Selam kaynatasızlar.
Kapaktan konunun ne olduğunu az çok aymışsınızdır zaten. Piyon, 2-9 Kasım arası Tüyap'ta, Tüyap'tan sonra da kitapçılarda olacak.
Ben reklam yapmayı pek beceremem, o yüzden kısa bir duyuru yapayım dedim. 1,5 senede yazdım Piyon'u, içerisinde yine çeşitli sikimsonik analizler, bilgiler ve tespitler olacak. Eğer blog'u seviyorsanız, romanı da seveceksiniz, zira takdir edersiniz ki size "Evrene pozitif enerji gönderelimmm :)" temalı sikindirik bir kişisel gelişim kitabı yazacak değilim. Son zamanlarda blog'a az yazmamın sebebi de buydu, arayı kapatacağız inşallah.
Bir de 9 Kasım Cumartesi, saat 18.00'de Tüyap'tayım. Gelirseniz ayaküstü pilavlı sohbet yaparız.
Kaynataya selam ehehe.
Okunması şart makaleler:
Tasavvuf ve Tarikatlardan Yeni Dünya Dinine: Bölüm 1 ve Bölüm 2
Komünizm, Kızıl Devrim, Sovyetler Birliği ve Şirketler
İnsan, Din ve Kuran
Bu da amme hizmeti: Okunması Gereken Kitaplar Listesi
Bir Başka Din: Tasavvuf kitabı çıktı; internet'ten sipariş etmek için kitapyurdu link'i.
YENİ: Youtube'daki hodor hodor konuşmalarım için buradan alalım.
Tasavvuf ve Tarikatlardan Yeni Dünya Dinine: Bölüm 1 ve Bölüm 2
Komünizm, Kızıl Devrim, Sovyetler Birliği ve Şirketler
İnsan, Din ve Kuran
Bu da amme hizmeti: Okunması Gereken Kitaplar Listesi
Bir Başka Din: Tasavvuf kitabı çıktı; internet'ten sipariş etmek için kitapyurdu link'i.
YENİ: Youtube'daki hodor hodor konuşmalarım için buradan alalım.
24 Ekim 2013 Perşembe
13 Ekim 2013 Pazar
Neriman
Kapılar açıldı, ilk durakta metrobüse binen her insan gibi Neriman da hemen boş bir yer kapıp oturma gayesindeydi. Önündeki biraz ağır hareket eden emmiyi, Kevin Garnett'in perdelemesinden sıyrılan Kobe Bryant edasıyla şık bir vücut çalımı atarak geçti. Arkasındaki insanların kendisini sollamasına izin vermemek için dar koridorun tam ortasından yürümeye özen gösteriyordu. Ya ne yürümesi, bildiğin it gibi koşturuyordu Neriman ama bu esnada en çok "Ya biraz yavaş yaa" diye söylenen de o oluyordu. Sonunda boş bir koltuk kestirdi gözüne, oturdu. Devasa boyutlardaki çantasını dizinin üstüne koydu, cebinden kulaklığını çıkarıp kulağına taktı, hoş bir müzik eşliğinde pencereden uzakları seyretti. Az önce ortalığın amına koyan El Kaide militanı kendisi değildi, o şu an dünyanın en asil insanlarından biriydi. Yayıldıkça yayıldı Neriman, bir gün hiç kalkmayacakmış gibi oturdu.
İş dönüşü bu sefer otobüsü tercih etti Neriman. Ön kapıdan girebildi otobüse, fakat arka sıralara doğru ilerleyemedi zira otobüste adım atacak yer yoktu. Kimisi Neriman gibi ön kapıdan girememişti otobüse, mecbur arka kapıdan giren insanlar da vardı. Akbil basma yeri önde olduğu için akbillerini önlerinde kim varsa ona uzattı bu insanlar, "Elden ele dolaştırın da basıverin şunu" diye. O elden ele dolaşan akbil en sonunda Neriman'a uzatıldı, Neriman kendisine uzatılan akbil'e fizibilite raporu gören İhsan Emmi gibi boş boş baktı, elini oynatmaya tenezzül etmedi. Neriman'ın yanındaki adam daha uzakta olmasına rağmen akbil'i sahiplendi, "Ver birader ver" deyip bastı akbil'i. Neriman, bir gün hiç arka kapıdan otobüse binmeyecekmiş gibi kılını kıpırdatmadı.
Neriman neden bu kadar çok toplu taşıma kullanıyordu biliyor musun? Bir gün araba sahibi olabilmek için. Yani elbette bu kadar çalışıp bu kadar sabretmesinin tek sebebi bu değildi, fakat sebeplerinden birisi buydu. Sorun şu ki Neriman, kendi yaptığı işi bile düzgün yapamayan o insanlardan biriydi. Bu nedenle hep başkalarıyla arasını iyi tutmalı, özellikle kendisinden yüksek statülü insanlarla iyi geçinmeliydi. Yoksa kendi başarısıyla hiçbir boka varamayacağını o da içten içe çok iyi biliyordu. Önünde çok fazla seçenek yoktu Neriman'ın: Ya kendisine istediklerini verebilecek bir salakla evlenmeliydi, ya da biriktirmeliydi. İlk seçenek gerçekleşene kadar da biriktirmeyi tercih etti Neriman. Sanki bir gün hiç bitmeyecekmiş gibi biriktirdi.
Neriman, Cahit Berkay'ın müziklerini Turkcell reklamlarında kullanması için "Rezillik yea, yazık..." derdi. Veya Rutkay Aziz'in banka reklamında oynaması için "Ustaya yakışmadı" yorumunda bulunurdu. Zira idealist bir kadındı Neriman. Fakat iki gün önce kendisine "Aptal karı" diyen patronuna hiçbir tepki göstermemişti. Neriman ya kendisinin aptal bir karı olduğunu biliyordu ve bunun kendisine söylenmesini de vakur bir tavırla haklı bulmuştu, ya da para kazanmak zorunda olduğu için bunu sineye çekmişti. Konu başkalarının hayatı olunca idealist kesilen Neriman, iş kendisine gelince ne kadar da materyalist bir dalyarrak oluyordu. Doğrusu Neriman, sanki sıra hiç kendisine gelmeyecekmiş gibi ahkam kesiyordu.
Ofis arkadaşlarıyla nezih bir mekanda fasıla katılacaktı Neriman. Normalde hiç işinin olmayacağı kanun, tambur gibi çalgılar eşliğinde eğlenecekti. Bu, Neriman için nasıl da büyük bir kendini gösterme, "Ben buradayım!" deme fırsatıydı. Özenle süslendi, beline kadar açık bir sırt dekolteli ve derin göğüs dekolteli elbisesiyle etrafa gülücükler saçtı. Bir ofis arkadaşının getirdiği hoş bir çocukla gece boyunca sık sık kesişmişti Neriman, bu sebeple de o geceden sonraki birkaç hafta boyunca Facebook'una bakıp durmuştu "Acaba beni ekler mi?" umuduyla. Neyse, bir gün kısa boylu, bıyıklı bir adam adres sordu Neriman'a. Neriman o sikilesi kaknem suratıyla "Bilmiyorum" cevabını verdi, oysa gayet de biliyordu kendisine sorulan yeri. Madam Curie'ydi sanki bizim götü mantarlı Neriman, bir tebessüm bile etmemişti bu adama. Zira o namuslu bir kadındı, fakat bu kısa kollu gömlek giyen, bıyıklı, güdük adama karşı namusluydu. Bir gün kendisi hiç hor görülmeyecekmiş gibi hor gördü başkalarını Neriman.
Neriman ne tarih bilirdi, ne siyaset. Ne din konuşabilirdin onunla, ne felsefe. Hatta bu konuları es kaza ona açmaya kalksan ya seni idare edip konunun değişmesini beklerdi, ya da seninle alay ederdi. Zira bunlar hiçbir sike derman olmayan meselelerdi. Bunları öğrenmek için harcanmayacak kadar değerli olan vaktinin büyük bir bölümünü, fırsatlarla dolu Avon kataloğuna harcardı Neriman. Hatta dikkat çekmek için arada sırada futbol öğrenmeye bile çalışırdı Neriman. Tuttuğu takımdaki zenci futbolcuların yarrak boylarıyla ilgili iki ucuz espri yapınca nasıl da ilgi toplardı Neriman. Hayat buydu işte. Başka ne olabilirdi ki? Sanki bir gün hiç ölmeyecekmiş gibi yaşardı Neriman.
Derken en sonunda öldü Neriman. Öyle "vefat etti", "aramızdan ayrıldı" falan değil, öldü. En çok çocukları üzüldü bu duruma. Aslında Neriman anneleri olmasa, onun ölümüne hiç üzülmezlerdi, fakat ne de olsa anneleriydi. İster istemez insan kahroluyordu. Cenaze törenine katılan birkaç arkabası ve arkadaşı da üzülmüştü Neriman'ın ölümüne. Onlar da her ne kadar bunu kendilerine bile itiraf edemeseler de, sırf çok görüştükleri ve çok yakın oldukları için üzülmüşlerdi Neriman'ın ölümüne. Sırf duygusallıktan yani. Yoksa Neriman bu hayatta ne yapmıştı ki onun kaybına üzülsün insanlar? Ne sike derman olmuştu Neriman? Yıllarca yaşadığı şu hayatta toplasan kaç saatini başka insanların mutluluğu için harcamıştı Neriman? Cenaze törenine katılan diğer otuz veya otuz beş kişilik kalabalık ise "üzgün görünmeliyim" diye uğraşıyorlardı. Hatta bazıları "Ulan benim bu duruma üzülmem lazım ama üzülemiyorum, neden üzülemiyorum ya?" diye utanıyorlardı kendilerinden. Zira herkes biliyordu ki, tıpkı kendileri gibi Neriman da iyi biri olmak için değil iyi biri gibi görünmek için uğraşıyordu. Neriman zamanla unutuldu, bir gün karşısına çıksa "Merhaba" demeye tenezzül etmeyeceği Adanalı tarla işçisi Kara Bilal tarafından Neriman'ın götüne tıkanmak üzere toplanan o pamuklar toprağa karıştı. Neriman hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadı ama sanki hiç dirilmeyecekmiş gibi öldü.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)