREIGN ASSISTANCE, INTERNATIONAL DEVELOPMENT, TRADE POLICIES, 1969–1972, DOCUMENT 372. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v04/d372
123: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976. VOLUME IV, FOREIGN ASSISTANCE, INTERNATIONAL DEVELOPMENT, TRADE POLICIES, 1969–1972, DOCUMENT 373. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v04/d373#fnref1
124: Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, chapter 11.
125: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976. VOLUME XII, SOVIET UNION, JANUARY 1969–OCTOBER 1970, DOCUMENT 161. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v12/d161#fn2
126: “1984” isimli blog yazıma bakın.
127: Vladimir Lenin, Devlet ve Devrim, bölüm 5.
Komünizm fikri binlerce yıldır vardır, tee Platon bile özel mülkiyete karşıdır, fakat biz bu yazıda elbette Marx'ın komünizmini inceleyeceğiz. Bu yazıyı şimdiye kadar size öğretildiği gibi "bir kapitalistler var, bir de komünistler var, bunlar birbirine düşman" düşüncesiyle okursanız, konuyu hepten kaçırırsınız. Birincisi, başını Rothschild, Rockefeller ve Morgan'ın çektiği bu büyük banker ve şirket sahibi aileler kapitalist falan değildir. Zira bu adamlar hayatlarını kapitalizm diye bir dava uğruna harcamadılar, harcamazlar. Bu adamların derdi kapitalizmin dünyaya hüküm sürmesi de değildir. Dünyayı sömüren bu banker ailelerin amacı daha fazla güçtür. İkincisi, komünizmin bu adamlara karşı oluşları da sadece lafta kalmıştır. Meydanlarda insanları coştururken, slogan atarken "kötü olan her şeye karşıyız ehiri ehen" psikolojisiyle bu adamlara da karşı olduklarını söyledi durdu sosyalistler. Fakat gerçekte, komünizmin bu banker ailelere karşı olması mümkün bile değildir, zaten hiçbir zaman da karşı olmadılar. Amacı daha fazla güç olan banker aileler, komünizme bir geçiş aşaması olan sosyalizmi kendi elleriyle Rusya'da kurdular ve SSCB'yi de kendi elleriyle yaşattılar, sanayileştirdiler, güçlü bir düşman olarak piyasaya sürdüler. Nasıl günümüzdeki düşman terörse ve bu terör düşmanı nasıl yaratıldıysa, son yüzyıldaki en büyük düşman olan komünizm de o şekilde yaratıldı. Bu paragrafta söylemiş olduğum her şeyi, size delilleriyle birlikte göstereceğim. Hatta size reddedilemez, reddedilmesi teklif dahi edilemez deliller sunacağım. Keşke şu yazıyı bir başkası yazsaydı da ben okusaydım amına koyim, ukalalık falan da yapmıyorum, yazıyı okuyunca siz de durumu göreceksiniz zaten. Şimdi, isteyen o sikindirik önyargılarına uyarak okumayı bırakabilir, fakat gerçeğin ve delillerin peşinde olanlar bu yazıyı sonuna kadar sabırla okuyacak.
Bu yazıda işlerin bugün de nasıl yürüdüğünü anlayacaksınız, yani "aman bana ne ki komünizmden" diye düşünmeyin. Zira yıllardır hiçbir şey değişmedi dünyada, sadece isimler değişti, geri kalan her şey günümüzde de aynı. Ve şunu da söyleyeyim, komünizm ve Sovyetler Birliği hakkındaki eleştiri yazıları veya kitaplar genellikle kaynaksız, delilsiz ve insanı ikna etmekten aciz abuk sabuk yazılar olur. Bu yazılar "kafir goministler" kafasıyla yazıldığından okuyana hiçbir sikim katmaz, sadece komünizmi zaten önceden de sevmeyen adamın alkışını alır. Kendi aralarında mastürbasyon yapar sıfatına sıçtıklarım. Fakat bu yazıda işler öyle yürümeyecek.
Bu yazıda sizleri az bilinen, fakat doğruları söyleyen bir kaynağa yönlendireceğim. O kaynağın adı da bir tarihçi ve ekonomist olan Antony Sutton. Peki bu arkadaşın doğruları söylediğini nereden bileceğiz? Elbette delillere dayanarak.
Şöyle ki, Dr. Antony Sutton yıllarca o arşiv odası senin, bu bakanlık benim fink atıyor ve her haltı ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine dayanarak yazıyor. Sutton'ın kim olduğunu ve başına ne boklar geldiğini daha sonra anlatacağım size. Gelgelelim günümüzde ABD Dışişleri Bakanlığı, yok efendim insan haklarıdır, yok efendim şeffaflıktır ayağına bu eski belgelerin bir kısmını internet'te yayınlıyor. Yani bu da demek oluyor ki, Sutton'ın dayandığı belgeleri, bu arşivleri karıştırarak kendi gözlerimizle görebileceğiz. Önce kısa bir bilgilendirme yapayım, sonra derhal konuya gireceğim kaynatasızlar.
1950'lerle 1980'ler arasındaki belgelere ABD Dışişleri Bakanlığının kendi arşivinden [1] ulaşabiliyoruz.
1950'lerden önceki bazı belgelere de Wisconsin Üniversitesi arşivlerinden [2] ulaşıyoruz.
Elbette halka açılmayan ve sansürlenen belgeler de var, fakat psikopatça bir araştırma ile de fazlasıyla yetecek kadar delil topladım size. Ayrıca geçmiş yılların gazete arşivlerinden falan da faydalanacağım bu yazıda. Sizlere göstereceğim her belgenin ve gazete küpürünün tam sayfa link'ini, yazı sonundaki kaynakçaya da ekleyeceğim, isteyen girip baksın.
Bu yazıda öncelikle Kızıl Devrim sırasında dönen olayları, sonra SSCB'yi, en son olarak da teorik olarak komünizmi inceleyeceğiz.
Konuya fransız olanlar için özet babında ufak bir ön bilgilendirme yapacağım. Şimdilik bu anlatacaklarımı konuyla ilgili her sikindirik tarih kitabından da okuyabilirsiniz, fakat daha sonra yazacaklarımı anlamanız için bunları bilmeniz şart kaynatasızlar:
1. Dünya Savaşı sürerken Mart 1917'de, Rusya'da ilk devrim gerçekleşir ve çar tahttan indirilir. Bu devrimin sebebi kısaca Rusya'nın çok yoksul olmasıdır diyebiliriz. Bir de adamlar o perişan halleriyle 1. Dünya Savaşı'ndalar, dolayısıyla işçiler grev yapar, askerler çara itaatsizlik yapar ve Mart ayında devrim yapılır. Bu ilk devrime Şubat Devrimi deniyor ama aslında devrim Mart ayında oldu, çünkü Ruslar o dönem Julyen takvimi kullanıyorlar. İyi ki Hicri takvim kullanmıyorlarmış amına koyim, yoksa Şaban Devrimi falan diyecektik herhalde. Ne sikimse işte bu ilk devrimde Rus Çarı tahttan indirilir ve yerine hemen geçici bir hükümet kurulur. Çardan sonra başa geçen bu geçici hükümetin içinde sosyalist de vardır, liberal de vardır. Bir süre öyle kafalarına göre takılır bunlar. Ardından başını Lenin ve Troçki'nin çektiği harbi komünist abiler birkaç ay içinde Rusya'ya damlar ve "Siz çarın düzenini aynen devam ettiriyorsunuz, siz sosyalist falan değilsiniz" diyerek olaya dahil olurlar. Lenin'in bu ateşli ekibine Bolşevikler denir ve Bolşevikler şu meşhur Ekim Devrimini yaparak iktidarı ele geçirirler. Yani Rusya'da ikinci bir devrim gerçekleşir ve dünyada komünizm rüzgarlarının esmesi bu devrim sayesinde mümkün olmuştur. Esas önemli olan devrim Bolşeviklerin yaptığı bu ikinci devrimdir, yani Kızıl Devrim. Ve biz de bu yazıda sık sık Kızıl Devrim üzerinde duracağız. Kızıl Devrim'i yapan bu arkadaşlara neden Bolşevik dendiğini anlatmayacağım, lüzumsuz bilgi yer etmesin kafanızda. Fakat siz şunu bilin, bu yazıda sık sık Bolşevik lafını kullanacağım ve Bolşevik dediğimde kafanızda canlanması gereken Lenin ve onun partisidir. Bir başka deyişle Bolşevikler, dünyanın komünizmle tanışmasını sağlayan, SSCB'yi kuran ve tarihin akışını değiştiren adamlardır.
Bolşevikler iktidarı ele geçirir ama kavgalar bitmez. İkinci devrimden sonra Rusya'da 1917 yılından 1922 yılına kadar sürecek kanlı bir iç savaş başlar. Bu iç savaşın tarafları; Bolşeviklerin komünist Kızıl Ordusu ve onların düşmanı Beyaz Ordudur. Beyaz Ordunun içinde çar taraftarları da vardır, fakat hepsi de çar taraftarı değildir. Beyaz Ordu'dakilerin en büyük ortak noktası, Lenin'den ve onun Kızıllarından nefret etmeleridir. Şimdi zurnanın zırt dediği yer şurası oluyor: Klasik tarihe göre çar sevdalısı ve komünizm düşmanı Beyaz Ordu, batı ve ABD tarafından desteklenmiştir -ki bu doğrudur-.
Peki ya Kızıl Ordu?
Sevgili kaynatasızlar, konuyla ilgili vermem gereken sikindirik ön bilgileri verdim. Şimdi başlayabiliriz. Lakin konu çok derin olduğu için virajı biraz geniş alacağım, fakat daha sonra parçaları teker teker birleştireceğiz. Ayrıca şunu da söylemem gerekiyor ki bu yazıda çok fazla yeni isimle tanışacaksınız, o yüzden dinç bir kafayla okuyun, kendinize iki tokat atın ve bende kalın. Facebook'ta bir saat az vakit geçiriver güzel evladım, bir bok kaybetmezsin merak etme.
Rusya'da iktidar mücadelesinin ve iç savaşın yaşandığı 1917 yılında, Amerika'da neler oluyor ona bakacağız. Bunun için de öncelikle Amerikan Kızılhaçı'nı inceleyeceğiz. Kızılhaç dediğim bizdeki Kızılay'ın gavur versiyonu işte, tamamen aynısı. "Kızılhaçın ne alakası var ki şimdi?" diye de düşünme, konunun bağlandığı yeri görünce "vay amına koyim" diyeceksin.
Bu blog'ta sizlere en fazla zikrettiğim isimlerdendir Rockefeller ve ortağı olan Morgan aileleri. Günümüzde her bireyi "hayırsever işadamı" olarak anılan bu muhterem aileler, tıpkı şimdi olduğu gibi 1900'lerin başında da ABD'nin çoğu kaynağına sahiptiler. Kendilerinin sahip veya hissedar oldukları şirketleri burada sıralamanın alemi yok, zaten o işin sonu gelmez. Hayırseverliğiyle ünlü bu pek muhterem aileler, 1900'lerin başında Kızılhaç'a sürekli bağışlarda bulunurlar. Mesela 1910 yılında JP Morgan ve banker arkadaşları Kızılhaç'a durup dururken 2 milyon dolarlık bağışta bulunurlar [3]. Tabi bu paralar o döneme göre çok daha önemli miktarda paralar, bunu unutmayın. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Kızılhaç'ın en büyük gelir kaynağı başta Morgan, sonra kendisinin kankası olan diğer Wall Street bankerleridir. Örneğin 1917 yılında Kızılhaç'a tam tamına 100 milyon dolar bağışta bulunur ABD'li bankerler. Bunun için 5 Ağustos 1917 tarihli New York Herald gazetesine bir göz atalım [4]:
Okumak için götünüzü yırtmanıza gerek yok, ben bahsedilenleri yeri geldiğinde size özetleyeceğim. Ayrıca gazete küpürlerini tam sayfa eklemiyorum buraya, yerim dar amına koyim, sadece önemli kısımlarını keserek koyuyorum. Sayfaların ve belgelerin tam hâlini görmek isteyen yazının sonundaki kaynakçaya baksın.
Neyse ne diyorduk, hah şekil A'da gördüğünüz üzere Kızılhaç'a 100 milyon dolar bağış toplanıyor 1917 yılında ve bu bağışın büyük çoğunluğu Wall Street'li bankerler tarafından yapılıyor. Bu arada Kızılhaç'ın Konsey Başkanı da gazete küpüründe görebileceğiniz üzere Henry P. Davison'dır ve kendisi JP Morgan Company'de çalışmaktır.
Kızılhaç için toplanan bu 100 milyon dolar elbette büyük bir miktardır, peki bu para 1917 yılında çok hayırsever Wall Street bankerleri arasında nasıl toplanmıştır?
Birkaç ay öncesine gidersek, 20 Haziran 1917 tarihli New York Times haberinde de göreceğimiz üzere [5]...
...bu para yine JP Morgan önderliğinde toplanmıştır.
JP Morgan'ın kendisi de büyük miktarda bağışlarda bulunmuştur [6], fakat kendisinin esas hüneri birçoğu iş ortağı olan diğer Wall Street bankerlerini Kızılhaç'a bağış yapmaları için ikna etmek olmuştur.
Kızılhaç'a devamlı yapılan bu yardımlar, gördüğünüz üzere doğal olarak 1. Dünya Savaşı döneminde artıyor. Peki bu sıfatına sıçtığımın bankerleri hiçbir karşılık beklemeden, Allah rızası için mi bu kadar bağışta bulunuyorlar Kızılhaç'a? Şimdi ben size 1917 yılında Kızılhaç'a yönetici olan bazı kişilerin ne iş yaptıklarını sayacağım, siz olayı kendiniz anlayacaksınız:
Grayson M.P. Murphy: Morgan'ın en büyük şirketi olan Guaranty Trust Company'de yönetici.
Ivy Lee: Rockefeller ailesinin halkla ilişkiler uzmanı.
Henry P. Davison: JP Morgan çalışanı
George W. Hill: American Tobacco Company genel müdürü.
Kızılhaç'ın yönetici listesi işte böyle uzayıp gidiyor, daha da uzatmanın alemi yok. Bankerler tarafından yapılan yapılan bu cömert bağışların amacını anladınız sanıyorum: Kızılhaç'ı ele geçirmek.
Peki Wall Street bankerleri ve iş adamları neden Kızılhaç'ı ele geçirmek, yönetmek istesin? Yeri geldiğinde grev yapan maden işçilerini kurşuna dizen, kârları düşecek diye çocuk işçi çalıştırmanın yasaklanmasına karşı direnen birtakım ruh hastası gavatlardan bahsediyoruz. Ki başını Morgan ve Rockefeller'ın çektiği bu gavatlar yüzyılı aşkın süredir dünyadaki savaşlardan beslenen, insanların ölümü üzerinden servet yapan kişiliksiz, haysiyetsiz heriflerdir. Bu adamlar fakir fukaraya çadır dağıtmak, hastaları iyileştirmek için mi böyle paralar saçıyorlar?
2 Temmuz 1917 tarihli New York Times [7] haberine bir bakalım şimdi, haberin önemli kızımlarını Flash TV haberciliği edasıyla kırmızı çerçeve içine aldım:
Haberin başlığı şudur: "Kızılhaç uzmanları Rusya'ya gidiyor"
Hani yönetici pozisyonlarının tamamına yakını Wall Street şirketleri tarafından ele geçirilen Kızılhaç var ya, "insani yardım" amacıyla Rusya'ya gidiyor 1917'de.
Elbette Rusya 1917'de rezalet durumda, açlık ve hastalık diz boyu ve Kızılhaç'ın bu haldeki Rusya'ya gitmesi gayet doğal karşılanabilir. Zaten tüm tezgâh da bu durum "doğal karşılansın" diye kuruldu. Nasıl mı, şöyle:
Yukarıdaki NY Times haberinde önemli bir bilgi veriliyor, Rusya'ya giden Kızılhaç ekibini finanse eden kişi William Boyce Thompson adlı şahıstır. Bu ismi unutmayacaksınız, zira adını daha çok anacağız bu abinin. Sürekli William Boyce Thompson da yazmayacağım, Brezilyalı sağ açık gibi ismi var orospu çocuğunun, bundan sonra bu arkadaşa kısaca Thompson diyeceğiz. Peki kimdir bu Thompson? Kendisi bakır madenleri sayesinde epey servet yapmış bir iş adamıdır. Ve aynı zamanda ne kadar şaşırtıcıdır ki, kendisi JP Morgan'ın ortaklarından biridir. Ve Thompson aynı zamanda Federal Rezerv'in New York şubesinin müdürüdür ve New York şubesi, Federal Rezerv bankacılık ağının en önemli şubesidir. Thompson'ın, Rusya'ya giden yardımsever Kızılhaç ekibinin tüm masraflarını cebinden karşılaması sadece gazete küpürlerinde değil, aynı zamanda ABD arşivlerindeki resmi belgelerde de yer alır [8].
NY Times haberinin devamında, Rusya'ya giden Amerikalı Kızılhaç uzmanlarından bazılarının kim oldukları ve Rusya'da ne yapacakları kısaca anlatılıyor:
Şu yukarıdaki gazete küpüründe gördüğünüz isimler var ya, bunların hepsi Wall Street'li iş adamıdır. Gönüllü olarak Kızılhaç ekibine katılıp Rusya halkına yardım etmeye gidiyorlarmış, canını yediklerime bak sen hele. Ve habere göre bu iş adamlarının Rusya'ya gidiş amacı "sosyal meseleleri" çözmekmiş, hassiktir oradan. Mesela yukarıda ismi geçen Allen Wardwell; Rockefeller ile ahbap bir iş adamıdır, ailesinin Standard Oil'e hazinedar olan bireyleri vardır. Ben size emsal olsun deyu bir tek bu adamı tanıttım, tarihçi Antony Sutton Rusya'ya giden Kızılhaç ekibinin şeceresini bu şekilde teker teker ortaya döküyor, detaylı bilgi için kaynakçaya bakınız [9].
Özetle Rusya'ya giden Kızılhaç ekibindeki;
Doktor sayısı: 7
Hemşire ve hasta bakıcı sayısı: 7
İş adamı ve avukat sayısı: 15'tir.
Vay amına koyim. Size durumun garipliğini daha iyi anlatmak için örnek olarak Kızılhaç'ın Romanya'ya gönderdiği 30 kişilik yardım ekibindeki dağılımı da göstereyim:
Romanya
Doktor sayısı: 16
Hemşire ve hasta bakıcı: 10
İş adamı ve avukat: 4
Koca Rusya'ya 7 tane doktor yolluyorsun, Romanya'ya 16 tane.
Rusya'ya Kızılhaç ayağına 15 tane iş adamı ve avukat yolluyorsun, sonra da bu heriflere "sosyal mesele çözücü uzman" diye uyduruk bir isim takıyorsun, ama konu Romanya olunca bu heriflerden 4 tane yolluyorsun [10].
Arkadaşım sen gavat mısın?
İşin arkasında yatan amacı delilleri sıraladıkça göreceğiz, şimdilik sakin sakin okuyun.
Rusya'ya giden Kızılhaç'ı finanse eden ve yönetenin Thompson olduğunu söylemiştim. Thompson 1917'nin sonlarına doğru Rusya'dan ayrılır. Thompson ekibi terk edince 1917 yılı Aralık ayında ABD başkanı Wilson, hikayemize yeni katılacak olan Raymond Robins isimli şahsı Rusya'daki Kızılhaç ekibinin başına atar. İşte şimdi ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine başvurmaya başlıyoruz [11]:
Peki kimdir bu arkadaş? Robins, Alaska'daki altın madenleri sayesinde köşeyi dönmüş ABD'li bir iş adamı ve ekonomisttir. Robins'in Rusya'daki Kızılhaç ekibinin başına atanmasının esas sebebi, ABD'nin o zamanki Rusya büyükelçisinin Bolşeviklerle muhabbet kuramamasıdır. Bu sebeple Amerikalılar oyuna taze kan sokarak gol yollarında etkili olmaya çalışırlar.
Peki güzel, Kızılhaç ekibinin başına Robins de geldi, amaç nedir hâlâ onu anlamadık.
Amacı sizlere ben değil, Kızıl Ordu'nun yaratıcısı, büyük devrimci Troçki söyleyecek.
Troçki için gönül rahatlığıyla, Lenin'le beraber Bolşevik Devriminde en fazla payı olan adam diyebiliriz. Komünist askerlerden oluşan Kızıl Ordu'yu Troçki kurmuştur. Devrimin mimarlarından biridir.
Şimdi bakalım Troçki neler söylemiş... 12 Aralık 1917 tarihinde Rusya'daki ABD büyükelçisi, ABD Dışişleri Bakanlığı'na bir telgraf yollar [12]:
Telgrafta şunlar anlatılır: Bolşevik gazetesinde Troçki'nin bir konuşması yayınlanmıştır. Troçki bu konuşmasında, Amerikan Kızılhaç ekibinin lideri Robins'in, Smolny'e gelerek kendisiyle görüştüğünü söyler. Smolny ise St. Petersburg şehrindeki yerin adıdır ki burası Lenin ve Troçki'nin bolşevik devrimini yönettiği yer olmasıyla meşhurdur. Kızılhaç lideri Robins, Troçki'ye şunları söylemiştir: "Rusya'da sizinki gibi güçlü bir hükümet şimdiye kadar hiç olmadı ve Amerika size savaş mühimmatı hariç her türlü erzağı verecek."
Tatataaam. İşte şimdi esas meseleye girdik. Ayrıca götümden de sallamıyorum, İngilizce'si olan okusun işte, koyduk oraya telgrafı.
Şimdi bu telgraftan şunları anlıyoruz:
1) "İnsani yardım" ayağına Rusya'ya giden Kızılhaç ekibi, Lenin ve Troçki ile irtibata geçmiştir.
2) Hepimize kitaplarda anlatılan tarihe göre; cengaver komünist Kızıl Ordu, Amerika tarafından desteklenen Beyaz Orduya karşı savaşmıştı. Oysa burada Kızıl Ordunun da gayet Amerika tarafından yardım sözü aldığını görüyoruz.
Evet, yazının ilerleyen bölümlerinde arşivleri kurcaladıkça göreceğiz ki Troçki'nin aldığı bu "yardım sözü" havada kalmayacaktır. Hatta "savaş mühimmatı hariç" demişlerdi ya, göreceğiz bakalım hariç miymiş, kafası dahil miymiş.
Robins adlı abimiz kendi başına böyle işlere kalkışmıyor, hani bu münferit bir eylem değil. Robins bildiğin emperyalist, sömürücü karakterli bir adamdır. Rusya'daki Kızılhaç ekibinin başına atanma sebebi de zaten böyle birisi olmasıdır. Şu an yazının çok başında olduğumuz için aklınıza "Ya belki ABD ekibinde de sosyalizme sıcak bakan adamlar vardır, olamaz mı?" gibi ihtimaller geliyor olabilir. Ayrıca sahiden de ABD'li olmasına rağmen komünist olan birçok insan da vardır, bu doğaldır. Fakat işler burada hiç de öyle yürümüyor, bu ihtimal yazıyı okudukça kafanızdan uçup gidecek zaten, hatta gelin size kanlı canlı bir delil göstereyim.
Şubat 1918'de ABD Dışişleri Bakanlığı, Rusya'daki Kızılhaç ekibine şöyle bir telgraf çeker [13]:
Meali: "Dışişleri Bakanlığı, Bolşevik otoritelere bir şekilde yakın durmanızı ve onlarla iletişimde kalmanızı istiyor. Fakat resmi kanalları kullanmayın. Bolşevik hükümetini tanıyacak durumda değiliz."
ABD, o yıllarda komünist bir hükümeti tanıyacak göte sahip değildir. Hatta kendi bakanlarına, elçilerine ve siyasetçilerine bile çaktırmadan, hep işi kitabına uydurarak (Kızılhaç operasyonu gibi) gizli gizli Bolşeviklerle irtibat halinde kalan ABD, bir de Bolşevik hükümetini uluslararası alanda tanıyamaz. Hatta tanımayı geçtim, kimsenin bu şekilde bir ABD-Bolşevik ilişkisinden haberdar bile olmaması gerekir. Fakat Robins ve Thompson gibi bilimum para babası bankerler ve bu kişilerin kullandıkları "kanallar" vasıtasıyla komünistlerle gayet de gizli kapaklı iş yapabilirler. Bu belge de ABD'yi yöneten beyin takımının gayet plan dahilinde komünistlere sıcak davrandığının bir ispatıdır. Bu belge ayrıca, Morgan tarafından beslenen ve Rusya görevi Thompson tarafından finanse edilen Kızılhaç'ın "insanlık, yardım, çocuklar şeker de yisin ehiri ehen" şeklinde bir maske olarak kullanıldığının, esas amacın komünistlerle iletişime geçmek olduğunun bir ispatıdır.
1917 yılında birinci devrimden sonra, Bolşevikler iktidarı ele geçirmek için Kızıl Ordu'yu kurdular demiştik. İktidarı ele geçirseler de, iktidar mücadelesinin bitmediğini ve iç savaşın başladığını da söylemiştik. Bu da demek oluyor ki Kızıl Ordu'ya destek lazımdır, mühimmat lazımdır, erzak lazımdır. Kızıl Ordu'yu kuran Troçki'nin Rusya'ya gelen Amerikalı Kızılhaç ekibiyle pek bir haşır neşir olduğunu ve hatta "yardım sözü" aldığını da gördük. Şimdi devrimden birkaç hafta sonra, 24 Kasım 1917'de ABD Dışişlerine atılan şu telgrafa bakalım şimdi (telgraf biraz uzun, isteyen orijinal metnin hepsini okusun, ama ben özet şeklinde açıklayacağım aşağıda) [14]:
Şimdi biraz analiz yapalım. Öncelikle bu telgrafta ödemelerin tutarı ve nasıl yapılacağı anlatılmaktadır. Bu da demektir ki bu ayakkabılar Kızılhaç yardımı falan değildir, zira Kızılhaç gibi bir kurumun halka bedava erzak dağıtmasını bekleriz. Burada bildiğin ticaret dönüyor (ortamda ot dönüyo hacı).
Bir diğer önemli nokta ise, ABD'li elçi telgrafın sonunda "Ayakkabılara savaş malzemelerinden daha çok ihtiyaç var, lütfen cevap verin" demektedir. Bir insan durup dururken neden ayakkabının önemini savaş malzemesi ile kıyaslar? Çok iyi niyetli bir yaklaşımla, eğer ayakkabıları satacağınız kişilerin aynı zamanda savaş malzemesine de ihtiyacı olduğunu biliyorsanız böyle bir kıyaslama yaparsınız. Bu da demek oluyor ki bu ayakkabılar halka değil, Kızıl Ordu'ya satılmaktadır. Burada "Abi sürekli taşa basmaktan cırcır olduk, ayakkabımız yok, valla ayakkabı bizim için yemekten bile daha önemli" cümlesindeki gibi bir ayakkabı ve yemek önemi kıyası yapılmıyor, ayık olun. Kimse durup dururken ayakkabı ile savaş malzemesi arasında böyle bir kıyas yapmaz. ABD, Bolşeviklere savaş malzemesi de satmaktadır ve telgrafta, sevkiyatında sorun çıkan ayakkabılara olan ihtiyacın önemi bu şekilde vurgulanmaktadır.
Son tespitimi böyle ucu açık bırakacağımı da sanmayın, size aksi teklif dahi edilemez bir delille daha geliyorum. Al buyur hacı, 5 Nisan 1918'de Rusya'daki Amerikan büyükelçisi, ABD bakanlığına bir telgraf daha yollar [15]:
"Savaş malzemeleri Moskova'ya, Ural'a ve Sibirya şehirlerine gönderiliyor. Sovyet hükümeti ödemeleri ham madde şeklinde yapacak ama biraz vakit istiyorlar."
Telgraf ne kadar güzel bir icat değil mi?
Aynı telgrafın sonlarından da bir kesit göstereyim size.
Amerikan elçisi buyurmaktadır ki: "Müttefikler Rusya'ya girdiklerinde Sovyet (Bolşevik) hükümeti onları reddetmeyecek, aksine hoş karşılayacaktır"
E tabi hoş karşılarlar amına koyim, böyle yardımı baba evladına yapmaz.
Yani neymiş, Kızıl Ordu dediğin orduya ABD çatır çutur cephane yardımı da yapmış, erzak yardımı da yapmış. Tarih kitapları size bundan bahsetmese de, tarih size ABD'nin desteklediği Beyaz Orduya karşı tek başına savaşan Bolşevik devrimcilerinin romantik hikayelerini de yuttursa, gerçek bu değildir. Gerçekleri tarih yazmaz, zira tarihi insanlar yazar.
Devam etmeden evvel şunları da eklemek istiyorum. Açıkçası bir senedir epey bir belge okudum, gördüğüm kadarıyla Ruslara yapılan bu sevkiyatlar ve yardımlar genellikle bir sorunla karşılaşıldığında dışişleri bakanlığı arşivlerine yansıyor. Tıpkı yukarıdaki ayakkabı sevkiyatı örneğinde gördüğünüz gibi. Tabi bazen Robins ve diğer büyükelçi sadece rapor vermek için de telgraf kullanıyor, fakat çoğu zaman ancak yapılan sevkiyatta bir sıkıntı olduğunda yardım istemek için telgrafa sarılıyorlar. Biz de çıkan bu sorunlar sayesinde arşivlerden dönen dolapları görebiliyoruz. Yoksa durup dururken her boku açık seçik yazacak halleri yok. Mesela size şöyle bir örnek vereyim:
1918'deki bu telgrafta Robins ve Thompson'ın kendi aralarında elçiliğin bilgisi olmadan telgraflaştığı ve bunun da birtakım politikalar yüzünden olduğu açıkça söylenir. Yani Kızılhaç ekibinin liderleri Robins ve Thompson arasında, arşivlere yansımayan nice yazışmalar da mevcut.
Hatta gelin, bizim Wall Street tayfası birtakım şeyleri çaktırmamak için nasıl dolaplar çeviriyor bir kez daha görün. Sizlere az evvel gösterdiğim "savaş mühimmatları yolda" telgrafının tarihi 5 Nisan 1918'di. O günlerde ABD ve Bolşevik hükümeti arasında yoğun bir sevkiyat olduğunu tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Bu telgraftan 10 gün sonra, 15 Nisan'da bir başka telgraf çekiliyor dışişlerine [16]:
Önemli bölümlerin altını çizdim yine. Robins, Dışişleri Bakanlığına ve diğer ekip arkadaşlarına "şifreli" bir telgraf yolluyor. Telgrafın şifreli olduğu en başta söyleniyor zaten.
Bu şifreli telgrafta Sovyet Hükümeti ve Amerika arasında yapılmakta olan "ekonomik işbirliği programı"na vurgu yapılıyor. Muhtemelen bu işbirliği hakkında yeni gelişmeler var fakat telgraf kendi aralarındaki şifreli bir lisana göre yazıldığı için bu şekilde abuk subuk ifade ediyorlar. Zaten telgrafı okursanız cümlelerin saçma sapan kurulduğunu göreceksiniz. Aslında sırf bu işbirliği itirafı bile tarihin nasıl yalanlardan ibaret olduğunun, Amerika'nın komünistlere nasıl yardım ettiğinin tek başına bir ispatı, ama biz durmuyoruz ve işin daha da eğlenceli kısmına geliyoruz.
Allan Wardwell adlı Kızılhaç gönüllüsü iş adamının Rockefeller ile ilişkisi olduğunu size söylemiştim, ayrıca bu telgraf atılmadan 10 gün önce de Bolşeviklere savaş mühimmatı gönderildiğini ve sevkiyat olduğunu da göstermiştim, bunları unutmayın. Bu şifreli telgrafın altını son çizdiğim kısmında ise şu yazıyor: "Wardwell, Petrograd'da süt dağıtmayı bitiriyor".
Ehehehe, süt mü?
Petrograd, bu telgrafın atıldığı tarihte belki de Rusya'nın en karışık yeri. Büyük çatışmaların yaşandığı bir şehir. Ve bizim Kızılhaç ekibinden iş adamı Wardwell adeta bir yılın annesi edasıyla "süt" dağıtıyor.
Buradaki süt, Fethullah Gülen'in "ananas"ı gibi bir sözcük. Ne de olsa Fethullah reyiz de ABD istihbaratı terbiyesi almış bir abimiz. "Süt" adı altında Bolşeviklere yapılan erzak ve mühimmat satışının tamamlanmak üzere olduğunu ve bunun çaktırılmaması için telgrafta böyle bir "şifre" kullanıldığını sanırım herkes anlamıştır.
Neyse devam edelim. 1917'nin sonlarında Thompson, Rusya'yı terk edip yerini Robins'e bırakmıştı hatırlarsanız. Peki Thompson bu kadar para yatırdığı Rusya'daki Kızılhaç ekibini neden orada bırakıp gitti?
1917 Aralık ayında, Thomas Lamont (JP Morgan'ın ortağı, iş adamı) ve Edward House (ABD Başkanı Wilson'ın başdanışmanı) Paris'tedirler. Thompson, iş adamı ve arkadaşı olan Thomas Lamont'a bir telgraf yollar ve Londra'da buluşurlar, işin bu kısmı Lamont'un biyografisinde de anlatılır. [17]
Peki bizim Kızılhaç aşığı Thompson ve Morgan'ın ortağı Lamont, Londra'da ne yapar?
Şimdiye kadar hep ABD arşivlerini kullandık di mi? Tek yönlü beslenmeyle olmaz hacı, biraz da İngiltere arşivlerini kullanalım. İngiliz Ulusal Arşivlerinde 19 Aralık 1917 tarihli şöyle bir belge görürüz [18]:
Belgenin devamını görmek için satın almak gerekiyor, fakat buna gerek yok zira Antony Sutton'ın kitabında belgenin tam hâli mevcut [19].
İngiliz arşivlerindeki belgede özetle şunlar anlatılır: "Amerikalı Thompson, İngiltere başbakanı Lloyd George ile görüştü. Thompson, devrimin kalıcı olacağını ve müttefiklerin Bolşeviklere karşı yeterince sempatik davranmadığını söyledi. ... Thompson'a göre Rusya pazarını Almanlara kaptırmamak için Bolşeviklere dostça davranmalıyız."
Vay anasını sayın seyirciler.
İngiltere başbakanı Lloyd George ile istediği an görüşebilecek kadar taşak sahibi olan Thompson (ki kendisi Federal Rezerv New York şubesi müdürüydü, unutulmasın), Lloyd George'u Bolşeviklere "sempatik" davranması için ikna etmeye gitmiş İngilterelere.
Peki Thompson bu ikna çabasında başarılı oldu mu?
Bu görüşme Aralık 1917'de yapılmıştı, şimdi bir ay sonraya, 24 Ocak 1918'e gidiyoruz. ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD'nin İngiltere büyükelçisi arasındaki telgraflaşmaya bakıyoruz [20]:
Önemli bölümleri çerçeve içine alayım dedim ama hepsi önemli amına koyim ehehe. İsteyen orijinalinden okusun, isteyen sadece özetimi okusun: "Rusya halkı kendini yalnız hissetmesin, İngiltere ve ABD onları terk etmedi ve bütün erzak yardımları onaylanmak üzere ... Ruslar 14 motor sevkiyatı bekliyorlar ve bunlar için izinler sağlandı, merak etmesinler kimse itiraz etmez. Yolladığımız erzakların arasında şunlar var: Demiryolu erzakları, sivil ve askeri ayakkabılar, deri, zart zurt ..."
Thompson'a bak amına koyim sen ya, ben babamı bisiklet alması için iki senede ikna etmiştim, bu adam İngiltere başbakanını komünistlere yardım etmesi için bir kalemde ikna ediyor. Feridun Bitir gibi orospu çocuğu.
Yani bizim Bolşevikleri, Amerika'nın yanı sıra emperyalistliğiyle ve incik kebabıyla meşhur İngiltere de destekliyor. Ve bütün bunları ABD'li Wall Street bankerleri ve iş adamları ayarlıyor. İşin arkasında yatanları ise yazının devamında, delilleri çoğalttıkça göreceğiz, o sebeple sabırla okumaya devam edin, ben de bir tuvalet molası vereceğim amına koyim ama önce söylemem gerekenler var.
Buraya kadar okuduklarınız, şu ana kadar inandıklarınıza ters düşmüş olabilir. Bakın, burada okuduklarınız "bildiklerinize ters düşmüş olabilir" demiyorum, "inandıklarınıza ters düşmüş olabilir" diyorum. Zira siz sadece inanıyordunuz. Bilmeden, deliliniz olmadan, sadece ama sadece inanıyordunuz. Ve üzgünüm sevgili "sosyalizm yea, Lenin yea" muhabbeti açan kardeşlerim ama, inancınız tamamen hurafe. Eğer buraya kadar okuduysanız, bundan sonrasını da muhakkak okumak zorundasınız. Zira yüzeysel bilgi insanı daima yanlışa sürükler. Hadi ben bir sıçıp da geleyim artık hacı.
Geldim, ulan tuvalette eski uykusuz sayısı yoktu hiç, annem kaldırmış hepsini hiç zevk alamadım sıçtığımdan. Neyse ne diyoduk, hah bizim Thompson'ın hikayesinden devam edeceğiz. Bu Thompson ABD'ye döndüğünde de rahat durmuyor, Bolşeviklerin ekmeğine yağ sürmeye memleketinde de devam ediyor. Şöyle ki 31 Ocak ve 2 Şubat tarihleri arasında ABD'nin birçok gazetesine şu haberler düşer [21]:
"Thompson, Bolşeviklere 1 milyon dolar verdi. Zengin madenci bu parayı, Bolşeviklerin Almanya ve Avusturya'da propaganda yapması için verdi."
Haydi hep beraber söylüyoruz: ÇAAAV BELLA ÇAAV BELLA ÇAV ÇAV ÇAV
Bu haber asparagas değil, doğrudur. Hatta bu 1 milyon doların kaynağını görünce "hay amına koyim, yine mi?" diyeceksiniz.
Thompson'un biyografisi, Google'ın dijital kütüphanesinde mevcut. Telif hakları yüzünden size sadece başlığını gösterebileceğim bir bölümde, Thompson'ın 8 Aralık 1917'de aldığı bir telgrafın emsali gösterilir:
Evet, Thompson bu telgrafı JP Morgan'dan alır. Telgrafta ise JP Morgan, aziz dostu Thompson'a şunları yazmıştır: "National City Bank hesabına 1 milyon dolar yatırdık". [22]
Thompson'ın biyografi yazarı, Morgan'ın bu parayı Thompson'a "politik amaçlarda kullanması için" gönderdiğini yazar. [23]
Bahsedilen politik amaç ise, Bolşeviklerin Rusya dışında da propaganda yapabilmesini sağlayabilmektir.
Ve Avrupa'da komünizm propagandası yapılması amacıyla gönderilen bu para, JP Morgan'ın cebinden çıkmıştır. Şimdi bu noktada müdahale etme gereği görüyorum, sakın ola ki "Morgan komünisttir, ABD'li bankerler komünisttir" gibi gerzekçe bir şey iddia ettiğimi veya edeceğimi düşünmeyin. Olay öyle değil, çok farklı. Olayların gidişatını gördükçe konunun ne olduğunu kendiniz de çözeceksiniz zaten.
Bu haberden 1 gün önce de Thompson'ın New York Times'ta uzun bir röportajı yayınlanır, çok ufak bir kesitini vereyim [24]:
Baştan aşağı sevgi, barış, dostluk ve "Rusya'nın bize ihtiyacı var" mesajları veren Thompson için röportajın sonunda yazılanlar ise ilginçtir: "Albay (Thompson) artık Wall Street'li Bolşevik ismiyle anılır oldu".
Elbette Thompson'ın amacı Rusya'ya yardım veya barış değildir, kendisi bir bolşevik falan da değildir. Amacı öncelikle Rus pazarını ele geçirmektir. Bu sebeple komünizmi İngiltere'de olduğu gibi ABD'de de pazarlama çabalarına girer.
Şimdi olayın ne kadar pislik ve derin olduğunu göstermek için başka bir konuya gireceğim. 1918'de Japonya, Sibirya'yı işgal etme kararı alır. Malum Birinci Dünya Savaşı ortamı, millet nereye saldıracağını şaşırıyor amına koyim. Klasik tarihe göre bu savaşta Kızıl Ordu, tek başına Japonya'ya, İngiltere'ye ve ABD'ye karşı mücadele vermiştir (hey maşallah). Fakat ABD, birkaç bin askerini demiryolunda devriye dolaştırmak dışında hiçbir sikim yapmamıştır Sibirya'da.
1917'nin sonlarında Japonlar, Sibirya'ya saldıracaklarını açıkça belli ederler. 14 Aralık 1917 tarihli bir ABD Dışişleri Bakanlığı telgrafında, Troçki'nin bir konuşmasına yer verilir [25]. Telgrafta söylendiğine göre Troçki bu konuşmasını Bolşeviklerin resmi yayın organında yapmış ki sanırım burada Pravda gazetesinden bahsediliyor, her ne sikimse biz Troçki'nin konuşmasına geçelim:
Her zamanki gibi telgrafın özetini geçiyorum. Troçki, İngiltere'nin kendilerini erzaktan mahrum bırakmayacağını söyler (ki az önce öyle olduğunu gördük). Ardından daha önce bahsettiğimiz Robins ile olan görüşmesinden bahseder ve Amerika'nın da kendilerine mühendis, yiyecek, erzak ıvır zıvır ayarlayacağını söyler (ki bunların gerçekleştiğini de gördük). Esas meseleye gelecek olursak, telgrafın son paragrafında Troçki, Japonların kendilerini Sibirya konusunda tehdit ettiğini söyler. Ve son cümlede Troçki bombayı patlatır: "Sibirya'yı bizden alamazlar, çünkü Amerika buna izin vermez".
Hey maşallah, şu Amerika'ya duyulan güvene bak, sanırsın konuşan Troçki değil de İsrail başbakanı Natenyahu.
Troçki, bir kahinmişçesine Japonya'nın Sibirya müdahalesi hakkında da doğru öngörüde bulunur ve müttefikler Sibirya'dan yavaş yavaş çekilir.
Hatta Japonlar Sibirya'dan çekilmekle de kalmaz.
Nisan 1918'de ABD'nin Japonya elçisinden dışişleri bakanlığına gelen telgrafta [26] şunları görürüz ki, Rusya'daki kıtlık için müttefikler buğday, giyecek, erzak vs yardımı yapacaktır ve Japon hükümeti de bu konuda ABD ve İngiltere ile işbirliği yapmaya yanaşır.
Bu çok tuhaf değil mi amına koyim, mesela siz Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan hükümetinin bize yardım edebileceğini düşünebilir misiniz? Peki Japonya neden savaş halinde olduğu Rusya'ya bir yandan yardım eli uzatır?
Cevabı şudur: Rusya'daki Kızılhaç ekibinden Thomas Thacher (ki kendisi Wall Street avukatıdır), İngiliz Lord Northcliffe'e bir bildiri gönderir. Bu bildirinin maddelerinden bazıları şunlardır: "Japonlar Sibirya'dan çekilmeli. Sovyet hükümetine gönüllü devrimci ordu (Kızıl Ordu) kurması için tam destek verilmeli" [27].
Bu bildiri elbette Kızılhaç ekibinin finansörü ve lideri Thompson'ın bilgisi ve onayı dahilindedir.
ABD, İngiltere ve Japonya gibi diğer müttefik devletlerin Bolşeviklere yaptıkları yardımlara dair daha yığınla belge gösterebilirim size. Kaynaklarda size sunduğum belgeleri kurcalayarak durumu siz de görebilirsiniz. Ben artık aynı şeyi 50 kere göstermek yerine, daha farklı konulara girmek istiyorum sayın gadasını aldıklarım.
Peki, hiç düşündünüz mü, ABD ve Bolşevikler madem bu kadar haşır neşirler, bu kimsenin dikkatini çekmedi mi? Ulan bunlar nasıl anti-emperyalist, bunlar nasıl komünist diyen olmadı mı?
Evet oldu, hem de 700.000 kişi böyle dedi.
Bu 700.000 kişi, çoğunluğu anarşistlerden oluşan Yeşil Ordu'dur.
Anarşistlerin olayı nedir, komünistlerden hangi yönleriyle ayrılırlar, işin bu teorik noktalarını yazının sonlarında anlatacağım. Anarşist dediğim "anarşik mi olacan la başımıza" cümlesindeki anarşist değil, felsefi olarak anarşizm. Biz şimdilik Yeşil Ordu'ya dönelim. Bu arada 1920 yılında Türkiye'de de komünist bir yeşil ordu kuruluyor, hatta bizim meşhur Çerkez Ethem de bir dönem bu ordunun başına geçmiştir. Fakat Türkiye'deki Yeşil Ordu'nun bizim konumuzla hiçbir alakası yok, biz Rusya'daki Yeşil Ordu'ya odaklanacağız şimdi. Önceden bilginiz varsa hatlar karışmasın diye uyarayım dedim.
Rusya'daki anarşistlerden oluşan Yeşil Ordu, ilk başta Kızıl Ordu'yla beraber aynı safta, Beyaz Ordu'ya karşı savaşmıştır. Fakat sonra Yeşil Ordu, Kızıl Orduya, yani Bolşeviklere düşman kesilmiştir. Peki neden? Moskova'dan ABD Dışişleri Bakanlığına gelen telgrafta bunun cevabını görüyoruz [28]:
Çerçeve içine aldığım kısmı çeviriyorum, dikkatle okuyun: "Lenin ve Troçki ile çok sıkı fıkı olan Kızılhaç'çı Robins'e yapilan hakaretler sonucu, ayın 13'ünde tüm anarşistlerin tutuklanması için emir verildi."
Anarşistler, yani Yeşil Ordu, keyiflerinden ayrılmıyorlar Kızıl Ordu'dan. Kızıl Ordu'dan ayrılma sebepleri açıkça görüldüğü üzere, Amerikan Kızıl Haç ekibinin Lenin ve Troçki ile al gülüm ver gülüm hâlinde olmasıdır.
Anarşistler adeta ihanete uğradıklarını ve satıldıklarını görüyorlar.
Önce devrim hayaliyle Lenin ve Troçki'nin yanında omuz omuza savaşan anarşistler, zaman içerisinde Lenin ve Troçki'nin Amerika'yla olan ilişkilerini fark edince onlara da isyan bayrağını çekiyorlar.
Arşivlerde hemen bir sonraki telgrafa [29] geçiyoruz:
Anarşistler, Kızılhaç lideri Robins'in arabasını ele geçirmişler ehehe. Beter olsun amına kodumun çocuğu, ellerinize sağlık beyler. Fakat bizim Robins hâlâ akıllanmıyor, Bolşevikler bu olay üzerine anarşistleri tutuklayıp öldürünce Robins "Bakın Bolşevikler çok güçlü, artık Bolşevik hükümetini tanımamız lazım" diyor. Buradan da ekmek çıkarma peşinde fütursuz orospu çocuğu. Tabi Bolşevik hükümetinin tanınması için de yoğun bir çaba sarf ediyor ABD'li bankerler, zira Bolşevik hükümeti tanınırsa daha rahat ticaret yapabilecekler. Fakat bunun için 1933 yılına kadar beklemeleri gerekecek.
Her neyse, işin acıklı yanı şu ki, koca tarih bu Yeşil Ordu'dan hiç bahsetmez. Sayıları 700.000'i bulan bu babayiğitler topluluğunu resmen yok saymaktadır klasik tarih. Kızıl Ordu'dan neden koptukları ya hiç anlatılmaz, ya da abuk subuk sebepler üretilir. Yeşil Ordu o kadar delikanlıdır ki, komünistlerden koptuktan sonra Rus çarı götü yalayıcısı Beyaz Ordu'ya da yanaşmazlar, onlara karşı da savaşmaya devam ederler. Herkese karşı bir başlarına savaşırlar ve maalesef tarihten silinirler.
Bu hikayedeki tek kahramanlar topluluğu, belki de anarşistlerdir. Anarşist falan değilim ama haklı olarak bir sempatim de var adamlara, sezarın hakkı sezara.
Aslına bakarsan Rusya'daki Yeşil Ordu'nun gösterdiği tavır şu an Türkiye'de de gerekli bir tavır. Hatta Kızıl ve Beyaz Orduyu parti isimleriyle değiştirirsen günümüzdekine çok yakın bir tablo çıkıyor ortaya. Fakat maalesef insanlar içlerindeki boşluğu doldurmak ve kendilerini yalnız hissetmemek adına sikim sikim kişilerin veya fikirlerin fanatiği oluyorlar. Amına koduklarım sizi. Neyse, biz konumuza dönelim.
ABD'li bankerler hem Bolşeviklerle daha rahat ticaret yapabilmek, hem de Bolşevikleri uluslararası alanda rahatlatmak için, Bolşevik hükümetinin tanınması için de çeşitli ülkelerde lobicilik yapıyorlar. İsveç'li ABD Diplomatı Ira Nelson Morris'ten ABD Dışişleri Bakanlığına atılan Aralık 1917 tarihli telgrafa bakalım [30]:
Öncelikle telgrafın başında İsveçteki diplomatın, Kızılhaç lideri Thompson ile görüştüğünü anlıyoruz (bir taşın altından da çıkma zaten pezevenk). Ardından Rus hükümetinin uluslararası alanda tanınmak istediğini görüyoruz. Diplomat Morris telgrafın sonunda ise şunları söylüyor: "İsterseniz resmi bir bağ kurmadan İsveç'in bu konuda ne düşündüğünü öğrenebilirim". Yani İsveç komünist hükümeti tanımaya yanaşır mı, yanaşmaz mı, bir nabız yoklayalım hacı diyor kendisi.
ABD'nin komünist Rusya için verdiği çabalar takdire şayan şüphesiz.
İnsan hafızası nankördür, şimdi buraya kadar öğrendiklerimizi bir gözden geçirelim kaynatasızlar. Arka sıra dinle burayı evladım, sikmiyim ananı.
Kızılhaç 1. Dünya Savaşı sırasında JP Morgan başta olmak üzere Wall Street bankerlerinden epey bir bağış aldı. Bu yardımların karşılığında Morgan ve çetesi Kızılhaç'ın yönetici pozisyonlarına kendi adamlarını soktu. Cebren ve hile bütün kaleleri zaptedilmiş, tersanelerine girilmiş Kızılhaç, 1917 yılında "insanlık namına" Rusya'ya gitti. Bu 29 kişilik Kızılhaç ekibinin tam 15'i Wall Street'li iş adamı veya bu kişilerin avukatı, asistanıydı. Rusya'daki Amerikan Kızılhaçı'nın liderleri Thompson ve Robins, devrimci Lenin ve Troçki ile sık sık görüştü, iyi ilişkiler kurdu. Thompson aynı zamanda, hem JP Morgan'ın bir ortağı, arkadaşı, hem de Amerikan Federal Rezerv Bankası'nın New York şubesi müdürüydü. Thompson 1917 Aralık ayında İngiltere'ye gidip İngiliz başbakanı Lloyd George'u, Bolşeviklere yardım yapması yönünde ikna etti. Bu sırada Rusya'daki Amerikan Kızılhaç'ı, Robins'in liderliğinde Bolşeviklere erzak ve savaş mühimmatı satmayı sürdürdü. Aynı Kızılay kolu görünümlü Wall Street çetesi, bir yandan İsveç ve Japonya gibi ülkeleri de Bolşeviklere yardım etmeleri için teşvik etti. Lenin ve Troçki'nin bu Wall Street çetesiyle sık sık irtibatta olması, onlardan yardımlar alması, anarşistlerin gözünden kaçmadı ve ihanete uğradıklarını gören anarşistler "Allahınız yok mu lan sizin" diyerek hem komünistlere, hem de Kızılhaç üniformasına bürünmüş Wall Street ekibine saldırmaya başladı.
Şu üstteki paragrafta yazmış olduğum her bir cümleyi; reddedilemez, reddedilmesi teklif dahi edilemez belgelerle ispatladık. Aksini iddia eden kesinlikle kördür, sağırdır, puta tapan bir dangalaktır.
Hatta Temmuz 1918'de, Amerikan Kızılhaçı'nın lideri Robins'in dışişlerine gönderdiği rapordan bir kesit göstereyim size, raporun başlığı bile yeterli [31]:
"Amerika ve Rusya arasında ekonomik işbirliği. Rusya, Amerikan desteğini hoş karşılayacak"
Böyle bir raporu sunan adam, insanlık ayağına Rusya'ya giden Amerikan Kızılhaçı'nın lideridir.
Şimdiye kadar anlattığım olayların çoğu 1917-1918 yıllarında yaşandı. Kızılhaç ekibi Rusya'ya 1917 yılında ayak bastı.
Peki, bilin bakalım 1917'de Nobel Barış Ödülü nereye verildi?
Kızılhaç'a [32].
Bu Kızılhaç ekibinin lideri ve finansörü olan William Boyce Thompson, tarihte pek adı geçen bir adam değildir. Kendisi sadece "hayırsever" olarak bilinir. Gerçek şu ki ABD'li iş adamı Thompson'ın ve ekibinin çabaları olmasa, ne Bolşevikler iktidarı sürdürebilirlerdi, ne 1922'de SSCB diye komünist bir devlet kurulabilirdi, ne de biz Lenin ve Troçki'nin adını duyabilirdik.
Gerçek dünyaya hoşgeldin amına koduğum.
Bugüne kadar aynı yalanı 50 kere işitmiş olsanız da, gerçeği 1 kere görmeniz sorumlu olmanız için fazlasıyla yeterlidir.
Kızılhaç ekibindeki tek masumlar, Çalıkuşu Feride edasıyla tee Rusya'ya giden doktorlardı. Diplomat ve savaş muhabiri George Kennan, "Russia Leaves the War" adlı kitabında Kızılhaç ekibindeki Kelleher'ın (ki kendisi Thompson'ın yardımcısıdır), ekip arkadaşı Doktor Billings hakkında söylediği şu cümleleri bize aktarır: "Zavallı Doktor Billings, Rusya'ya yardım için bilimsel bir görevin başında olduğunu zannediyordu. Oysa o maskeden başka bir şey değildi." [33]
Kızılhaç elbette bir maskeydi, bu maske olmadan Wall Street'li iş adamları ellerini kollarını sallayarak savaşın ortasındaki Rusya'da iş bağlayamazlardı. Hatta size Kızılhaç'ın Bolşevik Devrimindeki önemini ve işin mantığını, 1950'lerden bir örnek ile açıklayayım. Açıklayayım ki iyice anlayın neden Kızılhaç üzerinde bu kadar durduğumuzu. Gerçi şimdiye kadar kronolojik sırayla yazmaya özen gösterdim ama siktir et, gelin benle.
Kore Savaşı 1950-1953 arasındaydı. Kuzey Kore SSCB tarafından, Güney Kore ABD ve Nato tarafından destekleniyordu. Rus ve ABD askerleri elin Kore'sinde birbirlerini öldürürken, 1951 yılında gizli bir toplantı yapılıyor. Aradan yıllar geçtikten sonra bazı şeyleri itiraf etmek moda olduğu için, Dışişleri Bakanlığı bu gizli toplantının kayıtlarının tutulduğu arşivleri de yayınlıyor [34]:
Bu gizli toplantının konusu oldukça ilginç: "ABD sanayicilerinin Sovyetler Birliği gezisi teklifi"
Kimmiş bu Kore Savaşı'nın ortasında Sovyetler Birliğini gezmek isteyen Amerikalı sanayiciler? Hemen bakalım:
Bazı isimler gözünüze çarpmıştır: General Electric, Rockefeller Vakfı, Standard Oil ve Henry Ford'un torunu gibi...
ABD askerleri Kore'de Sovyetler tarafından öldürülürken, ABD'li büyük şirket sahipleri Sovyetlerle ticaret kovalıyorlar.
İşte sırf Nato'ya üye olabilmek için Adnan Menderes döneminde katıldığımız Kore Savaşı böyle bir ihanettir, aptallıktır, beyinsizliktir. Savaşlar yaklaşık 150 yıldır bu adamların kasasını doldurmaktan başka bir boka yaramamıştır. Zaten çıkan savaşların birçoğunun sebebi de bu adamların izlediği politikalardır. Savunma savaşları dışındaki her savaş orospu çocukluğudur. Bir de bu Kore Savaşını arada milli duyguları kabartmak için pohpohlarlar, kitaplarda ve haberlerde "Kahraman Türk askeri işte bizi Kore'de böyle temsil etti" diye ballandıra ballandıra anlatırlar. Amına koyim Atletico Madrid forması giyen Arda Turan mı lan bu beni yurtdışında temsil ediyor? Bu şerefsiz oğlu şerefsiz tüccarlara para kazandırmaktan başka hiçbir boka yaramayan saçma sapan bir savaş lan bu, niye beni elin Kore'sindeki savaşta temsil ediyor Türk askeri? Niye öldürdünüz lan 700 tane Türk askerini? Ne uğruna sakat kaldı lan bu adamlar o savaşta? Seyyar arabasının önüne "Kore Gazisi Necmi Çavuş" yazıp kestane satsınlar diye mi gazi ettiniz lan o kadar askeri? Peki bizim askerlere ne uğruna insan öldürttünüz lan orada? Ben bu hayatta bir babamı kaybettim, sonra yıllarca amı götü toplayamadım, siz ne uğruna o kadar insanın hayatını mahvettiniz lan? Bunun hesabını kime vereceksiniz ey amına koduğumun çocukları? Hala abidik gubidik savaşları destekliyorsanız ve böyle elalemin derdi için başka topraklardaki savaşlara katılmamızı istiyorsanız, siz de en az bu savaşları çıkaranlar kadar suçlusunuz. Sizin de amınıza koyim ulan. Zaten mesele Rockefeller da değil, Morgan da değil, Menderes de değil, Tayyip de değil. Mesele bu adamları güç sahibi yapan insanlarda. Bu adamların sahip olduğu tüm güç, insanlar sayesindedir. Bu adamları on günlüğüne ormana atsan hayatta kalamazlar, doğaüstü güçleri yok bu adamların. Tüm güçlerini kula kulluk yapan, sorgulamadan itaat eden, rahatı bozulmasın diye kendisini sömürene hayatında bir kere "ulan" bile diyememiş beyinsiz insanlardan alıyorlar. Günah keçisi mi arıyorsunuz, iyi bir sürü bulursunuz. Ama şu hayatta bir kere olsun kendinizi de bir sorgulayın. Bir kere lan, bir kere.
Her neyse, gelelim toplantının sonuna:
Bizim ekip bu kargaşanın içinde Sovyetlere gitmenin bir yolunu bulamıyor. Medyada olayın duyurulmasından ve insanlardan gelecek tepkilerden tırsıyorlar. Zira dediğim gibi, bu şerefsizler tüm güçlerini insanlardan alırlar. Fakat ileride böyle bir gezinin olabilme ihtimaline de yeşil ışık yakıyorlar.
İşte Kızılhaç 1917'de tam bu noktada devreye girdi ve Amerikan Kızılhaçı'nın "yardım" için Rusya'ya gitmesinde bir tuhaflık görmeyen insanlar tepki göstermediler, her şey normal karşılandı. Hatta aradan 100 yıl geçmesine rağmen tarihçiler de bunda bir tuhaflık görmediler. Ancak Antony Sutton gibi arada çıkan birkaç taşaklı tarihçi bunları dile getirebildi.
Hatta Amerikan Kızılhaçı'nın Rusya'ya gitmesiyle "işte biz böyle cömert bir milletiz, düşmana bile yardım ederiz" diye övündü de Amerikalılar. Bu sığırların torunları günümüzde Unicef'in kıytırık kampanyalarını destekleyerek, abuk subuk çevre örgütlerinin tweet'lerini retweet ederek, SMS ile sikindirik yardım kampanyalarına 10 liralık bağışlar yaparak varlıklarını sürdürüyorlar. Sizin iyi rolü yapma çabanızı sikeyim. Sizin göstermelik ve kimseye faydası olmayan beyhude eylemlerle vicdanınızı rahatlatma çabanızı sikeyim. Sizin "iyilik, insan hakları, demokrasi" gibi kimsenin itiraz etmeyeceği soyut kavramları maske olarak kullanan bu çakalların tezgahlarına balıklama atlayan tuhaf hayat anlayışınızı sikeyim. Hatta sizi Yeşil Yol'daki zenci siksin amına koyim, patron çok yoruldum diye sızlana sızlana siksin bi güzel sizi.
Dönelim konumuza. Devrim yıllarında ABD'lilerin Kızılhaç maskesiyle Rusya'da yediği bokları gördük, şimdi biraz da Rusya'nın ABD'de karıştırdığı haltlara bakalım.
Tarih 2 Ocak 1919, Bolşevik bakan Çiçerin'den ABD Dışişleri Bakanlığına bir telgraf gelir [35]:
Bolşevikler ABD'ye 1919'un başında elçi atarlar, Çiçerin bu elçinin tanınması için atmıştır telgrafı, altta da imzası var. Bolşeviklerin ABD'ye atadıkları elçinin adı C.A.K. Martens'tir. Kaynatasızlar biliyorum çok fazla isim geçti yazıda, bu da haliyle okumayı zorlaştırıyor ama bu meseleleri isimleri belirtmeden anlatmamın bir yolu yok. Ben yine de elimden geldiğince sade anlatmaya çalışıyorum mevzuyu, kopmayın ve bende kalın.
Bolşeviklerin ABD'ye atadıkları elçi Martens'in, ABD'nin başkenti Washington'da ikamet etmesini beklerdik. Fakat Martens'in ofisi başkent Washington'da değil, New York'ta, Wall Street bölgesindedir [36]:
Dışişleri Bakanlığı'ndaki raporda da belirtildiği üzere Martens, New York'ta World's Tower binasındaki ofisinde ABD'li iş adamlarına cazip teklifler sunar. Yani bu elçinin amacı diplomatik ilişki falandan ziyade ticarettir. Öyle olmasa ofisi New York'ta bankerlerin yanı başında açmazdı. Ve bu elçi, Bolşevik bakan Çiçerin tarafından atanmıştı.
1919 yılında elçi Martens ve asistanı Nuorteva, Bolşevik bakan Çiçerin'in emriyle New York'un göbeğinde "Sovyet Bürosu" kurar.
Bakalım şimdi olayı neymiş bu büronun... Martens, elçiliğinin tanınması için ABD dışişlerine de bu büro üzerinden telgraflar atıyor. Hatta Martens, yayınladığı bir bildiride insana oha dedirtiyor [37]:
Martens, Amerikalılara ticaret karşılığında 200 milyon dolar değerinde altın teklif ediyor. Şekil A'da görüldüğü üzere Dışişleri Bakanlığı belgeleriyle sabittir bu. O 200 milyon dolarlık altınların ne ayak olduğunu ise yazının ilerleyen bölümlerinde öğreneceğiz.
Martens ile ilgili belgelerin tamamını okudum, burada kalabalık etmemesi için kısa bir özetini geçeyim. ABD'li bankalar Martens'in bu teklifi karşısında çaresiz kalıyorlar. Bir yandan süper bir teklif alıyorlar, bir yandan New York'un göbeğinde tanınmamış gayriresmi bir Bolşevik elçisi ile iş yapmaya götleri yemiyor, zira bir duyulursa olay olur. İkilemde kalan paragöz orospu çocukları Dışişleri Bakanlığından izin istiyorlar, fakat bakanlıktan da resmi bir izin çıkmıyor. Derken 12 Haziran 1919'da, New York'un göbeğindeki bu Bolşevik bürosu basılıyor. Baskın, Lusk Komitesi adlı vatan millet Texas kafasındaki abiler ve ABD'li polisler tarafından yapılıyor. "Müslüman mahallesi lan burası" nidalarıyla New York'taki Sovyet Bürosu'nu basıyorlar. Dışişleri Bakanlığındaki yazışmalarda bu baskının "yerel güçler" tarafından yapıldığı söyleniyor, yoksa Amerikalı şirketlere kalsa her şey hoş [38]:
Lusk Komitesi bu büroyla ilgili hem binlerce sayfalık raporlar yayınlıyor, hem de büroda ele geçirdikleri bazı dökümanları yayınlıyor [39].
Ve sonuç olarak ortaya çıkıyor ki, Bolşevikler bu büro üzerinden ABD'li şirketlerle ticaretin amına koymuş, kim takar resmi izni? Antony Sutton, senato kayıtlarını didikleyerek bu büronun ABD'li şirketlerle yaptığı bazı ticaret anlaşmalarını buluyor. Aşağıdaki listeyi direkt olarak Antony Sutton'ın "Wall Street and the Bolshevik Revolution" kitabından alıyorum, hızlıca bir göz gezdirmeniz kafi:
Makinalar, ayakkabılar, milyon dolarlık anlaşmalar havada uçuşuyor. Hey maşallah, yürüyün devrimci Bolşevik kardeşlerim. Dışişleri Bakanlığı ve bilhassa Wall Street çetesinin bakanlığa yerleştirdiği adamlar bu baskından önce bu işlerin döndüğünden gayet haberdardı. Zira Çiçerin daha 2 Ocak 1919'da bunu altına imzasını attığı telgrafta bildirmişti.
Şimdi gelelim esas bombaya, büro çalışanları tutuklanır. Baskından 2 gün sonra, Martens'in yardımcısı ve büronun en yetkili ikinci ismi olan Nuorteva'nın, New York Times'ta bir röportajı yayınlanır, size röportajdan bir kesit göstereceğim [40].
Sovyet Bürosu yetkilisi olan Nuorteva'ya hangi şirketlerle iş yaptığı sorulur. Nuorteva birçok şirketle görüştüğünü ve International Harvester Corporation'ın da bu şirketlerin arasında olduğunu söyler.
Bilin bakalım International Harvester Corporation'ın sahibi kimdir?
JP Morgan.
Bu Morgan ve komünistler de ne kadar çok karşılaşıyorlar öyle amına kodumun yerinde, tamam dünya küçük ama bu kadar da küçük değil ki lan.
Bu Morgan ve komünistler de ne kadar çok karşılaşıyorlar öyle amına kodumun yerinde, tamam dünya küçük ama bu kadar da küçük değil ki lan.
Şimdi bak, bu Sovyet Bürosundaki baskında epey bir belge ele geçirildi demiştim ya, bu belgelerin arasında komünist kardeşlerimizin propaganda yayınları, broşürleri falan da var doğal olarak. Bak şimdi ele geçirilen bir propaganda yazısından ufak kesitler vereceğim, bu yazıyı muhtemelen Amerika'da yaşayan komünist kardeşlerimiz sokaklarda falan millete dağıtıyorlardı, güler misin ağlar mısın amına koyim [41]:
Bazı yerlerin çevirisini yapacağım, Allah aşkına bir okuyun ya: "Rusya'nın dünyadaki en özgür ve en demokratik ülke olduğunu biliyor musun? ... Rothschild, Rockefeller, Morgan gibi kapitalistler bu işçi ve fakir cennetini yıkmak istiyorlar. ... Sen bu sömürüye ve Rockefeller ile Morgan'ın sahte demokrasisine karşı yapılan savaşta bu efendilerinin tarafında yer aldığını biliyor musun? Sen kanını işçi kardeşlerin için değil, Rockefeller ve Morgan'ın çıkarı için döküyorsun"
Ehehehehehe.
Hay amına koyim ya, hoca öğüt verir gider kendi göt verir.
Morgan'ı yeneceğüüük, kapitalizmi yıkacağuuuk, siz kapitalistler için savaşıyürsünüüüz :( Ama bakın biz hiç öyle miyiz, alt tarafı milyon dolarlık anlaşmalar yapıyürüz :(
Kaynatasız, insan bilmediği şeyin ardına düşmemeli. Ve insan, bilmeden fanatikçe tuttuğu bir görüşü savunup diğer insanları yobazlık ve cahillikle suçlamamalı.
Sevgili komünist kardeşlerim, şimdiye kadar gördüğümüz ve çok daha fazlasını göreceğimiz üzere kanını Rockefeller ve Morgan'ın çıkarı için dökenlerin arasında sizler de vardınız.
Ve hatta sizler, bu emperyalist Morgan tayfasına topyekün karşı duran Yeşil Ordu'daki yüzbinlerce anarşistin de kanını dökenlersiniz. Başkalarını suçladığınız bokun aynısının daha fazlasını sizler de yaptınız ve yapmaktasınız.
Yüzleşin.
Siz kendi iç dünyanızdaki hayallerinizin tatlılığı ve gerçeklerin acısıyla yüzleşedurun, biz konumuza geri dönüyoruz.
Basılan New York'taki Sovyet Bürosu operasyonunda soruşturmalar sürer. Büroda ele geçirilen evraklar ve büro yetkilisi Martens ile Nuorteva'nın sorguda söyledikleri birbiriyle örtüşür. Haberler basına sızar, 27 Haziran 1919 tarihli New York Times haberine bakalım [42]:
Büronun iş yaptığı kişiler arasında Henry Ford, JP Morgan ve Frank Arthur Vanderlip vardır. Vanderlip'i tanımıyorsunuz, kim olduğunu kısaca anlatayım, kendisi Morgan'ın en büyük şirketi Guarantee Trust Company'nin kurucularındandır, ayrıca Rockefeller'ın da ortağıdır. Tüm bunları Vanderlip'in kendi elleriyle yazmış olduğu otobiyografisinden öğrenebilirsiniz [43].
Aynı haberde bizim Kızılhaç'çı Thompson ve Robins'in de isimleri zikredilir. Soruşturma sürer, Kasım ayında New York Times'a bir başka haber düşer, bu haberden çeşitli parçalar vereceğim yine [44]:
Büronun yetkilisi Martens, "büyük Amerikan şirketlerinin Sovyetlere yardım ettiğini" ele verir. Bu şirketler arasında Standard Oil, International Harvester zart zurt gibi Rockefeller ve Morgan'a ait şirketler fink atar. Ayrıca haberde Martens'in şirketlere 200 milyon dolar değerinde altın teklif ettiği de yer alır (ki bunu Martens'in kendi elleriyle yazdığı bildiride görmüştük).
New York Times'ın bu haberleri spekülasyon değildir. Yazılanlar Dışişleri Bakanlığı Arşivlerindeki raporlarla, büro baskınında ele geçirilen belgelerle tutarlıdır. İtiraz edecek hiçbir deliliniz veya mantıklı izahınız yoktur.
Wall Street'li şirketler ve bankerler, Bolşeviklere yine büyük yardımlarda bulunmuştur.
Ayrıca Martens'in bu işi "ajanlık" değildir, münferit bir olay değildir. Kendisini Bolşevik bakan Çiçerin atamıştır, ABD Dışişleri Bakanlığı bu atamadan en başından beri haberdardır. Morgan-Rockefeller liderliğindeki şirketler Kızılhaç maskesiyle Rusya'da döndürdükleri Bolşeviklere yardım olayını, New York'un göbeğinde de yapmıştır. Ve bu büro baskını "yerel güçler" tarafından yapılmış, ABD şirketleri ile komünistlerin işlerine balta vurmuştur. Yani pek de hesapta olmayan bir baskındır bu.
Şimdi gelelim şu Sovyet Bürosunun başta Morgan olmak üzere Amerikan şirketlerine vadettiği 200 milyon dolarlık altınlara...
Tarih 11 Ağustos 1921, ABD Hazine Bakanlığından, Devlet Bakanlığına bir telgraf yollanır [45]. Dileyen bu telgrafı orijinal metinden kendisi okusun, kendi gözleriyle görsün durumun vehametini:
Bu kısacık ama çok önemli telgrafta anlatılan şudur: Bank of England'dan gemiyle, JP Morgan şirketine 7.500 Rus altını gönderilmiş. Morgan da elindeki bu Rus altınlarını New York Assay Office'e yatırmak istemiş, fakat devletin resmi bir kurumu olan Assay Office, bu Sovyet altınlarını reddetmiş.
Hmmpffss. Bak komünist abilere, ne güzel yıkıyorlar Morgan'ın emperyalizmini gördün mü evladım? Sen de onlar gibi emperyalizmi yıkmak istiyor musun büyüyünce? Ay sen bizim çocuğumuz ol hadi bize götürelim seni.
Ehehe şimdi size olayın tüm detaylarını, yine ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine dayanarak anlatacağım. Çünkü ben adamı belgelerle sikerim.
Öncelikle son telgraftaki olayı iyi bir analiz edelim. Bir kere şunu anlıyoruz ki Ruslara ait altınlar Bank of England (yani İngiltere Merkez Bankası) senin, JP Morgan Company benim orta malı oluyor. Yani Amerikan ve İngiliz şirketleri, Sovyetlere yaptıkları yardımların karşılığını layıkıyla alıyorlar. Assay Office'in, JP Morgan'dan gelen bu Rus altınlarını kabul etmemesinin sebebine gelince...
Amerika'nın komünist ve henüz tanınmamış bir Sovyet hükümetinden gemi gemi altın cukkalaması olacak iş değil elbette, böyle bir şeyi asla izah edemezler. Üstteki telgraf ABD Devlet ve Hazine Bakanlıkları arasındaki bir yazışmadır [46]. Bu yazışmada açıkça "Sovyetlere ait olduğu belli olan altınların kabul edilmesinin sakıncaları" anlatılıyor. Hatta devlet bakanı yardımcısı Dearing yukarıdaki bölümün sonunda açıkça diyor ki "Sovyetlerden böyle altın almaya devam edersek ileride rezil oluruz"
Olursunuz tabi orospu çocukları, tüm dünyayı ayakta sikmişsiniz.
Her neyse, peki bizim bankerler bu durumda n'apıyorlar? "Kanun karşısında boynumuz kıldan ince beyim" deyip altınları denize mi döküyorlar? Gel bak göstereyim ne yaptıklarını:
Sovyet altınlarını eritiyorlar.
Şeytani zekalı orospu çocukları sizi.
Yukarıdaki telgraf yine ABD hazine ve devlet bakanlıkları arasındaki bir yazışmadır [47]. Sovyet altınlarının bir kısmını İsveç bankalarında erittiklerini açıkça söylüyorlar. Bir de bu altınların üstüne İsveç damgası yapıştırıp piyasaya sürüyorlar. Telgrafta da bu durumda hiçbir sorun kalmayacağı, çünkü altınların Sovyetlerden değil dost bir ülkeden gelmiş olacağı söyleniyor.
Her neyse, peki bizim bankerler bu durumda n'apıyorlar? "Kanun karşısında boynumuz kıldan ince beyim" deyip altınları denize mi döküyorlar? Gel bak göstereyim ne yaptıklarını:
Sovyet altınlarını eritiyorlar.
Şeytani zekalı orospu çocukları sizi.
Yukarıdaki telgraf yine ABD hazine ve devlet bakanlıkları arasındaki bir yazışmadır [47]. Sovyet altınlarının bir kısmını İsveç bankalarında erittiklerini açıkça söylüyorlar. Bir de bu altınların üstüne İsveç damgası yapıştırıp piyasaya sürüyorlar. Telgrafta da bu durumda hiçbir sorun kalmayacağı, çünkü altınların Sovyetlerden değil dost bir ülkeden gelmiş olacağı söyleniyor.
Al buyur, aşağıda yine bir bakanlık içi yazışma var, gör bak ne oluyor [48]:
Bir İsveç şirketinden, Brown Brothers adlı bir Amerikalı Wall Street şirketine gemilerle Rus altınları gönderiliyor.
Peki bizim Bolşevikler bu altınları nereden buluyorlar sizce? Bir düşünün bakalım.
Bolşevikler, Rus Çarının yani Rusya Devletinin altınlarını dağıtıyor Amerikan şirketlerine güzel evladım. Hazineyi soyuyorlar hazineyi.
Hiçbir bürokratik engel tanımayan Morgan ve Rockefeller çetesi de bu altınları abuk subuk İsveç bankalarında eritip bir güzel aklıyorlar. Tabi başka aklama yöntemleri de muhakkak girmiştir devreye, bunlar yalnızca Dışişleri Bakanlığı arşivine yansıyan bilgiler. Bir de bunun hiç belgelere yansımayanları var, ve bir de bunun belgelere yansıyıp da gizlenenleri, halka sunulmayanları var. Daha önce dediğim gibi Amerika ile komünist Ruslar arasındaki ticaret ve sevkiyatlar, ancak bir sorunla karşılaşıldığında belgelere yansıyabiliyor. Fakat bunlar sadece buzdağının görünen yüzü.
Şöyle ki, bu altın eritme olayları 1920 ve 1921 yıllarında gerçekleşiyor Dışişleri Bakanlığı arşivlerindeki belgelere göre. Bu yıllara ait gazete arşivlerini de iyice bir kurcaladım ve bakın ne buldum: 8 Haziran 1921 tarihli New York Times haberine bak amına koyim [49]:
Adamlar rekor kırmış lan ehehe. Federal Rezerv, artan altın ithalatı sonucunda Amerika'nın altın stoklarının tarihin en yüksek seviyesine ulaştığını söylüyor.
Yani bir başka deyişle, Amerika'da rekor seviyede altın var ve bu rekor, dışarıdan ithal edilen altınlar sayesinde olmuş. Ne zaman? 8 Haziran 1921, yani en az bir yıldır Rus halkına ait olması gereken altınlar Amerikan şirketleri tarafından sömürülüyorken. Bu sömürüyü sağlayan da o çok övülen antiemperyalist Bolşeviklerdir. Kendileri Rus halkına ait olması gereken altınları Amerikan şirketlerine dağıtarak Amerikan kapitalizmini yeniyorlar, yersen.
Aynı New York Times haberinin devamında, bu altınların hangi ülkelerden satın alındığını bir tablo ile gösteriyorlar, 1921 yılının Ocak-Mayıs ayları arasındaki altın alımını gösteren sağdaki tabloya bakalım:
Şimdi bu tabloyu analiz edelim kaynatasızlar.
Öncelikle Amerika'nın altın satın aldığı ülkeler arasında Rusya'nın ismi bile geçmiyor. Geçerse zaten adamın anasını sikerler, dünyada yer yerinden oynardı hacı.
Amerika'nın en çok altın ithal ettiği ülkeler sırasıyla: İngiltere, sonra Fransa, sonra da İsveç.
İngiltere'nin, Rus altınlarının depolandığı yerlerden biri olduğunu, JP Morgan'ın 7500 Rus altınını Bank of England'dan aldığını bildiren belgeden öğrenmiştik. Amerika, 79 milyon dolar değerinde altın satın almış İngiltere'den, demek ki bu Rus altınlarının devamı da varmış.
Ardından Rus altınlarının İsveç'te eritildiğini de görmüştük, İsveç'in de bu tabloda yer alması hiç şaşırtıcı olmadı. Ayrıca İsveç'te "Olof Aschberg" adında bir banker vardır ki kendisi JP Morgan'ın ortaklarından birisidir. Bu İsveçli banker Aschberg, bolşeviklerle yakın ilişkilerinden dolayı zamanla "Bolşevik Banker" lakabını bile almıştır (tabi ki komünist falan değildir bu dayı, amacı Bolşeviklerle ticarettir). Aynı Olof Aschberg, 1922 yıllarının sonunda, Sovyetler Birliği'nin ilk resmi uluslararası bankası olan Ruskombank'ı kuran kişi olacaktır. Aschberg'in kurduğu resmi Sovyet Bankası olan Ruskombank'ın üst düzey yöneticilerinden birisi ise JP Morgan şirketlerinin de üst düzey yöneticisi olan Max May adlı bankerdir [50}.
Bu altınların İsveç'te eritilmesi olayında Olof Aschberg adlı arkadaşın büyük rol oynadığına şüphe yok. Hatta aynı Olof Aschberg, 1. Dünya Savaşı sırasında Amerika gezisine çıkar ve 4 Ağustos 1916 tarihli New York Times haberine göre daha o yıllarda şunları söyler [51]:
Olof Aschberg birtakım kehanetlerde bulunur, fakat bu kehanetlerinde o kadar başarılıdır ki... Kendisi özetle şunları söyler: "Yakında Amerika'nın Rusya ile ticareti çok büyük boyutlara varacak"
Bu nedir biliyor musun güzel kardeşim? İsveçli altın eritici bankerin bunları daha 1916'da söylemesi, bu Wall Street-Bolşevik ticaretinin hiç de öyle gelişigüzel gelişmediğinin ve gayet plan dahilinde olduğunun ispatlarından yalnızca birisidir.
İşte size "büyük devrimci" diye kakalanan Lenin ve Troçki budur.
İşte size "işçinin ve halkın devrimi" diye kakalanan Kızıl Devrim de budur.
Bunlar ihanetin belgeleridir sevgili devrimci kardeşlerim. Bunlar, insanlara komünizm vaadedilirken bir yandan bankerlerin nasıl daha da zengin edildiklerinin belgeleridir.
İster tüm bu anlattıklarımı ve delilleri reddedin, kulaklarınızı tıkayın, kendinizce kılıflar bulun ve sonra gidip başkalarını koyun olmakla itham edin. Ya da isterseniz artık gerçeğin peşine düşün.
Ve kabul etmeniz gereken gerçekler bu kadar da değil. Daha anlatacak o kadar şey var ki. Bak sevgili sosyalizme sempati duyan kardeşim, ben bu yazıyı en çok senin için yazdım. Bu yaz sıcağında haftalarca eve kapanmamın en büyük sebebi sensin. 1 yıldır amına koduğumun arşivlerini karıştırıp belge toplamamın sebebi de sensin. Antony Sutton'ın binlerce sayfalık kitaplarını hatmedip doğruluğunu araştırmamın sebebi de sensin. Zira ben zaten gördüğüm birkaç delil sayesinde de gerçeği kabul ettim, ama biliyorum ki senin bunları kabul etmen kolay olmayacak. Biliyorum ki kabuğuna çekileceksin, inkar edeceksin ve belki de bana saldıracaksın. Ama hiç önemi yok, benim çabam önce Allah rızası için, sonra senin gerçeği görme ihtimalin içindir. Ben bu yazıyı yazmaya devam edeceğim, zaman zaman sinirlerime hakim olamayıp sana ana avrat küfürler de etsem bu yazının sonuna kadar seni bırakmayacağım. Ama sen de beni bırakmayacaksın. Hepsini okuyacaksın ve en önemlisi beni "dinleyeceksin". Eğer bunu yapmazsan bizden hiçbir bok olmaz. Gel buraya şimdi sikmiyim belanı.
Şimdi biraz da bu Amerikalı bankerler ile Rus devrimciler arasındaki yardımlaşmanın temelinde yatan sebeplere gelelim. Bu iş sadece çarın kasasındaki altınları soymak için yapılmadı elbette. Fakat bu mevzuyu açıklarken virajı biraz geniş almam gerekecek, yani detay konulara da gireceğim. O sebeple sabırla okuyun, yok öyle 2 dakikada hayatın anlamını çözmek.
Amerika için komünizm her zaman potansiyel bir düşman olmuştur, tıpkı şu anki terör gibi. Oysa bu düşmanlık sadece ABD halkı, senatörler ve komutanlar içindir. Perde arkasındakiler için şimdiye kadar gördüğünüz gibi hiç de böyle bir düşmanlık yoktur. Perde arkasındakiler dediğim ise, Amerika'yı ve dünyayı yönetme çabasındaki bankerler ile bu bankerlerin kurduğu düşünce kuruluşlarındaki akıl hocalarıdır.
Bu akıl hocalarından biri Edwin Gay'dir. Bu abimiz 1918 yılında komünistlerle "Barışçıl Ticaret" adında bir terim icat ediyor, tıpkı Tayyip'in söylediği "faiz lobisi" gibi insanlar üzerinde etkili olmayı hedefleyen bir laf bu.
Bu hesapta "barışçıl ticaret"in altını şöyle dolduruyor Edwin Gay: Ticaret, diğer ülkelerle barışta olmanın en iyi yoludur (ki değildir, barış için ticaret yapmazsın, barışta olduklarınla ticaret yaparsın, yoksa düşmanını güçlendirmenin hiçbir mantıklı izahı olamaz).
Barışçıl ticaret terimi daha sonra 1930'larda Başkan Roosevelt ve 60-70'li yıllarda da Başkan Johnson ve Nixon tarafından sık sık dile getirilecektir, yani Vietnam Savaşı yıllarında da Sovyetlerle çatır çutur ticaret yapacak Amerika ve hepsinin delillerini de sıralayacağım size yazının ilerleyen bölümlerinde. Bu "barışçıl ticaret" lafının ortaya atılmasındaki amaç, Sovyetlerle yapılan ticaretin barış için olduğu düşüncesini benimsetmektir, normalleştirmektir. Bu psikolojik hamlenin hedef kitlesi hem eline gazetesini alıp okuyan senin benim gibi sıradan insanlardır, hem de ABD ve Sovyet bakanlıklarında çalışan memurlar, görevlilerdir ki bu memurlar da yapılan ticaret anlaşmalarına ve sevkiyatlara seslerini çıkarmasınlar, durumdan kıllanmasınlar. ABD halkı düşmanını kendi elleriyle yarattığını göremesin, Sovyet halkı antiemperyalist olduğunu zannettiği davasına inanmayı sürdürsün ve dünya insanları da hesapta kapitalizm-komünizm savaşına inansın.
Barışçıl ticaret lafının mucidi olan Edwin Gay, Harvard'da dekanlık da yapmıştır. Ayrıca bu abimizin Kızıl Devrim yıllarında Amerika'daki konumu da pek ilginçtir, bu bilgiyi yine Dışişleri belgelerinden alıyoruz [52]:
Edwin Gay; Savaş Ticaret Yönetim Kurulu'nda gemi sevkiyatı bölümünde uzmandır. Gemilerin Bolşeviklere yapılan yardımlar ve onlardan cukkalanan altınlar konusunda nasıl bir öneme sahip olduğunu görmüştük. Ee barışçıl ticaret lafını boş yere uydurmadı eleman, her icat bir ihtiyaçtan doğar amına koyim. Ayrıca CV'si bitmek bilmeyen Edwin Gay; 1921 yılında Amerikalı bankerler ve bazı kilit siyasetçilerle beraber CFR'yi kurmuş, burada yöneticilik yapmıştır, buyrun CFR'nin kendi sayfasından görün durumu [53]:
CFR, yani Dış İlişkiler Konseyi, günümüzde de çok etkin bir biçimde varlığını devam ettiren resmi bir kurumdur. Üyeleri arasında yığınla banker vardır ki az önce verdiğim CFR yöneticileri sayfasına girerseniz Rockefeller'ların, Warburg'ların isimlerinin fink attığını göreceksiniz. Bu yazıda da amma çok fink dedim lan, nereden estiyse amına koyim.
CFR dünyayı yönlendiren en önemli kurumlardan biridir. Günümüzde Birleşmiş Milletler'de alınan göstermelik kararların daha önceden yazılıp çizildiği yer ABD'deki CFR ofisidir. CFR'ye bağlı yığınla düşünce ve istihbarat kuruluşu vardır.
Ve ne tuhaftır ki, dünyanın kaderiyle ilgili kararlar alınan CFR'yi kuranlar ve yönetenler vatansever siyasetçiler değildir. CFR'nin kurucuları ve yöneticileri; amacı daha çok güç olan bankerlerdir.
Dünya barışıymış, demokrasiymiş, hümanizmmiş, bunlar ancak normal bir dünyada yaşadığını zanneden sığırları uyutmak için söylenen tıraş sözlerdir.
Banker aileler toplum mühendisliğine ve psikolojik savaşa büyük önem verirler, zira daha önce de belirttiğimiz gibi hiçbir vasfı bulunmayan bu orospu çocukları güçlerini insanlardan alırlar. Kızılhaç ayağına Rusya'ya gidip komünistlere yardım etmeleri, bir de üstüne Amerikalıların takdirini almaları bile bunun başlı başına bir ispatıdır.
Gelelim CFR'nin kurucusu olan akıl hocalarından bir diğerine ve bence en önemlisine.
Türk filmlerindeki uşaklara benzeyen tipine rağmen Time dergisine kapak olan bu amına kodumun oğlunun adı Edward Mandell House'tur. Kendisine aynı zamanda Albay House da denilir ama kendisinin askerlikle bir alakası yok, artistliğine vermişler o albay ünvanını. Şimdi bir süre Albay House'u inceleyeceğiz, o sebeple unutmayın ismini: Albay House.
1913-1921 yılları arasındaki ABD başkanı Woodrow Wilson'dır, hani şu meşhur Wilson Prensipleri vardı ya, ha işte o herif. Bir de Türkiye'de de milli mücadele yıllarında Wilson Prensipleri Cemiyeti diye Amerikan mandacısı bir cemiyet vardı, bizim Halide Edip Adıvar da destekçisiydi bu beş para etmez cemiyetin. İşte o Wilson'dan bahsediyoruz. Bizim Albay House ise hem başkan Wilson'ın, hem de 1933-1945 yılları arasındaki ABD başkanı Roosevelt'in seçim kampanyalarını yapan adamdır. Dikkat ederseniz her iki dünya savaşındaki ABD başkanı da Albay House'un yürüttüğü seçim kampanyalarıyla seçiliyor ve Albay House iki başkana da danışmanlık yapıyor.
Albay House'un başkan Wilson ile çok sıkı ilişkileri var. Zaman içerisinde adeta donla göt gibi yapışık oluyor bu ikili. Hatta bir süre sonra Albay House ipleri eline alıyor ve başkan Wilson'ı perde arkasından yöneten adam haline geliyor. Albay House ile ilgili ufak bir araştırma yaparsanız bile karşınıza çıkacak ilk bilgi, House'un başkan Wilson üzerindeki etkisi olacaktır. Hatta başkan Wilson, bu durumu kendi sözleriyle şöyle ifade ediyor: "Albay House benim ikinci kişiliğimdir. Onun ve benim düşüncelerimiz birdir." [54]
Herif koca Amerikan başkanını Tyler Durden'a bağlatmış amına koyim.
Her neyse, Albay House'un doğal olarak Morgan'lar ve diğer bankerlerle ile de sıkı ilişkileri var. House ayrıca 1913'te Federal Rezerv'in kuruluşunda, 1919'da Milletler Cemiyeti'nin (Günümüzdeki Birleşmiş Milletler'in başarısız versiyonu) kuruluşunda ve 1921'de CFR'nin kuruluşunda etkin rol oynamıştır. Yani o yıllarda dünyanın kaderini değiştiren çoğu olayda bu adamın parmağı vardır.
Bu House'un perde arkasında bu kadar etkili olması ve daha sonra ABD başkanı Wilson'la tanışması elbette tesadüfi değildir. Zira Wilson'la tanıştıktan sonra Albay House kayınbiraderine yazdığı mektupta şunları söyler: "Daha önce hem fırsatı, hem de aradığım adamı aynı anda bulabildiğim olmamıştı" [55]. Yani eleman zaten kafaya koymuş dünya yönetiminde söz sahibi olmayı ve bu işleri perde arkasından, birisini kullanarak yapmayı.
Şimdi biz niye kafayı bu House'a taktık diyeceksiniz, şu yüzden: Bu Albay House 1912 yılında "Philip Dru: Administrator" adında bir roman yazıyor ve bu romanı anonim olarak yayınlıyor. Ancak aradan yıllar geçtikten sonra bu romanı kendi yazdığını kabul ediyor.
House'un yazdığı bu roman şu yüzden çok önemli kaynatasız; adam kafasındaki planları çatır çutur anlatmış kitapta.
Şimdi Albay House'un yazdığı bu romandaki can alıcı noktaları inceleyeceğiz ama önce konuyu çok kısa özetleyeyim: Romanda Philip Dru adında bir başkarakter var. Bu Philip Dru hayatı sorgulayan, yetenekli bir asker. Derken bu eleman Amerikan başkanı oluyor ve insanları huzura kavuşturacak yönetim sisteminin ne olduğunu aramaya başlıyor. Sorgulayıp düşünerek de doğru sistemi buluyor. Amerika'nın tüm yönetim sistemini değiştiriyor ve hatta Amerika'yı diğer ülkelerle birleştirerek tüm dünyanın kahramanı oluyor. Derken kitabın sonunda herkes çok mutlu oluyor, bu Philip Dru da Redkit gibi dünyayı kurtardıktan sonra siktir olup uzaklara gidiyor. Buraya kadar her şey normal di mi, ama eksik bıraktığım bir şey var. O da şu: Philip Dru'nun dünyayı huzura erdiren yönetim sistemi sosyalizme çok benzerdir.
Şimdi kitabı incelemeye başlayacağız kaynatasızlar. Unutmayın ki bu kitabı yazan kişi ABD başkanını perde arkasından yöneten Albay House. Ve kitabın yazılış tarihi 1912.
Kitabın girişinde "Yarının Hikayesi" yazar, zira dediğim gibi bu kitapta Albay House'un (ve ekibi olan Morgan tayfasının) planları anlatılır. Ayrıca kitap, İtalyan devrimci Mazzini'nin bir sözüyle başlar, emperyalist bir Amerikalı için oldukça ilginç bir seçim. Şimdi kitaptaki can alıcı mevzuları irdeleyelim:
Kitapta Selwyn adında bir karakter daha var. Bu Selwyn karakteri ile kitabın yazarı Albay House birbirine çok benziyor hacı. Mesela bu Selwyn karakterinin tıpkı Albay House gibi dünyayı yönetmekle ilgili planları var ve Selwyn kendisine kullanabileceği bir Amerikan başkan adayı arıyor. Zaten şekil A'da gördüğünüz üzere 12. bölümün başlığı da şu: "Selwyn bir aday arıyor".
Kitabın yazarı Albay House da aynı arayış içindedir. Zira Albay House da bu kitabı yazarken başkan Wilson ile tanışacak ve kendine o kukla ABD başkanını bulmuş olacaktır. Hayat işte.
Aynı bölümden devam ediyoruz. Bizim Selwyn kendine başkan adayı ararken bir arkadaşına "Mandell Evi"nde yemek teklif eder. Yazar Albay House, bu kitapta kelime oyunlarına sık sık başvurur. Zira Albay House'un tam adı "Edward Mandell House"tur ve tam da Albay House'la parallellikler taşıyan Selwyn'in hikayesinin anlatıldığı bölümde "Mandell Evi" anlamına gelen "Mandell House" lafı kullanılmıştır. Yani yazar burada "Aşık Veysel der ki" tadında fahriye sanatı yapar amına koyim.
Sayfa 155'te artık ABD başkanı olan başkarakter Dru, dünyayı yönetmek için uluslararası bir politika geliştirir. Dru bu politikasını; milletleri bir araya getiren, sevgi, saygı, kardeşlik zart zurt gibi kavramlara önem veren birleştirici bir politika olarak tanımlar. Fakat Albay House, bu politikayı açıklarken "comity of nations" yazarak ilginç bir kelime oyunu daha yapar. "Comity" medeniyet demektir, "committee" ise bildiğin komite demektir. Yazar "comity of nations" yazarak (birnevi committee of nations, yani milletler komitesi), bu kitabın yazımından 7 sene sonra kurulacak olan Milletler Cemiyeti'ne göndermede bulunur.
Sayfa 151'de Albay House adeta geleceği yazar. Kitaptaki ABD başkanı Dru, yeni bir bankacılık sistemi kuracaktır. Bu yeni bankacılık sistemi, bu kitabın yazımından 1 sene sonra kurulacak olan Amerikan Merkez Bankasıdır, yani Federal Rezerv. Kitabın anlattığına göre bu yeni bankacılık sistemi "piyasalardaki paniği" önleyecekmiş. Ne tuhaftır ki Federal Rezerv de 1907 Paniği sayesinde kurulmuştur. Şöyle ki; Federal Rezerv bu 1907 Paniği bahane edilerek, gelecekteki ekonomik krizleri önleme maksadıyla kurulmuştur, başkan Wilson ve senatoya bu sayede kabul ettirilmiştir Federal Rezerv oltası. Bu Federal Rezerv tamamen bankerlere aittir, ABD parasını bankerler basar ve Amerika'yı kendilerine borçlandırırlar. Dönelim Albay House'un kitabına, House tabi ki kitabında insanları yönlendirmek amacıyla yine bir çakallık yaparak bu bankacılık sistemini över. Hatta bu bankacılık sisteminin "şeytani şirketleri yıkacağını" söyler, halbuki gerçekte bu şeytani şirketleri en çok güçlendiren atılım olmuştur Federal Rezerv'in kurulması.
Sanırım olayı anladınız, Albay House daha 1912 yılında, ileride yapacaklarını bir bir anlatmıştır ve bunları hayata da geçirmiştir: Kukla ABD başkanı Wilson'ı bulmuştur, Federal Rezerv'i kurmuştur, Milletler Cemiyeti'ni kurmuştur. Ha bu kuruluşları tek başına kurmadı tabi bu adam, fakat tüm planları beraber yaptığı Morgan ve Rockefeller ekibiyle birlikte hayata geçirdi bu projeleri. Aynı ekip 1921 yılında da CFR'yi kuracaklardır.
Şimdi dikkatle okuyun:
Sayfa 20'de Albay House materyalistlere giydirir. Darwin, Huxley, Wallace evrim teorisinin öncüsü materyalistlerdir (tabi Marx da bir materyalisttir). Albay House bu şahıslar için şunları söyler: "Materyalistler doğru yolda epey ilerledi ama hayatın kaynağını aradıklarında öyle bir kapıyla karşılaştılar ki, bu kapıyı hiçbir materyalist anahtar açamaz"
Peki şair burada ne demek istiyor? Cevabını birkaç sayfa sonra öğreniyoruz:
Sayfa 28'de "Marx'ın düşlediği sosyalizmin, işin spiritüel (manevi) boyutu olmadan başarısızlığa uğrayacağı" söylenir.
Yani güzel kardeşim yazar burada şunu diyor: "İnsanlara işin manevi boyutu lazım, din lazım. Materyalistler doğru yolda ilerlediler ama insanları din ve maneviyat olmadan kontrol altına alamazsın. Marx'ın ve sosyalizmin en büyük eksiği de dini işin içine katmamasıdır. Din olmadan sosyalizm adı altında insanlara hükmedemezsin, bu başarısızlıkla sonuçlanır"
Yazarın hakkı vardır, en nihayetinde Papa din adı altında insanlara asırlarca hükmetmişken, dini tamamen reddeden SSCB varlığını sadece 70 sene sürdürebilecektir.
Daha önce sizlere çok sık bahsettiğim Tek Dünya Dini çalışmaları da bu sebepledir. İnsanlara hükmetmek amacıyla spiritüalizm, new age gibi uyduruk pagan dinleri "enerji, evren" falan diye soslar eklenerek, yine ünlü bankerlerin finansmanlarıyla yeniden hortlatılıp moda edilmiştir (bu konunun detaylarına inşallah bir sonraki yazıda gireceğiz).
Gelelim şimdi kitaptaki en önemli noktaya... Size başkarakter Dru'nun dünyaya sosyalizme benzeyen bir yönetim biçimi getirdiğini söylemiştim. Gelelim Albay House'un kafasındaki yönetim biçiminin sosyalizm ile benzerliklerine:
Sayfa 101'de Philip Dru insanları mutlu edebilecek yeni bir dünya kurma çalışmalarına devam eder ve Dru halktan alınan gelir vergisinin çok daha yüksek olmasını ister. Dru'nun ekibi "yeni bir miras yasası" ve "yüksek gelir vergisi" koyar. Yani insanlar miras bırakırken de, işlerinden para kazanırken de daha ağır vergiler ödeyeceklerdir.
Şimdi gelin Marx'la Engels'in meşhur Komünist Manifesto'sundaki isteklerine bakalım [56]:
Komünist Manifesto'da da "yüksek gelir vergisi" ve "miras hakkının kaldırılması" talep edilir. Albay House, Marx ile birebir aynı kelimeleri kullanmıştır: "graduated income tax" (yani kademeli/yüksek gelir vergisi).
Bizim Amerikalı Albay House neden kitabında Marx'la aynı şeyleri ister ve över? Yoksa Albay House komünist midir?
246 kere dediğim gibi bu adamlar komünist veya sosyalist değiller, bu orospu çocuklarının amacı daha fazla güçtür. Albay House bunları sadece sosyalizmi pazarlamak için yazmıştır. Bak mesela:
Kitapta sayfa 36 ve 128'te başkarakter Dru yine en iyi yönetim biçiminin özelliklerini sayar: Her çocuk en uygun olduğu meslekte eğitim almalı ve her insan devlet tarafından iş garantisi almalıdır.
Herkesin en uygun olduğu işte çalışması ve herkesin iş garantisi alması vaatlerinde tabi ki bir sorun yoktur. Fakat gelgelelim bunlar birebir olarak komünizmin gerçekleşmeyen vaatlerindendir ve insanlar daha sonra da komünist rejimlerde bu vaatlere kanarak sömürülmüşlerdir. Albay House yine komünistlerle aynı jargonu kullanır ve onların fikirlerini pazarlar.
Sayfa 155'te ise çok ilginç bir bölüm vardır, şunlar söylenir:
"Dru bazen o büyük Rusya'yı ve cahil, umutsuz gözüken halkını düşünürdü. Ve Rusya'nın kurtuluşunun ne zaman geleceğini merak ederdi. Bilirdi ki bu despot ülkede birisinin yapacağı büyük işler vardı"
Albay House bu satırları 1912'de yazmıştır.
Rusya'daki Kızıl Devrim 1917'de yapılmış, SSCB resmen 1922'de kurulmuştur.
Dersi burada bitirebiliriz çocuklar.
Yok lan yok ne güzel laflıyoruz işte, ne bitirecem amına koyim ehehe.
Şimdi Albay House bu satırları yazarken epey bir müneccim yarağı yemiş gibi görünüyor. Siz şu son yazdıklarını ister tesadüfe, ister öngörüye, ister plana bağlayın. Pek önemi yok. Fakat reddedilemeyecek şey şudur: Albay House'un kitabında alenen devrim ve sosyalizm pazarlanır. Kitaptaki kahraman Dru, alenen sosyalist ve devrimci bir tiptir. Dru'nun getirdiği sosyalist devrimler insanları mutluluğa erdirir ve tamamen övülür. Ayrıyetten Dru'nun toplumda devrimi hedeflediği kitabın 38. sayfasında da alenen söylenir.
Şimdi gelelim olayın analiz kısmına: Kitabın amacı tamamen sosyalizmi pazarlamaktır, buna şüphe yok. Albay House'un, kitabı kendi ismini belirtmeden anonim olarak yayınlamasının sebebi de budur. Kendisinin böyle devrimci bir kitap yazması elbette tuhaf karşılanırdı. Ayrıca isimsiz olarak yayınlanan bu kitabı okuyan birisi, kitabın gayet devrimci ve sosyalist birisi tarafından yazıldığını düşünecektir. Peki ABD başkanının en yakın arkadaşı, danışmanı ve hatta CFR'nin kurucusu olan bir adam böyle bir kitabı neden yazar? Neden daha 1912 yılında sosyalizmi pazarlamaya çalışır böyle bir herif?
ABD bankerleri sadece 1917'deki Kızıl Devrim'e değil, aynı zamanda 1910-1920 yılları arasındaki Meksika Devrimi'ne ve 1911 yılında başlayan Çin'deki Sun Yat-sen devrimine de para ve destek yağdırmışlardır. Bu detay konuların delillerini ve belgelerini Antony Sutton'dan öğrenebilirsiniz, ben bunu size sadece bilgi olarak veriyorum [57]. Buna ek olarak Albay House'un daha 1912 yılında sosyalizmi pazarlayan kitabını da gördünüz. Hatta Albay House'un fiilen yediği boklara da bir örnek vereyim:
1917'deki Kızıl Devrim'den 3 hafta sonra Albay House, ABD başkanı Wilson'a yukarıda görmüş olduğunuz telgrafı yollar [58]. Albay House bu telgrafta başkan Wilson'a şunları söyler: "Amerikan gazetelerinde Rusya'yı düşman olarak görmeliyiz şeklinde haberler çıkıyor. Bu tür eleştirileri kesinlikle durdurmalıyız. Eğer böyle haberler yaparsak Rusya, Almanya'nın kucağına düşer"
Bu ne demek biliyor musun güzel kardeşim? "Bırakın da komünizmi kuralım Rusya'da" demek. Daha ne desin ulan adam?
ABD bankerleri kendi elleriyle komünizm adında bir düşman yaratmış, bu düşmanın doğması ve yaşaması için var güçleriyle çalışmışlardır.
Yukarıdaki telgrafta "Rus pazarını Almanlara kaptırmayalım" bahanesini kullanıyor Albay House. Aynı bahaneyi İngiltere başbakanını Sovyetlere yardım konusunda kafalayan Kızılhaç lideri Thompson da kullanmıştı. Ve ne gariptir ki yukarılarda yazdıklarımı hatırlarsan eğer, Kızılhaç lideri Thompson İngiltere'ye gitmeden evvel arkadaşı Thomas Lamont'a bir telgraf atmıştı. Bir Morgan ortağı olan Thomas Lamont ise o sırada Fransa'da bizim Albay House ile birlikteydi... Bu "aman Rusya'yı Almanlara kaptırmayalım" bahanesini Albay House ve Kızılhaç lideri Thompson gibi Morgan-Rockefeller ekibinin önemli isimleri üretiyorlar, oysa esas amaçları bundan ziyade kendi elleriyle uzun vadeli bir düşman yaratmak. Hepsinin de delillerini gösterdim sana.
Adamlar Bolşeviklere el bebek gül bebek bakıyorlar, basında olsun, uluslararası alanda olsun, erzak ve silah yardımı şeklinde olsun, Bolşeviklerin her işini gizli gizli hallediyorlar.
Bu nasıl antiemperyalist Kızıl Devrim lan?
E amına koyim keşke benim de böyle düşmanım olsa.
Hiç düşündün mü güzel kardeşim bu Morgan ve çetesi neden devrimin başından beri Bolşeviklerin yanındadır? Hiç düşündün mü bu adamlar neden kendi elleriyle komünizm diye bir düşman yaratmıştır? Hiç düşündün mü bu sosyalizm neden hâlâ matah ve çağdaş bir şeymiş gibi pazarlanır ve senin gibi ithal fikirlerin, ithal kahramanların hastası tipler bunları hemen sahiplenir?
SSCB'nin kurulma amaçları şunlardır:
1- Rus pazarını sömürmek,
2- Sosyalizmi büyük bir ülkede denemek,
3- Ve en önemlisi; kapitalizme ve yakında peydah olacak faşizme potansiyel bir düşman yaratmak, savaş ortamı oluşturmak. Böylece silah satışıyla, savaş sanayisiyle, kredilerle, yatırımlarla paranın amına koymak, devletleri bu bankerler çetesine bağımlı hâle getirmek, borçlandırmak ve çatışmalarla dünyayı şekillendirmek.
Marx diyalektiğini Hegel'den alır. Hegel'in diyalektiğine göre bir tez, bir antitez vardır ve bunların çatışmasından yeni bir sentez doğar.
Hiç düşündün mü bu adamların Hegel'in diyalektiğini kullanıyor olabileceğini?
Hiç düşündün mü kapitalizmin tez, komünizmin antitez, Yeni Dünya Düzeni'nin ise bu ikisinin çatışmasından doğan ve hem kapitalist, hem komünist özellikler barındıran bir sentez olabileceğini?
Yok, sen anca bugünkü gündemle ilgili esprili tweet düşünür, sonra da ortamlarda bir eleştirmen edasıyla sikim sikim muhalif tavırlar sergilersin. Sadece inanmak istediğin şeye inanır, gerçekleri gram siklemez, sonra da kendin çok farklıymışsın gibi "Özgeciğim insanlar cahil, laftan anlamıyorlar ki" diye bilgiçlik taslarsın. Sana diyorum sana, sığır gibi yaşadığı halde Facebook'una siyah çelenk resmi koyup vicdanını rahatlatan, lafta duyarlı özde gavat deyyus, senden bahsediyorum. Ulan be amına koduğum sen Konyalı Hacıseyitoğlu ailesinde dünyaya gelseydin şu an beyaz atletli kocasına çay servisi yapan, izinsiz bakkala çıktı diye dayak yiyen, hayatında ve etrafında zerre değişiklik yaratamayan, etrafı onu neye yönlendiriyorsa ona uyan bir tip olacaktın. Çünkü şu anda da öylesin. Şans veya ilahi kader sonucu üniversite okuyabilecek imkanları sana sağlayabilen bir ailede doğdun diye ne lan bu aydın tavırları? Neren aydın ulan senin? Ulan ben senin bu dünyaya gelmende katkısı bulunan hastanenin temel atma törenine katılan belediye encümenini sikeyim gerizekalı herif. Bıktım ulan sizin şu hep lafta kalan iyiliğinizden ve insan sevginizden. Ve siz her yerdesiniz amına koyim, kaçış da yok sizden. Olum ben galiba çok yalnızım ya.
Neyse dayı neyse, ben içimi sonra dökerim konumuza dönelim biz.
Bizim Albay House'a geri döneceğiz, zira kendisi tarihin az bilinen fakat en önemli perde arkası figürlerinden birisi.
Fakat bu esnada hikayemize yeni bir arkadaş daha katılacak, şimdi ona merhaba deyin: Karikatürist Robert Minor.
İlk bolşevik hükümeti, Uluslararası Propaganda Bürosu adında bir oluşum kurar. Amacı isminden bellidir; komünizmi Rusya dışındaki ülkelerde, özellikle de Avrupa'da duyurmak [59]. Her neyse, bizim Amerikalı Robert Minor da bu büroda çalışır. Zira Robert Minor bir zamanlar Amerika'nın en çok ücret alan karikatüristi olsa da, komünizm davasına gönül vermiş delikanlı bir abimizdir.
Robert Minor'a propaganda ofisinde zor bir görev verilir ve kendisinden Avrupa'daki Amerikan ve İngiliz askerleri arasında komünizm propagandası yapması istenir. "Yes comrade" diyerek görevi kabul eder bizim Minor. Bu iş için tipik komünizm broşürleri hazırlar ve hatta bu broşürler uçaklardan Avrupa şehirlerine dağıtılır. Derken 1919'da Robert Minor, odasında otuzbir çekerken annesine yakalanan ergen misali cascavlak yakalanır. Yakalandığı sırada yanında Philips Price adlı, aynı propaganda bürosunda çalışan bir başka Amerikalı arkadaşı daha vardır. Buyrun İngiliz arşivlerinde şimdiye kadar Minor ile ilgili anlattığım her bokun raporu da mevcuttur, isteyen kaynakçadan incelesin [60]:
İngiliz arşivlerindeki bu raporun başlığı "Philip Price ve Robert Minor davası"dır.
Robert Minor, Amerikan ordu mahkemesinde yargılanacaktır. Suçu ise; Amerikan askerleri arasında komünizm propagandası yapmaktır, bir başka deyişle komutanın karısını sikse daha iyiydi.
Haberde "House, Robert Minor'ın serbest bırakılmasını istiyor" yazar. Buradaki House, tahmin ettiğiniz üzere Wilson'un başdanışmanı olan Albay House'tur.
Bir başka New York Times haberinde de Albay House'un bu davayla çok ilgili olduğu söylenir [62]:
Bizim Albay House, şimdi de Bolşeviklerin propaganda ofisinde çalışan karikatürist Robert Minor'ın salınması için devreye girmiştir.
Derken mahkeme apar topar iptal edilir, Robert Minor ışık hızıyla serbest bırakılır. Kimse Amerikan askerleri arasında komünizm propagandası yaparken kabak gibi yakalanan bir adamın neden salındığını anlamaz. 13 Temmuz 1919 tarihli bir başka NY Times haberinden bazı kesitler sunayım şimdi size [63]:
Haberden bazı kilit cümleleri çeviriyorum: "Ordu, Robert Minor'ın salınmasından memnun değil. Amerikalılar, Minor'ın davasının düşmesi kararının kime hizmet ettiğini merak ediyor. Kesin olan bir şey var ki, Minor'ın serbest bırakılmasını ordu istemedi."
Eee Albay House bu amına koduklarım, ne sandınız?
Albay House'un, Robert Minor'ın salınması için verdiği bu mücadelenin sebebine gelince... Minor'ın babası Texas'ta yargıçtır ve baba Minor, Albay House'a telgraf yollayarak oğlunun salınmasını ister... Hayır hayır, bu sizin gazete küpürlerinden öğreneceğiz, işin tıraş kısmıdır ve bu esrarengiz olaya bir anlam yükleme çabasındaki gazetelerin ürettiği zorlama bir bahanedir.
Zira Robert Minor'ın propaganda yaparken beraber yakalandığı diğer arkadaşı Philip Price da tıpkı Minor gibi ışık hızıyla salıverilmiştir. Yani iş öyle basit bir torpil meselesi değildir. Yazının başlarında Kızılhaç lideri Thompson'ın, Bolşeviklere Avrupa'da propaganda yapmaları için verdiği 1 milyon doları hatırlıyor musunuz? Hani Morgan'dan almıştı o 1 milyon doları. Hah işte, Bolşeviklerin Almanya'daki propaganda çalışmaları, Kızılhaç lideri banker Thompson'ın propaganda programı dahilindedir [64]. Bu sebeple Robert Minor ve arkadaşı Philip Price daha mahkemeye bile çıkarılmadan serbest bırakılmışlardır, zira mahkemede idam korkusuyla birtakım bilgileri yumurtlayabilirlerdi ki bu, Albay House ve saz arkadaşları olan Wall Street çetesi için skandal olurdu.
Ayrıca bakın sizlere ne göstereceğim, aşağıdaki karikatürü bir inceleyin bakalım:
Bu sembolik anlamlara sahip karikatür 1911'de Robert Minor tarafından çizilmiştir. Karl Marx elinde "sosyalizm" yazan bir kitap ile Wall Street'tedir. John D. Rockefeller, Marx'a bakarak ellerini ovuşturmaktadır. Diğer ünlü Wall Street bankerleri de Marx'ı ve sosyalizmi büyük bir iştahla karşılamaktadır.
Kendisi de bir komünist olan Robert Minor bu karikatürü ne amaçla çizmiştir, bunun için kesin bir şey söylemek zor, bu sır rahmetli Minor ile mezara gömüldü. Belki de çoğu zaman yaptıkları gibi, yiyecekleri bokları önceden duyurmaktan garip bir keyif alıyorlardır. Fakat ne olursa olsun çizdiği bu karikatür, size şimdiye kadar delilleriyle anlattığım her şeyin özetidir.
Komünizm, ABD'li bankerleri daha da zengin etmek dışında hiçbir şeye yaramamıştır.
Yüzleşin.
Şimdi biraz da Troçki'yi inceleyeceğiz. Açıkçası Troçki, bolşevikler arasındaki en derin, en kurnaz adam bana kalırsa. Troçki Kızıl Ordu'nun kurucusudur ve Kızıl Devrim'de hiç şüphesiz en çok paya sahip olan adamlardan biridir. Rusya'daki ilk devrim (Şubat Devrimi) sırasında Troçki Amerika'da sürgündedir. Bu ilk devrimden Rus komünistlerinin memnun olmadığını ve Kasım ayında ikinci devrim olan Kızıl Devrim'i yaptıklarını söylemiştim hatırlarsanız. Kızıl Devrim'i yapacak olan Bolşeviklerin çoğu, ilk devrim sırasında yurtdışındadır ve apar topar Rusya'ya giderler. Rusya'da ilk devrim gerçekleşince, bizim kanı kaynayan Troçki de Amerika'larda duramaz. Kızıl Devrim'i gerçekleştirmek üzere devrimci arkadaşlarıyla beraber derhal vapura atlayarak önce Kanada'ya, oradan da Rusya'ya geçer. Bindikleri vapurun adı ise Christianiafford'dur. Troçki'nin "Hayatım" adlı otobiyografisinden de öğrenebiliriz bunları [65]:
Troçki öncelikle Amerika'dan Kanada'nın Halifax şehrine geçer. Bu sırada Troçki ve diğer devrimci arkadaşlarının ellerinde, nereden buldukları muamma olan Amerikan pasaportları vardır. Rusya'ya giderken mecburen uğradıkları Kanada, İngiltere ve İsveç gibi ülkelerden bu pasaportlar sayesinde geçebilmişlerdir. Bu kadar devrimcinin ve Troçki gibi ünlü bir adamın bu Amerikan pasaportlarını elde etmesi ise ABD başkanı Wilson sayesinde mümkün olmuştur.
Şöyle ki, hikayemize yeni bir arkadaş daha katılacaktır, o da Lincoln Steffens adlı Amerikan muhabir ve yazardır. Steffens sosyalist bir yazardır ve yazılarında Kızıl Devrim'e, Bolşeviklere destek vermiştir. Bu olabilir, bir insan sırf Amerikalı olduğu için sosyalist olamaz diye bir kaide yok, yukarıdaki Robert Minor örneğinde de gördük zaar. Fakat Steffens aynı zamanda başkan Wilson ve bizim meşhur Albay House ile de sıkı arkadaştır ve onlardan görevler alarak Rusya'da Bolşeviklerle irtibatlarda bulunmuştur. Bunları da Steffens'ın otobiyografisinden öğrenebiliriz. Yalnız bu amına koduğumun Steffens'ı da sanki hayatta çok bir sike derman olmuş gibi gidip hayatını anlatan kitap yazıyor, bize ne lan senin biyografinden sik suyu? Ama neyse, sonuçta bu arkadaşın otobiyografisi de epey işimize yarayacak.
Bir sosyalist olan Steffens'ın da ilk devrimden sonra kanı kaynar ve hemen Rusya'ya gitmek ister. Şimdi bu arkadaşın otobiyografisini incelemeye başlayabiliriz [66]:
Burada "Başkan Wilson kusura bakmasın ama Rusya'ya, devrime gitmek zorundaydım" gibisinden duygusal laflar söyler Steffens. He amına koyim, Rusya'ya gittin diye çok kızacaktı sana Wilson, kulaklarını çekecekti senin, götüne şaplak atacaktı. Her neyse, bizim muhabir Steffens tam da Rusya'ya gidecekken bir araba tarafından durdurulur ve arabadan içeri bakar. Arabadan kimin çıktığını görmek için sayfayı çeviriyoruz:
"Arabadan Charles Crane çıktı, onu selamladım. Acaba nereye gidiyordu?" diye yazar Steffens. Arabadaki bu Chales Crane denen eleman Amerikalı bir iş adamıdır. Crane, Rusya'daki ilk devrime epey bir destek vermiştir ve ayrıca başkan Wilson ile de pek yakındır.
Otobiyografinin devamında da Crane'in Rusya'ya gittiğini öğreniriz. Yani Steffens ve Crane tamamen şans eseri (!) yolda karşılaşırlar ve Rusya'ya beraber giderler.
Peki iş adamı Crane'in ne işi vardır Rusya'da?
Bu sıralarda Amerikalı birtakım işadamı ve siyasetçiler, Root Görevi adı altında Rusya'ya giderler. Buyrun şimdi de Dışişleri belgelerine bakalım [67]:
Bu göreve iş adamı Charles Crane de katılır [68]:
Evet, şimdi kısaca bir toparlayalım: Bizim sosyalist yazar Steffens Rusya'ya gidecekken bir araba tarafından durduruluyordu. Arabadan iş adamı Richard Crane çıkıyordu ve şans bu ya, o da Rusya'ya gidiyordu. Şimdi Steffens'ın otobiyografisinden devam edelim [69]:
"Nereye gidiyorsun Crane" diye sorar Steffens. İş adamı Crane ise şunları söyler: "Rusya'ya gidiyorum. Ama önce bakanlığa uğrayıp bir pasaport almam lazım. Hadi atla arabaya."
Allah Allah, iş adamı Crane önce pasaport alacakmış bakanlıktan... Steffens'ın obiyografisinden devam edelim, bakalım bizim Steffens ve Crane hangi vapurla gidiyorlar Rusya'ya [70]:
Kader bu ya, Steffens ve Crane, Troçki ile aynı vapura binerek yola çıkarlar. Bremen Mızıkacıları gibi amına kodumun Steffens'ının hikayesi, bir de yolda eşekle karşılaşsaydı tam olacaktı piç. Sosyalist muhabir Steffens, iş adamı Crane ve devrimci Troçki üçlüsü vapurda muhabbet de ederler. Tabi muhabbetin detayını pek anlatmaz yazar Steffens. Ayrıca vapurda diğer Rus devrimciler de vardır ve vapur New York'tan, önce Kanada'nın Halifax şehrine doğru yola çıkar.
Şimdi bilgilerimizi gözden geçirelim.
1- Birinci devrim gerçekleşirken Troçki Amerika'dadır. Amerikan pasaportu edinerek Christianiafford adlı gemiye atlar. Rotası önce Kanada, sonra da Kızıl Devrim'in gerçekleştirileceği Rusya'dır.
2- Sosyalist yazar Steffens ve iş adamı Richard Crane de aynı vapura binerek Rusya'ya giderler. İkisi de başkan Wilson ile yakın irtibattadırlar.
3- İş adamı Richard Crane vapura binmeden önce bakanlığa giderek pasaport alır. Hayat bu ya, bizim Troçki ve arkadaşlarına da pasaport lazımdır.
4- Troçki ve Rus devrimciler, daha sonra sahip oldukları Amerikan pasaportları sayesinde Rusya'ya giriş yapabileceklerdir.
Araya ufak bir reklam aldıktan sonra devam ediyoruz. Nihayet vapur Kanada'nın Halifax şehrine varır. Troçki Kanada'daki toplama kampında bir süre bekletilir. Adı çıkmış bir Rus devrimcisi, elinde Amerikan pasaportuyla Rusya'ya gidiyor olduğu için epey dikkat çekmiştir. Ardından araya Alman ve İngiliz yetkililer girerek Kanadalı yetkililere esrarengiz bir şekilde Troçki'nin salınması talimatını verirler. Bu yazışmalar ise Kanada Post Office Department arşivlerinde vardır [71]. Antony Sutton bu belgeleri de kitabında gösterir fakat ben Kanada arşivlerine ulaşamadım. Şimdiye kadar size anlattıklarımın birçoğu zaten Sutton'ın kitabında gösterdiği belgelere dayanıyor ve Sutton'ın gösterdiği çoğu belgeyi de size şimdiye kadar gösterdim, adamın hiçbir yalan dolanı yok. İzninizle Kanada arşivlerine de ulaşamamış olayım bir zahmet, biz de insanız amına koyim.
Neyse, Troçki ABD'den Rusya'ya geçerken yolu birçok ülkeye düşer ve İngiltere'de de tutuklanır. Troçki'nin iddiasına göre ona Amerikan pasaportunu geçici Rus hükümetinin New York'taki temsilcileri ayarlamışlardır, fakat bu zerre kadar mantıklı bir izah değildir, şöyle ki:
Troçki'nin otobiyografisinde aktardığına göre tutuklandıkları kamptaki İngiliz bir albay ile aralarında şu diyalog geçer [72]:
- Bizi niye tutukladınız?
- Çünkü siz şu anki Rus hükümeti için tehlikelisiniz.
- Ama bize pasaportlarımızı New York'taki Rus hükümeti elçileri ayarladı. Hem size ne oluyor, bırakın da Rus hükümeti korusun kendini.
- Genel olarak siz müttefikler için tehlikelisiniz.
Geçici hükümet için tehlikeli olduğu alenen bilinen Troçki'nin pasaportunu yine geçici hükümetin sağlamış olması akla mantığa sığmamaktadır. Bundan önce de Troçki henüz Amerika'dayken, geçici hükümetten memnun olmadığını açıkça dile getirmiştir. Buyrun ben adamı belgelerle sikerim:
Yukarıdaki haber Rusya'daki ilk devrimden 1 hafta sonra, 16 Mart 1917 tarihli New York Times'ta yayınlanmıştır [73]. Haber, Troçki'nin Sosyalist Novy Mir gazetesinde söylediklerini aktarır. Habere göre Troçki aynen şunları söylemiştir: "Rusya'da iktidarı ele geçiren hükümet, devrimcilerin çıkarını veya hedeflerini temsil etmiyor. Bu hükümet muhtemelen kısa ömürlü olacak ve Rusya'nın demokratikliğini daha ileri götürmekte kararlı adamlar tarafından indirilecektir"
Buradan şunları anlıyoruz:
1- Troçki, Rusya'da ilk devrimden sonra başa geçen geçici hükümete düşmandır. Ayrıca bu hükümetin kararlı devrimciler tarafından devrileceğini söylemiş, birnevi hükümeti tehdit etmiştir. Bu da demek oluyor ki Troçki'ye Amerikan pasaportunu geçici hükümetin ayarlamış olması mümkün değildir.
2- Bu hükümetin kısa ömürlü olacağını ve gerçek devrimciler tarafından indirileceğini söylemiştir Troçki. Bu söyledikleri gerçekten de 8 ay sonraki ikinci devrimde gerçekleşecektir ve saydığı gerçek devrimcilerden biri de kendisidir. Troçki yine kâhinlik yapmıştır.
3- Troçki alenen "devrimciler bu hükümeti indirecek" deyip, Amerika'dan Rusya'ya doğru yola çıkmıştır. Yani herkes Troçki'nin neden Amerika'dan Rusya'ya gittiğinin farkındadır. Tüm bakanlıklar da, onu tutuklayan hükümetler de, yukarıdaki kıçı kırık albay bile... Fakat nasıl oluyorsa kendisi her tutuklandığı ülkede esrarengiz bir şekilde serbest bırakılıyor ve Kızıl Devrim'i gerçekleştirmek üzere Rusya'ya varıyor.
Deliller gösteriyor ki Troçki pasaportunu nasıl aldığı konusunda yalan söylemektedir. Öte yandan sosyalist Steffens ve iş adamı Crane'in onunla aynı gemiye binmesi, Crane'in pasaport alacağını söylemesi, Troçki'nin ve arkadaşlarının Rusya'ya varmak için Amerikan pasaportuna ihtiyaç duyması, bu pasaportarın gayet ABD Dışişleri Bakanlığı ve Wilson sayesinde ayarlandığını gösteriyor. Ayrıca Troçki doğru bile söylüyor olsa, yani cidden pasaportunu Rus elçiler kanalıyla bile ayarlamış olsa, Rus hükümetine düşman olarak yola çıktığı herkes tarafından bilinen bu arkadaşlara pasaportu veren yine ABD Dışişleri Bakanlığı ve başkan Wilson'dur. Başka bir izahı yoktur.
Devam edelim.
Troçki'nin de aralarında bulunduğu bu Rus devrimciler, Mayıs-Haziran aylarında Amerika'dan İsveç'e patır patır geçiş yaparlar. Sadece Troçki'nin vapurundakiler değil yani, başka vapurlarla da bu şekilde ABD'den İsveç'e gelen devrimciler olmuştur ve çoğunun ellerinde Amerikan pasaportları vardır. İsveç'ten sonra da Rusya'ya geçip Kızıl Devrim'i gerçekleştireceklerdir.
Troçki otobiyografisinde Rusya'ya geçerken arada İsveç'e de geldiğini yazar [74]. Kendisi muhtemelen mayıs ayında varıyor buraya.
Ayrıca, Haziran 1917'de İsveç elçisinden ABD Dışişlerine bir telgraf gelir [75]:
İsveç elçisinin verdiği bu raporda, Boris Reinstein adlı devrimcinin Halifax'tan (Troçki'nin Rusya'ya gelirken uğradığı şehir) İsveç'e geldiği söylenir ve iddiasına göre devrimci Reinstein'ın da Amerikan pasaportu vardır. Ve Reinstein "New York'taki ve Halifax'taki yetkilileri nasıl atlatarak İsveç'e gelebildiği" sorusunu cevapsız bırakır.
Reinstein'ın bu hikayesi, Troçki'ninkine çok benzerdir. Onun da yetkilileri nasıl atlatarak İsveç'e gelebildiği muammadır.
İsveç elçisinin yukarıdaki telgrafına, ABD Dışişleri Bakanlığından cevap gelir [76]:
Verilen cevap tam bir komedidir: "Ko götüne ya, bu Reinstein'ın örgütü zaten önemsiz"
Bu "önemsiz" Reinstein daha sonra Troçki'nin kurmuş olduğu Uluslararası Devrimci Propaganda Bürosu'nun başına getirilecektir [77]. Bu büroda Reinstein'ın emrinde çalışan ABD'li karikatürist Robert Minor, Avrupa'da komünizm propagandası yaparken yakalanacak, onu kurtaran ise her fırsatta Bolşeviklere yardımını esirgemeyen Albay House olacaktır.
Hayat işte...
Sonuç olarak aralarında Troçki'nin ve birçok Rus devrimcisinin bulunduğu bu önemsiz kişiler çatır çutur Amerika'dan İsveç'e, sonra da Rusya'ya geçiş yaparak Kızıl Devrim'i yapacaklardır. Ellerinde Amerikan pasaportlarıyla ve amaçları herkes tarafından bilindiği halde... Zaman zaman bizzat müdahalelerle, zaman zaman da sınırdan geçişlerine göz yumularak Rusya'ya varmaları sağlanacaktır. Bu şekilde Rusya'ya varan Troçki, kurduğu Kızıl Ordu için de (yazının başlarında delilleriyle gördüğümüz üzere) Kızılhaç ayağıyla Rusya'ya gelen Wall Street bankerlerinden erzak ve mühimmat yardımı alacaktır.
İşte size büyük devrimci Troçki ve halkların devrimi olan Kızıl Devrim.
Sovyetler Birliği'nin kuruluşu, Wall Street'in işte bu özverili çalışmaları sayesinde oldu. Amaç ise sosyalizm adlı bir düşman yaratmak ve dünyayı iki kutba ayırmaktı. Neden mi, şöyle ki:
Dünyanın en ölümcül hastalığının ilacını buldun diyelim. Dünyanın en ölümcül hastalığının ilacını insanlara satabilmek için en çok neye ihtiyacın var?
Dünyanın en ölümcül hastalığına ihtiyacın var elbette.
Hastalık yoksa, ilacı da satamazsın.
Bu adamlar silahın sahibidir. Dünyada savaş veya düşmanlık yoksa istediğin miktarda silah satamazsın. Silah satabilmek için silaha talep yaratman gerekir. Silaha talebin olması da ancak savaş veya düşmanlık yaratmakla mümkündür. Keza yıllar boyu sürecek "soğuk savaş" döneminde birbirine düşman edilmiş ülkelerin, grupların, sağcı-solcuların silahlandırıldığına şahit olduk. Bu savaşların her birinde de kazanan bu orospu çocukları oldu. İnsan, kendi gerizekalılığının cezasını kendisi ödedi ve hâlâ da ödüyor.
Bu adamlar ayrıca paranın da sahibidir. Sahibi olduğun parayı çoğaltmanın birinci koşulu da, arz-talep gereği yine insanların paraya olan ihtiyacını arttırmak ve böylece onları kendine borçlandırmaktır. Savaş dönemleri, para ihtiyacının en çok arttığı dönemdir. Napolyon "Para, para, para" derken içki sofrasındaki Bekir gibi "abi param olsa ben de sikerdim o karıyı" mantığıyla söylemiyor bu lafı. Napolyon bir askerdir ve savaşta en gerekli şeyin para olduğunu bilerek söylüyor bu lafı.
Savaşanlar daha çok borçlanır, onları savaştıranlar daha çok kazanır. Bütün mesele bundan ibarettir.
Yazı eşeğin siki uzunluğuna eriştiği için artık yavaş yavaş yakın tarihe geçiyorum kaynatasızlar. Şu Sovyetler Birliği'ni bir kuralım hele.
1917-1922 yılları arasında süren iç savaşı Kızıl Ordu kazandı ve 1922'de SSCB resmen kuruldu. SSCB kurulana kadarki bu iç savaşta 7 milyon civarı insan öldü. Peki bu 7 milyon insan ne uğruna öldü, bunları yine delilleriyle birlikte göreceğiz.
SSCB kuruluşundan itibaren en fazla önemi sanayileşmeye vermiştir kaynatasızlar, en çok önem verdikleri sanayi dalı ise askeri sanayidir. Zira Stalin denen kütük, "tek ülkede sosyalizm" diye gerzekçe bir politika icat eder. Tek ülkede sosyalizm şu demektir: Rusya kendi içinde güçlenecek ve daha sonra sosyalizmi diğer ülkelere yayacaktır. Tek ülkede sosyalizm, marksist teoriyle zerre kadar alakası olmayan saçma bir politikadır. Tamamen Stalin'in güçlü bir lider olma hırsıyla götünden uydurduğu bir şeydir. Ve SSCB gibi hesapta sosyalist bir ülke, gidip bu Stalin'e itaat edecek ve onu ölene kadar iktidarda tutacaktır (dik dur eğilme comrade'lar seninle). Aslında sosyalizmdir, Marks'tır, bunlar kimsenin sikinde değil. İnsanlar her çağda olduğu gibi yine güce tapıyor, güçlü olanı şartsız koşulsuz destekliyorlar anlayacağınız üzere. Ayrıca "dünyada devrimi" amaçlayan Troçki de bu saçma politikası yüzünden Stalin'e kafa tutacak ama daha sonra Stalin'in adamları tarafından başına yediği kazma darbesiyle Hakkın rahmetine kavuşacaktır. Her ne sikimse, laf lafı açtı amına koyim. Benim esas demek istediğim şudur: Stalin dünyada devrimden ziyade güçlü bir SSCB üzerinden komünizmi yaymayı planlamıştır. Bu da demektir ki yayılmacı bir politika izleyen Sovyetlere askeri sanayi lazımdır, fabrika lazımdır, tank lazımdır, tüfek lazımdır.
Sovyetlerin sanayiye, teknolojiye ve her türlü ıvır zıvıra duyacakları bu açlık, Amerikalı bankerler tarafından daha SSCB kurulmadan evvel öngörülmüştür. Amerikalı bankerler için Rusya bir fırsatlar ülkesidir.
Daha 1918'de "Rusya'ya yardım ve işbirliği için Amerikan birliği" adında bir oluşum kurar bankerler [78]. Amaç hem Sovyetlerle ticaret yapmak, hem de komünist bir hükümetle yapılacak bu ticareti insanlara şirin göstermektir. Bu birlikte Kızılhaççı Thompson, Robins'in karısı, General Electric yöneticileri, Albay House'un adamları, sosyalist yazar Steffens ve daha yığınla Amerikalı iş adamı vardır. Ünlüler çiftliği gibi amına koduğumun yeri, bir Yıldo eksik aralarında.
Yavaş yavaş tarihte ilerleyelim, Sovyetler Birliği'ni kuralım. Sovyetler Birliği kurulur kurulmaz Bolşeviklerin kadim dostu Morgan, gidip Moskova'da derhal ilk şubesini açar. JP Morgan Chase'in kendi web sayfasındaki tarihçede de gururla söylenir bu [79]:
Ardından Amerikan-Rus Ticaret Odası ve Amtorg Corporation gibi yine yönetici listesinde Morgan ve Rockefeller çalışanlarının fink attığı başka kurumlar da kurar Amerikalı bankerler. Sırf bu kurumlar üzerinden her sene milyonlarca dolarlık mal satarlar Sovyetlere [80]. Bu sikindirik kurumların hepsini burada uzun uzadıya anlatmayacağım. Ama bunları bilgi olarak kısaca veriyorum ki duygusal romantik arkadaşlar öyle "komünistlere ambargo koydular, aç bıraktılar, ühüğüe" diye bir geçmişi olduğu zannetmesinler Sovyetler Birliği'nin. Kaynaklara bakarsanız bu Amerikalı bankerlerin, SSCB'nin ilk yıllarında bile çatır çutur ticaret yaptıklarını göreceksiniz.
Bu yukarıda saydığım kurumlar üzerinden genellikle gıda, tarım ürünü, makine gibi ıvır zıvır şeyler satılıyor Sovyetlere. Fakat bu arkadaşlar elbette sadece bunları satmıyorlar, zira dediğim gibi Sovyetler Birliği askeri sanayiye aç bir ülke ve Amerikalı bankerler böyle bir fırsatı kaçıracak değiller. Mesela Rockefeller'a ait meşhur petrol şirketi Standard Oil bile 1928'de birçok anlaşma yapıyor SSCB ile (detayları pek bilinmese de yaptıkları anlaşmalar belgelerle sabit) [81].
Peki bir ülke neden düşmanının askeri sanayisinin gelişimine yardımcı olur? İşte şimdi işin alengirli boyutuna gireceğiz. Dikkatle ve sabırla okuyun gadasını aldıklarım.
Traktör ve otomobil fabrikalarının askeri sanayideki önemi çok büyüktü. Zira traktör ve otomobil fabrikaları, askeri üretime çok rahat adapte edilebiliyorlardı. Somut örneklerle açıklıyorum; mesela meşhur otomobil firmaları Ford ve Cadillac, Amerika için uzun yıllar tank üretmiştir. Hatta Ford, 2. Dünya Savaşı yıllarında tank ve zırhlı araç üreterek ayakta kalıyor, yoksa çoktan iflas etmişlerdi ve şu an dünyada Ford diye bir şirket yoktu. Aynı şekilde İtalya'da Fiat, Fransa'da da Renault ve Citroen patır patır tank üretmiştir [82]. Yani demem o ki tıpkı yukarıdaki ülkeler gibi Sovyetler Birliği'nde de traktör ve otomobil fabrikaları savaş sanayinin can damarıdır. Ayrıca traktörlerin kendisi de ağır makineli olarak, top atar olarak veya nakliye aracı olarak sık sık savaşlarda kullanılıyor. Mesela;
2. Dünya Savaşı'nda traktöre monte edilmiş bir Rus makinalısı.
Veya traktörden devşirme bir Rus topçusu.
Dediğim gibi traktörün esas önemi bu değil. Traktör fabrikaları rahatlıkla tank ve zırhlı araç da üretebiliyorlar. Ve Sovyetler Birliği'nin çoğu tankı, traktör fabrikalarında üretildi. Bazen de tank yapımındaki parçalar ve motorlar bu fabrikalarda üretildi. Şimdi sizlere başlıca Sovyet traktör fabrikalarını, kuruluş tarihleriyle veriyorum (hızlıca bir göz gezdirmeniz kâfi) [83]:
Leningrad (1929'da yeniden inşa edildi)
Stalingrad (1930, sonra ismi değiştirildi, Volgograd oldu)
Kharkov (1931)
Chelyabinsk (1933)
Altai (1943)
Vladimir (1944)
Lipetsk (1947)
Minsk (1950)
Kharkov (1950)
Bu Sovyet traktör fabrikaları başlı başına Sovyetler'in tüm traktör ihtiyacını karşılamıştır ve askeri üretimde de kullanılmıştır. CIA'in 1976'da hazırladığı bir raporda Sovyetler'in traktör üretimi detaylarıyla verilmiştir, aşağıdaki tabloda hemen hemen tüm Sovyet traktörlerinin bu yukarıda saydığımız fabrikalarda üretildiğini göreceksiniz [84]:
Bu fabrikalar sayesinde Sovyetler Birliği yıllar içinde dünyanın en büyük traktör üreticisi olmuştur, bu bilgi de ilgili CIA raporunda mevcuttur.
Peki biz bu fabrikaları neden sıraladık biliyor musun kaynatasız? Bu Sovyet traktör fabrikalarının hepsi ya bizzat Amerikan şirketleri tarafından, ya da Amerikan teknolojisi satın alınarak kuruldu.
Hem de hepsi.
Örneğin 1930'da kurulan Stalingrad (ismi Volgograd oldu daha sonra), Avrupa'nın en büyük traktör fabrikasıydı. Bu fabrika 1929-1930 yıllarında Albert Kahn Inc. ve Austin Company gibi Amerikan şirketleri tarafından kuruldu. Aşağıdaki Nisan 1930 tarihli haberde, 25 Amerikalı mühendisin "Rusya'nın endüstrisini geliştirmek için" Rusya'ya gittiği yazar [85]:
Stalingrad Traktör Fabrikasının parçaları gemiyle Amerika'dan getirildi, tam 80 Amerikan şirketi bu sevkiyatta yer aldı ve fabrika bizzat Amerikalı mühendisler tarafından kuruldu. Ve bu fabrika hem traktör, hem de tank üretiminde uzun yıllar kullanıldı [86].
Şimdi bu konuyla ilgili olarak tarihi ileri alıyoruz, zira ABD Dışişleri'nin güncel arşivlerine gireceğiz kaynatasıyla dans ettiklerim.
1972 yılında ABD ve Sovyet bakanları arasında bir görüşme yapılır. Bu görüşmenin kaydı Dışişleri arşivlerinde vardır, biz de zaten bu görüşmeyi inceleyeceğiz. Şimdi öncelikle aşağıda çerçeve içine aldığım bölümlere bir bakın hele, bizzat Dışişleri arşivinden alıyorum [87]:
1972 yılındaki bu toplantı, Vietnam Savaşı sırasında yapılmıştır. Peki toplantının konusu nedir? Ateşkes mi? Barış mı? Savaş mı? Hayır, "ekonomik ilişkiler" (en alttaki çerçeveye bakarak gözlerinizle görebilirsiniz).
Yani Amerikan askerleri, ellerinde Sovyet silahları olan Kuzey Vietnamlılar tarafından öldürülüyorken, bizimkiler yine tam kadro ticaret peşinde koşmaktadır.
Vietnam Savaşı da Kore Savaşı gibi amaçsız yarak kürek bir savaştır. Kuzey Vietnam SSCB tarafından, Güney Vietnam da ABD tarafından desteklenir, iki ülke Vietnam üzerinde sidik yarıştırır. Sovyetler, Kuzey Vietnam'a hayvan gibi silah, tank vs yardımında bulunur, ABD ise Güney Vietnam'a cephane yardımı yapmakla yetinmeyip savaşa bizzat kendi askerleriyle katılır ve bildiğiniz üzere anasının amı gibi kayıplar verir. Tüm dünya hesapta komünizm ve kapitalizm savaşını bir kez daha seyreder, ibret alır.
Şimdi bu kısa hatırlatma faslından sonra dönelim malum toplantıya. Konusu "ekonomik ilişkiler" olan bu toplantı Sovyet ve ABD bakanları arasında yapıldı demiştik. Hatta toplantıya ABD başkanı Nixon ve Henry Kissinger da bizzat katılır. Kissinger günümüzde de hâlâ itlik serserilik peşinde koşmaktadır ve yıllardır CFR'nin en önemli akıl hocalarından biridir. Bu adamın kitapları ülkemizdeki bazı üniversitelerde de ders kitabı olarak okutulmuştur. Neyse, aynı dışişleri arşivinde bu toplantıda konuşulanların kaydı da var elbette, buyrun:
Toplantının sonunda iki taraf da anlaşır, Sovyetlerle yüzlerce milyon dolarlık anlaşmalar yapılır. Hatta başkan Nixon şunları söyler: "Sovyetler ve Amerika arasında daha fazla ticaret olması iki ülke için de iyi. Yeni ticaret girişimleri için her türlü teşviği ve desteği vermeye hazırım."
Afferim oğluma, good boy.
Aynı belgeden devam ediyoruz:
Kosygin, önemli bir Sovyet devlet adamıdır ve Sovyet Bakanlar Kurulu Başkanıdır. Yetkili bir abi olan yoldaş Kosygin, Nixon'ın yukarıdaki sözlerini destekleyerek şunları söyler, lütfen dikkatle okuyun kaynatasızlar: "Ticaret yapmamız sorun olmaz, daha önce de Volgograd Traktör Fabrikası'nı ve Gorki Otomobil Fabrikası'nı Amerikan yardımıyla yaptık. ... Biliyorsunuz belirli Amerikan şirketleri bu fabrikanın yapımında görev aldı. ... Volgograd fabrikası şu an 1000'den fazla araba üretiyor. Bu fabrikanın yapımında İtalyanların bize Amerikan ekipmanları sattığını da kendi gözlerimle gördüm. Volgograd harika bir fabrika, hiçbir kusuru yok."
Şimdi yine hep beraber söylüyoruz: KAAAALİN KAKALİN KAKALİN KAMAYA HEY
Stalingrad Traktör Fabrikası; 1930 yılında bizzat Amerikan şirketleri tarafından yapılmıştır. Ardından 1968 yılında İtalyan firması Fiat, yine Amerikan ekipmanlarının desteğiyle Volgograd Otomobil Fabrikası'nı kurmuş, ve eski Stalingrad Traktör Fabrikası da bu yeni fabrikaya dahil edilmiştir. Rus bakan Kosygin'in anlattığı olay tamamen budur. Şimdi sizlere bir fotoğraf göstermek istiyorum [88]:
Bu fotoğraf Vietnam Savaşı'na aittir [88]. Fotoğrafta vurulmuş bir PT-76 model Sovyet tankı görüyorsunuz. PT 76 tankları nerede üretiliyor biliyor musunuz?
Stalingrad Traktör Fabrikası'nda.
Amerika'nın inşa ettiği Sovyet fabrikasında üretilen tanklar, Amerikan askerlerine karşı Vietnam Savaşı'nda kullanılmıştır. Amerikan şirketleri ve bu şirketlerin bakanlıklara yerleştirdikleri adamlar, bu fabrikaları Sovyetlere kurarken sonucun bu olacağından gayet haberdarlardı. Zira Amerika'da da traktör ve otomobil fabrikaları gayet askeri üretim yapıyordu. Hem zaten esas amaç da tam olarak buydu: Sovyetlerin askeri sanayide güçlenmesi. Yoğun uğraşlar sonucu sosyalist bir ülkeyi kurmuştu bankerler çetesi ve bu ülkenin ileride Amerikan düşmanı olacağına hiç şüphe yoktu. Öyleyse bu ülkenin gelişmesi, kalkınması ve sanayileşmesi lazımdı. Sovyetler de askeri üretim yapsın, ileride muhtemelen patlak verecek komünizm-kapitalizm savaşında ABD'nin karşısında güçlü bir rakip bulunsun. Bu sırada biz de daha çok ticaret yapalım, daha çok borç verelim, daha çok silah ve teknoloji satalım. Zira savaş = para.
Ve tarih bunun örnekleriyle doludur. Zira askeri üretimde kullanılan hemen hemen tüm Sovyet traktör fabrikaları, Amerikan yardımı ile yapılmıştır. Amerikan yardımı ve teknolojik donanımı olmadan Sovyetlerin bu büyük fabrikaları kurma şansları dahi yoktu.
Örneğin yukarıdaki belgede gördük ki bakan Kosygin, Volgograd dışında bir de Gorki Otomobil Fabrikası'nı ABD yardımıyla kurduklarından bahsediyordu.
SSCB'deki Gorki Otomobil Fabrikası (GAZ) da yine bir Amerikan firması olan Ford tarafından 1930'ların başında inşa edilmiştir. Hatta Ford sadece bu fabrikayı kurmakla kalmamış, ondan önce de SSCB ile hayvan gibi ticaret yapmıştır. Bilgileri bu sefer History Channel'ın tarih sayfasından alalım [89]:
1928 yılında koca SSCB'de sadece 1 kamyon fabrikası vardır, bunun dışında herhangi bir otomobil fabrikaları yoktur. Ve yine koca SSCB'de kullanılan toplam otomobil sayısı 20.000'dir. Ardından ABD şirketleri sağolsunlar Rusya'da birçok otomobil ve traktör fabrikası kuracaklardır (isimlerini yukarıda vermiştik). Hatta Ford, daha 1929'da 30 milyon dolarlık bir anlaşma yapar Sovyetlerle ve tam 72.000 araba oluşturmaya yetecek kadar parça satar. Bu, Sovyetler Birliği'ndeki bütün otomobil sayısının neredeyse 4 katıdır. Bu "şimdilik idare edin hacu" minvalindeki yardımdan sonra, Ford gidip SSCB'de Gorki Otomobil Fabrikası'nı kuracak ve bu sayede SSCB'nin kendi otomobillerini, motorlarını üretmesine olanak sağlayacaktır. Bu fabrikada üretilecek olan GAZ model sözüm ona Sovyet kamyon ve askeri araçları, tamamen Ford tasarımı olacaktır [90].
Devam ediyoruz, 1930'ların başında Kharkov traktör fabrikası da kuruluyor Sovyetler'de ve bu fabrikayı ABD yapımı Stalingrad'a benzer yapıyorlar, ne de olsa hazır yapılmışı var ellerinde. Buna rağmen bu fabrikanın yapımında da ABD'li mühendisler bizzat görev almıştır.
Mesela 1933 tarihli bir New York Sun haberi pek ilginçtir: "Amerikalı mühendis, Sovyetler tarafından onurlandırıldı" [91].
Zira ABD'li mühendis Swasyan, Kharkov fabrikasının yapımında gösterdiği üstün hizmetler nedeniyle "Lenin Nişanı" ile ödüllendirilmiştir. Bu Amerikalı mühendis, Kharkov fabrikası projesinin baş mühendisiydi.
Gelelim bir başka Sovyet yapımı (!) fabrikaya. 1930 yılında Sovyetler, Chelyabinsk Traktör Fabrikası'nın yapımına başlarlar, örnek olarak da yine ellerindeki ABD yapımı Stalingrad Fabrikası'nı alırlar. Fakat bu sefer Stalingrad'ı taklit etmeyi bile beceremeyen Sovyetler projeyi iptal etme aşamasına gelirler ve çareyi yine ABD yardımı almakta bulurlar. 1931-33 yılları arasında Amerikan şirketleri ve başında John Calder'ın bulunduğu Amerikalı mühendisler yine Rusya'ya damlarlar.
1932 tarihli New York Evening Post haberinde John Calder'ın, Chelyabinsk fabrikası projesinin başında bulunduğu ve Sovyetler'de başka inşa işleri de aldığı söylenir. Hatta Sovyetler, Amerika'ya 75 milyon dolarlık sipariş de vermişler. Amına koyim internet'ten yemek siparişi verir gibi ABD'ye sipariş veriyor adamlar ve hesapta komünistlere ambargo var, baskı var, ne güzel iş la [92].
Bu Chelyabinsk Traktör Fabrikası, daha sonra uzun yıllar boyunca Sovyetler için BT serisi tanklar üretecektir.
Hatta size Chelyabinsk fabrikasında üretilen bir traktör modeli göstereyim:
Bu Stalinetz 60 modeli hesapta Sovyet traktörü.
Bu da Amerikan üretimi Caterpillar Sixty modeli traktör. İki resim arasındaki 7 farkı bulana ödül olarak eşeğin sikini veriyorum.
İki traktör de 1930'ların başında üretiliyor, yani savaşta ele geçirme gibi bir durum söz konusu değil, daha savaş falan olmadı. Peki nasıl oluyor bu iş? Şöyle ki bu iki traktörün mühendisleri de aynıdır; Caterpillar fabrikası mühendisleri. Hani şu bot markası CAT var ya, o işte lan. Sovyet traktörü Stalinetz 60'ların sadece dış görünüşü ve dizaynı değil, her boku direkt Amerikan teknolojisinin biraz modifiye edilmiş hâlidir [93].
Bu arada bütün bunlar gerçekleşirken Sovyetler Birliği, ABD tarafından tanınmış bile değil. Hani hesapta düşmanlar ya... Ama sonra 1933'te Roosevelt ile tanınma kazanacak anti-emperyalist Sovyet kardeşlerimiz ve ondan sonra Amerika'dan daha rahat yardım alacaklar. Yani daha rahat derken, bu aldıklarından da daha rahat.
1930'larda Amerikalılar bu şekilde patır patır Sovyet sanayisini kendi elleriyle kurarlar. Bu yardımlar daha sonra Amerikan askerlerine Kore ve Vietnam'da tank, tüfek, bomba şeklinde geri dönecektir. Yapılanlar kelimenin tam anlamıyla orospu çocukluğudur. Hatta orospu çocukluğu kavramının içi daha önce hiç bu kadar dolmamıştı. Yukarıda ismini zikrettiğim otomobil ve traktör fabrikalarının tamamı ABD yapımı olup, bu fabrikalarda üretilen askeri araçların çoğu ABD teknolojisidir (teker teker tüm tank modellerini görecem, manyağım diyenleri kaynakçaya alalım [94]). Size gösterdiğim emsaller sanırım işin mantığını anlamanız için yeterliydi. El bebek gül bebek kurulan SSCB, yine büyük bir titizlikle ABD şirket ve bankerleri tarafından sanayileştirildi, askeri üretim yapabilir hâle getirildi. Ellerimizle yarattığımız düşmanımız yakında meydanlarda bize diklenebilecek hâle gelecektir, afiyet olsun.
ABD desteği sadece bu alanla da sınırlı kalmadı. 1938 yılında meşhur Sovyet Bakan Kalinin, bir gemi fabrikası açılışında konuşma yapar, konuşması Pravda gazetesinde yayınlanır. ABD Dışişleri Bakanlığına da hemen rapor verilir, görün bakalım yoldaş Kalinin neler söylemiş:
Kendisi der ki "Amerikan teknik kapasitesinden çok şey öğrendik. Bence gemi imalatında da Amerika'dan bir şeyler öğrenmeliyiz."
Bir boku da kendiniz yapın zaten amına koyim.
Devamında da "Hemen büyük bir donanma kurmalıyız, filoya ne zaman ihtiyacımız olacağını kimse bilemez" der bakan Kalinin.
Elbette tarih 1938 olduğundan ülkeler hayvan gibi silahlanmaktadır, bir sene sonra da 2. Dünya Savaşı patlak verecektir. Bu silahlanma yarışında Sovyetler Birliği yine sahip olduğu hemen hemen her şeyi Amerika'ya borçlu olacaktır. Mesela Kalinin donanma ve gemi konusunda geride olduklarını söylüyor ve Amerika'dan yardım istiyordu di mi? Bu konuşmasından önce de ABD şirketleri zaten Sovyetler'e gemi ve hatta denizaltı konusunda teknolojik destekte bulunuyor, parça satıyorlardı.
Amerikan gemi üreticisi Electric Boat Company, Sovyetlerde üretilecek denizaltına teknik destek verecektir. 1937 yılında bakanlıktan bu şirkete izin çıkar [95]. Bu şirket günümüzde de gemi imal etmektetir, hatta ABD donanmasına savaş gemisi de yapmaktadır.
Gel gelelim ki bakan Kalinin, herhalde aldıkları bu yardımın yeterli olmadığını düşünerek Amerikalı dostlarından daha da fazla yardım istiyor. Bu isteğine cevap da alıyor:
ABD, Sovyet Donanma Bakanı Yardımcısı Issaakov'a vize çıkarır. Issaakov'un ABD'ye gelme gerekçesi ise "Sovyet donanması için özel görev"dir [96].
Yani hacı bilmiyorum size bu anlattıklarım normal mi geliyor, ama tüm bunlar SSCB sanayisinin ve özellikle de askeri sanayisinin ABD şirketleri tarafından oluşturulduğunun ispatlarıdır.
SSCB ve ABD, SSCB'nin kuruluşundan itibaren gayet al gülüm ver gülüm takılmaktadır. Bu duruma tek karşı çıkanlar ise ABD bakanlıklarında çalışan ve seslerini arasıra yükseltebilen vatansever görevliler olmuştur. O çok övündükleri anti-emperyalist Sovyetler, gayet ABD'nin gözünün içine bakmaktadır yardım için. ABD şirketleri de aynı şekilde büyük bir iştahla Sovyetler'den gelecek siparişleri beklemektedir. Wall Street şirketlerinin bakanlıklardaki adamları veya ilişki kurdukları görevliler sayesinde de bu izinler çoğu zaman patır patır sağlanmış, Sovyetler'e hayvan yüküyle teknoloji satılmıştır. Tüm bu Sovyet teknolojisinin temelleri gördüğünüz üzere ABD şirketleri sayesinde atılmıştır, zira adamlar teknoloji geliştirmekten aciz durumdalar.
Gelelim bir başka alengirli hikâyeye, bak burada çok eğleneceğiz amına koyim, iyi dinle hacı. Bakan Kalinin, "Amarika bize bakmıyür" diye yardım istedikten birkaç gün sonra, yani 5 Haziran 1938'de çok ilginç bir olay gerçekleşiyor. ABD Büyükelçisi, gidip derhal Kalinin'le ve diğer Sovyet bakanlarla görüşüyor. İlginç olan bu değil tabi, buna alıştık zaten amına koyim, yine iş bağlayacaklar işte. İlginç olan şu: Bunlar konuşurlarken içeri birden Stalin geliyor ve o da muhabbete ortak oluyor. Ya da dur belgelerimi göstereyim de devrimci kardeşlerim viyaklamasın hemen, ABD büyükelçisi derhal ABD bakanlığına bu muhabbetin raporunu sunan bir telgraf yollar, anlatacaklarımın hepsi ilgili belgede yazılıdır [97]:
ABD elçisi sunduğu raporun bu kısmında bildiğin karı dedikodusu yapıyor amına koyim. Stalin hakkında "boyu da kısaymış, ay hiç de öyle sert görünüşlü biri değil" şeklinde lüzumsuz bilgiler veriyor bakanlığa. Yani ben daha önce hiç böyle detaylı bir rapor okumadım ABD belgelerinde. Hatta bir ara bu büyükelçinin kadın olduğunu falan düşündüm, zira çok önemsiz bir mevzuyu tüm gereksiz detaylarıyla anlatmak sadece kadınlara has bir özelliktir amına koyim. Neyse ilk başlarda anladığım kadarıyla odada biraz sessizlik falan yaşanıyor, sonra büyükelçi biraz Rusya'yı övüyor ve muhabbet koyulaşıyor. Ve Stalin esas konuya giriyor:
Stalin'in söylediklerine göre ABD ve Sovyet hükümetleri arasında pazarlık yapılıyor. Pazarlığın konusu ise "ABD şirketlerinin Sovyetler için savaş gemisi yapması". Stalin'in isteği, ABD şirketlerinin Sovyetler için bir savaş gemisi yapması ve daha sonra o geminin Sovyetler'de çoğaltılması için de teknolojik yardımda bulunmasıdır. Stalin daha sonra "biz neden bu konuda yol kat edemiyoruz hacı?" diye hayıflanıyor büyükelçiye. Zaten Kalinin'in birkaç gün önce meydanlarda çığırtkanlık yapmasının sebebi de buydu, bakanlıklardan gerekli izinler çıkmıyor. Stalin daha sonra "amına koyim size o kadar para veriyoruz, niye yapmıyonuz bu gemiyi?" minvalinde şeyler söylüyor ABD büyükelçisine.
Zira size bahsettiğim gibi, ABD Donanma Bakanlığı'nda gayet bir ülkücü edasıyla komünist düşmanı çalışanlar var. Ordu ve askerlikle ilgili bakanlık bölümlerine yaklaştıkça, bu komünist düşmanı çalışan sayısı da gittikçe artıyor doğal olarak, aralarında doğru orantı var amına koyim. Bu asker kökenli memurların izin vermemesinden dolayı ticaretlerde pürüzler çıkıyor. Fakat işin ucunda para olduğu için Wall Street şirketleri hiçbir bürokratik meseleyi siklerine takmıyorlar ve çoğu zaman lobicilik yaparak izni kapıyorlar.
Neyse biz Stalin ve ABD büyükelçisi muhabbetine devam edelim.
Büyükelçi, hangi kurum üzerinden bu ticari ilişkileri yürüttüklerini soruyor Stalin'e. Stalin de "Carp" şirketi diyor. Yani tüm mevzular, gemi ticaretleri falan hep bu Carp Şirketi üzerinden dönüyor. Carp şirketi, Amerika'da Rusların kurduğu bir şirkettir ve bu şirketin amacı da yine Amerikan şirketleriyle ticaret yapmak, Rus sanayisini geliştirmektir. Stalin daha sonra büyükelçiye özetle şunları söylüyor "Bu Carp şirketinin de adı çıktı mı oralarda? Amerika'da önyargı var mı onla ilgili? Valla tükkanı kurduk oraya ama çivili sopalarla dayak yemeyelim?"
Ardından Stalin, iyi bir imaj yaratma çabasıyla büyükelçiye diyor ki, "Bu Carp şirketinin başkanı çok vatansever bir Amerikan vatandaşıdır". Evet aynen bu cümleyi kuruyor Stalin, bak işte yukarıda verdiğim kesite. Bu çok vatansever Amerikan vatandaşı da Sam Carp'tır ve bilin bakalım Carp şirketinin başkanı olan bu vatansever Sam Carp kimdir? Sam Carp, Sovyet bakan Molotov'un eniştesidir ehehehe. Yani Sam Carp'ın kız kardeşi, bildiğin molotof kokteyline adını veren Molotov ile evlidir. Anlayacağınız Amerika'nın göbeğinde aile şirketi kurmuş herifler.
Ardından Stalin, muhattaba alınacak şirketin Carp olduğunu ve tüm işleri bu Carp üzerinden halletmeleri gerektiğini söylüyor.
Şimdi Stalin'in deyimiyle, sahibi "vatansever bir Amerikalı" olan Carp şirketinin faaliyetlerine bakalım:
Carp şirketi, "Amerika'da Sovyetler için savaş gemisi imal edilmesi" planı hakkında çalışmalar yapar [98].
Carp şirketi, Wall Street'li meşhur kimya ve patlayıcı firması Du Pont'tan Sovyetler adına silah ve savaş mühimmatı almak ister [99].
Carp şirketi yine Sovyetler için Amerika'dan savaş gemisi almak ister [100}.
Kardeş vatansever dedin ama bu adam Damat Ferit çıktı amına koyim.
Size emsalini gösterdiğim bu Carp ile ilgili belgelerde, Carp'ın hep bakanlıklardaki anti-komünist memurların itirazıyla karşılaştığını göreceksiniz. Son gösterdiğim belgede ABD'li bir gemi şirketi yöneticisi de "Donanma Bakanlığı'ndaki bazı memurların muhalefet etmesi bizi çok üzüyor :(" diyor. Pek içerlenmiş amına koduğumun oğlu.
Yani Stalin tarafından kurulan ve başkanı Molotov'un eniştesi olan Carp şirketi, yine Wall Street şirketleriyle el ele iş yapma çalışmalarına girer ve bakanlıklardaki çatlak seslere karşı beraber omuz omuza mücadele eder.
He anti-emperyalist Sovyet'ime benim.
Dönelim bizim Stalin-ABD büyükelçisi muhabbetine... Hatırlarsanız Stalin de bu büyükelçiye "sizin bakanlıklardan niye izin çıkmıyo olum ya?" diye dert yanmıştı. Bakalım nasıl bir çözüme varmışlar. Aradan birkaç gün geçer, büyükelçi faaliyetlerine devam eder ve şu raporu sunar [101]:
"Bir grup Amerikalı banker, Sovyetler'e Amerikadan mal almaları için 200 milyon dolarlık kredi verecekler. ... Amerikalı bankerler bu krediyi verirken ABD hükümetinden ve diğer hükümet bakanlıklarından bağımsız hareket etmeyi düşünüyorlar."
Şimdi analizimizi yapalım:
1- Amerikalı bankerler Sovyetlere borç verirler. Sovyetler, Amerikalı bankerlerden aldıkları bu borç parayı yine Amerika'lı şirketlerden mal almak için kullanacaklardır, komediye bak amına koyim.
2- Amerikalı şirketler hem sattıkları maldan, hem verdikleri kredinin faizinden para kazanacaklardır. Herifler resmen Sovyetler'i kendilerine köle etmiş durumdalar. Biri Sovyetler Birliği için anti-emperyalist falan mı demişti? Ağzına 800 sayfalık Ahmet Buhan zihinden problemler kitabıyla vururum onun.
3- Amerikalı bankerler, ABD bakanlıklarını gram sikine takmaz, her zamanki gibi işi kılıfına uydurarak Sovyetler'e kredi, mal ve teknoloji satarlar.
Eee siz ne sandınız olum bu Kızıl Devrim'i? Morgan ve Rockefeller çetesi ne uğruna SSCB'nin kurulması için bu kadar çaba harcadı zannediyordunuz? İşte bugünler için çalıştı adamlar. Hatta bunlar ne ki, dikkat ederseniz daha ABD-SSCB savaşı falan olmadı, daha soğuk savaş bile başlamadı. Esas o zaman malı götürecek Wall Street bankerleri.
Üstün Sovyet teknolojisi (hiho) ile üretilen tankları, kara araçlarını ve gemileri gördük. Ne kaldı geriye? Uçaklar elbette. Wall Street şirketleri Sovyet kardeşlerimizi havada da yalnız bırakmayacaklar.
Sovyetler 1920'lerde kendi başlarına uçak yapmaya kalkışıyorlar, yapıyorlar da. Fakat bunlar yine batı teknolojisiyle pek mukayese edilebilecek uçaklar olmuyor ve zaten sonra bu uçakları geliştirmeyi de beceremiyorlar. 1930'lardan sonra devreye ABD şirketleri giriyor ve Sovyetler bu sayede uçak teknolojisinde de palazlanıyor.
ABD DIşişleri Bakanlığı'ndan Rus büyükelçisine atılan 1937 yılındaki telgrafa bakıyoruz şimdi [102]:
Telgrafta şunlar söyleniyor: Rus mühendisler, ABD'deki Consolidated Uçak Fabrikası'nı ziyaret edecekler ve uçak planları Sovyetler'e satılacak. ABD Donanma Bakanlığı ise Rus mühendislerin uçak fabrikasını gezmelerine itiraz etmiyor, fakat "tamam fabrikayı gezsinler ama uçak planı satmak nedir amına koyim?" diyorlar. Tabi uçak satışına itirazlarını bu kadar kararlı cümlelerle ifade edemiyorlar, uçak satma kararı için "çok liberal bir karar" demekle yetiniyorlar.
Şirketler ise her zamanki gibi zerre kadar sikine takmıyorlar bakanlıktaki birkaç memuru ve ABD'li uçak şirketleri Sovyetler ile patır patır anlaşmalar yapıyorlar [103]:
Bu belgenin hepsini koydum buraya ki kimse vızıklamasın, gram delili olmadan götünden muhalefet yapmasın, patır patır sıçarım sizin yüzeysel bilgilerden ibaret hayat görüşünüzün ta orta yerine.
Yukarıda altını çizdiğim bölümde isimleri de verilen yığınla ABD uçak şirketinin Sovyetlerle çoktan anlaşma imzaladığı yazıyor. Bu şirketler Sovyetler için savaş uçağı yapacaklar ve Sovyet teknolojisinin gelişimi için çalışacaklardır. Hepsi de söyleniyor amına koduğumun belgesinde. Belgenin sonunda da özetle şunlar söylenir: Geçmişte Sovyet pilotları Sovyet yapımı uçaklarla bazı dünya rekorları kırdılar (dünyaya biz çok güçlüyüz pozu vermişler hesabı) ama aslında Sovyetler'in askeri otoriteleri durumdan hiç memnun değiller, ülkedeki havacılık gelişemedi. Bu nedenle Amerikan firmalarıyla anlaşmalar yapıp modern uçaklar üretmek istiyorlar.
Sonuç olarak 20'den fazla ABD şirketi, Rus havacılığını kendi elleriyle geliştirmek için patır patır anlaşmalar imzaladı. Bu gizli kapaklı yürütülen işlerden bazıları basına da sızıyor elbette. Misal New York Times arşivlerinden ulaşabildiğmiz 1937 tarihli bir haberde de Amerikan Seversky şirketinin Rusya için ABD'de uçak üretmek üzere anlaşmaya vardığı yazılır [104]:
Şimdi sizlere, tıpkı bugün olduğu gibi halkın ve işçinin memleketi SSCB'de de insanların nasıl eşek yerine konduğunun bir diğer ispatını vereceğim.
Tüm bunlar gerçekleşirken 1938 yılında Sovyet bakan Kalinin bir konuşma yapar. Kalinin'in bu konuşması hem Pravda'da da yayınlanır hem de ABD Dışişlerine raporu verilir [105]:
Bakan Kalinin, bu konuşmasında Sovyet halkına şunları söyler, Allah aşkına bir okuyun ya: "Yoldaşlarım, Amerika bizden daha zengin ama Amerika'daki tüm zenginliğin sahibi Morgan ve diğer kapitalistlerdir. Biz fakiriz ama sahip olduğumuz her şey işçilerin ve köylülerindir. ... Kapitalist dünya bizim düşmanımızdır"
Ehehehehehe.
Sen varını yoğunu Morgan ve Wall Street tayfasına borçlu ol, bu adamlara yüzlerce milyon dolar para kazandır, tüm sanayini onlardan al, işbirliği yap, sonra meydanlarda "kapitalüstler büzüm düşmanumuz hüğeee" diye masal anlat.
Sen tüm paranı askeri sanayiye yatır, kendi insanını fakir bırak, sonra da meydanlarda "fakiriz ama sahip olduğumuz her şey sizin yoldaşlarım" diye insanları uyut.
Sen tüm yönetici kadronu varlık ve lüks içinde yaşat, sonra de ki "biz üretim araçlarını halka dağıttık".
Sen halkının elinden her bokunu al, bir yandan Morgan, Rockefeller ve diğer Wall Street çetesiyle işbirliğinin amına koy, sonra da elinde hiçbir şeyi kalmayan halkına "sizin davanız kutsaldır yoldaşlarım, çünkü siz emperyalizme karşı savaşıyorsunuz" diye masal oku. İnsanları, uğruna hayatlarını harcadıkları bu yalan davanın kutsal olduğuna inandır.
HAAAASSSSİKTİR oradan.
Lan bana bak hayatı insanlar tarafından beğenilme kaygısı yüzünden rol yapmakla geçen değişik. "Din kitlelerin afyonudur" diye artistlik yapmak kolay, oradan Marx'ın iki tane sözünü öğrenip hayatın anlamını çözmüş ayaklarına yatmak kolay, afyonun kralı sosyalizmdir ulan, sen ne anlatıyorsun bana?
Sosyalist olunca insanlara karşı aydın ve bilgili gözükeceğini zanneden, kimlik arayışındaki acınası kitle günümüzde bile işte bu SSCB'yi övmektedir. Beni deli eden mevzu da tam olarak budur. Kardeşlerim, sevgili Atinalılar, kaynatasızlar; artık rol yapmayın. Buradan iğrenç görünüyorsunuz.
Sosyalizm, feminizm, vejetaryenlik gibi tırt akımların çağdaşlık olarak pompalandığı tuhaf bir devirde yaşıyoruz. Kimse bana ayak yapmasın, hepsinin tırt olduğunu bildiğiniz halde medeni gözükecem ayağına bunlara sempatiyle yaklaşıyorsunuz. Düşük gelirli kesimin uğradığı mahalli baskı hakkında sikim sikim sosyolojik tespitler yaparsınız da, orta ve üst gelirli kesim arasındaki "medeniyet" adı altında dayatılan bu saçmalıkların farkında bile değilsiniz. Öyle ki artık "sosyal medya" diye sikimsonik bir isim alan bu Facebook'tur, Twitter'dır, Youtube'dur veya sözlüklerdir, bunlar gibi bilumum internet sayfalarında hep "beğen" butonu vardır.
Bu "beğen" mekanizması tamamen insanın beğenilme kaygısının bir ürünüdür. Şöyle ki, insanların beğenilme ve takdir edilme isteği olmasaydı ve hatta bu istek insanlar için hayattaki en önemli değerlerin başında gelmeseydi, o butonu hiçbir sayfa sahibi oraya yerleştirmezdi. Talep olmazsa arz da olmaz güzel kardeşim.
Peki bu "beğen" mekanizması neye yol açar?
Sırf insanlar tarafından beğenilmek için aslında söylemek istemediklerini söylemene yol açar.
Sırf insanlar tarafından beğenilmek adına aslında hiç önemsemediğin olayları çok önemsiyormuşsun rolü yapmana yol açar.
Yine sırf amına koduğumun insanları tarafından beğenilmek için aslında ne olduğunu bilmediğin düşünürleri, siyasetçileri, yazarları çok seviyormuşsun rolü yapmana yol açar.
Ve ne kadar acınası bir durumdur ki, alkışını toplamak için uğruna hayatını feda ettiğin o insanların amacı da, diğer insanların alkışını toplamaktır.
İşte hayatının özeti budur.
Bu hayatta insanın bir "söylemek istedikleri" vardır, bir de toplum içinde "söylemesi gerekenler" vardır. Şu hayatta bir kere olsun söylemen gerekenleri değil de, söylemek istediklerini söyle lan. Bir kere olsun rol yapma. Bir kereliğine olması gerektiği gibi davranma da, içinden kopanları söyle. Bir kere lan. Bu dünyada ölüm var ey amına koduğumun oğlu, daha neyin peşindesin ya.
Sen şimdi burada okudukların için "vay be, doğru lan" diyeceksin, diyorsun da ve demekten başka bir çaren de yok. Ama biliyorum ki sonra senin gibi sığırlara yaranma kaygısıyla "sikkofield da salak yeaeae, üllümünatiymiş" diye sığır sığır konuşacaksın. Biliyorum ki putlarına saldırıldığı için çılgına döneceksin. Aklınca bana aptal aptal isimler takarak burada delilleriyle anlatılan her şeyi ciddiyetsizleştirmeye çalışacaksın. İşte tam da bu yüzden seni "çapulcu" diye ciddiyetsizleştiren abuk subuk herifler tarafından yönetilmeye layıksın sen. İşte tam da bu yüzden. Senin amına koyayım ben güzel kardeşim, çünkü başkalarında ayıpladığın her bokun aynısını sen de yapıyorsun. Hatta eline kudret geçse, çok daha fazlasını sen de yapacaksın.
Stalin'miş, Morgan'mış, Rockefeller'mış, yemişim bunları. Esas mesele sensin sen.
Esas mesele bu adamların bizim aramızdan çıkıyor oluşu.
Esas mesele senin de eline kudret geçse bu adamlarla aynı boku yiyecek oluşun.
Esas mesele senin de gerçeğin değil, kendi inandığın saçmalıkların savunucusu oluşun.
Ve tüm bunlara rağmen "bakın ben ne kadar iyiyim, ne kadar hümanistim, ne kadar başkayım" diye ayak yapıyorsun ya, üstüne kusmak istiyorum senin. Richter ölçeğine göre 8 şiddetindeki orospu çocuğu seni.
Neyse ben devam ediyorum, gelen gelsin. Amına kodumun yazısına başladığımda ramazana girmemiştik, bugün bayramın ikinci günü, artık biraz hızlanacağım.
Bu Sovyetler 2. Dünya Savaşı sırasında da "Lend-Lease" programı adı altında ABD'den hayvan gibi askeri yardımlar alıyorlar. İşin burası normal, sonuçta Hitler'e karşı ittifak yapıyorlar fakat gel gör ki bu yardımlar o kadar hayvani boyutta olmuştur ki SSCB 2. Dünya Savaşı sonrası, savaştan öncekinden daha güçlü bir hâle erişmiştir. Bir de bu SSCB, 2. Dünya Savaşı'nda 8-13 milyon arası kayıp veriyor, ona rağmen yani. 2. Dünya Savaşı bitince de zaten SSCB artık ABD'ye kafa tutacak güce eriştiği için Stalin derhal ABD'ye dikleniyor. 1950'de de Kore Savaşı başlıyor ve soğuk savaş adı altında dünyanın anası sikiliyor. Her iki tarafı da silahlandıran ve sanayileştiren ise hep aynı kişiler oluyor: Bankerler.
Misal "Ovakimian" adında bir Rus KGB ajanı var, daha doğrusu bu adam "ajan" olarak bilinir fakat ABD şirketleri kendisinin yediği haltlardan gayet haberdardır. Bu adam 1941'de FBI tarafından yakalanıyor ve 2-3 ay esir olarak tutulduktan sonra Rusya'ya iade ediliyor. Kendisinin ajanlık çalışmalarına bir bakalım şimdi, tabi ki yine ABD Dışişleri Bakanlığı arşivlerinden faydalanarak [106]:
Bu rapordan öğreniyoruz ki Sovyetler, Amerikan şirketlerinden "ağır kimyasal malzeme" de satın almışlar. Zaten ABD'deki bir başka Rus şirketi olan Carp'ın, Amerikan kimyasal şirketi Du Pont ile olan ilişkisini görmüştük. Bu seferki satın alma işleminde ise Amtorg adlı şirketi aracı olarak kullanıyorlar ki ondan da bahsetmiştik, Amtorg'un yöneticileri de yine komple Wall Street bankerleridir. Öte yandan raporda belirtildiği üzere bu Ovakimian denen eleman aynı zamanda "Rockefeller Tıbbi Araştırma Enstitüsü"nde de Sovyetler adına çalışmalara katılmış. Yani yine Amerikalı bankerler tarafından beslenen SSCB sanayisi örneği ile karşı karşıyayız.
Gelelim yıllar sonrasına. Şimdi orospu çocukluğu nedir, insanlar en fazla ne kadar orospu çocuğu olabilir, orospu çocuğu olmanın günlük hayattaki faydaları nelerdir, bunun gibi birtakım soruların cevaplarını öğreneceksiniz.
Bu belgeyi yine ABD Dışişleri arşivinden aldım [107]. Tarih 1963, ABD ve Sovyet ekibi yine ticaret için masaya oturur. Sovyetlerin başına artık Kruşçev geçmiştir, yeni başkan odur. Kruşçev bu toplantıda ABD ekibine şunları söyler: "ABD kapitalistlerine büyük kimyasal siparişleri vermek istiyoruz. ABD şirketleri bizimle ticaret yapmak istiyor ama kongre yasalarına takılıyoruz, bu sorunu çözün."
1963 yılında, Rus Devlet Başkanı Kruşçev, ABD'ye bildiğin kimyasal siparişi verecektir. Ne var peki 1963 yılında? Vietnam Savaşı var güzel evladım, Amerikan askerleri ellerinde Sovyet silahları olan Vietnamlılardan dayak yiyorlar bu görüşme esnasında. Sovyetlerin siparişini vermek istediği şey de kulak temizleme şubuğu değil ha, kimyasal madde amına koduğumun evladı kimyasal. Dur az devam edelim de söyleyeceğim ben söyleyeceklerimi.
ABD sekreteri kongreyi atlatabileceklerini, bu sorunun halledilebileceğini söyler. Ardından ABD sekreteri, Washington'a döndüğünde bu ticaret işini halletmek için uğraşacağına dair söz verir Kruşçev'e.
ABD sekreteri daha sonra Kruşçev'in şu sözlerine katıldığını söyler: "Ticaret barış demektir, barış isteyenler ticaret yaparlar. Ticaret yapmayanlar ise barış istemiyor demektir."
Ne de güzel işi kılıfına uyduruyorlar di mi? Bu "barışçıl ticaret" terimini teee Kızıl Devrim yıllarında uydurduklarını da söylemiştim di mi?
Evet ne üzücüdür ki o sıralarda ABD-Sovyet ticareti sekteye uğramıştır. Bu görüşme Ağustos 1963'te yapılmıştır ve o sırada ABD başkanı Kennedy'dir. Kennedy ile işler yolunda yürümüyordur, Sovyetlere satılmak istenen mallar hep kongreye takılıyordur. Bu görüşmeden 3 ay sonra Kennedy öldürülür. Derhal başa Johnson denilen pislik, iradesiz, şerefsiz oğlu şerefsiz getirilir. Yeni başkan Johnson'la beraber, Vietnam Savaşı'na rağmen Rus-ABD ticareti tavan yapar.
ABD başkanı Johnson, Ruslarla ticaretin artması için büyük çalışmalar yapar. Çabaları 1965'te sonuç verir ve 1965'ten itibaren Rus-Amerikan ticareti hayvan gibi artar. Bu amına koduklarım "ticaret barış demektir" diyordu di mi? Şimdi sizlere Vietnam'da ölen Amerikan askerlerinin yıllara göre sayısını göstereceğim, rakamlar ABD Savunma Bakanlığı'ndan alınmıştır [108]:
Gördüğünüz üzere Rus-Amerikan ticareti arttıkça, Amerika'nın Vietnam'da verdiği kayıplar da artar. Zira Vietnam'ın neredeyse tüm savaş mühimmatı (%80 oranında) Sovyetler'den gelmektedir. Sovyetler'in Amerika'dan daha fazla kimyasal, daha fazla teknoloji ve daha fazla sanayi ürünü satın alması demek, Sovyetler'in daha fazla üretim yapması ve Vietnam'a daha fazla yardım gönderebilmesi demektir. İşte "barış için ticaret" dedikleri halt budur.
Bakın size ne göstereceğim:
1967 yılında sempatik ABD başkanı Johnson, Nato'yu toplar [109]. "Doğuyla barış yapalım" adı altında bir araya getirir Nato'yu. Esas amaç barış falan değildir elbette, savaş bu görüşmeden sonra gittikçe şiddetlenecektir. Toplantıdaki asıl amaç Sovyetler'le daha çok ticaret yapabilmek için tansiyonu düşürmek, "Doğu'ya şans verelim, ilişkileri güçlendirelim" imajı yaratmaktır. Ha bu arada fotoğrafta sağdan ikinci sıradaki kel, bizim Ahmet Topaloğlu'dur. Rezillik diz boyu anasını satayım.
Dönelim 1963 yılındaki şu "kimyasal" görüşmesine. Bu görüşmenin devamında Sovyet başkan Kruşçev bakın neler söyler [110]:
Kruşçev der ki: "Sovyetler'in daha önce Amerika'da Du Pont ve başka büyük şirketler gibi iyi ticaret ortakları vardı. Bu şirketler bizimle ticaret ilişkilerine devam etmek için çok isteklilerdi, ama hükümet yolumuza dikildi"
Bahsettiği Du Pont, ABD'li büyük kimya şirketidir. Kruşçev'in "Hükümet yolumuza dikildi" dediği hükümet ise Kennedy hükümetidir.
Her şey açık seçik önünde işte kaynatasız. Benim herhangi bir yorum getirmeme hacet var mı amına kodumun yerinde? Yakında yollarına dikilen o Kennedy hükümeti derhal indirilecek, ardından Johnson ve Nixon gibi kukla ABD başkanları sayesinde hayvan gibi ticaret yapabileceklerdir. Böylece Sovyet kardeşlerimiz daha fazla tank, bomba, uçaksavar üretip savaşı daha da kızıştırabilecektir. Ölsün insanlar, gelsin paralar, yaşasın halkların cenneti Sovyet Rusya.
Aynı tarihlerden devam edelim, 1965'ten itibaren ABD-Sovyet ticaretinin artmaya başladığını söylemiştik.
Yukarıdaki belge 1965 yılında ABD Bakanlıkları arasındaki bir yazışma ve rapordur [111]. Bu belgede yine doğu-batı ticaretinin arttırılması gerektiği söylenmektedir. Ve ayrıca yine "barış için ticaret" kılıfı kullanılmaktadır.
Raporun devamı ise felaket. Altını maviyle çizdiğim cümle öyle iğrenç, öyle şerefsizce ki, ne yapacağımı bilemedim amına koyim. Burada mealen deniyor ki; komünist doğu ülkeleriyle ticaret geliştirilmeli, hatta askeri olarak caydırıcı bir politikamız olsa bile, bunu çiğnemek pahasına ticaret yapmalıyız.
Orrrrospu çocukları sizi.
4000 kere dediğim gibi, bu herifler Sovyetler'le yaptıkları ticaretin sonuçlarının ne olduğunu, Sovyetleri askeri açıdan güçlendirdiklerini gayet iyi biliyorlar. Esas amaç da bu zaten.
Ayrıca raporda, Sovyetlerle ticareti teşvik eden ve tepesinde üç beş tane satılık orospu çocuğu profesörün bulunduğu bazı abidik komitelerin isimleri sayılıyor. Bu ismi sayılan komiteler sürekli olarak sosyalist ülkelerle ABD ticaretini teşvik eden, saçma sapan sözde bilimsel raporlar yayınlarlar. Yukarıdaki belgede de "bu komitelerin sundukları raporların yarattığı havadan yararlanmalıyız" deniyor. Bu komitelerden birisi CED'dir. Bu CED'in sunduğu çok bilimsel raporlardan birisinde tam olarak şu ifade geçer: "Teknoloji ticareti; düşmanı güçlendiriyor bile olsa ticaret yapılmalıdır. Düşmanın güçleniyor olması ticareti iptal etmek için geçerli bir mazeret değildir" [112]
Ya hacı, ben şu an yemin ederim çok sinirliyim. N'apsam iki volta atsam da mı gelsem. Beni daha çok sinir eden ise, eline güç kudret geçse aynı bu orospu çocuklarının yaptığını yapacak olan sığır evlatlarının, bu anlatılanları görmezden geliyor oluşu. Ama sorsalar bu hayatta sizden ilkelisi, sizden saygılısı, sizden açık görüşlüsü yoktur di mi? Sizin de amınıza koyim ulan. Siz de şerefsizsiniz. Siz de pisliksiniz. Sizin ben o haksızlığın karşısındaymış rolü yapıp sonra sikindirik bir iş bulmak için bile araya 50 tane torpil sokan hayatınızın ta orta yerini sikeyim. Sana diyorum sana ey amın oğlu. Kral Tv top 10 listesine 9. sıradan merhaba diyen vasat orospu çocuğu, sana diyorum sana.
Tamam voltamı attım geldim daha iyiyim. Şu üstteki amına kodumun raporundan devam ediyorum:
Yukarıdaki haberde Isakov adlı Rus bir Unicef çalışanının, ABD'den füze parçaları almak için ajanlık yaparken yakalandığı yazılır [114]. Haber 1967 yılına aittir ama olay 1965'te gerçekleşir. Rus ajanın peşinde olduğu füze parçası ise "ivmeölçer"dir ve Ruslar bu teknolojinin peşindedir.
Aradan 18 ay geçer, Anatoliy Kochev adlı bir Rus akademisyen değişim programı adı altında ABD'ye davet edilir. ABD'deki Katolik Üniversitesi'nde yaklaşık 1 sene çalışma yapan Kochev'in üzerinde çalıştığı alan ise çok ilginçtir: İvmeölçer [115]. Ruslara ajanlık çalışmalarıyla vermeyi beceremedikleri ivmeölçer teknolojisini, işte bu şekilde işi kitabına uydurarak hallederler. O "bilimsel değişim programı"nın sebebi de budur, sikeyim sizin biliminizi.
Vietnam Savaşı'nın orta yerinde ne hikmetse ortaya çıkan bu sıcak Rus-ABD ilişkiler zincirine bir yenisi daha eklenir:
New York Times arşivlerinden ulaştığımiz bir başka habere göre 1967 yılında Rockefeller ailesi ve iş adamı Cyrus Eaton bir işbirliği anlaşması yaparlar [116]. İşbirliğinin amacı Sovyetlerle ticaret ve ABD teknolojisinin Sovyetler'e aktarımıdır. Her yerinden hainlik ve şerefsizlik akan bu haber de yine "barış, özgürlük, ekonomik köprüler kurma" gibi saçma sapan laflarla insanlara kakalanır.
Rockefeller'ların da tıpkı Morgan'lar gibi kuruluşundan itibaren Sovyetler Birliği'yle çok yakın ilişkileri olmuştur, her ne kadar devrimci kardeşlerimiz aksini iddia etse de gerçekler onların zihinlerindeki dünyadan çok farklıdır.
Misal bu fotoğraf 1959'daki David Rockefeller - Kruşçev görüşmesindendir. Rus Devlet Başkanı Kruşçev, Rockefeller'lar ile 1964'te tekrar yüz yüze görüşecektir.
1964 yılında ABD'de devlet adamları ve bankerler arasında yapılan bir toplantı ve katılımcıları ise çok ilginçtir:
Toplantının konusu "ABD-Sovyet ticaretini arttırma olanakları"dır [117]. Katılımcılar arasında yine David Rockefeller vardır. Toplantının içeriğini de anlatmama gerek yok, demin anlattığım hikâye işte. Yıl 1964 olduğu için pek fazla ticaret yapamıyorlar ve buna çözümler üretmeye çalışıyorlar, fakat 1965'ten sonra işler açılıyor, başkan Johnson ile beraber ticaretin amına koyuyorlar.
Şimdiye kadar envai çeşit delil eşliğinde gördüğünüz üzere, Sovyetler Birliği adlı laboratuvar üretimi düşman, Vietnam Savaşı sırasında da güçlendirilmiş, sanayileştirilmiştir. SSCB kurulduğu tarihten bu yana her dönem boyunca Amerikan bankerlerinin yardımıyla ayakta durmuş, fabrikalar açmış, askeri sanayi sahibi olmuştur. İtiraz edecek en ufak bir deliliniz, tek bir mantıklı argümanınız yoktur.
Tarihte biraz ilerleyelim, 1969 yılına gelelim. ABD'nin yeni başkanı artık Nixon'dır. Nixon ile de tıpkı Johnson döneminde olduğu gibi Sovyetler'le teknoloji ticaretini arttırırlar.
Bu sırada hikâyemize yeni bir abi eklenir, tanıyın bu adamı: Peter Peterson. Kendisi günümüzde de yaşamakta olan bir banker ve iş adamıdır. Zaten bu herifler niyeyse hep böyle uzun yaşıyorlar anasını satayım. David Rockefeller da öyle, herif 100 yaşına gelmiş, adamı ayakta 300 kişi zor tutuyor ama hâla o ihale senin şu Bilderberg benim koşturup duruyor. Herif ölse o 300 kişi işsiz kalacak amına koyim, onların dualarıyla hayatta kalıyo galiba piç.
Neyse bu Peter Peterson dünyanın sayılı zenginlerindendir, CFR'nin söz sahibi adamlarındandır. Bu Peterson, Nixon döneminde ABD'nin Ticaret Bakanı olmuştur. Ne kadar ilginç bir bölümde bakan olmuş kendisi di mi, sebebini açıklamama gerek yok herhalde. Bu Peterson da Sovyetlerle sürüsüne bereket iş bağlayacaktır. Mesela;
Yine ABD Dışişleri Bakanlığı arşivlerinden aldığım bu belge, 1972 yılındaki bir görüşmeye aittir [118]. Görüşenler ABD'li Peterson ve Sovyetler'in devlet başkanı Brejnev'dir. Sovyetler, Kama adlı bir kamyon fabrikası kuracaklardır ve bu fabrika daha sonra dünyanın en büyük kamyon fabrikası olacaktır. Sovyet devlet başkanı Brejnev "Bu fabrikayı Amerika'yla beraber kurabiliriz" demektedir. Peterson'un istediği de zaten tam olarak budur. Hatta kaynakçadan link'ine girip bu belgeyi okursanız bu ikilinin nasıl kanka modunda rahat takıldıklarını ve ticaretle ilgili nasıl dehşet planları olduklarını görebilirsiniz. Bu fabrikanın kurulumunun, Ford'un yaptığı gibi olacağını söyler Brejnev, zira hatırlarsanız Ford da bunların en büyük otomobil fabrikası olan Gorki'yi kurmuştu zamanında, ona atıfta bulunuyorlar. Ayrıca muhabbet esnasında Henry Ford'la da epey taşak geçiyorlar. Ayrıca bu muhabbette nitrojen ve diğer kimyasalların ticareti hakkında da konuşuyorlar. Belgenin sonunda da "Peterson ve Brejnev 15 dakikalığına özel konuştular" diye kayıt düşülüyor. O özel konuşmanın içeriği bizimle paylaşılmıyor.
Bir başka belgeden bu Kama fabrikasının akıbetine bakalım şimdi:
CFR'nin yetkin abilerinden Kissinger, başkan Nixon'a bir rapor sunar [119]. Raporda "Kama fabrikası askeri motor üretebilir" diyor Kissinger, fakat bu hiçbir sorun teşkil etmiyor tabi ki. Şöyle ki raporun devamında bu Sovyet fabrikasının yapımında görev alacak ABD şirketleri sıralanır, anlaşmalar çoktan yapılmıştır. Sovyetlerin askeri açıdan güçlenmesinin hiçbir mahsuru yoktur, aksine istenen de budur. Ha bu arada, bunların yaşandığı 1972 yılında Vietnam Savaşı hâlâ devam ediyor. Amerikalı Coni'ler Sovyet silahlarına ve tanklarına yem oluyor, ABD uçakları Rus uçaksavarları ile düşürülüyor.
İşler ilerler, 2 sene sonra bu sefer Kissinger'a bir rapor sunulur [120]. Bu rapor Sovyetlerle yapılan ticaretle ilgili ayrıntılı bilgiler verir. Yıl 1974'tür ve Nixon, Peterson, Kissinger, Nelson Rockefeller gibi usta adamların sayesinde işler artık çığrından çıkmıştır. Bu raporda SSCB ile milyon dolarlık ticaret anlaşmalarının havada uçuştuğunu görürüz. Ha 1974'te de Vietnam Savaşı eski şiddetinde olmasa da devam ediyor bu arada. Her neyse, ben bu raporun sadece Kama ile ilgili kısmını göstereceğim. Gördüğünüz üzere askeri üretim de yapabilecek olan bu dünyanın en büyük kamyon fabrikası Kama için "daha şimdiden ABD şirketleri değeri 320 milyon doları aşan 110 kontrat imzaladı bile" cümlesi geçer raporda. Ayrıca Kama için şu meşhur IBM de bilgisayar satacaktır Sovyetler'e.
Yeri gelmişken Sovyetler'in bilgisayar teknolojisinden de bahsetmek lazım. SSCB'nin 1950'lerde ve 60'larda URAL, MESM ve BESM gibi bazı kendi üretimleri olan bilgisayar serileri var fakat bu bilgisayarlar yine batı teknolojisiyle mukayese edilemezler. 1967'ye kadar SSCB'ye bilgisayar teknolojisi satamıyor bizim bankerler, ciddi yasaklar var. Zira bilgisayar demek birçok teknolojinin önünü açmak demek ki "o kadar uzun boylu değil" diyor senato ve diğer kurumlar. Fakat Johnson ve Nixon'ın çalışmaları burada da zamanla sonuç veriyor. Şöyle ki ABD, sosyalist ülkelere 1966'da sadece 2 bin dolar değerinde bilgisayar parçası satabilmişken 1967'de bu rakam 1 milyon dolara çıkar. 1969'un sonlarında ise ABD, sosyalist ülkelere tam 40 milyon değerinde bilgisayar satmıştır [121].
Sovyetler'in bilgisayar teknolojisinde palazlanması da bu ticaretlerden sonra oluyor. Örneğin yukarıdaki belge 1971'de başkan Nixon'a sunulan bir rapordur [122]. Raporun konusu Sovyetlere satılması muhtemel İngiliz bilgisayarlarıdır. Bu raporda Sovyetlerin BESM-6 tipi bilgisayarlarının, İngiliz bilgisayarlarının sadece %25'i kadar güce sahip olduğu ve dolayısıyla SSCB'nin İngiliz bilgisayarlarına çok ihtiyaç duyduğu yazılır.
Fakat bu satış CoCom'a takılmıştır. CoCom ise ABD'nin kurduğu ve İngiltere, Japonya ve hatta Türkiye gibi sosyalist olmayan ülkelerin katıldığı bir kurumdur. CoCom'un görevi SSCB'ye satışları kısıtlamak, bir nevi ambargo koymaktır. Fakat göstermelik bir kurum olan CoCom her zaman bir şekilde atlatılmış ve ticaretler yapılmıştır. CoCom'un 80'lerde Japon firması Toshiba'ya verdiği göstermelik bir ceza var, onun dışında işler hep tıkırında gidiyor maşallah. Biz konumuza dönelim, İngiliz bilgisayarları Sovyetler'e satılacaktı ve CoCom buna itiraz etmişti. İtiraz eden CoCom üyesi ülke ise ABD'dir.
Başkana sunulan raporun devamında "ABD'nin itirazını kaldırmasının zararları" yazılır. Eğer ABD itirazını kaldırır ve bilgisayarların Sovyetler'e satışına izin verilirse, Sovyetler'in şimdiye kadar hiç olmadığı kadar gelişmiş bir bilgisayar teknolojisine sahip olacağı ve dolayısıyla bu bilgisayarları çeşitli stratejik noktalarda kullanabileceği söylenir.
Şimdi ABD Dışişleri arşivlerindeki 1971 tarihli bir başka belgenin dipnotuna bakalım [123]. Bu belgede görürüz ki devreye Kissinger girmiştir ve ABD, CoCom'daki itirazını kaldırmıştır. Yani tıpkı raporda dendiği gibi, Sovyetler'e şimdiye kadar hiç sahip olamadıkları kadar gelişmiş bilgisayar teknolojisi satılmıştır.
Ardından aynı sene içinde Sovyetler, RJAD serisi bilgisayarların üretimine başladıklarını duyururlar. Bu RJAD serisi bilgisayarlar ise IBM-360 modelinin tamamen kopyası olacaklardır [124].
Bu arada gelin kafanızı taşlara vurma isteği uyandıracak bir şey göstereyim size.
Türkiye'nin aydınlık yüzü olan Haber Sol'un böyle de Sovyet bilgisayarlarını öven bir haberi vardır. Sovyet bakanlar batıdan bilgisayar almak için binbir lobi yaparken, bilgisayarları yetersiz olduğu için İngiltere'lerden sipariş verirken, kendilerine tutunacak bir dal arayışında olan devrimci kardeşlerimiz gidip Sovyet bilgisayar teknolojisini övmektedirler. Rezil durumda olan ve neredeyse tamamen batı teknolojisinin kopyasından ibaret olan Sovyet bilgisayarları konusunda övünülecek tek şeyi bulup onunla ilgili kıvanç dolu haber yapmış arkadaşlar. Bak bu Sol ile Akit gazetesini mutlak değer parantezine alın, dışarı aynı şey çıkacaktır. Birbirine zıt yönlü fikirleri savunsalar da körü körüne imanlarının, lafta kalan tarafsızlıklarının ve lafta kalan adalet duygularının büyüklüğü eşittir. Yemin ederim ki şu an yazma isteğim kaçtı ya, siz nasıl bu hâle gelebiliyorsunuz arkadaş? Tapındığınız putların kendilerine hayrı yok, size ne faydaları dokunacak?
Neyse, dönüyorum ben konuya. Hatta artık aha bu öve öve bitiremedikleri Sovyetler Birliği faslını da kapatıyorum yavaştan.
Şimdi, biliyorsunuz ki burada anlattıklarım tarihe tamamen ters şeylerdi, sikmişim zaten tarihi. Biz normalde kendisine sürekli ambargolar konulan, dışlanan ve ABD ile düşman olan SSCB hikâyeleri dinledik fakat işin aslının hiç de öyle olmadığını delilleriyle gördük: Sovyetler Birliği tamamen el emeği göz nuru yaratılmış bir projedir. Amerika ile Sovyetler elbette düşmandı, fakat Amerika'dan anladığınız ne, önemli olan o. Amerikalı askerler mi, komutanlar mı, yangın musluğunu patlatıp altında duş alan zenciler mi, pazarları ailesiyle birlikte kiliseye giden Nick mi? Evet bunlar sosyalizme ve Sovyetler'e düşmandı, fakat onları sikine takan yok. Dikkat ettiyseniz size anlattığım hikâye hep tekrarlandı. Kızıl Devrim yıllarında Sovyetler'e yardım işlerini halleden Kızılhaç'çı Thompson ve Robins vardı, Albay House vardı. Aradan yıllar geçti bu isimler Kissinger'a, Peterson'a dönüştü. İsimler değişse de yaptıkları şey hep aynıydı: Bankerler adına SSCB'ye yardım etmek, onu güçlü bir düşman hâline getirmek.
İsimler değişse de yapılanlar hep aynıydı, zira plan uzun vadeliydi.
Amerikalı bankerleri, şirketleri ve Kissinger gibi CFR adamlarını ABD'den saymamanız lazım. Bu adamların vatanı veya milleti yoktur. Bu adamlar SSCB'lilere devrimcilik, ABD'lilere de kahramancılık oynattılar. İnsanlar oynadıkları role inandılar ve son yüzyılda milyonlarca genç, inandıkları bu saçma davalar uğruna telef oldular. Türkiye'deki sağ-sol olayları da dahildir buna.
Bu adamlar virüs gibidir. Virüsler kendi başlarına yaşayamazlar, yaşayabilmek için bir bedene, organizmaya ihtiyaç duyarlar. Bu adamların can buldukları beden ise Amerika Birleşik Devletleri'dir. Önce ABD'yi ele geçiren bu virüsler, daha sonra onu istedikleri doğrultuda yönlendirirler ve ona düşmanlar yaratırlar. Bu sayede çatışmalarla dünyayı şekillendirirler.
Peki amaç ne? İnsanların daha fazla tüketmesini sağlamak ve böylece daha fazla para kazanmak mı?
Hayır, esas amaç güçtür ve para ise güç için sadece bir araçtır.
Bu pek hayırsever bankerlerin amacı sizin daha çok tüketmeniz değil, onlara daha çok bağımlı hâle gelmenizdir. Bir başka deyişle amaç; kölelik ve mutlak güçtür. Sürekli olarak tez-antitez çatışmasını kullanan bankerlerin kafasındaki sentez ise, kapitalizme de sosyalizme de benzer özellikler taşıyan ve henüz tanımlanmamış bir yönetim sistemidir. Bu yönetim sisteminde şirketler tekel hâline gelecektir, zira rekabeti kaldırdığın anda insanlar tek bir şirkete bağımlı hâle gelirler ve o şirketin de kendilerini maksimum seviyede sömürmelerine razı gelirler. Bu sebeple her şirket piyasadaki tek şirket olmak ister. Mesela bizim Türk Telekom özelleştirildiğinde, Telekom'u satın alan şirket devletle olan sözleşmesine "3 sene piyasada tekel olacağız, başka bir şirketin piyasaya girmesine izin vermeyeceksiniz" diye bir madde koydurtmuştu. Şimdi dünyanın tek bir devlet olduğunu ve her şirketin de tekel hâline dönüştüğünü düşünün: Şirketlerin kölesi oluruz.
Kafalarındaki plan budur, he yapabilirler mi orasını Allah bilir. Fakat ürettikleri düşmanların, çıkardıkları çatışmaların amacı dünyanın bu yönde şekillenmesi ve tek dünya devletinin kurulabilmesi içindir.
Biliyorsunuz son yıllarda ve günümüzdeki düşman terördür, bilhassa İslami terör. Komünizmin etinden sütünden faydalanan bankerlerimiz, Arap ülkelerinde terörü yaratmak için de komünizmi bir güzel kullandılar. 1970 tarihinde ABD'de yapılan bir toplantının kayıtlarında bile bunun izlerini gördüm, dışişleri arşivinden aynen aktarıyorum [125]:
Başkan Nixon, istihbarat ekibiyle birlikte dış politikayı belirleme amaçlı bir toplantı yapar. Toplantıya katılanlar arasında başkan Nixon'ın yanı sıra Kissinger ve vali Nelson Rockefeller da vardır. Nelson Rockefeller daha sonra ABD başkan yardımcısı da olacaktır.
Toplantıda son olarak altını çizdiğim bölümde kelimesi kelimesine şunlar söylenir: "Ilımlı Araplar, Sovyetler'in agresifliğine karşı ABD'nin istikametine yönlendirilebilirler"
Bu ne demektir? Araplar, "kafir goministlere" karşı ABD ile işbirliği yapabilir, ABD'ye yanaşabilirler demektir. Ve aynen böyle de olmuştur. ABD, komünizm düşmanını hedef göstererek Araplar'a yakınlaşmış ve Arap ülkelerinde terörün temellerini atmıştır. Daha sonra İkiz Kule saldırılarıyla bu terör düşmanı tamamen yaratılmış olacaktır. El Kaide'sinden Işid'ine, binbir türlü it kopuk silahlandırılacaktır. Dünyanın yeni bir düşmanı daha vardır, hayırlı olsun. Tıpkı komünizm davasına samimiyetle inanan insanlar gibi, zeka küpü Araplar da ABD'nin kucağında büyük bir samimiyetle cihat edeceklerdir. Tıpkı Stalin'in komutasında milyonlarca insanı öldüren, toplama kampı Gulag'lardaki esirleri dayaktan bayıltan ve kutsal davasına samimiyetle inanmış yoldaşlar gibi, Arap terör örgütleri de büyük bir samimiyetle bombalar patlatacak, kafalar keseceklerdir. Arada hiçbir fark yoktur.
Brzezinski'den size daha önceki yazılarda bahsetmiştim. Brzezinski yine dünya yönetiminde söz sahibi olan stratejistlerden biridir. Kendisi 1973'te Rockefeller ile birlikte Trilateral Komisyon'u kurmuş, daha sonra da geçtiğimiz senelerdeki Arap Baharı'nın tasarımcılarından biri olmuştur. Brzezinski, "Between Two Ages" adlı kitabında marksizmi sık sık övmüştür [126]. Ve bakın aynı Brzezinski, 1979'da ne yapmıştır, isteyen 1 dakikasını ayırıp şu video'yu seyredebilir: Link.
1979'da Sovyetler Afganistan'a girmiştir, Sovyetlerin karşısında ise Afgan mücahitler vardır. Bu Afgan mücahitler Sovyetler'e karşı savaşırken ABD'nin kucağına düşmüşlerdir ve 1979 yılında Brzezinski Afganistan'a bizzat gelerek mücahitleri kendi saflarına çekmiştir.
Brzezinski video'da görebileceğiniz üzere mücahitlere aynen şunları söylemiştir: "Şuradaki topraklar sizindir. Bir gün oradaki evlerinizi ve camilerinizi geri alacaksınız. Çünkü sizin davanız doğrudur. Tanrı sizin tarafınızda."
Aynı Brzezinski kitabında, marksizmin küreselleşmeye büyük katkı sağladığını ve içine kapanık insanın dışa açılmasında büyük bir etken olduğunu da söylemiştir.
Sevgili devrimci kardeşlerim, sizin davanızı sikine takan bile yok. Tersine, sizin davanız inanmanız istenen davadır. Sizin davanız, bu adamların dünyayı istedikleri yönde şekillendirme amacıyla kendi elleriyle yarattıkları davadır. Hem sizin düşmanlığınız, hem de size gösterilen düşmanlık, tamamen plan dahilindedir. Reddetseniz de, abuk subuk bahaneler üretip kendinizi ikna etmeye çalışsanız da, gerçek budur. Gerçek, zihinden bağımsızdır.
Size buraya kadar anlattıklarımın birçoğu Antony Sutton'ın kitaplarında olan şeylerdi, o bunları 40-45 sene önce buldu, yazdı, fakat görmezden gelindi. Ve hatta bunlardan çok daha fazlası var Antony Sutton'ın kitaplarında. Sutton, Sovyet teknolojisinin %90-95 oranında ABD'den ve batıdan alındığını binbir türlü belge ve delille ispatlıyor. Bakın "iddia ediyor", "söylüyor" falan demiyorum, "ispatlıyor" diyorum. Zira Sutton'ın binlerce sayfada anlattıklarını oturup tek tek inceledim, araştırdım, tasdik ettim. Sutton anlattıklarında o kadar haklıydı ki, çoğu zaman onun gösterdikleriyle yetinmeyip daha farklı belgeler de bularak adamın ne kadar doğruları yazdığını gözlerimle gördüm, size de gösterdim. Sutton bir süre sonra işinden atılıyor ve Dışişleri Bakanlığı tarafından bazı arşivlere girmesi engelleniyor, belgeleri toplarken başına gelenleri de anlatıyor kitaplarında. Bakanlıklar 1960-70'lerde halka açmadıkları belgeleri de artık yayınladıkları için size ekstra belgeler de sunabildim. Size bu yazıda gösterdiklerim, elden geçirdiğim ve topladıklarımın çok ufak bir kısmıydı zira önemli olan bu yazının okunabilir olmasıydı. Daha fazlasını isteyenleri doğru kaynağa da yönlendireceğim dipnot kısmında.
Biraz da rahmetli Antony Sutton dayıyı tanıyalım. Sutton bir tarihçi ve ekonomist olarak Hoover Enstitüsü'nde çalışıyordu. Hoover Enstitüsü, Amerika'nın anti-komünist teori merkezidir. Buradaki akademisyenlere kaynakları sonuna kadar açarlar ve derler ki "dünya komünist olacak, eyvah" tarzı komünizm karşıtı çok bilimsel teoriler üretin. ABD'nin "Domino Teorisi" de bu çalışmaların bir ürünüdür. 1950'lerde "Domino Teorisi" diye bir şey üretiyor Amerikalılar ve Kore Savaşı'ndan sonra komünizmin diğer ülkelere de yayılacağını, dünyanın komünizm istilasıyla karşı karşıya olduğunu söyleyerek dünyaya bir komünizm korkusu salıyorlar. Dünya nereye komünist oluyorsa amına koyim. Neyse, Vietnam Savaşı'na olan müdahalelerinin haklılığını da bu gibi saçma teorilerle destekliyor ABD. Gel gelelim kendisine sunulan arşivleri kurcalayan Sutton durumun hiç de böyle olmadığını görüyor. Aslında komünizmi, Amerikalı bankerler kendi elleriyle yaratmışlar ve büyütmüşlerdi, ve hatta buna devam da ediyorlardı. Sutton yıllarca uğraşır, arşivleri didik didik inceler. ABD'nin yanı sıra Sovyet, İngiliz ve Kanada arşivlerini de elden geçirir ve 1968-1973 yılları arasında 3 ciltlik muazzam eseri olan "Western Technology and Soviet Economic Development"i yazar. Ve sonuç olarak Hoover Enstitü'sünden kovulur. Zira Sutton'dan istenen bu değildir, ondan komünizmin arkasındaki gücün ne olduğunu araştırmasını bekleyen yoktu. Ondan klasik "kızıllar geliyo eyvaaaah" teorileri üretmesi isteniyordu. Antony Sutton daha sonra "Beni süründürdüler, ama bana hiçbir zaman dava açmadılar" diyecektir. Neden açsınlar ki? Neden onu ciddiye alıp imajını insanların gözünde büyütsünler ki? Antony Sutton'ın bu anlattıklarının duyulmaması, hasır altı edilmesi gerekiyordu. Öyle de oldu. Belki bu yazı bir nebze olsun katkı sağlar bu adamın sesinin duyulmasına, öldükten sonra bile olsa. Sığır gibi yaşayıp hayatı yüzeysel bilgilerden ibaret olmasına rağmen her şeyin en doğrusunu bilen sikilesi insan sürüsüne rağmen, belki birkaç kişi de olsa o önyargılarını kırar ve görür gerçekleri. Zira çözüm toplumdan değil, bireyden başlar. Toplum dediğin nedir, "bir kişi"lerin yan yana gelmesinden oluşmuyor mu amına kodumun toplumu?
Şimdi son olarak işin teorik kısmına gireceğiz kaynatasızlar.
Bu konuda önce şunu söyleyeyim ki Marx'ı Marx yapan şey Sovyetler Birliği'dir. Marx yaşadığı süre boyunca hep devrim bekliyor ama o devrim Marx'ın ölümünden sonra Rusya'da oluyor. Eğer Kızıl Devrim olmasaydı ve SSCB kurulmasaydı, şu an Marx diye birini tanımıyorduk. Marx'tan en fazla "19. yüzyıl düşünürü" diye birkaç paragrafla bahsedilecekti kitaplarda. Bu hayatını sosyalizm davası uğruna feda eden insanların, Marksizm üzerine tezler yazıp makaleler yayınlayan akademisyenlerin, ortamlarda prim yapmak için sosyalist rolüne yatan tırt entellerin sebebi Sovyetler Birliği'nin kurulmasıdır. O Sovyetler Birliği'nin de bankerlerin hangi emekleriyle kurulduğunu ve yaşatıldığını bu yazıda tüm delilleriyle gördük. Yani aslında Marx'a mal edilecek bir başarı falan yok ortada. Tamamen bankerlerin kendi ürünü olan bir laboratuvar üretimi devlet yüzünden ortalıkta bu kadar Marx fırtınası kopuyor. Ha istediğin kadar delil sun, kendini kaptırmış ve zihnini kapatmış adama bunları kabul ettiremezsin elbette orası ayrı.
Her neyse, şimdi biraz sıkıcı da olsa ufak bir ön bilgilendirme seansı yapacağım, sonra tespitlerimle geliyorum.
Bu Marx abi tarihi ve geleceği altı evreye böler. Diğerlerini siktir et de bu evrelerin son üçüncüsü sırasıyla şunlardır: Kapitalizm, sosyalizm ve komünizm. Marx'a göre önce kapitalizm çökecek ve devrim olacaktır. Bu devrimden sonra da bir geçiş dönemi olan sosyalizm gelecektir. Ve sonunda nihai olarak komünizm egemen olacaktır dünyaya. Yani özetle, insanlar ilk olarak sosyalizmde ortak yaşama iyice alışacaklar ve bir süre sonra devlete ihtiyaçları kalmayacak, devlet kendi kendine yok olacaktır (devletin sönümlenmesi diye süslü bir isim koydukları mesele bu). Böylece komünizme geçilecek ve komünizmde ise devlet ve sınıf diye bir şey olmayacaktır.
Peki neden Marx kapitalizm ile komünizm arasına sosyalizm diye bir geçiş dönemi koyar? Zira Marx'a göre kapitalizmde devrim olduktan sonra, insanlar eski kapitalist alışkanlıklarını hemen bırakamazlar. O nedenle komünizme geçmek için arada bir geçiş dönemi olan sosyalizm lazımdır, eyvallah. Bu sosyalizmde ise büyük bir devlet olacaktır. Bu devlet "proletarya diktatörlüğü"dür, yani hesapta işçilerin diktatörlüğü.
Burada devreye Proudhon'cular, yani anarşistler girer. Proudhon tarihin ilk anarşistidir. Hatta Proudhon, yazdıklarıyla Marx'a ilham veren ve Marx'ın "aa hassiktir böyle bir dünya da varmış" diye düşünmesine yol açan adamdır. Fakat sonra boynuz kulağı geçer ve Marx ile Proudhon kanlı bıçaklı olur. Her ne sikimse, bu anarşist abiler der ki "İyi de güzel kardeşim sen devrimden sonra sosyalist devlet kurarsan yine başa sararız. Çünkü o devlet de kötü insanların eline geçecek ve her şey eskisine dönecek."
Anarşistler 150 sene önce yaptıkları bu eleştiride her seferinde haklı çıkmışlardır. Her "sosyalist" devlette bu böyle olmuştur. Bundan kaçamazsın zira kendi ellerinle diktatörlük kuruyorsun bir kere.
Anarşistler ve komünistler aslında aynı amaca sahiptirler; devletsiz ve sınıfsız bir dünya. Fakat gördüğünüz üzere yöntemde ayrışırlar. Aslında yöntemden ziyade felsefede de ayrışırlar, aralarında çok daha önemli bir fark vardır. O fark da anarşistlerin bireyci olmalarıdır. Proudhon ve anarşistler insan merkezcidir, Marx için ise birey diye bir şey yoktur, sadece toplum vardır. Esas mesele buradan çıkar yani.
Şimdi bu sikindirik bilgilendirme faslından sonra gelelim esas meseleye. Marx'ın kapitalizm eleştirisini ayrı tutalım, işin o kısmında çok doğru tespitleri de var adamın. Fakat ortaya sunduğu komünizm fikrine gelince, koca bir hiç görüyoruz. Şöyle ki Marx sosyalizmdeki devletin ne yapacağını eserlerinde pek açıklamaz. Ve işin daha da komiği, Marx sosyalizmden sonraki komünizmde de insanların nasıl yaşayacağını pek açıklamaz. Marx'ın epey bir eserini elden geçirdim, "Alman İdeolojisi" adlı kitapta bunu açıklamaya çalışıyor fakat bu kitap da ancak 1930'lu yıllarda basılıyor, ayrıca bu kitabın çoğunluğu da yine tarihsel gözlemlere dayalı, gelecekle ilgili az şey sunuyor. Marx'ın komünist sistemdeki hayatı açıklamaya çalıştığı ender eserlerinden bir diğeri olan Gotha Programı'nın Eleştirisi adlı mektubundan bir kesit gösteriyorum size, meseleyi daha iyi anlayacaksınız:
Evet, gördüğünüz üzere Marx bu sorunu bilimin çözeceğini söyler ve meseleyi kestirip atar. Yani Marx, komünist hayatın nasıl olacağını ileride göreceğimizi söyler. Aslında size meseleyi şöyle özetleyebilirim:
- Bakın hayatımızı komünizm hedefi uğruna heba edeceğiz. Komünizmde devlet ve sınıf olmayacak. Çünkü bunlar bilimin gerçekleridir ve biz çok bilimseliz.
- Tamam abi. Peki bu komünizmde hayat nasıl olacak?
- Bu sorunun cevabını bilim verecek evlat. Çünkü biz çok bilimseliz.
- Tamam abi.
Evet marksizmin özeti budur. İş o kadar komik ki, insanlar Marx'ın vadettiği ama nasıl olacağını bir türlü açıklamadığı o komünist yaşama resmen iman etmişlerdir. Nasıl olacağını bilmedikleri komünist yaşam uğruna kanlı devrimler yapmış, hayatlarını bu uğurda feda etmişlerdir. Marksizm başlı başına bir inançtır.
İnsanlar marksizme "bilimsel" diyerek, sadece inanmak istedikleri için inandıkları bir şeyi rasyonalize etme çabasına girerler. Şöyle ki, marksizmin bir diğer adı da "bilimsel sosyalizm"dir. Marx ve Engels, kendi öğretileri dışında kalan tüm sosyalizm çeşitleri için "ütopik sosyalizm" derken, marksizme "bilimsel sosyalizm" demişlerdir. Yani bu isimleri bizzat kendileri vermişlerdir. Bu tamamen Marx ve Engels'in gösterdikleri kurnazca bir savunma mekanizmasıdır. Zira marksizme en çok yöneltilen eleştiri onun bir ütopya olmasıyken, Marx kendi dışında kalan sosyalistlere ütopyacı deyip ihaleyi onlara yıkmıştır. Ve daha sonra dostu Engels de, marksizme bilimsel sosyalizm adını vererek sözüm ona bilimsel bir imaj yüklemiştir. Marx'ın tarihi detaylı bir şekilde incelemiş olması, onun gelecek hakkında sunduklarının bilimsel olduğunun delili değildir. Öyle ki Marx vadettiği komünist yaşamın nasıl olacağını açıklamaktan bile acizdir. Hatta komünizme geçiş aşamasındaki sosyalist devleti bile adam akıllı açıklamamıştır.
Bu meseleyi daha sonra bizim Lenin fark ediyor. Lenin bakıyor ki Marx bu konu hakkında elle tutulur bir şey yazmamış ve oturup Marx'ın bu devlet teorisini kendince geliştirmeye çalışıyor. Gerçi ortada bir teori bile yok geliştirecek ama hadi neyse biz "geliştiriyor" diyelim yine de. Lenin, sosyalist devletin rolünü çok güzel açıklar, ama önce araya kısa bir reklam alacağım.
Öjenizm nedir bilir misiniz?
İsmindeki şaşaaya takılmayın, ne olduğunu biliyorsunuz aslında. Öjenizm Hitler'in yediği boktur. Kısaca öjenizm şudur: İnsanların refahı için zayıf ırklar öldürülmeli ve sadece üstün ırklar hayatta kalmalıdır. Bu şekilde üstün ırka mensup insanlar kendilerine ayak bağı olan alt ırklar olmadan mutlu mesut yaşayacaktır.
Şimdi bu kısa reklamdan sonra devam ediyoruz. Ulu önder Lenin, Devlet ve Devrim adlı kitabında bakın sosyalist devletin görevini nasıl anlatır [127]:
Komünizmin alt evresi bildiğin sosyalizmdir. Komünizmin üst evresi de bildiğin komünizmdir, yani komünizmin son olarak alacağı hâl. Lenin, insanların kapitalist alışkanlıklarını terk etmeleri için "silahlı işçiler" diye bir baskı aracı olması gerektiğini söyler. Nedir "silahlı işçiler" diye soracak olursanız aynı bölümden devam ediyoruz.
Sosyalizmde bürokratik görevler devlet memurları yerine azar azar insanlara verilecek ve bu şekilde insanlar zaman içinde devlete ihtiyaç duymayacaklardır. Zira devlete düşen işleri zaten insanlar kendileri yapıyor olacaklardır. Bunun gibi uygulamalarla insanlar sosyalist devlet döneminde komünizme ısınacaklardır. İşte bu bürokratik görevlerin halka verilmesinin bir örneğidir "silahlı işçiler". Bu silahlı işçiler, sosyalist devlette bugünkü patronların veya polislerin yerine geçen insanlardır. İş kurumlarında bir denetleyici gibi çalışırlar. Ellerinde silahlar vardır ve Lenin'in deyimiyle silahlı işçilerin komutası altındaki işçiler daha iyi çalışacaklardır. Doğal olarak işin ucunda göt korkusu vardır. Eğer insanlar çalışmayı veya sosyalizmi reddederlerse ne mi olur? Cevabı ulu önder Lenin versin, lütfen en azından altını çizdiğim bölümü okuyun:
Bam!
Lenin'in söyledikleri çok nettir, tatlı su sosyalistleri neyi savunduklarını öğrensinler: Eğer Hazreti Marx'ın ve Hazreti Lenin'in hayallerine göre bir dünyada yaşamayı reddediyorsanız, siz yaşamaya layık değilsiniz. Sosyalist devletteki silahlı işçiler isterlerse sizi öldürebilir veya şanslıysanız size işkence edip ağır cezalar verebilirler. Zira siz tüm insanların refahını bozan aşağılık insanlarsınızdır. Ayrıca silahlı işçiler de hiç öyle duygusal değillerdir ha.
Yani bir başka deyişle, bu adamlar elin hanzosunun eline tutuşturacaklar silahı, verecekler ona yetkiyi, "çalış lan" dedirtecekler altındaki insanlara. Vasfı olmadığı hâlde eline yetki geçmiş her insan gibi bu silahlı işçiler de ellerindeki yetkiyi sonuna kadar kullanacaklar. Çalışmıyor musun, sosyalizmi ret mi ediyorsun, o hâlde öleceksin. Lenin'in tüm söylediği budur.
Şimdi bana söyleyin: Hitler'in yaptığından farkı nedir bunun?
Siz nasıl oluyor da içinde üç kilo bok olan adamların, insanlığın kaderiyle ilgili en doğru kararı verebileceklerine inanabiliyorsunuz?
Siz neye dayanarak sosyalist devlet altında sosyalizmi istemeyen insanların öldürülebileceğini savunuyorsunuz?
Siz "kahrolsun faşizm" demekle faşizm karşıtı olacağınızı mı sandınız?
Hitler'in yaptığı faşizm ırkçılığa dayalıydı fakat faşizm; ırkçılık demek değildir. Faşizmin net bir tanımı yoktur, ırkçılıktan daha geniş bir ifadedir. Kendi kelimelerimle size çok sade bir tanımını yapayım. Faşizm; "benden olmayan ölsün" demektir.
Hitler üstünlüğü ırkta arıyordu ve üstün ırktan olmayanların ölmesi gerektiğini savunuyordu. Lenin ise "hangi ırktan olursa olsun, sosyalizmi reddedenler ölmeli" diyor. Çünkü ulu önder Lenin ırkçılığa karşıdır, Allah ondan razı olsun.
Yazıklar olsun size ki bilmediğiniz fikirleri savunuyorsunuz. Hele hele bunları bilip de hazmedebiliyorsanız ve öyle savunuyorsanız, size defalarca yazıklar olsun. Umarım Lenin ve Marx gibi insanlar tarafından yönetilmekle geçer hayatınız.
Marx'a çok sık getirilen aptalca bir eleştiri vardır, "Marx insanları çok iyi zannediyordu" diye. Hayır, bir kere zaten insanlar sahiden iyi ve adaletli olsalar "herkesin ihtiyacı kadar" alacağı bir sisteme değil, "herkesin hak ettiği kadar" alacağı bir sisteme yönelirlerdi. Marx'ınkine değil. Bu çok önemli bir ayrımdır ayık olun.
İkincisi ise Marx insanları iyi niyetli saftirikler olarak görmüyordu. Marx dediğin adam hayatının uzun yıllarını fakirlik içinde geçirmiş, çocuklarını bakımsızlık ve sefalet yüzünden kaybetmiş bir adamdır. Marx en nihayetinde bir insandır, gördükleriyle ve hissettikleriyle yorumluyordu dünyayı. Böyle bir adamın "insanları çok iyi zanneden sevgi kelebeği :))))" olmasına mümkünat yoktur gerizekalı evladı. Marx, insanların evrimini kendi eliyle şekillendirebileceğini düşünüyordu, Marx'ın anlattıkları tamamen bunun üzerine kuruludur. İnsanlar ancak böyle sıkı bir yönlendirme sayesinde bu kadar nüfusa rağmen komünist hayata katlanabilirlerdi. Marx'ın olması gerektiğini şiddetle savunduğu "sosyalist devlet"in tüm amacı budur. Şöyle ki;
Lenin -ki Marx'ı en iyi anlamış kişilerden biridir- Devlet ve Devrim'de marksist teorinin evrim teorisiyle uyumunu defalarca belirtir. Lenin, Marx'ın amacını gayet iyi anlamıştır ve insanları kendi hayal ettikleri doğrultuda evrimleştirebilmek için onları baskıcı sosyalist devlet altında terbiye etmeyi amaçlamıştır. Silahlı işçilerle, zorunlu görevlerle ve baskıyla insanlar Marx'ın öngördüğü biçimde evrimleştirilecek ve bu sayede ilk başta "zorunluluk" olarak gördükleri şeyleri zamanla "alışkanlık" olarak algılar hâle geleceklerdir. Buna direnen aşağılık insanlar ise yok edilecek ve insanın Marx'ın hayal ettiği şekilde evrimleştirilmesi, yani robotlaştırılması gerçekleştirilecektir. Birey denilen şey tamamen yok edilecektir. Tüm amaçlanan budur. İnsanın evrimini kendi doğrularına göre şekillendirmeye çalışmak, Hitler gibi Marx ve Lenin'in de yapmaya kalkıştığı şeydir ve bu tamamen kibirdir. Bu kişileri savunanlar ise, dünyalar kadar kibirin etrafında dönen uydular gibidirler.
Bu adamlar için "birey" veya "insan" diye bir şey yoktur, sadece yönetilmesi ve sömürülmesi gereken "yığınlar" vardır. Bu düşüncedeki tuhaf yaratıkların insanların iyiliğini amaçladığını zannediyorsanız, siz kendi kafanızın içinde bambaşka bir dünya kurmuşsunuz ve orada yaşıyorsunuz demektir.
Troçki'nin otobiyografisinden bir bölüm daha göstereyim size, alta çevirisini de koyacağım. Troçki, kendi kurmuş olduğu Kızıl Ordu ve askerleri için şunları yazar otobiyografisinde [128]:
"Misillemeler olmadan bir ordu kurulamaz. Ordunun cephaneliğinde ölüm cezası olmadan insan yığınları ölüme gönderilemezler. Teknolojik gelişmelerden gurur duyan bu kötü niyetli kuyruksuz maymunlar -ki biz bu hayvanlara insan diyoruz- ordular kuracak ve savaşacaklardır. Komuta kademesi bu askerleri her zaman cephedeki olası bir ölümle cephe gerisindeki kesin ölüm arasında bırakmalıdır. ..."
Bildiğiniz üzere Kızıl Ordu'da geri çekilen askerlere ölüm cezası vardır. İşin bu yönünü hiç doğru bulmasam da buna bir yorum getirmeyeceğim. Burada esas ilginç olan vaka Troçki'nin kendi askerleri için "Ölüme gönderilmesi gereken kötü niyetli kuyruksuz maymunlar yığını" ifadesini kullanabilmesidir.
Stalin veya Mao'nun on milyonlarca insanı nasıl öldürdüklerini anlayabilmeniz için, bu adamların insana verdikleri değeri ve insanı nasıl gördüklerini anlamanız gerekir.
Zira bu adamlar için insan diye bir şey yoktur. Sizi insan olarak değil, sadece "sürü" olarak görürler. Sürüyü ise sağarsın, kullanırsın, çiftleştirirsin ve kesersin.
Kısacası sizin önder, düşünür, devrimci gibi süslü paketlerine aldanıp büyüttüğünüz kişiler bir avuç ruh hastasıdır. Amaçları daima daha fazla güçtür. Bu ruh hastalarına prim veren ve destekleyenler de en az onlar kadar suçludur. Bu hayatta herkes kudreti kadar iyilik ve kudreti kadar kötülük yapar. Bu adamlara sempati gösteriyor oluşunuz, elinize onlarınki kadar kudret geçse sizin de aynı bokları yiyeceğinizin bir işaretidir.
İnsanların büyük çoğunluğu ellerine geçen yetkiyi kullanmaya meyillidir. İnsan, yaptığı kötü bir şey bile olsa bir şekilde kendini ikna eder ve kullanır o yetkiyi. Somut bir örnekle açıklayayım.
Bu meşhur karede ne oluyor biliyor musunuz? Olan şey tamamen şu: Bir polis memuru, normalde asla ulaşamayacağı alımlı bir kadına hayatında ilk defa üstünlük kurma şansı buluyor. Ama işte bu sefer, bu sefer yetki de onda, üstünlük de onda. Burada güç onda. Ve bu yetkiyi sonuna kadar da kullanıyor. Çünkü bunu yapabilme gücü var.
Bunu otobüsün içinde diğer insanlara bağıran ama otobüsten indikten sonra sivilken kimse tarafından siklenmeyen otobüs şöförü de yapıyor.
Bunu zaman zaman patronunuz, öğretmeniniz, abiniz de yapıyor. Ve hatta siz de yapıyorsunuz, ve ben de yapıyorum.
Elinize başka insanlara büyük kötülükler yapma kudreti geçmediği için kendinizin "iyi" biri olduğunu zannetmeyin. Zira içinizdeki boşluğu doldurmak uğruna kendinizi bu hurafelere inandırmanız, kötü biri olmanız için yeter de artar. Bu hâlinizle bile kendinize bunu yapıyorsanız eğer, elinize güç geçse başkalarına neler yapacaksınız kim bilir. Mahalle kavgalarında adam elindeki kırık bira şişesiyle önce kendi göğsünü çizer, gözünüzün önüne geldi mi o sahne? Buradaki amaç karşı tarafa "bak kendime bunu yapıyorum, sana neler neler yaparım" demektir. Zira kendisine kötülük yapan insan, başkalarına çok daha rahat kötülük yapar.
Artık yazıyı bitiriyorum. Bu yazı için belge toplama ve yazma sırasında "du bakalım napacak" diye bazı sosyalist tanıdıklarıma burada anlattıklarımdan birkaç örnek verdim. Genç olanları genellikle Marx'ın %90'ı laf kalabalığından ve dönemindeki diğer sosyalistlere laf sokmaktan ibaret olan iki tane kitabını okuduğu için her alanda hayatın anlamını çözmüş kimseler rolüne büründüler. Yaşlı olanları da genellikle orta yaş kibiriyle "yaaaa bırak, inanmam, hayır" diyerek katılaşmış kalpleriyle nasıl yarağı yemiş bir durumda olduklarını göstererek insanı kendilerinden tiksindirdiler. Yoruldum, dinlenmem lazım. Bu yazıyı yazdıktan sonra oturup teker teker sizinle laf kavgasına girmeyi düşünmüyorum. Artık yapacağım şey sizi vicdanınızla baş başa bırakmak olacak. Hani her fırsatta "ben vicdanlı bir insanım yeeeaa", "en iyi din vicdandır abi vicdan" gibi tıraş laflarla övüp göklere çıkardığınız o değişken vicdanınız var ya, ha işte onunla baş başa bırakıyorum sizi. Eğer bu kadar net ve somut delillerle dolu şu yazıyı okuduktan sonra fikirlerinizde bir değişme olmadıysa veya hadi en kötü ihtimalle içinize bir şüphe bile düşmediyse, bundan sonra ağzınıza "vicdan" lafını almayın. Zira inanmak istediğiniz yalanlarla şekillendirdiğiniz o vicdanınız çoktan katılaşmış demektir.
Aşağıya notları ve kaynakları ekleyip siktir olup gidiyorum. Hadi eyvallah.
Notlar ve Kaynakça:
Bu yazı bir amme hizmetidir, Allah rızası için yazılmıştır. Eğer siz de aynı amaçlara sahipseniz hiçbir izin almadan bu yazıyı dağıtabilir, paylaşabilir, yayabilirsiniz. Hatta bu yazıyı muhakkak duyurun etrafınıza. Yalnız kaynak belirtin ki millet blog'taki diğer yazılara da ulaşsın.
Bu yazıda Antony Sutton'ın "Wall Street and the Bolshevik Revolution", "Western Technology and Soviet Economic Development I-II-III", "National Suicide: Military Aid to the Soviet Union" ve "The Best Enemy Money Can Buy" kitaplarından faydalanılmıştır. Belgeler ABD Dışişleri Bakanlığı arşivinden alınmıştır, aşağıda her belgenin ulaşılabilir online link'lerini de bulabilirsiniz. Gazete küpürleri çoğunlukla fultonhistory.com gazete arşivinden ve New York Times'ın kendi arşivinden alınmıştır.
Dipnotlar:
1: ABD Dışişleri Bakanlığı arşivleri: http://history.state.gov/historicaldocuments
2: Wisconsin Üniversitesi dijital arşivleri, Foreign Relations of United States: http://uwdc.library.wisc.edu/collections/FRUS
3: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 5.
4: New York Herald, 5 Ağustos 1917: http://www.fultonhistory.com/Newspaper%2014/New%20York%20NY%20Herald/New%20York%20NY%20Herald%201917/New%20York%20NY%20Herald%201917%20-%206091.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffffc6eca6f0&DocId=4093797&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=60&hits=1c+1d+22+23+26+44+45+7d+9c+9d+16b+16c+183+184+203+204+20f+28b+28c+2d4+2d5+2f4+2f5+34b+34c+3d7+3d8+42a+42b+46d+46e+47a+47b+490+491+4e3+4e4+521+5cf+5d0+5ee+5ef+696+697+6f3+6f4+726+727+afb+afc+b26+b27+e69+e6a+1337+1338+1377+1378+1394+1395+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
5: New York Times, 20 Haziran 1917: http://www.fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201917%20Jun16-30%20Grayscale/New%20York%20NY%20Times%201917%20Jun16-31%20Grayscale%20%28158%29.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffffe6c969a6&DocId=3061872&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=73&hits=49+4a+5e+5f+14c+14d+167+16b+16c+17e+17f+1df+225+226+4ac+4ad+4ef+4f0+52b+52c+576+577+58c+58d+59f+5a8+5a9+5c4+5c5+5f2+85a+9ef+9f0+b40+b4c+b57+b70+b76+bf7+bfb+dbf+dfd+e97+e98+ec0+ec1+ee1+ee2+f28+f29+1411+1412+1453+1454+1545+1713+173e+17c7+17de+180c+188e+18c1+18f1+1935+19bb+1a24+1a39+1c14+1c7c+1ca7+1db8+23ed+23f5+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
6: New York Sun, 19 Haziran 1917: http://www.fultonhistory.com/Newspaper%209/New%20York%20NY%20Sun/New%20York%20NY%20Sun%201917%20%20Grayscale/New%20York%20NY%20Sun%201917%20%20Grayscale%20-%205125.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=7fa75579&DocId=5455669&Index=Z%3a%5cIndex%20O%2dG%2dT%2dS&HitCount=41&hits=d+e+108+117+120+26b+274+275+338+339+410+411+46a+46b+4a0+4a1+4c8+4c9+659+65a+7d5+7d6+a30+ae5+ae6+d6b+d6c+e53+e54+e81+e82+e86+e87+eae+eaf+1394+1395+13e8+13e9+1403+1404+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
7: New York Times, 2 Temmuz 1917: http://fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201917%20Jul%201-15%20Grayscale/New%20York%20NY%20Times%201917%20Jul%201-15%20Grayscale%20%2893%29.pdf#xml=http://fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=14f4ad5b&DocId=3061371&Index=Z%3a\Index%20U-F-P&HitCount=73&hits=11+3b5+3b6+3de+3df+3f4+40b+41a+43e+49e+4b1+4dc+505+56e+58b+63b+78d+78e+797+798+7be+7bf+7e7+7e8+800+801+941+942+adf+b55+11ab+147b+147c+1481+1492+14ba+14bb+14c4+14c5+14cd+1506+1511+1527+1528+155b+155c+1560+156f+1570+15f6+1649+164a+168f+16ae+16c6+16cd+16ce+16df+16e0+16f2+16fa+16fb+1709+1855+1856+1868+1869+187b+187c+2253+235b+2367+2370+&SearchForm=C%3a\inetpub\wwwroot\Fulton_New_form.html&.pdf
8: Minutes of the War Council of the American National Red Cross (Washington, D.C., May 1917) kaynağından aktaran, Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 5.
9: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 5.
10: A.g.e.
11: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Page XIII. Internet link’i: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0015
12: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918), Chapter VII, Sf 301. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0375
13: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Chapter VII, Sf 381. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0455
14: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Chapter III: Commercial relations and relief, Sf 102-103. Link: http://images.library.wisc.edu/FRUS/EFacs/1918Russia/reference/frus.frus1918russia.i0009.pdf
15: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Chapter IV: Assistance in railway transportation, Sf 228. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918Russia.p0278&id=FRUS.FRUS1918Russia&isize=M
16: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Russia: Chapter X, sf 499. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0573&q1
17: Thomas W. Lamont, Across World Frontiers (New York: Harcourt, Brace, 1959), Sayfa 85. Bu kaynaktan alıntı yapan Antony Sutton.
18: İngiliz Savaş Kabinesi Belgeleri, Reference: CAB 23/4/76. Internet’ten ulaşılabilir link: http://discovery.nationalarchives.gov.uk/SearchUI/image/Index/D7652027?index=4&page=0
19: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 6.
20: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918), Chapter III: Commercial relations and relief, Sf 107. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918Russia.p0157&id=FRUS.FRUS1918Russia&isize=M&q1=red%20cross&q2=trotsky
21: 31 Ocak 1918 tarihli New York Tribune: http://chroniclingamerica.loc.gov/lccn/sn83030214/1918-01-31/ed-1/seq-1/
2 Şubat 1918 tarihli The Yonkers Statesman: http://www.fultonhistory.com/Newspaper%2018/Yonkers%20NY%20Statesman/Yonkers%20NY%20Statesman%201918/Yonkers%20NY%20Statesman%201918%20-%200144.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffffc0b8ff49&DocId=2914394&Index=Z%3a%5cIndex%20I%2dE%2dV&HitCount=5&hits=cc2+fdc+fdd+12c3+12c7+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
Ve ayrıca aynı haber 2 Şubat 1918 tarihli Washington Post gazetesinde de çıkmıştır.
22: The magnate: William Boyce Thompson and his times (1869-1930), Hermann Hagedorn. Sayfa 194.
23: Yukarıdaki kaynaktan alıntı yapan Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 5.
24: New York Times, 27 Ocak 1918: http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res=9C01E4D7143AEF33A25754C2A9679C946996D6CF
25: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918). Chapter VII, Sf 303. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0377
26: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Chapter II. Sf 120. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918Russia.p0170&id=FRUS.FRUS1918Russia&isize=M
27: 316-13-698 No’lu ABD Dışişleri Bakanlığı belgesini aktaran Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 6.
28: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918): Chapter X, Sf: 497. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0571&id=FRUS.FRUS1918v1&isize=M&
29: A.g.m. Link de aynı ama vereyim: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0571&id=FRUS.FRUS1918v1&isize=M&
30: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Chapter VII, Sf 286. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0360&
31: Russian-American Relations. March 1917 - March 1920, Documents And Papers. Sf 212. Link: https://archive.org/stream/russianamerican01pettgoog#page/n244/mode/2up
32: Nobel Ödülü Resmi Web Sayfası: http://www.nobelprize.org/nobel_prizes/peace/laureates/1917/
33: George Kennan, "Russia Leaves the War"dan aktaran Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 5.
34: United States Department of State / Foreign relations of the United States, 1951. Europe: political and economic developments (in two parts) (1951). Sayfa 1571-1573. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1951v04p2.p0605&id=FRUS.FRUS1951v04p2&isize=M&
35: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1919. Russia (1919) Chapter I. Sayfa 134. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1919vRussia.p0246&id=FRUS.FRUS1919vRussia&isize=M&
36: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1919. Russia (1919) Chapter I. Sayfa 145. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1919vRussia.p0257&id=FRUS.FRUS1919vRussia&isize=M
37: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1919. Russia (1919) Chapter I. Sayfa 141. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1919vRussia.p0253&id=FRUS.FRUS1919vRussia&isize=M
38: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1919. Russia (1919) Chapter I. Sayfa 147. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1919vRussia.p0259&id=FRUS.FRUS1919vRussia&isize=M&
39: Lusk Komitesi’nin Sovyet Bürosu ile ilgili yayınladığı binlerce sayfalık raporlar ve ele geçirdikleri belgelerden bazıları:
https://archive.org/details/cu31924052844218
https://archive.org/details/cu31924052844226
https://archive.org/details/cu31924052844234
https://archive.org/details/cu31924052844242
40: New York Times, 14 haziran 1919: http://www.fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201919%20Jun-1-15/New%20York%20NY%20Times%201919%20Jun-1-15%20%28568%29.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=20a66fe0&DocId=3072958&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=15&hits=1d8+1e6+4f5+535+dbb+dda+f0f+1437+1438+143b+143c+143d+1443+1444+1445+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
41: Lusk Komitesi’nin “Revolutionury Radicalism” adlı raporu, Part I, Volume II, sayfa 1341-1342: https://ia600508.us.archive.org/8/items/cu31924052844226/cu31924052844226.pdf
42: New York Times, 27 Haziran 1919: http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res=990DE3DC143AE03ABC4F51DFB0668382609EDE
43: Frank Vanderlip, From Farmboy to Financier: http://tr.scribd.com/doc/193941657/From-Farm-Boy-to-Financier-An-autobiography-of-Frank-Vanderlip-with-a-chapter-on-the-story-of-the-secret-meeting-on-Jekyll-Island-that-led-to-the-c
44: New York Times, 17 Kasım 1919: http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res=9405E4DA1F3BEE3ABC4F52DFB7678382609EDE
45: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1921. Sayfa: 777. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1921v02&entity=FRUS.FRUS1921v02.p0873&
46: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1921. (1921) Russia. Sf: 774. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1921v02.p0870&id=FRUS.FRUS1921v02&isize=M&
47: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1921. (1921) Russia. Sayfa: 765-766. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1921v02.p0862&id=FRUS.FRUS1921v02&isize=M&
48: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1920. (1920) Russia. Sayfa: 722-723. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1920v03.p0823&id=FRUS.FRUS1920v03&isize=M&
49: New York Times, 8 Haziran 1921: http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res=9507E5D9163EEE3ABC4053DFB066838A639EDE
50: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 4.
51: New York Times, 4 Ağustos 1916: http://www.fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201916%20Aug%201-15%20Grayscale/New%20York%20NY%20Times%201916%20Aug%201-15%20Grayscale%20%2861%29.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=718c5ad2&DocId=3052990&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=7&hits=22f2+22f3+22fc+22fd+2ad4+2ad8+2ae1+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
52: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Supplement 1, The World War (1918). List of principal persons. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918Supp01v01&entity=FRUS.FRUS1918Supp01v01.p0017&
53: CFR’nin web sayfasındaki tarihçe: http://www.cfr.org/about/history/cfr/appendix.html
54: The Intimate Papers of Colonel House, vol. I (Houghton Mifflin) Charles Seymour’dan referans.
55: George, Alexander L. and Juliette George. Woodrow Wilson and Colonel House: A Personality Study. Sayfa: 93.
56: Komünist manifesto, bölüm 2.
57: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 4.
58: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918) Russia: Chapter VII, sayfa: 271. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1918v1&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0345&
59: Louise Bryant, Six Red Months in Russia, chapter 20. (Amerikalı sosyalist yazar Louise Bryant da bu propaganda ofisinde çalışmıştır. Kitabında bu ofisi kendisi anlatır) Link: https://www.marxists.org/archive/bryant/works/russia/ch20.htm
60: İngiliz Savaş Kabinesi. Record Type: Memorandum. Former Reference: GT 7679. Title: The Cases of Philip Price and Robert Minor. Link: http://discovery.nationalarchives.gov.uk/SearchUI/image/Index/D7733729?isFullDescription=False
61: New York Times, 16 Haziran 1919: http://www.fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201919%20Jun%2016-30%20Grayscale/New%20York%20NY%20Times%201919%20Jun%2016-30%20Grayscale%20%2814%29.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffffde28338e&DocId=3071851&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=16&hits=322+3dc+427+996+997+e9c+12a1+12a2+12ac+18b1+18fb+1b8f+1fc0+2401+244b+2454+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
62: New York Times, 12 Temmuz 1919: http://www.fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201919%20Jul%201-15%20Grayscale/NYTimes_jul1_15_1919_0382.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffffaeffeb60&DocId=3071063&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=33&hits=3e+54+2a7+3f7+4ef+57e+aeb+b81+b95+c4a+c54+c65+c9d+cab+cc2+ce2+d3a+1717+1985+1de0+1e38+1e46+1e75+1e83+1e98+1ea3+1f1f+1f50+226f+2270+2273+2274+2275+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
63: New York Times, 13 Temmuz 1919: http://www.fultonhistory.com/Newspapers%207/New%20York%20NY%20Times/New%20York%20NY%20Times%201919%20Jul%201-15%20Grayscale/NYTimes_jul1_15_1919_0425.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffff867bc674&DocId=3071106&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=10&hits=1277+12a2+12a4+12a5+12f9+1317+1349+1453+14f2+164d+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
64: Joseph North, Robert Minor: Artist and Crusader kaynağından aktaran: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 6.
65: Troçki, My Life. Chapter 23, Sayfa: 217.
66: Autobiography of Lincoln Steffens, sayfa 743. Bu link’ten ulaşabilirsiniz: http://www.unz.org/Pub/SteffensLincoln-1931-00841?View=Search&SearchView=PDFHits&pages=841
67: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1918. Russia (1918). Chapter III, Sayfa 131. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1918v1.p0205&id=FRUS.FRUS1918v1&isize=M&
68: A.g.e. Sayfa 133.
69: Autobiography of Lincoln Steffens, sayfa 744.
70: A.g.e.
71: Antony Sutton, Wall Street and the Bolshevik Revolution, chapter 2.
72: Troçki, My Life. Chapter 24, Sayfa: 218
73: New York Times, 16 Mart 1917: http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res=9D0CE0DE143AE433A25755C1A9659C946696D6CF
74: A.g.e. Sayfa: 223.
75: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1917. Supplement 2, The World War (1917). Part I, Sayfa: 744. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1917Supp02v01&entity=FRUS.FRUS1917Supp02v01.p0818&
76: United States Department of State / Papers relating to the foreign relations of the United States, 1917. Supplement 2, The World War (1917). Part I, Sayfa: 745. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1917Supp02v01&entity=FRUS.FRUS1917Supp02v01.p0818&
77: : Louise Bryant, Six Red Months in Russia, chapter 20. Link: https://www.marxists.org/archive/bryant/works/russia/ch20.htm
78: NY Evening Post, 3 Mayıs 1918. Link: http://fultonhistory.com/Newspaper%2010/New%20York%20NY%20Evening%20Post/New%20York%20NY%20Evening%20Post%201918%20Grayscale/New%20York%20NY%20Evening%20Post%201918%20Grayscale%20-%201147.pdf#xml=http://fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=1342644e&DocId=1896775&Index=Z%3a\Index%20I-E-V&HitCount=8&hits=463+464+465+466+467+468+469+46a+&SearchForm=C%3a\inetpub\wwwroot\Fulton_New_form.html&.pdf
79: JP Morgan Chase, tarihçe: http://www.jpmorganchase.com/corporate/About-JPMC/document/shorthistory.pdf
80: The Soviet Union: Facts, Descriptions, Statistics. Soviet Union Information Bureau. Link: https://www.marxists.org/history/ussr/government/1928/sufds/ch13.htm
81: A.g.e.
82: Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union. Chapter 6.
83: A.g.e.
84: CIA Hıstorical Review Program. The Soviet Tractor Industry: Progress and Problems. Link: http://www.foia.cia.gov/sites/default/files/document_conversions/89801/DOC_0000309271.pdf
85: The Schenectady Gazette, 4 Nisan 1930: http://www.fultonhistory.com/Newspaper%208/Schenectady%20NY%20Gazette/Schenectady%20NY%20Gazette%201930%20Grayscale/Schenectady%20NY%20Gazette%201930%20Grayscale%20-%202039.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=74a9bca5&DocId=4856327&Index=Z%3a%5cIndex%20O%2dG%2dT%2dS&HitCount=6&hits=129+64b+64c+652+689+68a+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
86: Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union. Chapter 6.
87: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976. VOLUME XIV, SOVIET UNION, OCTOBER 1971–MAY 1972, DOCUMENT 276. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v14/d276
88: General Donn A. Starry. DEPARTMENT OF THE ARMY. WASHINGTON, D. C., 1989. Sayfa: 152. Link: http://www.history.army.mil/books/Vietnam/mounted/chapter6.htm#p5
89: History Channel. Link: http://www.history.com/this-day-in-history/ford-signs-agreement-with-soviet-union
90: Antony Suttun, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union. Chapter 6 ve 7. Ayrıca Sutton’ın Best Enemy Money Can Buy adlı kitabına da bakılabilir.
91: New York Sun, 1933. Link: http://www.fultonhistory.com/Newspaper%2018/New%20York%20NY%20Sun/New%20York%20NY%20Sun%201933/New%20York%20NY%20Sun%201933%20-%203454.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=ffffffffb5b12ccd&DocId=3177726&Index=Z%3a%5cIndex%20I%2dE%2dV&HitCount=7&hits=49+f1+232+260+261+262+7b2+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
92: New York Evening Post, 31 Mart 1932. Link: http://www.fultonhistory.com/Newspaper%2011/New%20York%20Evening%20Post/New%20York%20NY%20Evening%20Post%201932%20Grayscale/New%20York%20NY%20Evening%20Post%201932%20Grayscale%20-%202064.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=1d1705a3&DocId=5473431&Index=Z%3a%5cIndex%20U%2dF%2dP&HitCount=6&hits=31a+31b+31c+324+325+1458+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
93: Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union. Chapter 6
94: Antony Sutton’ın “National Suicide: Military Aid to the Soviet Union” kitabında 6 ve 7. Bölümler. Ayrıca Western Technology and Soviet Economic Development adlı 3 ciltlik kitabının her birinde Sovyet fabrikalarının nasıl ABD desteği ile kurulduğunu ABD Dışişleri Bakanlığı belgeleriyle teker teker anlatır Sutton.
95: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1937 yılı. Sayfa: 463-464. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1933.p0569&id=FRUS.FRUS1933&isize=M&
96: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1939 yılı, sayfa: 871. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1933&entity=FRUS.FRUS1933.p0977&
97: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1938 yılı. Sayfa: 569-577. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1933.p0675&id=FRUS.FRUS1933&isize=M&
98: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1939 yılı, sayfa: 873. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1933&entity=FRUS.FRUS1933.p0979&
99: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1937 yılı, sayfa: 475. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1933&entity=FRUS.FRUS1933.p0581&
100: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1937 yılı, sayfa: 487. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&id=FRUS.FRUS1933&entity=FRUS.FRUS1933.p0593&
101: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1938 yılı, sayfa: 581. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1933.p0687&id=FRUS.FRUS1933&isize=M&
102: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1937 yılı, sayfa: 470-471. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1933.p0576&id=FRUS.FRUS1933&isize=M&
103: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1937 yılı, sayfa: 473-474. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1933.p0579&id=FRUS.FRUS1933&isize=M&
104: New York Times, 26 Mayıs 1937. Link: http://query.nytimes.com/gst/abstract.html?res=9C03E7DF1E3AE23ABC4E51DFB366838C629EDE
105: United States Department of State / Foreign relations of the United States. The Soviet Union, 1933-1939. 1938 yılı, sayfa 583-584. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1933.p0689&id=FRUS.FRUS1933&isize=M&
106: United States Department of State / Foreign relations of the United States diplomatic papers, 1941. General, The Soviet Union (1941). Union of Soviet Socialist Republics, sayfa: 969. Link: http://digicoll.library.wisc.edu/cgi-bin/FRUS/FRUS-idx?type=turn&entity=FRUS.FRUS1941v01.p0981&id=FRUS.FRUS1941v01&isize=M&q1=rockefeller&q2=amtorg
107: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1961–1963. VOLUME V, SOVIET UNION, DOCUMENT 346. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1961-63v05/d346
108: Directorate for Statistical Services, Office of the Secretary of Defense kaynağından aktaran; Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union. Chapter 2.
109: BUFFALO COURIER EXPRESS, 8 Nisan 1967. Link: http://fultonhistory.com/Newspapers%2021/Buffalo%20NY%20Courier%20Express/Buffalo%20NY%20Courier%20Express%201967/Buffalo%20NY%20Courier%20Express%201967%20-%205106.pdf#xml=http://fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=1d64a96&DocId=6735985&Index=Z%3a\Index%20I-E-V&HitCount=6&hits=4c+4d+4e+124+58e+5a5+&SearchForm=C%3a\inetpub\wwwroot\Fulton_New_form.html&.pdf
110: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1961–1963. VOLUME V, SOVIET UNION, DOCUMENT 346. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1961-63v05/d346
111: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1964–1968 VOLUME IX, INTERNATIONAL DEVELOPMENT AND ECONOMIC DEFENSE POLICY; COMMODITIES, DOCUMENT 173. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1964-68v09/d173#fn2
112: Committee for Economic Development, A New Trade Policy towards Communist Countries. Kaynağından aktaran Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, chapter 1.
113: Exchanges with the Soviet Union and Eastern Europe (U.S. State Dept., 1967). Kaynağından aktaran Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, chapter 12.
114: Binghamton Press, 11 Mayıs 1967. Link: http://www.fultonhistory.com/Newspaper4/Binghamton%20NY%20Press%20Grayscale/Binghamton%20NY%20Press%20Grayscale%201967.pdf/Binghamton%20NY%20Press%20Grayscale%201967%20-%207900.pdf#xml=http://www.fultonhistory.com/dtSearch/dtisapi6.dll?cmd=getpdfhits&u=fffffffffb7b26ae&DocId=913825&Index=Z%3a%5cIndex%20O%2dG%2dT%2dS&HitCount=11&hits=76+15e+179+186+1a5+1b6+1b8+1de+1fa+35e+371+&SearchForm=C%3a%5cinetpub%5cwwwroot%5cFulton%5fNew%5fform%2ehtml&.pdf
115: Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, chapter 5.
116: New York Times, 16 Ocak 1967. Link: http://query.nytimes.com/gst/abstract.html?res=9D0CE2DD113CE53BBC4E52DFB766838C679EDE
117: Foreign Relations of the United States, 1964–1968, Volume XIV, Soviet Union, Document 39, Sayfa: 98. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1964-68v14/pg_98
118: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969-1976. VOLUME XV, SOVIET UNION, JUNE 1972–AUGUST 1974, DOCUMENT 21. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v15/d21
119: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976. VOLUME IV, FOREIGN ASSISTANCE, INTERNATIONAL DEVELOPMENT, TRADE POLICIES, 1969–1972, DOCUMENT 343. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v04/d343
120: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969-1976. VOLUME XVI, SOVIET UNION, AUGUST 1974–DECEMBER 1976, DOCUMENT 86. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v16/d86
121: Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, chapter 11.
122: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976. VOLUME IV, FOREIGN ASSISTANCE, INTERNATIONAL DEVELOPMENT, TRADE POLICIES, 1969–1972, DOCUMENT 372. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v04/d372
123: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976. VOLUME IV, FOREIGN ASSISTANCE, INTERNATIONAL DEVELOPMENT, TRADE POLICIES, 1969–1972, DOCUMENT 373. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v04/d373#fnref1
124: Antony Sutton, National Suicide: Military Aid to the Soviet Union, chapter 11.
125: FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976. VOLUME XII, SOVIET UNION, JANUARY 1969–OCTOBER 1970, DOCUMENT 161. Link: http://history.state.gov/historicaldocuments/frus1969-76v12/d161#fn2
126: “1984” isimli blog yazıma bakın.
127: Vladimir Lenin, Devlet ve Devrim, bölüm 5.
128: Troçki, My Life, Bölüm 34.