Selam kaynatasız.
Amacım kendi bildiklerimin en doğru olduğunu ispatlamaya çalışarak ego tatmini sağlamak değil, sadece birtakım basit mantıki ve felsefi çıkarımlarımı sana izah edebilmektir. Zira "anlaşılma ihtiyacı" öyle küçümsenecek önemsiz bir ihtiyaç değildir, besin ve solunum gibi biyolojik olarak hayatta kalmanı sağlayacak o "zaruri ihtiyaçların" hemen bir üst basamağında yer alır benim için. Ve maalesef üretmeyen, üretmeye gayret etmek yerine üreteni aşağı çekerek varlığını sürdüren, ilkesiz, tembel ve putperest insanlarla dolu bu dünyada ve özellikle bu ülkede, anlaşılma ihtiyacı bir lüks haline gelmiştir, en azından durum benim için böyle. O sebeple sana yalvarmıyorum ama senden çok rica ediyorum; beni anlamaya çalış. Savunma moduna geçmeden, rasyonel bir insan olmaya çalışarak düşün. Anlattıklarım ve anlatacaklarım yüzünden sana çomak batırıyor olsam da amacım sana zarar vermek değil, korkma. Kısacası o eli bi indir.
Konuya giriyorum, şimdi öncelikle şu aşağıdaki resme bir bak ve sen de o "başkaları adına utanma" hissiyatını benim gibi tüm şiddetiyle bir yaşayıver:
Şimdi Ateizm Derneği'nin bu tweet'inin altına "Allah sizden razı olsun, büyük sevap :))))" gibi ortalamanın sadece bir gıdım üstü zeka barındıran espriler yaparak twitter fenomeni olmaya çalışan ateist adamın müslüman versiyonu gibi, karşıt görüşte fakat aynı denyolukta espriler yapmak amacında değilim. Sana yemin ederim ki bu resme baktığımda benim hissettiğim şey sadece başkaları adına utanmaktır, bunu espri olsun diye söylemiyorum. İşin felsefi çıkarım kısmına girmeden evvel, kendi subjektif tecrübelerimden bir parça anlatıcam sana. İyi dinle beni.
Yaklaşık 5 sene öncesine kadar çoğunlukla ateist, katolik ve mistik kaynakları hatim ederek müslüman olmuş biriyim ben, ironik gelse de öyle. Bir insanın uykusu neden bölünür? Ya bir gürültüye, ya da birinin seni dürtmesi gibi fiziksel bir temasa maruz kalırsan uyanırsın. Veya ne bileyim ertesi gün çok stresli bir işin vardır, kabus görürsün, hava sıcaktır, sebepleri çoğaltabilirsin. İşte benim 5 sene önce gecenin ortasında uykularımdan uyanma sebebim, aklımdaki sorulardı. Ki sırf aklındaki sorular yüzünden uykusundan uyanan bu adam, İstanbul'da oturmasına rağmen 17 Ağustos depremine uyanamamış ve hâlâ da ertesi sabah uyanması gerekiyorsa muhakkak aynı evde yaşadığı kişiye kendini uyandırmasını tembih eden, çünkü havan topu sesine bile uyanamayan bir ayıdır. Neyse, gecenin 3'ünde gözümü açıyordum, gözümü açtığım anda aklımda en az bir, genellikle de birden fazla soru oluyordu. Bu soruların bir kısmı gün içinde meşgul olduğum şeylerken, büyük bir kısmı uykumdayken aklıma gelen, yani bilinçaltımın kustuğu şeylerdi. Bu sorulara karşı duyduğum cevap bulma isteği beni uykumdan uyandırmakla yetinmiyor, apar topar yataktan kaldırıyor, aklımdaki sorunun alanına göre ya bana bilgisayar başında mesai yaptırıyor, ya babamın kütüphanesini kurcalattırıyor, ya tanıdığım birini gecenin o vaktinde aramama sebep oluyor, ya da bunların birkaçını aynı anda yaptırıyordu. Eğer o gün normal insan taklidi yapıyorsam, gece vakti uyandırdığım kişiyle konuşmamı "ya kusura bakma seni de bu saatte uyandırdım ama...(şimdi burada "önemli değil" demesini beklediğim için susuyorum)" şeklinde samimiyetsiz bir kibarlıkla bitiriyordum ve genellikle bunu bile yapmıyordum. Çünkü benim sorularıma cevap bulmamdan daha önemli hiçbir şey yoktu.
Bu memnuniyetsizlikten doğan arayış arzusu, aynı psikopatlık derecesinde olmasa da hâlâ bende baki kaldı. O sebeple rahatlıkla diyebilirim ki ateistlerin, Hristiyanların ve mistiklerin argümanlarının büyük çoğunluğuna aşinayım. Teorik argümanlarına olduğum kadar, pratikteki hal ve tavırlarına da aşinayım ki şu yukarıda gördüğünüz Ateizm Derneği'nin "çorba dağıtıyoruz ve bunu bir dine inanmadan yapıyoruz heheheheh anladınız di mi olayı :))) ayrıca bu bizim normal halimiz hacı, hani "her çarşamba olduğu gibi bu çarşamba da böyle yaptık" diye belirtmemiz de ondan :)))))))" temalı paylaşımının mantığına da aşinayım. Internet'teki müslüman karşıtı Hristiyan kaynaklarda buna pek rastlamazsınız, fakat amatör ateist blog'ların benim gözlemlediğim kadarıyla belirli bir kısmında bir hayır işinin veya iyi bir aktivitenin duyurusunun yapıldığını görürsünüz. Katolik adam bu "iyi birisi olabilme"nin ispat çabasına girişmez, zira Allah ve ahiret inancı vardır, toplumunun yerleşik inancı da budur ve bu konuda kafası rahattır. Fakat ateist blog yazarı, sayfasının kıyısında köşesinde de olsa ufak bir "AIDS'e karşı bir imza da sen at!", "Kanada'da fokları öldürüyorlar :(" duyurusu yayınlar. Bunlar elbette "dine inanmadan da iyi birisi olabilirim" düşüncesinin ispat çabasına dayanan göstermelik işlerdir, altındaki psikolojik etmenin bu olduğunu anlamak için dahi çocuk olmaya gerek yok.
Gel gelelim benim daha önce gözlemlemediğim şey ise, bu "din olmadan da iyi birisi olabilme" ispat girişiminin bu kadar kendini küçük ve komik duruma düşürme pahasına yapılmasıydı. Hani eloğlu bu işleri öyle çok da göze sokmadan, daha klas bir şekilde yaparken, bizimkiler gitmiş yeni gelin gibi kendilerini ne kadar komik duruma düşürdüklerinin bile farkında olmadan yapıvermişler. Görünce dudaklarımdan üfleme ve gülme karışımı bir ses çıktı anasını satayım. Neyse, işin Türk ateistinin varoşluğundan ve saplantılı ruh hâlinden kaynaklanan bu kısmı üzerine daha fazla geyik yapmıycam, işin felsefi kısmına geliyorum.
Dine inanmadan da iyi ve ahlaklı birisi olabilir misiniz? Tabi ki olursunuz. Mağarada yaşamıyorsanız zaten hem çevrenizde, hem de dünya üzerinde herhangi bir dine inanmayıp iyi işler yapan insanlar olabildiğini ve aynı şekilde dindarların da çok kötü işler yapabildiklerini fark etmişsinizdir. Zira her insan içten içe iyilik yapmaya meyillidir. Bir şekilde iyiliği sever, kötülüğü de itici buluruz. Hali hazırda ben de 5 sene evvel ateist olduğum kısa süre zarfında kızarmış tavuğu ellerimle yedikten sonra ağzımdaki yağları koluma silip namaz kılan babaannemi camdan aşağı atmaya kalkışmadım. Senin benim gibi orta halli adamları siktir et, Hitler dediğin ruh hastası bile hiçbir Yahudi kampını ziyaret etmemiş, daha doğrusu edememiştir. Edememiştir zira elemanın üstün ırk ideali vardı ve bu idealin vicdanıyla çeliştiğini gayet de iyi biliyordu. Katlettirdiği insanları gördüğünde vicdanen falso vermekten çekindiği için idealini riske atmadı ve hiçbir kampa gitmedi hayatı boyunca. İçimizdeki bu iyi olanı sevme, kötü olanı itici bulma tavrına ben fıtrat diyorum, sen ne dersen de artık, orası mühim değil. Gelelim geçen ayki şu yazımda da anlatmaya çalıştığım ve zaten çok da parlak olmayan zekasını bir de edindiği putlar ve önyargılar yüzünden iyice körelten arkadaşların anlamamakta ısrar ettikleri "ahlakın temellendirilmesi" problemine... Yani biz neye dayanarak içten içe hissettiğimiz iyiliklere "iyi", kötülüklere de "kötü" diyoruz? Ahlaklı olmanın bir anlamı var mıdır? Neden maddi olarak bizi zarara uğratmasına rağmen yine de iyiliklerde bulunuruz? İzah etmeye çalıştığım mevzu da, Allah ve ahiret inancı olmadan ahlakın asla temellendirilemeyeceğiydi. Ne uzun bi kelime oldu bu da amına koyim ya, neyse. Yine aynı şeyleri anlatmayacağım bu yazıda, fakat bir adım daha ileri gideceğiz.
Kant'a göre sana kötülük yapılmaması için iyilik yapmak ahlaklı bir şey değildir, zira bunda bir çıkar beklentisi vardır. Yani Kant der ki, sen sırf işin ucunda bir ödül, bir fayda, bir çıkar var diye iyi bir iş yapıyorsan, o yaptığın şey ahlaklı falan değildir, esas ahlaklı işler karşılıksız yapılır.
Ateistler bu görüşe katılırlar, zira semavi dinlerin sunduğu ödül (cennet) ve ceza (cehennem) sistemi üzerine kurulu ahlak anlayışına karşı tek alternatifleri budur. Oysa "karşılıksız iyilik" fikri hiçbir mantıki dayanağı olmayan, yüzeysel ve tamamen duygusal bir söylemdir. Zira bir şeyin anlamlı olabilmesi için muhakkak sana fayda sağlaması gerekir. Öte yandan ateistler "esas ahlaklı olan bizleriz, zira biz ödül beklentisi olmadan iyilikte bulunuruz" deseler bile, kendileri de doğal olarak çıkarlarını düşünerek iyilikte bulunurlar. Çok yakın bir arkadaşımın 3 sene önce yazmış olduğu şu yazıdan kısa bir alıntı yapıyorum, muhakkak okuyun zira işin özü budur:
Bu listeyi sabaha kadar uzatabilirsiniz ve ekleyeceğiniz her maddede şunu görürsünüz: Bir ateistin yaptığı her iyilikte; bir manevi tatmin ödülü, prestij ödülü, vicdani çıkar ödülü beklentisi vardır. Kısacası ateistler de gayet doğal olarak "çıkar" beklentisi ile iyilikte bulunurlar. Ağızlarıyla bunu yalanlasalar da, fiilen yaptıkları budur ve bu gayet normal bir şeydir. Zira faydasız olan şey "ahlaklı" veya "iyi" değil, "saçma"dır. Misal Ateizm Derneği'nin yapmış olduğu çorba dağıtma işinde de yine "e" şıkkında belirtilmiş olan "dine inanmayanların da ahlaklı olduğunu ispatlama çıkarı" ve bundan gelen manevi tatmin çıkarı devrededir.
Günümüz ateistlerinin argümanlarının %90'ından fazlası Hz Richard Dawkins'ten gelir. Dawkins şu meşhur Tanrı Yanılgısı kitabında yine çoğu ateistle aynı mantıkta hareket ederek, dinlerin ödül ve ceza sistemi üzerine kurulu ahlak anlayışını reddeder. Yazmış olduğu şu paragrafı bir okuyun [1]:
Güzel. Kısacası der ki, Tanrı'ya yaranmak için iyi işler yapmak ahlaklı olmak değil, yağcılık yapmaktır. Yani Kant gibi o da çıkara dayalı bir ahlak anlayışını reddeder. Ardından bu düşüncelerini de Einstein'ın meşhur bir sözüyle taçlandırır. Semavi dinlerin ahlak anlayışı gerçekten de Allah'a yağcılık mıdır, bu konuya biraz sonra gireceğim. Ondan evvel Dawkins'in, Allah ve ahiret olmadan ahlakı nasıl temellendirdiğine de bir bakalım. Dawkins, ahlakı doğal seleksiyon üzerinden açıklamaya çalışmak gibi baştan kaybetmeye mahkum bir işe girişir ve ne tuhaftır ki bunu da müthiş bir özgüvenle yapar [2]:
Üç-dört sayfa boyunca anlattıklarını bu paragrafta özetlemiş, gerçi dipnot verdim ama yine de ben onları size açıklayacağım. Daha doğrusu Dawkins'in ahlakı temellendirme çabalarını kendi kelimelerimle size açıklayacağım. Zira Dawkins de, onu okuyup anlamlı bulanlar da, kullandığı süslü kelimeler ve yüksek özgüven içeren üslubu yüzünden adamın ne kadar çelişkili ve boş masallar anlattığının farkında değiller. Dawkins'in "neden ahlaklıyız" sorusuna verdiği ve kendi iddiasıyla da "oldukça sağlam" olan dört cevap şunlardır:
1- Kendi türümüzün hayatta kalmasını sağlamak bizim de işimize gelir. Tıpkı sığırların sürü halinde gezerek ava çıkan kaplan sürüsüne karşı avantaj sağlaması gibi, bir insanın da diğer insanlara yardım etmesi kendisi için işleri kolaylaştırır. Yani yine bir "çıkar" devrededir.
2- İyi davranırsan, diğer insanların da sana iyi davranmasını beklersin. Yine çıkar.
3- İyi biri olursan, iyi bir insan olarak ün sağlarsın, daha üstün birisi olarak tanınırsın. Yine çıkar.
4- Başkalarına yardım eden insanlar aslında "bakın ben güçsüzlere yardım edebilecek güçte bir insanım" diyerek güçlerini diğer insanlara ispat etmiş olurlar. Bu da karşı cinsi etkilemede (cinsel seçilimde) işine gelir ve ayrıca toplum içerisinde seni prestijli birisi haline getirir. Yine çıkar, yine çıkar.
Evet insanlar Dawkins'in saydığı bu sebeplerden dolayı ahlaklı davranabilirler, bunlar doğru gözlemlerdir. Fakat ortadaki saçmalık, dinlerin ahlak anlayışının ödüle ve cezaya dayandığını, gerçek ahlakın ise ödül olmadan yapılan davranışlar olduğunu iddia eden bir adamın bunları "neden ahlaklıyız?" sorusuna cevap olarak vermesidir. Zira saydığı tüm gerekçelerin ucunda yine bir ödül beklentisi vardır, sosyal fayda vardır, çıkar vardır. Allah'ın takdirini kazanmak için iyi işler yapmayı yeterince erdemli görmeyerek buna "Tanrı'ya yağcılık" diyen bir kişinin, sosyal fayda sağlamak için "başka insanlara yağcılık" prensibine dayanan bir ahlak sistemini daha onurlu diye yüceltmesi ne akla sığar, ne mantığa. Tutarsızlık nedir diye sorsan, "budur" der sınavdan çıkarım, bana 100 vermeyecek hocanın da amına koyarım ehehe. Einstein'dan alıntı yaparak felsefe yapmak revaçta ya, ben de Dawkins'e Einstein'ın bir başka sözüyle karşılık vereyim: "Bilim adamı kötü bir filozoftur"
Çoğu ateistin Dawkins'e hak vermesi, insanlardaki yüzeysel ve eksik "bencillik" tanımından kaynaklanır. "Siz cennet için iyilik yapıyorsunuz, biz ise hiçbir beklentimiz olmadan iyilik yapıyoruz" diyen bir insanın saçma mantığına göre, cenneti kaldırdığın anda tüm ödül ve çıkar beklentileri hayattan silinir. Mesela sana sosyolojik bir gözlem olsun diye bir örnek vereyim. Ha-Joon Chang adında Koreli bir iktisatçı vardır. Kitapları epey satar, İnsanların ve medyanın gözünde "çok büyük düşünür, çok zeki adam" imajı vardır kendisinin, fakat bana soracak olursan sadece ortalama üstü zekâya sahiptir, o kadar. Kitap boyunca bencillik kelimesini "kötülük" ve "ahlaksızlık" ile eş anlamlı olarak kullanan bu çok zeki emminin "Kapitalizm Hakkında Size Söylenmeyen 23 Şey" adlı kitabından ufak bir kesit vereyim. Bu abi insanların bencil olmadığını, fedakar olduklarını şu örneklerle izah eder [3]:
Bak bak tipe bak. Ulan gerizekalı, bir insanın sevdiği işi yapması, Maslow'un ihtiyaçlar piramidinin en tepesindeki "kendini gerçekleştirme" arzusuna dayanan kişisel bir çıkardır ve sevdiği işte çalışma amacıyla fedâkarmış gibi davranan birisi, aslında bu kişisel çıkarı için yine "bencilce" davranmaktadır. Kendine duyduğu özsaygı nedeniyle işinde ahlaklı davranışlar sergileyen birisi de, aslında yine özsaygısını ve kendi manevi huzurunu sağlama çıkarı peşinde "bencilce" davranmaktadır. Bir kişinin iş arkadaşlarıyla veya falanca holdingin patronu Semih Bey ile iyi ilişkiler kurmak için işinde fedakarmış gibi ve dürüstçe davranması da, yine bir ödül beklentisine ve çıkara dayanan "bencil" hareketlerdir. Diğerlerini de açıklamayayım artık, velhasıl kelam senin verdiğin tüm örnekler vicdani çıkara ve sosyal faydaya dayanır. Hepsinde de kişisel çıkar vardır, menfaat vardır, buram buram bencillik vardır. Bu mudur insanların fedakar olduklarını ispatlama şeklin? Amına koyim sen gittin bencil olduğumuzu ispatladın farkında olmadan Tatar Ramazan.
Veya birkaç sayfa sonra verdiği örneğe bakın. Sadece çerçeve içine aldığım bölümü ve altına tükenmez kalemle düştüğüm notu okumanız yeterli ehehe [4]:
İşte bu iktisatçı elemanın düşünce prensibine sahip olan birisi, gidip de ateizm üzerine konuştuğunda ağzından "Siz cennet için iyilik yapıyorsunuz, biz karşılıksız iyilik yapıyoruz" lafları çıkacaktır doğal olarak. Ekonomi dergilerinin büyük düşünür diye kakaladıkları adamlar bile "ödül", "çıkar" ve "bencillik" tanımlarını yaparken bu hususları göremeyen, tırt kafalardır. Toplumu ve hele hele tıpkı müslümanlar gibi büyük çoğunluğu kulaktan duyma yüzeysel bilgilerle hayat görüşü edinen ateist kitleyi var sen düşün.
Ölenin arkasından ağlayan bir insan bile bencildir, zira akıttığı her 10 gözyaşının en az 9'u kendisi içindir. Kendimden biliyorum. Hatta ve hatta bir peygamberin ölümüne ağlayan müminler bile kendileri için ağlarlar. Zira ölümüne ağladıkları peygamber, cennete gitmesi kesinleşmiş bir insan olarak bu dünyada ölmekle kendisi için yapabileceği en güzel işi yapmıştır. Onun için endişelenmeyi veya üzülmeyi gerektirecek hiçbir sebep yoktur. Peygamberin arkasından ağlayanlarsa, kendi düştükleri duruma ve içlerindeki nasıl dolduracaklarını bilemedikleri o boşluğa ağlarlar.
Buraya kadar anlatacaklarımı özetleyecek olursam: Evet din olmadan da ahlaklı davranışlar sergileyebilirsiniz. Fakat Allah'ın rızasını kazanmaktan daha onurlu bir amaç için ahlaklı davranışlar sergileyemezsiniz.
Mümin de, inançsız da aynı sebepten dolayı ahlaklı davranır: Kendi çıkarı için.
Fakat yöntemleri farklıdır.
Mümin kendi çıkarı için Allah'ın rızasını kazanmaya çalışır. İnançsız ise kendi çıkarı için diğer insanların veya kendi vicdanının rızasını kazanmaya çalışır.
Karşılıksız iyilik yapma fikrinin gerçeklerle hiç bağdaşmayan, sadece duygusal bir söylem olduğunu sanırım artık herkes idrak etmiştir. Peki herkes kendi çıkarı için iyilik yapıyorsa, bir ateistin bir müslümana "Ben karşılıksız iyilik yapıyorum, sen cennet için yapıyorsun" demesinin altındaki esas mantığı çözelim şimdi. Aslında bu sözü, şimdiye kadar bahsettiğim tüm duygusal ve gerçeklerle çelişen ifadelerle değiştirip, mantıklı bir cümle hâline çevirirsek, ateistin asıl şikayetinin şu olduğunu göreceğiz: "Ben bir süreliğine sağlayacağım vicdani çıkarlarım için ve yine bir süreliğine sağlayacağım sosyal faydalarım için iyilik yapıyorum. Sen ise Allah'ın rızasını kazanarak cennete gitmek ve sonsuz fayda sağlamak için iyilik yapıyorsun."
Yani ateistin buradaki esas şikayeti, müslümanın kendisinden daha zekice bir yatırım yapıyor olmasıdır. Ateist, kendisinin yaptığı düşük kârlı yatırıma "erdemli davranış", müminin yaptığı yüksek kârlı yatırıma ise "Tanrı'ya yağcılık" der, zira yapmakta olduğu hatayı temize çıkarabilmesinin tek yolu, ahlakı sanki karşılıksızca yapılan bir işmiş gibi göstermektir.
Elbette pratikte bir müslüman da vicdani çıkarı için ve toplum nezdinde sağlayacağı prestij için iyilik yapabilir. Yani müslüman olan birisi de kendisini daha iyi bir insan olarak hissetmek için, karşısındakinden bir teşekkür duymak için, başkaları tarafından takdir edilmek için iyilik yapabilir. Fakat bu pratikteki müslümandır, hata yapabilir, bunları düşünerek iyilikte bulunuyorsa da yanılgı içindedir. Zira Allah'ın öğütlediği, müslümanın aklını kullanması ve esas nihai çıkarını düşünerek iyilik yapmasıdır. İnsan suresinin şu ayetlerini bir okuyun şimdi, özellikle 9. ayet çok önemli, bu ayetlerde iyi davranışlarda bulunan müslümanlar şu şekilde anlatılır:
8. Yoksula, yetime ve esire, yemeği severek yedirirler.
9. "Biz size yalnız ve yalnız Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık da bir teşekkür de istemiyoruz;
10. Çünkü biz, asık suratlı, sert bir gün yüzünden Rabbimizden korkarız." derler
Sırf su 3 ayette bile, benim şimdiye kadar paragraflarca şey yazarak anlatmaya çalıştığım mevzu harika bir şekilde açıklanır. Doğal olarak herkes kendi çıkarı için iyilikte bulunur, Allah ise müslümanlara gayet doğal olan bu "kendi çıkarını düşünme" işini yaparken akıllarını kullanmalarını emreder. Zira bir iyilik yaptığında, iyiliği yaptığın o kişiden ve diğer insanlardan sağlayacağın çıkarlar geçicidir, dolayısıyla da anlamsızdır. Teşekkür işitmek gibi kısa süreli manevi bir tatminden veya iyi bir insan olarak nam saldığında elde edeceğin geçici sosyal faydadan çok daha büyük çıkarların vardır: Allah'ın rızası ve cennet.
Herkes bir çıkar için iyilikte bulunduğuna göre, ahlaklı davranmak bir ticarettir. Ünlü düşünürlerin siyah beyaz fotoğrafları ve havalı sözlerinden oluşan romantik Facebook caps'lerinizle çelişse de gerçek budur. Zira iyilik yaparken, sağlayacağın vicdani çıkar ve sosyal fayda için efor sarfedersin. Mantıken bunun, elma satan bir pazarcının yaptığından hiçbir farkı yoktur. Pazarcı elmalar için de, pazardaki tezgâhını açacağı yer için de cebinden para öder ve aynı zamanda emek verir, yorulur. Tüm bu eforları ise, ilk başta koyduğundan daha fazla parayı kazanmak için yapar. İyilik yapan bir insan da maddi olarak ve manevi olarak ilk başta "verir", fakat karşılığında bir çıkar "almayı" bekler. Ahlaklı davranmak bir ticarettir. Kuranı gönderen Allah, aynı zamanda insanı ve tüm kainatı yaratan Allah olduğu için bu durumu gayet iyi bilmektedir. Ve insanları nihai çıkarlarını düşünmeye, yani en akıllı ticareti yapmaya davet eder. Bakın Saff suresinin 10. ayetinde Allah'ın rızasını kazanmak için iyi işler yapmak nasıl tanımlanıyor:
"10. Ey iman sahipleri! Dikkatlerinizi, sizi korkunç bir azaptan kurtaracak bir ticarete çekeyim mi?"
Ticaret.
Bir karşılık beklemeden iyilik yaptığını iddia eden, oysa gayet de kendi çıkarı için iyilik yapan, fakat bunun farkında olmayan kişiler elbette bu "ticari" durumu beğenmediklerini söylerler. Bunun adına "Tanrı'ya yağcılık" derler. Onlar için bu yeterince "erdemli" bir davranış değildir. Oysa akıllıca davranmak insan için en büyük erdemdir. Ve gerçek ahlak; geçici olan insanlardan veya geçici olan vicdanından bir medet ummak değil, Allah'tan medet ummaktır. Ölmeye mahkum olarak geldiği bir dünyada insanoğlunun yapabileceği en akıllı iş, Allah ile ticaret yapmaktır.
Yağcılık veya dalkavukluk nedir? Sana bir çıkar sağlayacak kişilere olduğundan fazla iyi, fazla cömert davranmaktır. Bunu yapmadaki esas prensibin ise şudur: Çıkarının olduğu o insanlara, kendini aslında hiç olmadığın kadar iyi biriymiş gibi tanıtmaya gayret gösterirsin. Kendin hakkında çok olumlu düşüncelere sahip olmalarını ister, dolayısıyla da rol yaparsın.
Allah'a yağcılık yapabilmemiz için, Allah'ın bizim aslında nasıl biri olduğumuzu bilmemesi gerekir. Bizim gerçekte nasıl birisi olduğumuzu bilmemelidir ki, kendimizi ona olduğumuzdan daha iyi biriymiş gibi tanıtabilelim. Allah'a yağcılık yapabileceğimizi iddia eden bir kişinin zihnindeki Tanrı, tıpkı Antik Yunan'daki Tanrılar gibi insanımsı özelliklere sahip olmalıdır. Bizim hakkımızda eksik bilgiye sahip olmalıdır. Fake atılabilir ve kandırılabilir olmalıdır. Allah'a yağcılık yapılabileceğini iddia eden birisinin zihnindeki Tanrı tasavvuru ilkeldir.
Necm suresinin 32. ayetinden bir bölüm vereceğim, n'olursun üzerinde düşünerek oku:
"Sizi en iyi bilen O'dur: Hem sizi topraktan oluşturduğu zaman, hem de annelerinizin karınlarında ceninler halinde bulunduğunuz zaman. O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur."
Dikkat ederseniz bu lafları söyleyen, benim hakkımda mükemmel bilgi sahibi olduğu iddiasındadır. İçimde ne kazanlar kaynadığını, kafamdan nelerin geçtiğini, aslında ne kadar kötülük potansiyellerine sahip olduğumu gayet iyi bildiğini söylemektedir. Benim her hâlimi bildiğini ve dolayısıyla kendimi temize çıkarmaya çalışmamın yersiz olduğunu söylemektedir. Ben bu lafları söyleyene nasıl yağcılık yapabilir, nasıl onu kandırabilir, nasıl aslında olmadığım kadar iyi birisi olduğuma inandırabilirim?
Bu imkânsızdır. Böyle bir kanıya sahip olan kişi aciz bir ilahtan bahsetmektedir, Kuran'daki Allah'tan değil.
"Göğüslerinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir" (Ali İmran 29'dan)
O hâlde bu sözleri söyleyenin ve beni yaratanın isteği benim iyi biriymişim gibi rol yapmam olamaz. Zira içimdeki kötülük potansiyellerinin farkındadır, beni bu şekilde yaratan O'dur, kendisi de söyler bunu.
"7. Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene.
8. Ardından da ona bozukluğunu ve takvasını ilham edene..." (Şems suresi)
Öyleyse benden istenen sanki bir melekmişim gibi rol yapmam değil, çabalamamdır. Allah benim içime iyiliğe de, kötülüğe de yetisi bulunan bir potansiyel yerleştirmiştir. Dolayısıyla benden istediği, aklımı kullanarak içimdeki potansiyellerden "iyi" olanı seçmem ve bu yönde çabalamamdır.
"39 Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur.
40 Ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir." (Necm suresi)
Beni benden daha iyi bilen birisine ne yalakalık yapabilir, ne de onun gözünü boyayabilirim. Yalnızca bana verilmiş kötülük potansiyeline rağmen, yine bana verilmiş olan iyilik potansiyelini kullanmak yönünde bir seçim yapabilirim. Bu seçimi de aklımı kullanarak yaparım. Bundan sonraki adım ise çalışmaktır. İnsan olarak benim üzerime düşen bunlardır. Ortada bir dalkavukluk veya yağcılık yoktur. Fazladan iyi davrandığı bir insandan bile "he söyle bakalım, yine ne isteyecen?" cevabını alabilen insanoğlunun, karşısında çırılçıplak olduğu Allah'a yalakalık yapabileceğini zannetmesi saçmalıktır. Olum ne kadar abuk sabuk şeyler düşünüyosunuz ya.
Bitirmeden evvel hem bu yazının, hem de bir önceki yazımın özeti mahiyetinde bir şey anlatayım sana şimdi hacı. Yaklaşık bir sene önce bir arkadaşımla beraber biriyle tanıştık. Gerçek adını yazmıyım, Elif olsun adı. Elif, Robert Koleji mezunu, üniversiteyi ve master'ı yurtdışında yapmış, sonra Türkiye'ye dönüp hepimizin bildiği meşhur bir markanın şirketinde iyi bir pozisyonda çalışmış. Derken sikerim böyle işi deyip o antin kuntin plaza hayatından ayrılmış. Şu an da dahil olmak üzere Elif yıllardır kendini kedilere vermiş durumda. Yani evinde sadece 2 tane kedisi var ama muhtelif veterinerlerde, bakım evlerinde ve arkadaşlarının evlerinde yığınla kedisi var. Onlarca kedinin hayatını kurtarmış, daha fazlasına da yuva bulmuş. O gün bize verdiği ve şimdi eşek kadar olan kediyi de ölmek üzereyken bulmuş hatta. Epey zeki de bir kız, İstanbul'daki veterinerlerin büyük çoğundan daha fazla şey biliyor kediler hakkında ki Türk veterinerlerin yeterince bilgi sahibi olmadığı virüsler hakkında yabancı makaleleri Türkçe'ye çevirip dağıtan, veterinerlere öğreten bir manyak. İlk tanıştığımız gün epey sohbet ettik, konu döndü dolaştı dine geldi. Elif'in din hakkında pek fazla bilgisi yoktu, fakat kuvvetli bir Allah inancı vardı. Yani fıtraten yöneliyoruz işte Allah'a, Elif'te de durum bu. Ahiret inancı da vardı, fakat ahirete olan inancı Tanrı'ya olan inancı kadar kesin değildi o gün. Uzun uzun konuştuk, ayetleri anlattık, delillerimizi sunduk Elif'e. Söylediklerimiz Elif'in aklına yattı ve sohbetin sonunda bize tam olarak şunu söyledi: "Sizinle konuşunca rahatladım. Bazen acaba bu yaptıklarım boşa gider mi diye düşünüp korkuyordum."
Şimdi varsayalım ki ben azılı bir ateist veya deisttim ve o gün Elif'e neden dinlerin yalan olduğu hakkında uzun bir ahkâm kestim. Hatta Elif'i de ahiretin ve cennetin olmadığına ikna ettim. Ertesi gün Elif ne yapacaktı? Herhalde yine aynı şeyleri yapacaktı. Yine saatini sabah 9'a kurup bilmem kim veterinerdeki kedisi Abuzer'e serum takmaya gittikten sonra, bilmem neredeki kedisi Şehmuz'u almak isteyen birileriyle görüşecekti. Çünkü içinde bu vardı. Fıtratı onu buna yönlendiriyordu. Fakat arada bir fark olacaktı. Tüm bunların hiçbir anlamı olmadığını bilecekti. Kendi deyimiyle her şeyin "boşa gideceğini" biliyor olacaktı. Zira tüm yaptıklarının ve hayattaki her şeyin bir anlam kazanması için, Allah ve ahiret var olmak zorundaydı. Bu denklemin başka bir çözümü yoktu.
Her şeyi Darwinizm ve doğal seleksiyon üzerinden açıklayabileceğini zanneden Dawkins'in argümanlarının hiçbiri Elif'in neden bunları yaptığını açıklayamıyordu. Elif, çevremdeki kedilerin nesli tükenir de ekosistemim zarar görür endişesiyle bunları yapmıyordu. Türkiye'deki sosyoekonomik ve sosyokültürel dilimlerin en üst tabakasına rahatlıkla girebilecek olan Elif, iyi birisi olarak nam salmak ve cinsel seçilimde ön plana çıkmak için de kedilerle bu kadar uğraşmıyordu, zira amacı bu olsaydı çok daha iyi yollara başvurabilecek imkânları vardı elinde. Elif'in vicdan çıkarı devredeydi, kendini gerçekleştirme çıkarı devredeydi, ve sadece kendisinin bildiği diğer vicdani çıkarlar devredeydi. Bu çıkarların doğal seleksiyonda bireye bir fayda sağlamadığı ve Dawkins'in daracık bakış açısında yer bulamayacağı aşikârdır. Yani Elif ahirete inanmıyor olsaydı da, gayet fedakârca gözüken o kedilere iyilik yapma eyleminin altında, aslında kendi çıkarı yatıyor olacaktı. Zira ancak bu şekilde kendini iyi hissedebiliyordu. Kedileri terk ettiğinde kendini kötü hissedecekti. Yine bir ödül için ve cezadan uzaklaşmak için hareket ediyor olacaktı Elif.
Elif bir keresinde bana "bir iyilik yaptığında aklından cennet geçiyor mu?" diye sordu. Zira zeki biri olmasına rağmen Elif'in hâlâ bencilliği idrak etmekle ilgili sorunları var. Bu sorusunun altında yine "cennete gitmeyi ve Allah'ın rızasını kazanmayı küçümseme" zannı yatıyordu açıkça anlaşılacağı üzere. Oysa Elif'in anlaması gereken nokta, kimsenin çıkar gözetmeksizin bir iş yapamayacağıdır. Tabiatı gereği herkes bir çıkar için bir işler yapar ve bu çıkar beklentisiyle yapılan işlerin içinde "iyilik" de vardır. Tıpkı kendisinin kedilere yardım ederken devreye giren vicdani çıkarı gibi, veya Ateizm Derneği'nin çorba dağıtarak bir şeyleri ispatlamaya yönelik manevi haz çıkarı gibi. Çıkarsız iyilik yapmanın mümkün olmadığı, çıkarsız yapılan işlerin "anlamsız ve saçma" olduğu bir dünyada, en akıllıca iş Allah'ın rızasını kazanma ve cennete gitme çıkarıdır. Bunda utanılacak, küçümsenecek bir durum yoktur. Bunu küçümsenecek bir şeymiş gibi gösterenler sadece insan doğası gibi çok önemli bir konu hakkında çarpık fikirlere sahiplerdir.
Elif'le ilgili anlattığım her şey gerçek, fakat tipime uyuz olduğunuz için bunları uydurduğumu düşünüyorsanız da, yine de vardığım çıkarımların gerçekliği ortada. Yani bunlar senaryo olsa da ortada değişen bir durum yok, sadece anlattıklarımı destekleyen bir öykü yazdığımı varsayın o zaman ne diyim artık. Epeydir bir şeyleri sorgulayan Elif ise geçen aylarda bize nasıl namaz kılınacağını sordu, sonra da namaz kılmaya gitti. Elif'e bunların nasip edilmesinde, yaptığı o iyi işlerin ve kurtardığı canların payı var mıdır, şimdiye kadar yaptığım o kadar objektif çıkarıma zeval gelmemesi açısından subjektiflik gerektiren bu yorumu da size bırakıyorum artık. Allah iyi kullarını ziyan etmez diyerek uzuyorum.
Kaynataya selamlar.
Dipnotlar:
1- Richard Dawkins, Tanrı Yanılgısı, Sf 215. Kuzey Yayınları, 5. Baskı, 2007.
2- Richard Dawkins, Sf 208.
3- Ha-Joon Chang, Kapitalizm Hakkında Size Söylenmeyen 23 Şey, Sf 75. Say Yayınları, 2. Baskı, 2012.
4- Ha-Joon Chang, Sf 77.