Okunması şart makaleler:

Tasavvuf ve Tarikatlardan Yeni Dünya Dinine: Bölüm 1 ve Bölüm 2
Komünizm, Kızıl Devrim, Sovyetler Birliği ve Şirketler
İnsan, Din ve Kuran
Bu da amme hizmeti: Okunması Gereken Kitaplar Listesi

Bir Başka Din: Tasavvuf kitabı çıktı; internet'ten sipariş etmek için kitapyurdu link'i.

YENİ: Youtube'daki hodor hodor konuşmalarım için buradan alalım.

21 Aralık 2015 Pazartesi

İslam, Cinsellik, Terör ve Yozlaşma

Selam kaynatasızlar.

Önemsediği konular hakkında mükemmeliyetçi kesilen sikindirik yapım sebebiyle kendimi, her seferinde illa 100 küsür dipnotu olan upuzun araştırma yazısı yazmak zorunda hissettiğimi, aslında burasının bir blog olduğunu ve kafama esen herhangi bir konu hakkında da birkaç kelam edebileceğim kısa yazılar yazabileceğimi fark ettim. Yani bunun farkındaydım da, bu sefer ne kasıyorum amına koyim, yaz gitsin diyebildim kendime. Bu yazıda size biraz bilgi, biraz sorgulama, biraz da muhabbet vadediyorum. Ama büyük çoğunluğunuzun bu yazıyı okumak için ayıracağınız vakti daha yararlı bir işte kullanmayacağınızı bildiğimden, yine de okumanızı şiddetle öneriyorum. Çok uzun olmasa da öyle boş bir yazı değil.

Dün birkaç kitapçı geziyordum. "İslam'a Göre Cinsel Hayat" diye 400 küsür sayfalık bir kitap buldum, yazarı da profesör bir ilahiyatçı. Ayrıca İslam'da cinsellik konulu böyle başka yüzlerce sayfalık kitaplar, upuzun sohbetler de mevcut piyasada. İslam'a göre cinselliğin konuşulmasında hiçbir sakınca yok elbette de, bu konu hakkında 400 sayfa yazacak şeyi nereden buldun, nerenden uydurdun be adam? Kaynatasızlar, size Kuran'a göre cinsel hayattaki kuralları yazıyorum, benim yazmam da, sizin öğrenmeniz de 10 saniye sürecek:

1- Evlilik dışı cinsel ilişki (zina) yapma (İsra 32).
2- Anal seks yapma (Bakara 222).
3- Regl döneminde olan kadınla cinsel ilişki kurma (Bakara 222). Ki bu da artık kadına verilen bir haktır, kadını o haldeyken zorlama diyor sana.

Evet İslam'a göre cinselliğin kurallarını öğrendiniz, ders bitmiştir, bundan sonrasında atış serbesttir. Artık eşinle hizmetçi fantezisi mi yaparsın, facesitting'ten facial cumshot'lara mı varırsın, ne hoşunuza gidiyorsa öyle takılırsınız. Fakat mezheplere ve rivayetlere göre suyu nasıl içeceğinden tut, saçını ne yöne taraman gerektiğine kadar 50 türlü (ve hepsi de genellikle birbirinden farklı) kural olduğu için, bir insanın günah işlememesi için Kuzey Kore askeri edasıyla robot gibi yaşaması gerekiyor. Mezheplerin kendi kafalarından koydukları bu kurallar elbette cinsellik için de geçerli, insanların yatak odalarına girmekte de bir mazur görmüyor bu mübarek zatlar. Yani haramlar Kuran'da belli olduğu için, mezhepler koydukları her kurala "haram" demiyorlar, ama işte "caiz değildir", "mekruh"tur, diye kılıfına uydurup biraz yumuşatarak Allah'ın helal ettiği bir şeyin, günah olduğunu söyleyebiliyorlar.

Örneğin Cübbeli Ahmet, katıldığı bir televizyon programında oral seksin caiz olmadığını şu argümanla açıklamıştı: "Yahu ben o ağızla Kuran okuyorum, neden öyle pis işlerde kullanayım ağzımı?".

Haydaaaa. E be güzel kardeşim kadının vajinasından da insan çıkıyor, hatta kadının vajinasından peygamber bile çıkıyor, o halde eşimizin cinsel organına da dokunmayalım o mantıkla. Belki o amdan insanlık adına çok faydalı işler yapacak bir müslüman evladı çıkacak, napayım kutsal kase muamelesi yapıp hiç elleşmeyeyim mi? Tipe bak ha.

Bir de bu Cübbeli en son "yanmaz kefen" işine girmişti ki, bu piyasanın aynısı hurafenin başkenti Konya'da da vardır. Kabir azabından korunmak için yanmaz kefen satarlar. Yahu birincisi, Kuran'da kabir azabı diye bir şey yok. İkincisi, diyelim ki kabir azabı var, sen bundan Çakıroğulları Tekstil A.Ş.'nin ürettiği kumaşla mı kurtulacan? Yunan tanrısı Zeus'a kafa tutan Hera msınız lan siz? Bak hacı sana dünyadaki en kârlı işleri sıralayayım; silah kaçakçılığı, uyuşturucu, din tüccarlığı ve Kadıköy-Beşiktaş vapurunda gitarla İzmir Marşı çalmak. Özellikle "Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa" kısmını defalarca okuyunca "müziğimize destek olmak ister misiniz?" diye dolaşan çocuğu Chp'li teyzeler 5 liraya boğuyorlar. Özellikle rozetli teyzelerin 10 lira attığını da gördüm ben, çünkü o rozet +10 stamina ve cömertlik bonus'u veriyor.

Neyse, bir kitapçıda gezerken canımı en fazla sıkan şey, "din" kategorisindeki raflarda bu Cübbeli'lerin, Nihat Hatipoğlu'nun, Mevlana'nın ve bilimum mezhepçi/tasavvufçu adamın kitaplarının fink atmasıdır. Bir diğer canımı sıkan mevzu da felsefe kategorisindeki raflarda Nietzsche'nin kitaplarının dizili olmasıdır. Übermensch'miş, bengi dönüşmüş, hassiktir oradan bıyıklarına röfle yaptığımın hıyarı. Yani her insan yanılır, hatta saçmalar da herifin sözüm ona felsefesinin temel direği böyle saçmalıklar ulan.

1984 romanını okuduysanız oradaki sosyalist rejim de cinsellikten zevk alınmasını yasaklar ve cinselliğin sadece üreme için yapılmasını emrederdi koyun sürüsü toplumuna. Bence insanların çoğu Kuzey Kore devlet lideri Kim Jong-Un'u kıskanıyor hacı, ne güzel her dediğin tanrı kanunu oluyor, herkes sana tapıyor falan.

Marksizm-Leninizm ve biraz da Mahir Çayan'ın felsefelerinden etkilenen DHKP-C'de de bir zamanlar alkol, zina ve hatta sevgili edinmek bile yasaktı (şimdiki halinde işler biraz yumuşamış olabilir, bunlar eskiden devrimci takılan arkadaşlarımdan aldığım bilgiler). E madem dini reddediyorsun, Marksist'im diyorsun, bu zevklerden uzak durmak ve çilecilik neden? Bu çileciliğin kökeni tee pagan dinlerden gelir ve dünyadaki çoğu ideoloji ama kısmen, ama yoğun bir şekilde etkisi altında kalmıştır çilecilik felsefesinin.

Bu, Allah'ın helal kırdığı zevkleri insanlara yasaklamak, yani çilecilik veya bir diğer adıyla asketizm, İslam'a da tasavvuf denen pagan inanıştan sızmıştır. Sufiler durduk yere kendilerine eziyet ederler, müritlere hakaret edip hesapta egolarını ezerler, kendilerini bir odaya hapsedip günlerce hatta aylarca halvete girerler... Bu tasavvufi tarikatlar da kendi aralarında bilmem kaç kola ayrıldığı için bu eziyet türlerinin çeşitli örneklerine rastlayabilirsiniz. Rivayet ve tasavvuf kültürü etkisindeki günümüz müslümanlığında, "Peygamberimiz her gün sadece bir hurma yemiştir, çok fakir bir hayat sürmüştür" hikayeleri dolanır durur ortalıkta. Fakat dinin ilk ve tek kaynağı olan Kuran, peygamberimize hitaben der ki: "Allah, seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?" (Duha 8)

Valla ayetlere göre peygamber son zamanlarında gayet de zenginlik ve refah içindeydi ve bu zenginliğin iyiye ve güzele kullanılması da Allah'ın en takdir ettiği davranışlardan birisidir Kuran'a göre. Zira Kuran'da fakirliğin ve çile çekmenin övüldüğü tek bir ayet bulamazsınız.

Örneğin bazı müslüman (!) ülkelerde kadınlara da sünnet yapılır ve bu sünnet operasyonunda kadınların klitorisleri alınır ki cinsel ilişkiden zevk alamasınlar. Amaç tamamen dünyevi zevke düşmanlık. Oysa Allah, helal yoldan olduktan sonra ye, iç, geçici de olsa bu nimetlerin tadını çıkar diyor sana Kuran'da.

Kuran'da "helal olan bir şeyi harama çevirmek" ile ilgili ayetlerin sayısı, "haram olan bir şeyi helale çevirmek" ile ilgili ayetlerin sayısından kat kat fazladır. Maalesef insanlar kibirlenerek, ellerine ego tatmini dışında hiçbir şey geçmeyecek olsalar bile, Allah adına haram uydurabiliyorlar. Kuran'daki bazı ayetlerde Muhammed peygamberimiz yaptığı hatalar yüzünden azarlanır, elbette peygamberler de bizim gibi insandırlar (Bkz: Fussilet 6) ve dünyadaki imtihanları devam etmektedir. Şimdi Allah'ın şu ayette peygamberimizi azarlama sebebine bakar mısınız?

"Ey Peygamber! Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden haramlaştırıyorsun? Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir." - Tahrim suresi, 1. ayet.

Peygamberimiz de birtakım din adamı kisvesindeki insanlarla aynı hataya düşmüş, dine kendi kafasından bir haram uydurmaya kalkışmıştır, fakat peygamberimizin bu adamlardan çok önemli bir farkı vardır: Peygamberimiz hatasını anladıktan sonra tövbe ediyor ve yaptığı yanlışta ısrar etmiyor. Yoksa peygamberin kafasına göre dine kural ekleme hakkı yoktur, zira şimdi başka bir ayete bakın gadasını aldıklarım, çok dikkatli okuyun:

"Onlara bir ayet getirmediğinde, "Onu da şuradan buradan derleseydin ya!" diye konuşurlar. De ki: "Ben sadece Rabbimden bana vahyedilene uyuyorum. Bu, Rabbinizden gelen gönül gözleridir, doğruya kılavuzdur, iman eden bir toplum için rahmettir." - Araf 203

Bu ayetlerden anladıklarımız şunlardır:

1- Peygamber dahil hiçbir insan evladının Allah adına dine kural eklemesi mümkün değildir. Peygamber sadece kendisine vahyedilen Kuran'a uyar.
2- Kuran'da haram veya günah olduğu özellikle belirtilmeyen bir şey de serbesttir. İster yaparsın, ister yapmazsın, orası sana kalmıştır.

"Eee Kuran'da köpek eti yemek haram değil, o zaman git köpek eti ye" diyen arkadaşlara da şunu söylemek istiyorum. Kuran'a göre makarnaya limon sıkıp üstüne tarhana çorbası dökerek yemek de haram değil, ama ben böyle bir şeyi hayatta yemem. Damak zevkime uygun değil arkadaşım ne yapayım? Köpek eti yenilen bir toplumda doğup yetişseydim, eğer o köpek eziyete uğramadan, Allah adıyla kesilip pişirilerek önüme koyulsaydı onu da yiyebilirdim. Çünkü haram değil! Ama şu an ağzıma bile sürmem, çünkü böyle bir şeye alışık değilim, kendi kişisel tercihim.

Neyse dönelim şu cinsellik meselesine. Cinsellik hep bir tabu olarak süregelmiştir. Birincisi, din adamı kisvesindeki insanlar cinselliği sürekli ayıplamışlardır ki helaliyle olduktan sonra bırak ayıp olmayı, dünyadaki en güzel nimetlerden birisidir seks. İkincisi ise, bir dindarın cinsellik hakkında konuşması da, dine mesafeli olan kişiler veya ateistler tarafından derhal onların sapık oluşlarına, akıllarında sikiş sokuştan başka bir şey olmadığına yorulmuştur ki, bu da ateist tayfanın dindarlar üzerindeki cinsellik anlayışı tabusudur. Ki gerçekten de ufacık kızları dahi cinsel istismara uğratan şerefsiz hacı-hocaların varlığı reddedilemez, fakat buradan "bir dindar cinsellik hakkında konuşursa sapıktır" genellemesi çıkarılamaz ve maalesef çoğu seküler insan bu çıkarımı yapma meyillisidir.

Bir diğer konu ise, cennette seks vadedilmesinin aşağılanmasıdır (ki Kuran'da böyle bir vaat olduğu kesin değildir). Öncelikle cennetteki huri kavramının ne olduğu hakkında bilgi edinmek isteyenlere Caner Taslaman'ın konuyla ilgili makalesini tavsiye ediyorum (1). İkincisi ise, cennette seksin olup olmadığı kesin değildir. Ayetlere göre "Cennette kesinlikle seks vardır" da denilemez, "Cennette kesinlikle seks yoktur" da denilemez. Fakat her iki durum da mümkündür ve Kuran'da vadedilen cennet tasviri ile bir çelişki içermez. Kuran'da cennet, genellikle ırmaklar, mücevherler vs gibi dünyadaki güzel nimetleri işaret ederek benzetme yoluyla anlatılır, zira cennette yeni bir yaratılış ve hiç görmediğimiz, hatta hayal bile edemeyeceğimiz nimetler, zevkler vardır. Kuran'daki tüm cennet tasvirleri aslında Fussilet suresi 31. ayetin şu kısmında özetlenir:

"... Cennette sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada sizin için istediğiniz her şey var." 

Sırf bu dünyada gördüklerimden yola çıkarak bana "Cennette ne olsun istersin?" diye sorsalar, herhalde ilk başlarda seksi ve orgazmı sayardım. Yani cennette böyle güzel bir zevkin var olmasında neden bir tuhaflık olsun? Öte yandan cennette hayal dahi edemeyeceğimiz zevkler varsa, seksin ve orgazmın ötesinde daha büyük zevklerin olması da gayet mümkündür. Yani cennette seksin olmamasında da neden bir tuhaflık olsun?

Bana ironik gelen ise, tüm hayatını güç ve seks elde etme peşinde harcayan seküler kitlenin, cennetteki olası bir seks vaadi ile dalga geçmesidir ki buna ben kendi tabirimle tişört üstüne gömlek giyen üniversiteli ergen ateizmi adını veriyorum.

Kısacası, helaliyle olduktan sonra seks ve cinsellik harika bir nimettir. Böyle bir şeyi yarattığı için de Allah'a şükürler olsun.

"Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza dostluk sevgisi ve merhamet koyması O'nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır." - Rum suresi 21

İşin kötü boyutu ise, böylesi güzel bir nimetin ve insanın içinden taşarcasına fışkıran arzunun, başta medya tarafından suistimal edilerek iyice ayağa düşürülmesi, hayat amacıymış gibi sunulması ve içinin boşaltılmasıdır.

Aşağıdaki tabloda, meşhur anket ve araştırma kuruluşu PEW'un, müslümanların yaşadığı bazı ülkelerdeki Işid'e sempati oranları verilmiştir (2). Turuncu kısımlar, Işid'e karşı olan insanların oranıdır:




Turuncular IŞİD'e karşı olanların, yeşiller IŞİD'i destekleyenlerin, griler ise kararsızların oranıdır.

Birçoğu gelenekleri ve oradan buradan duyduklarını din zanneden müslümanların bile çoğunluğu IŞİD'e karşıdır ve IŞİD'e duyulan sempati son derece düşüktür. IŞİD'e sempati gösterenlere ve çekimser olan grilere ise, işin doğrusunu, yani Kuran'ı anlatmak da biz müslümanların görevidir.

Bu kadar cehaletin içerisinde dahi vicdanını, yani fıtratındaki ayetleri dinleyen müslümanların çoğunluğu IŞİD'e karşıdır.

Peki neden araya böyle bir reklam aldım şimdi?




Bu kare, dünyaca ünlü şarkıcı Rihanna'nın bir konserinde on binlerce kişi önünde bir dinleyicisine yaptığı ve zevk çığlıklarıyla alkışlanan kucak dansıdır. Rihanna, adamın sikinin üzerinde sürtünür, herifin elini alır memelerini okşatır ve konser meydanı kendinden geçer.

Şimdi soruyorum, IŞİD'e sempati besleyen insanların mı oranı daha yüksektir, yoksa cinsellik gibi harika bir duygunun içini boşaltan şu hayat tarzına özenen insanların oranı mı? Uçurum yaratacak bir farkla ikincisi öndedir.

Cinselliğin bastırılması hep çok önemli bir psikolojik vaka olarak sunulurken, cinselliğin içinin boşaltılması ve bunun açtığı psikolojik sorunlar neredeyse hiç ele alınmamaktadır. Öncelikle batı odaklı medyadan gördüklerinden özenen insanların, sosyal medyada fırsat bulup kendilerini pazarlamalarının da etkisiyle, güven ve duygusal bağların iyice altının boşaltıldığı bu toplum düzeninde boşanmaların müthiş bir ivmeyle artmasının sebebi nedir sanıyorsunuz? İyice amacından saptırılan feminizm akımı adı altında "ne kadar fazla kişiyle seks yaparsam o kadar özgür bir birey olurum" mentalitesine sahip kadınlar yetiştiren ve "özgür" olacağım diye tabiatına ters davranıp çığrından çıkmış kadınlar yetiştiren, bunu da kendi boş çıkarı için "modernizm" adı altında hoş karşılayan erkekler yaratan seküler toplumun yarattığı bu içi boş düzenin, sahiden en büyük terör olduğunu göremiyor musunuz?

"Ne alakası var, terör insan öldürüyor, bu dediklerin insan öldürmüyor, neyle neyi kıyaslıyorsun?"

Şunları kıyaslıyorum güzel kardeşim:



Bu liste ABD'de 2001-2013 yılları arasında terörden ve cinayetten ölen insanların sayısıdır (3). Kırmızılar cinayetten, maviler terör saldırılarından ölenlerin rakamlarıdır. Aradaki 12 senede ABD'de cinayetten 400.000'den fazla insan ölmüş, terörden ise 3.380 kişi ölmüştür ki bu rakamın da 3000'i artık hazırlayıcılarının kim olduğu malum olan 11 Eylül saldırılarından gelir.

Veya dünyada ortalama her yıl 1.3 milyon trafik kazasında ölmekte, 20-50 milyon arası insan ise sakatlanmakta veya engelli duruma düşmektedir (4).

Bu aşağıdaki grafik de, dünya genelinde her yıl terörden ölen insan sayılarını göstermektedir (5)



Tüm dünyada 1 yıl içinde terör yüzünden ölen insan sayısı, sadece Amerika'da 1 yılda cinayetler yüzünden ölen insan sayısından azdır. Tüm dünyadaki cinayet oranlarıyla kıyaslayacak olursan, var tabloyu sen düşün.

Son 8 yıldaki verileri ele alacaksak, dünyada 1 yıl içinde terör yüzünden ölen insan sayısı, dünyada 1 yıl içinde trafik kazasında ölen insan sayısının yaklaşık %1'i kadardır.

Bu kıyaslamalara AIDS, kanser gibi hastalıkları veya diğer ölüm sebeplerini eklerseniz de benzer sonuçları elde edeceksiniz.

Öyleyse dünyada çok daha büyük ölüm ve kaos sebepleri varken neden her gün televizyonlarda, sosyal medyada sürekli terör konuşuluyor? Hem de bu terör örgütlerinin silah, mühimmat ve istihbarat bilgilerini batı ülkelerinden ve onların Türkiye gibi paravan yarı sömürgelerinden temin ettikleri gün gibi ortadayken, neden biz her dakika müslüman teröristleri konuşuyoruz?

Asıl konuşulması gereken dünyadaki bu yozlaşma değil mi? Asıl sorun, insanlara gücü, parayı, seksi, alkolü ve uyuşturucuyu en nihai hayat amacı olarak sunan ve insanları asıl meseleleri düşünmeye karşı kör eden seküler toplum anlayışı değil mi?

Siz sahiden dünyadaki kötülüğün ve bilhassa terörün İslam'dan kaynaklandığını mı zannediyorsunuz?

Her ateist diline Tevbe 5 ayetinin şu cümlelerini pelesenk eder: "O haram aylar çıktığında artık müşrikleri, kendilerini bulduğunuz yerde öldürün. Yakalayın onları, kuşatın onları, tüm geçit noktalarını tıkayın onların."

Fakat bu ayetin öncesindeki Tevbe 4'ü görmezden gelirler: "Antlaşma yapmış olduğunuz müşriklerden size karşı bir eksiklik sergilemeyen ve aleyhinizde başka birine yardım etmeyenler müstesnadır. Artık, onlara verdiğiniz sözü belirlenen süreye kadar tam bir şekilde koruyun. Şu bir gerçek ki Allah, sakınanları sever."

Ve yine aynı şekilde, Tevbe 5'ten hemen sonraki 6. ayeti de asla göstermezler: "Eğer müşriklerden biri senden güvence dilerse/senin yakınına gelmek, sana komşu olmak isterse, ona güvence ver/onun yakınlaşma isteğini kabul et ki, Allah'ın kelamını dinleyebilsin. Sonra da onu, güvenli gördüğü yere kadar götür. Böyle yapmanın gerekçesi şudur: Bunlar bilmeyen bir topluluktur."

Siz böyle bir tavrı sergileyebilen kaç tane komutan veya asker duydunuz tarihte? Sana sığınan düşmanını "git onu güvenli bir yere bırak, zarar görmesin" emrini kaç asker uygulamıştır bir savaşta? Muhakkak vardır böyleleri ve onlar da sayıları çok çok az bulunan o "iyi" ve "adaletli" insanlardandır.

Peki neden Tevbe 5'te "onları gördüğünüz yerde öldürün" gibi sert bir ifade geçer? Bu durumu daha yakın bir tarihteki savaş üzerinden analoji kurarak anlatayım sevgili taşaksızlar.

Artık hepinizin bildiği gibi Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye, İngiliz cephanesi destekli Yunan ordularınca işgal edilmişti. Yaptığımız savaş tamamen bir savunma savaşı, nefs-i müdafaa'ydı. Temmuz 1921'deki Kütahya-Eskişehir muharebelerini biz kaybettik, moraller iyice bozuldu, Yunanlar ilerlemeye başladı ve Atatürk'ün emriyle orduyu Sakarya'ya kadar geri çektik. Zeki adam Atatürk, geri çekilme emrinin bir sebebi vardı. Zira düşman Sakarya'ya gelene kadar Türk köylerinin arasından geçiyor, psikolojik baskı görüyor, hırpalanıyordu. Ardından geri çekilmiş Türk ordusu Sakarya'da Yunan ordusunu karşılıyor ve meşhur Sakarya Meydan Muharebesi'nde Yunan ordusunu durduruyoruz, Yunanlar geri çekiliyor. Ardından 1 yıl sonra, Atatürk o meşhur "Taarruz" emrini veriyor. Taarruz ne demektir? "Saldırı" demektir. 21 Ağustos 1922'de başlayan Türk Taarruzu, bildiğiniz üzere canhıraş kaçan Yunan askerlerinin denize dökülmesiyle sonuçlanıyor ve savaşı kesin olarak kazanıyoruz.

Şimdi size bir soru. Zaten işgal altındaki ülkesinde "Taarruz", yani "saldırı" emri veren Atatürk bir saldırı savaşı mı yapmıştır? Hayır, savunma savaşını sürdürmekteyken, düşmanı zayıf anında yakalamış ve karşı atağa geçmiştir. Bu taarruz dahi bir savunmadır.

Şimdi soruyorum size, azınlık olan, ezilen, işkencelerle öldürülen ve yaşadıkları yer olan Mekke'den göç etmek zorunda kalan Müslümanlara Tevbe 5 ayetinde gelen emir bir saldırı savaşı emri midir? Elbette değildir. Zaten sürmekte olan bir savunma savaşında, stratejik olarak uygun zaman bulduğunda karşı atağa geçme emri verilmiştir. Hatta ve hatta birçok kişi şu ayeti bilmez, lafını bile açmaz, görmek istemez, lütfen okuyun:

"İman edenler derler ki: "Savaş izni için bir sure indirilseydi olmaz mıydı?" Fakat hükmü kesinleşmiş bir sure indirilip de içinde savaş da anılınca, kalplerinde maraz olanların, ölüm baygınlığına tutulmuş bir bakışla sana baktıklarını görürsün. Onlara uygun olan da odur." - Muhammed suresi 20

Yani zaten eziyetin kralını gören müslümanlar, artık Allah savaş etmemize izin versin diye adeta isyan ediyorlar. Zira savaş en son başvurulacak yol olarak görülüyor Allah tarafından. Öncesinde sabretmeyi ve düşmanla uzlaşmayı öneriyor. Ve ne Muaviye'nin, ne Osmanlı'nın, ne de çeşitli müslüman ülkelerin yaptıkları saldırı savaşları, ne Kuran'ı, ne peygamberimizi, ne de Kuran'a inanan müslümanları bağlar. Kuran sadece nefs-i müdafaa'ya izin verir.

Unutmayın, eğer petrol dolu olan ve bir kısmı da siyonistlerce "vadedilmiş topraklar" olarak görülen Ortadoğu'da Budistler yaşasaydı, tüm dünya şu an Budizm'in terör dini olduğunu konuşuyor olacaktı.

Dünyanın sorunu İslam değildir.

Dünyanın sorunu terördür. Ve asıl terör ise; sahip olduğu gücün kölesi olmuş insanlar ve onların kandırdığı cahil insanlardır.

Çözüm ise bu kötü gücün büyüsüne kapılmamak ve cehaletle savaşmaktır. Dünyanın tüm vaziyetini, şu sözler özetler:

"Yemin olsun asra ki,
İnsanlık hüsrandadır.
İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlar, birbirlerine hakkı önerenler, birbirlerine sabrı önerenler müstesnadır."

Asr Suresi

Selam ve sevgiyle.



Dipnotlar:
1- Cennette Cinsellik ve Huri Meselesi - Caner Taslaman. Link: http://www.canertaslaman.com/2014/01/cennette-cinsellik-ve-huri-meselesi/
2- In nations with significant Muslim populations, much disdain for ISIS - PEW Research Center. Link: http://www.pewresearch.org/fact-tank/2015/11/17/in-nations-with-significant-muslim-populations-much-disdain-for-isis/
3- American deaths in terrorism vs. gun violence in one graph - CNN, 03.10.2015. Link:http://edition.cnn.com/2015/10/02/us/oregon-shooting-terrorism-gun-violence/
4- Annual Global Road Crash Statistics - Association For Safe International Road Travel. Link: http://asirt.org/initiatives/informing-road-users/road-safety-facts/road-crash-statistics
5- Number of fatalities due to terrorist attacks worldwide between 2006 and 2014 - Statista. Link: http://www.statista.com/statistics/202871/number-of-fatalities-by-terrorist-attacks-worldwide/

16 Aralık 2015 Çarşamba

Okunması Gereken Kitaplar Listesi

Selam kaynatasızlar.

Aşağıya uzun bir kitap ve makale listesi koydum, fakat önce kısaca maruzatımı belirteyim.

Biliyorsunuz bir süredir içinde bulunduğun sikindirik ruh hali yüzünden yazamıyorum, yavaş yavaş sağlığımı tekrar kazanıyor olsam da en azından bir süreliğine daha uzun bir araştırma yazısı yazabileceğimi sanmıyorum. Fakat benim ve bu blog'un bir amacı var. O nedenle bari bu şekilde bir işe yarayayım diye, size okumanız gereken birtakım kitap ve makale önerilerinde bulunacam. Size çoğunlukla fikirlerine katıldığım yazarların kitaplarını önerecek olsam da, nötr olduğum ve hatta hiç hazzetmediğim insanların da kitaplarını önereceğim. Ne sevdiğim yazarların her dediğiyle aynı fikirdeyim, ne de sevmediğim yazarların her fikrine karşıyım. Siz de bu tavsiye edeceğim kitapları hemen doğru bellemek için değil, fikirlerini öğrenmek ve sorgulamak için okuyun. Ayrıca "sikko ne ayaksın, bu adamı okumamızı mı istiyorsun?" diye pörtleyecek arkadaşlara da şunu söylemek istiyorum; gece gündüz feysbuk'ta Haber Sol paylaşımı yapan üniversiteli devrimcilerden veya onun kırsalda doğup büyümüş versiyonu olan A Haber izleyicilerinden farkınız olsun. "Bak bu adam da böyle diyor, enteresan" diye düşünüp karşınızdakini bir dinleyin. Sikindirik aşk romanları, vampirli zombili hikayeler veya "sen süpersin olum laaan, istesen var ya ortalığın amına korsun" temalı kişisel gelişim kitapları olmadığı sürece elinize geçen her şeyi okuyun. Ve okumanızı istediğim bu kitapları, yanına bir kahve kupasıyla fotoğrafını çekerek instagram'a yüklemek için değil, kendiniz için okuyun. Maalesef zamanında okulda dersime giren hocalarımdan tut, tanıştığım sözüm ona entelektüel olan birçok insan 500 kütüphane dolusu kitap okusa da iyi bir Kim Milyoner Olmak İster yarışmacısı olmaktan öteye gidemiyor. Okuduklarınız üzerinde düşünmeniz, sorgulamanız, çıkarımlar yapmanız ve kendi yolunuzu çizmeniz lazım.

Listemi sıralamadan önce sizden son bir ricada bulunacağım, sakın bu liste için "favorilere ekleyeyim, bir ara bakarım" demeyin. Aşağıya "rezerved" yazanın da kayınbiraderini çok değişik stillerde sikerim. Zira şimdi harekete geçmezsen "bir ara bakarım" dediğin o bir ara hiçbir zaman gelmeyecek. Tavsiyede bulunduğum kitapların yanına, konuları ve yazarları hakkında kısa bir bilgilendirmede de bulunacağım. Aslında kitapların yanına ekleyeceğim özetlerde de yine biraz öz bilgiler veriyorum, yani bu listedeki özetleri okuyarak da ufak bir sikkofield yazısı tadı yakalayabilirsiniz, fakat bunu dedim diye şımarmayın. Hemen konusu ilginizi çeken birkaç tanesinden okumaya başlayın bunları. Kısacası, erteleyip durmayın ve odun gelip odun gitmeyin. "Bu ülkeden hiçbir bok olmaz" diyen insanları toplayıp bunlara ayrı bir ülke kurdursak, o heriflerin %99'u o ülke için de aynı şeyi diyeceklerdir, zira bu insanlar kendileri için hiçbir şey yapmazlar. Hayatlarını dışsallaştırma adı verilen savunma mekanizması üzerinden idame ettiren bu dalyarak sürüsü, kabahati daima başkalarında arar. Ama sen kendin için bir şeyler yapıp potansiyelini kullanacaksın, Neyse, bu ciddi önerilerimi inşallah dikkate alırsınız, listeye geçiyorum ben. Yalnız baya eklektik bir liste olacak, uyarayım hacı.


Sivil Örümceğin Ağında - Mustafa Yıldırım: Bankerlerin adeta bir örümceğin ağını örmesi gibi, kademe kademe, birbirleriyle bağlantılı alt kurumlarla nasıl Türkiye'ye sızdığını ve çok daha fazlasını bulabileceğiniz bir kitap. Eğitime, askeriyeye ve her türlü kuruma nasıl sızıldığını belge belge anlatıyor Mustafa Hoca. Okunması şart kere şart.

Oltadaki Balık Türkiye - M. Emin Değer: Nelson Rockefeller, dönemin ABD başkanı Eisonhower'a yazdığı mektupta (hatrımda kalan şekliyle) şunları söyler: "Oltadaki balığın yeme ihtiyacı yoktur, Türkiye gibi ülkelere geniş iktisadi yardımlar yapmak ters tepebilir, Türkiye gibi oltaya yakalanmış ülkelere sadece bize bağımlı kalacakları ölçüde kısıtlı yardımlar yapmak yeterlidir". Kitabın ismi işte Nelson Rockefeller'ın Türkiye için kullandığı bu tabirden gelir. Tamamen belge ve delillere dayanan bu kitabı sinirlerinize hakim olmaya çalışarak okuyun.

Bilinmeyen Hitler - Aytunç Altındal: Rahmetli Aytunç Altındal'ın (bence) en önemli eseri. Bu kitapta öyle sikindirik History Channel belgesellerindeki gibi "Hitler çocukları çok severdi, resim öğretmeniyle arası bozuktu, bir keresinde arkadaşı Rudolf Hess'in taşaklarını tutup 'oku lan Nazi Marşı'nı ehehe' diye espri yapmıştı" tarzı magazin bilgilere yer yok. Bu kitapta hem Hitler'in pagan inanışlarını, hem Hitler'i başa getiren Thule gizli örgütünü ve hem de Hitler'i parlatan Thule örgütünün kurucusu olan Rudolf von Sebottendorf'u öğreneceksiniz. Ve ne ilginçtir ki Hitler'i Hitler yapan Rudolf von Sebottendorf bir Osmanlı vatandaşı, bir Bektaşi'dir. Sebottendorf 1910'lu yıllarda bizim Kızılay'ın (o dönemki adıyla Hilal-i Ahmer) başkanlığını yapmıştır. Sebottendorf eserlerinde, masonların birçok mistik öğretiyi Bektaşilerden arakladıklarını söylemiştir. Ayrıca bu kitapta neden Almanya'nın Bavyera Illuminati'si veya Thule gibi birçok gizli örgütün madeni olduğunu da öğreneceksiniz. Okunması şart oğlu şart.

Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri - Aytunç Altındal: Ben pek ilgimi cezbetmediği için işin Vatikan boyutu üzerinde pek durmadım yazılarımda, Aytunç Abi kendi tabiriyle "dünyanın en kârlı şirketi olan Vatikan"ın küresel çetedeki yerini ve bağlantılarını bir bir anlatıyor.

Uydurulan Din ve Kurandaki Din - Kuran Araştırmaları Grubu: Bu kitap İslam'ın neden Kuran dışında başka bir dini kaynağa ihtiyacı olmadığını son derece net ve rasyonel deliller ile ispatlıyor. Eğer ortalıkta gezen o rivayetler, şeyhler, mezhepler ve ilmihaller olmasa, böyle bir kitabın yazılmasına da gerek kalmayacaktı. Işid bir yerleri bombaladığında "gerçek İslam bu değil" diyen insanların da en az %90'ı Kuran'ı okumamış olduğu için, bu kitabı her mezhep inanırının okuması şart. Zira Işid'in yaptıkları sünni geleneğine, rivayetlere ve hadislere göre uygundur. Kuran'a ise tamamen zıttır. Naçizane listemdeki en önemli kitap budur diyebilirim.

Ahlak, Felsefe ve Allah - Caner Taslaman: Ahlakın, neden din olmadan temelinin olamayacağını, bugüne kadar bu konu hakkında süre gelmiş çoğu felsefi tartışma hakkında da bilgi vererek izah eden, hem kısa, hem de oldukça öz bir kitap.

Allah'ın Varlığının 12 Delili - Caner Taslaman: Doğadaki ve insan fıtratındaki delillerden yola çıkarak son derece sağlam argümanlarla Allah'a inanmanın, onu reddetmekten çok daha rasyonel olduğunu harika bir şekilde anlatıyor yine Caner Taslaman.

Hangi Atatürk - Attila İlhan: Bu kitapta sadece Atatürk'ü anlatmakta kalmayıp, Atatürk'ten sonra "biz Atatürkçüyüz" rolüyle insanları kandıran hain kesimi, uygunsuz koşullarda üretim yapan pastane baskınındaki Uğur Dündar edasıyla deşifre ediyor Attila Hoca.

Hedef Türkiye - Oktay Sinanoğlu: Rahmetli Oktay Sinanoğlu 28 yaşında, yani rekor sayılabilecek bir yaşta kimya dalında profesör oluyor, kendisinin ünvanlarından birisi Türk Aynştayn'dır. Kendisi Yale Üniversitesi gibi küresel çetenin ve Skulls and Bones'un kalesi bir okulda eğitim almasına rağmen, sapına kadar müslüman ve sapına kadar Türk milleti sevdalısı olduğu için Amerikan Rüyası oltasına kapılmıyor. Zaten hem bu kadar zeki, hem bu kadar üretken, hem de bu kadar delikanlı olduğu için ve ortalıkta "günümüzdeki global krizler bizlere Marx acaba haklı mı sorusunu sorduruyor" diye bikbik konuşan tırışka entellerden biri olmadığı için kendisinin bir diğer ünvanı da "Deli Profesör"dür. Oktay Hoca bir milletin işgalinin, ilk başta dilden ve kültürden başladığını ve Türkçe'nin korunması gerektiğini savunmuştur. Son yıllarına kadar gençlere bunları anlatmak için konferanslarda koşturmuş, kitaplar yazmıştır. Ben henüz tüm kitaplarını okuma şerefine nail olamadığım için Hedef Türkiye'yi önermekle yetiniyorum ama kendisini okuyun, dinleyin. Adamı hasta etmeyin.

Fountainhead (Hayatın Kaynağı) - Ayn Rand: Bu listede size önerdiğim ender romanlardan. Zira çok sağlam bir felsefesi ve mesajı vardır. 1000 küsür sayfa olması gözünüzü korkutmasın, 15 sezonluk dizileri seyretmeye üşenmiyorsun ve eline karizmatik başrol oyuncusuna duyduğun hayranlık dışında hiçbir bok geçmiyor. Fakat bu romanı okur ve üzerine düşünürsen, sana katacağı çok şey olacak. Ayn Rand'ın kendisi Hristiyanlığı çok sert eleştiren sıkı bir ateist olmasına rağmen, çok yakın 2 arkadaşım kendisini müslüman olmaya ve Kuran okumaya teşvik eden kitabın Fountainhead olduğunu söylemişlerdi. Kitabı okuduğumda bunun sebebini ben de anladım. Yalnız bu kitabın baskısı zor bulunuyor, yayın hakları Plato şirketinin elinde, Sinan Çetin efendiyi tanıyan birileri söylesin de yeni baskısını çıkarsın şu kitabın.

Bencilliğin Erdemi - Ayn Rand: Kurucusu olduğu objektivizm felsefesini anlatıyor. Bencilliğin manasını çok iyi çözmüş olmasına rağmen Ayn Rand'dan ayrıldığım yegâne nokta, ahiret inancı ile birleşmeyen bir bencilliğin tamamen sosyal darwinizm'e yol açacak olmasıdır. Ayrıca Ayn Rand "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" (laissez faire, laissez passer) tarzı sınırsız bir liberalizmi savunur. Bu da yine kaçınılmaz olarak sonuna kadar sömürüye ve sosyal darwinizm'e yol açacaktır ki en basitinden zamanında devletler ve sendikalar çocuk işçilerin fabrikalarda çalışmalarını yasaklamak istediklerinde, Rothschild ve Rockefeller şirketleri "siz liberalizme ve sermaye birikimine karşı geliyorsunuz" argümanına sığınarak ucuz çocuk işçilerini ellerinden kaptırmamak için mücadele vermişlerdir. Rand bu kitabında kendi ahlak felsefesini anlatır, kendi içerisinde de gayet tutarlıdır, fakat Allah'ı merkeze koymadan bir ahlak felsefesi inşa etmeye çalışan tüm etikçiler gibi "iyi de neden? temeli nedir bu ahlakın?"sorusuna cevap verememiştir. Zira Allah ve ahiret olmadan böyle bir soruya cevap vermek ya imkansızdır, ya da Nietzsche'nin bengi dönüşü gibi tamamen sallamasyon mistik yollara kaçmak gerekir.

Hangi Avrupa - Banu Avar: Eski barbarlıklarını, şu an demokrasi ve medeniyet maskesi altında takım elbise giyerek sürdüren batı emperyalizminin somut örnek ve delillerle anlatıldığı harika bir kitap. Siz hayatında doğru düzgün yaptığı tek bir iş olmadığı halde "Banu Avar ne yeeaa, Zaytung haberini gerçek zannetmiş ehoeheo" diyen denyo kitleyi boşverin. Banu Avar, takip ettiğim kadarıyla Türkiye'de yanılma oranı en düşük olan yazar/gazetecilerimizdendir. İlkeleri yüzünden defalarca işinden kovulmuş ve artık medyada yer bulamamaktadır. Bir zamanlar Trt'de program yapabilirken, şimdi fırsat olursa anca Çay Tv'ye falan çağırıyorlar kadını. Ve evinde yatıp emeklilik yıllarının keyfini sürmek yerine, şehir şehir gezerek hem üniversite öğrencilerine, hem işçi gruplarına konuşmalar yapmakta, destek olmaktadır. "Hangi partiye oy verirsen ver, birlik olmaktan başka şansımız yok" mesajını vermesi en takdire şayan yanı.

Hangi Dünya Düzeni - Banu Avar: Bankerlerin tez-antitez çatışmasını kullandığını, kontrollü karşıt gruplar yaratarak yeni bir sentez yarattıklarını ve yaratılan bu yeni sentezin aslında hiç de yeni olmadığını, en başta planlanan şey olduğunu güncel örneklerle açıklıyor Banu Avar. Ayrıca Mülksüzleştirme projelerinden, Eisenhower Doktrini'ne kadar birçok konuya değiniyor. 1 saatte okuyacağınız hap kıvamında bir kitap.

Böl ve Yut - Banu Avar: Bankerlerin son yüzyılda Yugoslavya'da, Ortadoğu'da, Kuzey Afrika'da uyguladıkları böl ve yut stratejisini somut örnekleriyle açıklayan bir diğer kitabı. Türkiye'nin maruz kalmakta olduğu ve daha da kalacağı günlere ışık tutan bir kitap.

Din Neden Gereklidir - Emre Dorman: Yine "iyi" ve "kötü" gibi kavramların ve objektif bir ahlakın; din olmadan mümkün olamayacağını, Darwinist yaklaşımın da bu konu hakkında elle tutulur hiçbir delil getiremediğini sağlam argümanlarla açıklayan bir kitap.

Dini Konularda Kendini Kandırmanın 40 Yolu - Emre Dorman: Bu kitap "benim kalbim temiz" düşüncesine sığınarak Allah yokmuş gibi yaşayan, oturduğu yerden iyi olabileceğini zanneden müslümanlar için, yani çoğumuz için yazılmış ve insanı sahiden de harekete geçmeye teşvik eden bir kitaptır. Tavsiye edilir.

İnsanlar Uyurlar Ölünce Uyanırlar - Emre Dorman: Hayatın, ancak merkeze Allah konulursa bir anlamı olabileceğini ve bunu kabul edenlerin bile vakitlerini ne kadar boş işlerle harcadıklarını insanın yüzüne vuran, okuduktan sonra "sahiden lan, bir şeyler yapmam lazım benim" diye insanı motive eden, itici güçte etki eden bir kitap.

Illuminati Entrika Çemberi - Texe Marrs: Texe koyu bir Hristiyan'dır, fakat o da bir teist olarak objektif bir ahlakın varlığını bildiği için dünyaya yayılmakta olan spiritüalizm tehlikesinin farkındadır. Zira bu blog'u okuduysanız spiritüalizmin ve onun İslam'a sızmış tezahürü olan tasavvufun ne olduğunu iyi biliyor olmanız lazım. Spiritüalizmin bankerler tarafından nasıl yayıldığını, bu uğurda kaç tane sayısız kilise, dernek, vakıf, dinler arası diyalog hareketi kurulduğunu ve bu kurumlara nasıl paralar akıtıldığını tüm delilleriyle anlatıyor kitabında. Gavurun deyimiyle "must read". (Oktay Sinanoğlu duysa ağzıma sıçardı)

Marx Kilit Fikirler - Gill Hands: Marx, sosyalizm ve komünizm hakkında pek bir şey bilmiyorum diyorsanız bu kitabı okuyun, bir nevi "Marx'a giriş" kitabı. Konuya hakim olanlara önermiyorum zira bu biraz Emine S. Beder'e "la olum menemen yaparken önce biberleri kavuracan" demek gibi olur. Kitapta hem Marx'ın hayatını, hem gençlik yıllarındaki fikirlerini, hem zamanın etkisiyle olgunluk döneminde değiştirdiği fikirlerini, hem de belli başlı teorilerini öğrenebilirsiniz. Ayrıca Marx'ın fikirlerinde doğal olarak yaşadığı dönemin koşulları da etkili olmuştur, bu nedenle 19. yy kapitalist toplumu hakkında da bilgi veriyor kitap.

Dünyada ve Türkiye'de Masonluk ve Masonlar - İlhami Soysal: Türkiye'deki masonluk hakkındaki yazılmış en sağlam Türkçe kaynak budur. İlhami Soysal, araştırmaları ve kitapları nedeniyle bazı taşaklı abileri kızdırmış olacak ki, öldürülürcesine dayak yiyip bir kenara atılmış, ardından yıllar sonra da trafik kazasında (!) hayatını kaybetmiştir. Okunmalı.

Socrates'in Savunması - Platon: Mahkemede ölüm cezası ile yargılanan Socrates'in savunmasını, öğrencisi Platon yazmıştır ki Platon sonradan, Socrates'in inşa etmeye çalıştığı her şeyin ağzına sıçan bir heriftir bu arada. Her neyse, Socrates tartışmalı bir adamdır, zira kendisinin yazdığı hiçbir kitap veya yazılı metin yoktur. Onun öğretileri genellikle öğrencileri tarafından yazılmıştır ve her kaynakta da çelişkili bilgiler vardır. Fakat Socrates hakkında en emin olduğumuz konu şu ki, "sorgulamayı, sormayı" öğretmiştir. Hayatın hiçbir anlamı olmadığını ve "Neden?" sorusunun gereksiz olduğunu savunan, nihilist takılmasına rağmen tam olarak nihilist de olamayan Nietzsche'nin Socrates'e son derece düşman oluşu da bu yüzden gayet doğaldır. Her neyse, Socrates çok tanrılı Yunan toplumunda, sorgulamayı öğrettiği için, gençleri yoldan çıkarmak ve dinsizlik suçlarından yargılanmıştır. Bu pek çok peygamberin başına gelmiş olan bir hadisedir. Socrates'in dini inancı, kaynakların yetersizliğinden ve çelişkili oluşundan tam olarak bilinmiyor. Gerçi Platon'un yazdığı savunmasında Socrates, Zeus ve Güneş üzerine yemin ediyor ama Platon'a ne kadar güvenirsiniz orasını bilemem. Ayrıca Socrates'in ahiret inancı hakkında düşüncelerinin olduğunu gösteren kaynaklar da vardır. Kendisinin oturup eliyle hiçbir metin yazmamış olması, çok tanrılı ve yozlaşmış bir toplumu uyandırmaya çalışması, ahiret inancı hakkındaki düşünceleri, insanın aklına "lan yoksa bu adam peygamber miydi?" sorusunu getiriyor şüphesiz. Elbette bunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Fakat her ne olursa olsun, bu kitapta sorgulayan ve ilkeleri uğruna korkusuzca ölüme giden delikanlı bir adamın mahkeme duruşmasını okuyacaksınız. Okuyun.

Siyonizm'in Tarihi Yıldızın Gölgesi - Peter Edel: Siyonizmi tee milattan önceden başlayıp günümüze kadar detaylıca ele alan ve insanı okuduğu her 2-3 sayfada bir volta atıp düşünmeye iten bir kitap. Dünya Siyonist Organizasyonu (WZO) ve Naziler arasındaki anlaşmaları ortaya döküyor. Yazar, akademik kaygılar yüzünden açık seçik söylemese de, siyonizm eliyle planlı bir yahudi katliamı yapıldığını, daha doğrusu siyonistlerin Hitler'in bu yahudi soykırımını yapmasına göz yumduğunu ima ediyor. Kitapla ilgili aklımda kalan bir diğer anekdot da şu. İkinci Dünya Savaşı daha başlamadan önce, zaten 1930'lu yıllarda Almanya'daki yahudilere alt insan muamelesi yapılıyor ve türlü eziyetlere maruz bırakılıyorlardı, Bunun üzerine 1930'lu yıllarda ABD'de yaşayan Yahudiler, Alman mallarını boykot etmek için örgütlenirler ve büyük bir boykot hazırlığına girişirler. Fakat bu boykotu Dünya Siyonist Örgütü engeller. Zira planlı ve örgütlü boykot çok verimli ve başarılı sonuçlar doğurabilir, fakat Hitler ile arasının açılmasını istemeyen siyonistler, Yahudilerin bu boykotuna engel olmak için elinden geleni ardına koymaz. Adamlar örgütlü boykotun ne kadar tehlikeli bir silah olduğunun gayet farkındadır. Günümüzde ise boykot çok başarılı bir şekilde ciddiyetsizleştirilmiştir. Ülkemizde boykot anlayışı şudur: Akp'li bakkal amca zaten parasını ödeyip satın aldığı 1 kasa Coca Cola'yı sokağa döker. Akp'li olmadığı için kendini üstün insan zanneden gerizekalı da, sahiden saçma olan bu durumla dalga geçerek boykotun anlamsız bir şey olduğu sonucuna varır. Birbirimize üstünlük taslayarak takribi 60 senelik ömrümüzü ego tatmini elde etme yarışıyla geçireceğimze, birlik olup örgütlenebilseydik, şu an her şey çok farklı olabilirdi. Aziz Nesin yanılıyordu, biz aptal değil, kibirli bir milletiz.

İşgal Örgütleri CIA NATO AB - Erol Bilbilik: Bankerlerin kurumlarını, Marshall Planı'nın hazırlayıcılarını ve amaçlarını, teker teker delilleriyle anlatıyor Erol Abi. Harika bir kitap.

Amerikaperestler - Erol Bilbilik: Bu kitap Amerika menzilli Türklerimizi deşifre eden, onların nasıl el bebek gül bebek yetiştirildiklerini ve kimlerden akıl hocalığı aldığını anlatan güzel bir kitap. Bu kitap sistem üzerinde değil, sistemin Türkiye'deki işbirlikçileri üzerinde durur. Fethullah Gülen'den Abdullah Gül'e, Egemen Bağış'tan Ertuğrul Özkök'e, Prof Vamık Volkan'dan Çiller'e kadar türlü siyasetçiyi, gazeteciyi ve sözüm ona kanaat önderini bir bir deşifre ediyor. Erol Abi alayının çetelesini tutmuş.

Din Nedir - Tolstoy: Tolstoy dertli bir abimizdir, bu kadar üretken olmasının sebeplerinden birisi belki de budur. Hristiyan olmasına rağmen kiliseyi hunharca eleştirmiş, afaroz edilmiş ve çok da sikime diyerek din anlayışını anlatmıştır bu kitabında.

İtiraflarım - Tolstoy: Hayatın, yalnızca Allah ve ahiret varsa bir anlamı olabileceğini söylemesi, bu kitaptaki en delikanlı itirafıdır. Benim, müslüman olmasına rağmen sosyalist çevresi yüzünden ateist rolü yapan ve içki masasında bunu itiraf eden hocam vardı lan, adam resmen tersten münafık amına koyim ehehe. Tolstoy'da ise durum farklı, hem düşünceleri daha derin, hem tavrı daha dürüst. Okuyun.

Yaşama Uğraşı - Cesare Pavese: Bu kitabı okuyup kadın düşmanı olma ihtimaliniz var, uyarayım. Zira kadınların bazı acımasız eğilimlerini; keskin zekası ve tecrübeleriyle çok güzel dile getiriyor Cesare abimiz. Gerçi kendisi karılardan yediği kazıklar yüzünden intihar edecek kadar salak bir herif olsa da, son derece zeki ve harbi bir abidir. Zira salak, zekasını kullanamayana denir. Salak olması, tespitlerindeki haklılığı ve zekasını değiştirmiyor.

Türkçe Kuran Çevirilerindeki Hatalar - Edip Yüksel: Kuran'daki kelimeleri, uyduruk hadislerin ve geleneklerin etkisi altında kafalarına göre çeviren mealcilerin deşifre edildiği bir kitap. Kitaptaki tespitlerden bir örnek vereyim: Mesela çoğu Kuran mealinde Nisa suresinin 34. ayetinde "Erkekler kadınlar üzerinde hakimdir/yöneticidir" gibi ifadeler kullanılır, zira Arap geleneğine göre erkek kadının sahibidir. Bu mealler de bu gelenek ve rivayetlerin etkisiyle yapılır. Oysa 34. ayette erkekler için "Hakim, yönetici" olarak çevrilen kelime, aynı Nisa suresinin 135. ayetinde de geçer ve bu sefer aynı kelime "gözetleyici" olarak çevrilir. Zira 135. ayet kadın-erkek ilişkisinden değil, başka bir konudan bahseder ve der ki: "Allah için şahit olarak adaleti gözetin". Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? 34. ayette erkeğin evin geçiminden sorumlu olduğunu (gavur deyimiyle breadwinner), kadın üzerinde gözetleyici, kollayıcı olmasını emreden ayeti "erkek yöneticidir" anlamına gelecek şekilde çevir, sonra git aynı kelimeyi başka yerde "adaleti gözetleyici olun" anlamında çevir. Bunun gibi başarılı tespitlerle dolu bir kitap, okunmalı. Ayrıca size bir tavsiye, okuyacağınız Kuran meali konusunda çok dikkatli olun ve parantez kullanılan meallerden kaçının.

1984 - George Orwell: Listemde önerdiğim ikinci ve son roman, artık bunu okumamak ayıp. Yıllarca komünist olan Orwell, ardından 1984 gibi "antikomünist" bir kitap yazmıştır. Tabi komünistlere göre Orwell komünizmi değil, yalnızca Stalin'i eleştirmiştir bu kitabında. Fakat kitabın sonlarında, çoğu kişinin görmediği ve çoğu kişinin de görmek istemediği mükemmel bir kolektivizm eleştirisi vardır. Spoiler vereceğim ama siz siktir edin okuyun yine de. Başkahramanımız Winston, sistem karşıtı hareketleri yüzünden, sosyalist rejim tarafından meşhur "101 numaralı oda"ya atılır ve türlü işkenceler görür. Uğradığı işkencelere bir süre sonra dayanamaz ve yoldaşı olan Julia'yı ele verir. "Her şeyi o yaptı, her şey Julia'nın suçu, beni bırakın" diye bağırır. Ardından serbest bırakılan Winston, sosyalist rejim tarafından fişlenen çoğu insanın takıldığı bir kafenin önünden geçer ve o kafede "Kestane ağacının altında, sen beni sattın, ben de seni..." sözlerine sahip şarkı çalar. Yani o işkenceden geçmiş olan herkesin takıldığı kafede, o insanların hislerini anlatan şarkı çalar. Peki ne anlama gelir tüm bunlar? Burada Orwell alenen kolektivizm eleştirisi yapar ve alenen bireyciliğin gerçekçiliğine duyduğu hislerini açığa vurur. Her insan her insanı satar. "Ben"den daha önemli ve daha gerçek bir şey yoktur, der Orwell.

Rothschild Para İmparatorluğu (Rothschild Monet Trust) - George Armstrong: Öncelikle şunu söyleyeyim, bu kitabın yazarı "Ben ülkemde Yahudi ve zenci istemiyorum" diyecek kadar ırkçı bir adamdır, Ku Klux Klan üyesidir. Fakat kitapta Rothschild'lerin nasıl sermaye biriktirdiklerini, yöntemlerini, işleyiş tarzlarını ve gerçek olup olmadığı kesin olmasa dahi günümüzde bile her maddesi tıkır tıkır işleyen Siyon Protokolleri'ni öyle bir anlatmaktadır ki, ırkçı düşünceleri haricinde adama hak vermemek elde değil. Anlattıklarının doğruluk derecesi oldukça yüksek olsa da, herif sakat birisi olduğu için bu kitabı akıl süzgecinden geçirerek okuyun.

Yaşayan Dünya Dinleri - Diyanet İşleri Başkanlığı: Hem Işid'le aynı hadislere inanıp hem de Işid'i kınayan Diyanet'in koyu bir karşıtı olsam da, bu demek değildir ki Diyanet'te işini düzgün yapan kimse olmayacak. Kitabın editörü Prof. Şinasi Gündüz'dür. Dünyadaki dinler hakkında ansiklopedik bir eserdir. Dinler, mezhepler, tarihi inanışlar hakkında geniş bilgiler veren ansiklopedik bir eser, elinizin altında bulunmasını tavsiye ederim.

Peygamberden Sonra - Lesley Hazleton: Mezheplerin doğuşunu, günümüzdeki mezhep çatışmalarının kökeninin nereden geldiğini, kısacası peygamberden sonraki müslüman toplumunu anlatan bir kitap. Benim tarihe inancım azdır, fakat bu kitabı "günümüzdeki mezhep inanırları neye inanıyor, bunu öğreneyim" şeklinde okursanız sizin için faydası olur. Yoksa bu tür kitapları okumak "yahu peygamber zamanından hemen sonraki müslümanlar bile bunları yaptıysa, biz yine şimdi iyiyiz" gibi bir psikolojiye büründürebilir insanı, aman ha. Ahlak göreli değildir, herkesin 100 insan öldürdüğü bir toplumda 10 insan öldürmüş bir insan iyi olmaz, diğerlerine göre belki daha az kötülük yapmıştır ama o da kötüdür ve katildir. Yazar hakkında da bir bilgi vereyim, Lesley Hazleton agnostik inançlı Yahudi bir teyzedir. Yazdığı kitapta genellikle tarihçi Taberi'yi kaynak almıştır. O nedenle o dönemin tarihini sünni veya şii destekli yazarlardan okumak yerine, böyle objektif bir yazardan okumak daha iyi bir fikirdir diye düşünüyorum. Kendisinin kalemi de oldukça yumuşaktır. Ayrıca kendisinin peygamberimizle empati kurarak ve onu överek yaptığı şu TED konuşmasını izlerseniz, bu kadın nasıl hala agnostik kalabilmiş diye şaşırmadan edemiyorsunuz.

Dünyanın Gizli Tarihi 1-2 - Turgut Gürsan: Kitabın yazarı hakkında çok iyi bir araştırmacı olduğu dışında bir bilgi sahibi değilim. Özellikle 2. kitabı çok çok iyi. Hitler'den Lenin'e, Warburglardan Federal Rezerv'e kadar birçok konuda önemli bilgiler veriyor. 2 Sene önce yazdığım komünizm konulu yazımda ABD başkanı Wilson'ı perde arkasından yöneten Albay Edward Mandell House'u ve sosyalizmi pazarladığı romanını sizlere göstermiştim hatırlarsanız. Turgun Gürsan'ın Albay House'u bile farketmiş olduğunu görünce hele, yazara saygım iyice arttı, zira Edward House gibi müthiş önemli bir insandan bahseden adam akıllı bir kaynak günümüzde bulunmamakta. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

İçsel Çatışmalarımız - Karen Horney: Psikolojiyle ilgilenenlerin kesinlikle okumasını tavsiye ettiğim bir kitap. Siktiğimin şehir hayatının yol açtığı nevrotik bozuklukları harika bir şekilde incelemiştir. Gittiğim sayısız psikiyatristin bana hiçbir teşhis koyamaması ve yardımcı olmaması üzerine, kıvranmakta olduğum acıdan kurtulmanın bir yolunu bulmak için iş başa düştü deyip kendim araştırmaya başladım durumu. Bir arkadaşımın yardımıyla da Horney'i keşfettim. Kendisi neo-freudian'dır. Yeri gelir Freud'a hakkını teslim eder, yeri gelir onun da ağzına sıçar. Hatta Freud'un gerzekçe "kadınlarda penis kıskançlığı var" tezine misilleme olsun diye aynı gerzeklikte "hayır efendim, esas erkeklerde vajina kıskançlığı var" şeklinde bir tez ileri sürmiş olsa da kendisinin iç çatışmalar, yani nevrotik vakalar üzerindeki tespitlerini okumanızda fayda var. Freud duruma "nevrotikliğin bir çözümü yok, siz yarağı yemişsiniz" şeklinde pesimist yaklaşırken, Horney ablamız daha optimisttir, "çözüm var" der.. Çözüm arayanlar için Horney'in Otoanaliz kitabını da ayrıca öneririm.

Yanılmışım Tanrı Varmış - Antony Flew: Kitabın yazarı Antony Flew, 50 sene öncesinin Dawkins'idir. Yani 1900'lü yılların ikinci yarısında, dünyanın en ateşli ateizm savunucusuydu kendisi. Derken DNA'nın yapısından ve diğer gözlemlerinden yola çıkarak sorgulamayla Tanrı'nın varlığını kabul eder. Bu kitabı okumanızı tavsiye etmemin bir numaralı sebebi, Flew'un hem kendisinin, hem de diğer bilim adamı arkadaşlarının ateizm uğruna yaptığı bilimsel ve felsefi çarpıtmaları ve söyledikleri yalanları itiraf etmesidir. Ayrıca Richard Dawkins gibi birtakım ateist yazarlar, hâlâ Antony Flew'un ateizm döneminde yazmış olduğu eski eserlerinden faydalanır, onun eski makalelerinden dipnot verirler, fakat Flew Tanrı'ya inanmaya başladıktan sonra kendisi için "Artık yaşlandı, akıl sağlığını kaybetti" demektedirler. Rahmetli Flew kitabında bu iftiralara da dayanamayıp yanıt verir. Ee ne dedik hacı, her insan her insanı satar. Allah'tan başka dostumuz yok.

Prens - Niccolo Machiavelli: Daha ortalıkta ne Darwin, ne de Spencer varken, Sosyal Darwinizm'i tarihte ilk sistematik hâle getiren adam diyebiliriz kendisi için (Tabi Spencer'ın Sosyal Darwinizm'i gibi öjenik veya genetik bir ölçütü yoktur ama vardığı sonuç aynıdır). Machiavelli, güçlü olanın güçsüz olanı ezmesinin gayet doğal olduğunu, iktidar için her yolun mübah olduğunu mükemmel ikna kabiliyetiyle bir güzel yedirmiştir Ortaçağ Dünyasına. Bu kitap sadece Avrupalı Kral ve Prensler tarafından değil, Osmanlı padişahları tarafından da okunmuştur. Günümüzde dahi etkisi vardır. Fikirler de insanlar gibi ölür, ama bazı fikirlerin ölümü biraz daha uzun sürer. Makyavelizm ise ölmek şöyle dursun, 80 yaşında "NASIL BÖYLE SÜPERİM" temalı kitap yazan bodybuilding'ci dede enerjikliğiyle varlığını hala sürdürüyor. Bu son kurduğum cümleye de aşık oldum ayrıca, Nobel'im nerde orospu çocukları? İlla 1 milyon Ermeni öldürdük mü diyelim amına kodumun yerinde?

Liberalizmden Sonra - Immanuel Wallerstein: Zerre kadar hazzetmediğim bir abi, fakat okuyun. Wallerstein, Sovyetler'in çöküşüyle sadece sosyalizmin değil, aynı zamanda liberalizmin de çöküşte olduğunu söyler. Wallerstein gibi sosyologlar, kendileri bunun bilincinde olsun ya da olmasın, tek dünya devleti kurma emelindeki banker gruba fikir verir, akıl hocalığı yaparlar. Wallerstein'in Modern Dünya Teorisi de bunun güzel bir örneğidir. Tek dünya devletinin kurulacağı o Yeni Dünya Düzeni sistemini henüz belirleme aşamasında olan abiler, bu gibi dayıların fikirlerinden faydalanmaktadırlar. Eh Wallerstein çok da haksız değil, ne sosyalizm, ne kapitalizm çözüm değil elbette. Kapitalizm dediğin şey eninde sonunda "vahşi kapitalizm"e dönüşüyor, yani iş öyle "vahşi kapitalizme hayır :(" demekle hallolmuyor. Dünya artık, en azından insanların zaruri ihtiyaçlarını karşılayan "sosyal devlet"e yönelimde şu an. Sosyal devlet tüm dünyaya yayılabilir mi, olur da yayılırsa tutar mı, yoksa tek dünyacı abiler mi galip gelir bu işin sonunda, işin orasını kimsenin bilebileceğini zannetmiyorum.

Amerikan Gizli Hükümeti: Kurukafa & Kemikler - Antony Sutton: Antony Sutton abimizin Türkçe'ye çevrilmiş tek eseridir, baskısı falan da yoktur piyasada, en kıyıda köşedeki sahafın en tozlu rafında bulabilirsiniz belki, fakat İngilizce'sini temin etmek çok kolay. Akademik hayatına gayet kitabına uygun, memur kafasıyla başlayan Sutton abimiz önce ABD gizli hükümetinin komünizmi nasıl yarattığını (bkz: iki parçalık komünizm yazım), ardından faşizmi de nasıl yarattığını farkedince araştırmalarını iyice derinleştirir. Skulls and Bones tarikatıyla ilişkisi olan bir arkadaşından aldığı belgelerden de faydalanarak bu eseri yazar. Bu abiyi okuyunuz, okutturunuz. Düz yolda takılıp düşse kabahati cemaate veya Akp'ye atan adamlar, dünyada böyle bir yapılanmanın olduğunu, hem de o kadar delilin varlığına rağmen nasıl reddedebiliyorlar bunu anlamıyorum. Aslında anlıyorum da siktir et, artık yaş da ilerliyor, şu küfür işini biraz azaltayım diyorum. (kendi bile inanmadı)

Hep Türkçe kaynak önermeye çalıştım ama şimdi okumanızın şart olduğunu düşündüğüm, Türkçe'si bulunmayan bir-iki tane İngilizce kaynak önereceğim. Bunu da cool veya bohem gözükmek için değil, amına koduğumun yerinde elle tutulur Türkçe kaynak çok zor bulunduğu için yapmak zorundayım. O kadar hıyar bir milletiz ki, Youtube'a İngilizce "philosophy" yazdığında karşına elli türlü münazara, filozofların düşünceleri, belgesel video'ları çıkıyor. Fakat aynı Youtube'a Türkçe "felsefe" yazıp aratınca karşına "felsefe mezunu ne iş yapar?", "bedrettin götveren üniversitesi felsefe bölümü tanıtımı", "cübbeli hocamız buyuruyor: felsefe ahmaklıktır" gibi sikindirik video'lar çıkıyor. Hatta Hakan Peker'in felsefe şarkısı klibi falan bile çıkıyor olum ya, altında da sırf yazanı kız diye 3 like almış "süper:D:D:D" yorumları falan var. Zaten bir bu feysbuk'taki ":))))))" kız yorumunu beğenen erkeği, bir de caddede kız dolu kafe'nin önünden geçerken motorsikleti sonuna kadar bağırtan denyoyu anlamıyorum. Yani anlamadığım çok şey var ama bunlar hakkında fikir bile yürütemiyorum amına koyim.. Seni sever sayarım eyvallah da, "Türk milleti zekidir, çalışkandır" derken hiç utanmadın mı paşam ya?  Neyse ben devam ediyorum, az kaldı zaten.


Wall Street and the Rise of Hitler - Antony Sutton: Önce bolşevikleri, sonra SSCB'yi finanse eden ve işi kılıfına uydurarak çeşitli diplomatik teferruatları halleden nasıl ki bizim Wall Street'li bankerlerse, Sutton bu kitabında yine Hitler ve faşizmin yükselişinde de Wall Street'in, Rockefeller şirketi Standart Oil'in ve General Electric'in önemli ölçüde katkıları olduğunu delillendiriyor. Kitaptan bir anekdot aktarayım, gaz odalarına doldurulan yahudi esirleri öldüren Zyklon B gazı, Alman kimya şirketi IG Farben tarafından üretilmiştir ve IG Farben'in başta Rockefeller olmak üzere birçok Wall Street bankerine bağlı şirket ile anlaşmaları, ortaklıkları vardır. Kafayı kırdığım bir ara küresel çetenin uyguladığı tez-antitez çatışmasının somut bir örneği olan bu konu hakkında da uzun bir yazı yazma hayalim var. Ama ne zamana olur bilemem hacı.

The Story of Philosophy - Byran Magee: Bilinen felsefe tarihini, filozofları ve düşüncelerini, hangi zamanda hangi felsefi akımların etkili olduğunu insanı hiç sıkmadan anlatan bir kitap. Bunları bilmeniz lazım, hatta bunları bilseniz bile sürekli siyaset-futbol-am konuşulan hayatınızda bir süre sonra unutuyorsunuz bunları. Bu sebeple elinizin altında bulundurun bu kitabı veya pdf'ini bulun bir yerlerden. Tütkçe'si de vardı bunun galiba ama biraz pahalıdır.

The Insiders - John F. McManus: Kitap 1977-1993 dönemlerindeki ABD siyasetinin CFR ve Trilateral komisyon tarafından nasıl belirlendiğini anlatıyor. Öte yandan bu kitap da Albay House hakkında bilgi veren ender kitaplardan. Ayrıca kitabın üçüncü, yani Bush ile ilgili bölümü oldukça ilginç.

The Institutional Legacy of the Ottoman Empire - Pauline Grosjean: Bu iktisadi bir makale ve makalenin özeti şu; bir Balkan ülkesi geçmişte ne kadar uzun süre Osmanlı egemenliği altında yaşadıysa, şu an hem finansal hem sosyal olarak o kadar fazla boktan durumda. Yani günümüzdeki Balkan milletlerinin, Avrupa'nın diğer kesimlerine göre sosyo-ekonomik düzeylerinin düşük olmasının en büyük sebeplerinden birisi, geçmişten aldıkları Osmanlı'nın kötü idare mirası. Ve bu ülkelerin Osmanlı buyruğu altındaki yaşam süreleri ne kadar uzun olduysa, bunun günümüze olan kötü yansıması da o kadar büyük oluyor, tabi birkaç istisna dışında. Yazar bunu asla İslam'a bağlamıyor, ekşiciler hemen kolları sıvamasın yani, konu tamamen Osmanlı'nın kötü kurumsal yapısından kaynaklanıyor. Yazar, uyguladığı ekonometrik modele yaş, din vs gibi birçok değişken ekliyor ve kullandığı "Ottoman Weight" değişkeni oldukça anlamlı çıkıyor. Yalnız ben aynı çalışmanın Sovyetler Birliği altındaki ülkelere bir "Communism Weight" değişkeni eklenerek uygulansa, bu değişkenin de çok anlamlı çıkacağı yönündeyim, ama var mıdır piyasada böyle bir çalışma bilinmez.

Türkiye ve İsrail Arasındaki Ekonomik İlişkiler - Michael Sikkofield: Bu da naçizane bitirme tezim, yalnız kötü bir haberim var, tezi Fransızca yazdım. İngilizce'si iyi olanlar Google Translate'den İngilizce'ye çevirerek hafif tarzanca da olsa okuyabilirler ama Türkçe'ye çevirmeye kalkmayın, zira Google Translate'in Fransızca-Türkçe çevirisi berbat. Bu arada nefret ettiğim okul hayatımda AA aldığım tek not bu bitirme tezimin notuydu, zira o okulda ilk defa sevdiğim ve önemsediğim bir iş yaptım. Neyse konuyu özetleyeyim, bunu iyi okuyun zira sahiden önemli. Tezde incelemeye kalktığım şey, yani problematiğim, Türkiye ile İsrail arasındaki siyasi ilişkilerin, ticari ilişkilere yansıyıp yansımadığıydı. Bunun için mevzuyu İsrail'in kuruluşu 1948'ten günümüze kadar taşıdım. Bazı hususları atlayarak esas mevzuya geliyorum, 1980'lere kadar İsrail ile hem siyasi hem ticari ilişkilerimiz kötü. Zira İsrail ve Araplar birbirlerinin doğal düşmanları ve biz de İsrail ile ilişki kurup koca Arap pazarını kaybetmek istemiyoruz. 1980'lere kadar Arap yanlısı politika izliyoruz ama Araplar'dan siyasi mecrada tek bir iyilik göremiyoruz. Ne Ermenistan'la patlak veren ASALA davasında, ne de Yunanistan'la aramızdaki Kıbrıs sorununda bize destek olmayı bırak köstek oluyorlar. Hatta Kıbrıs meselesi 1965'te Birleşmiş Milletler'de oylamaya sunuluyor ve Arap ülkeler arasından sadece İran bizim lehimizde oy kullanıyor. Diğer arap ülkeleri ise ya aleyhimizde oy kullanıyor, ya da çekimser kalıyor. Derken 1980'de baktık bu iş böyle olmuyor, İsrail ile hafiften iyi ilişkiler kurmaya başlıyoruz, İsrail ASALA konusunda bize istihbarat falan veriyor ve şimdiye kadar hep çok zayıf olan ticari ilişkilerimiz az da olsa iyileşme gösteriyor. 90'lardan sonra ise İsrail ile adeta kanka oluyoruz. Zira 80'lerin sonunda SSCB çöküyor ve Araplara Rus yardımı bitme noktasına geliyor, bugüne kadar zaten hiçbir hayrını görmediğimiz Araplar bizim için önemini iyice kaybediyor. 90'lı yılların ortasında ise hem Yahudi lobisinin siyasi arenadaki desteği için, hem de PKK ile mücadelede istihbarat yardımı için İsrail ile ilişkilerimiz zirve yapıyor, bildiğin "stratejik ortak" oluyoruz. Ticaret de epey bir artıyor, yığınla ticari ve askeri anlaşma yapıyoruz bu yıllarda. Dikkat ederseniz 2000'li yıllara kadar İsrail ile olan siyasi ve ekonomik ilişkilerimiz hep doğru orantılı. Siyasi ilişkiler kötüyse, ticaret de kötü, eğer siyasi ilişkiler iyiyse ticaret de iyi. Bu doğru orantının bozulduğu tek ama tek dönem ise 2010-2014 dönemi. Kemerlerinizi bağlayın, anlatıyorum: 2008'in sonlarında İsrail'in Gazze'ye saldırması üzerine 2009'da Tayyip Erdoğan'ın meşhur Davos konuşması oluyor ve İsrail ile ilişkiler geriliyor. Hatta misilleme olarak 2010 Ocak ayında İsrail'li bir bürokrat bizim İsrail büyükelçisini çalışma ofisine davet ediyor ve gazetecileri de odaya çağırıyor. İsrailli bürokratlar, bizim büyükelçiyi kendilerininkinden daha alçak bir koltuğa oturtuyorlar. Bunun üzerine İsrailli bürokrat gazetecilere şu açıklamayı yapıyor: "Dikkat ederseniz kendisi bizden daha alçak bir koltukta oturuyor ve masada sadece İsrail bayrağı var". Derken 2010'da Gazze'ye insani yardım götüren Mavi Marmara filolarının İsrail tarafından vurulmasıyla da artık ipler tamamen kopuyor. 2010-2014 arasında İsrail ile diplomatik ilişkiler düşürülüyor, siyasi ilişkiler rezil duruma geliyor. Bu 5 sene boyunca bizim Tayyip meydanlarda "İsrailliler şöyle, İsrailler böyle" diye bağırıp çağırıyor. Aynı şekilde İsrail başbakanı Natenyahu da her fırsatta "Türkler için şöyle böyle diyolar lan" diye demeç veriyor. Peki siyasi ilişkilerin neredeyse sıfıra indiği bu 2010-2014 döneminde, ekonomik ilişkiler ne düzeyde? Rakamlar yalan söylemez: İsrail'in 2010-2014 yılları arasında yıllık ortalama ihracat büyümesi %3. Aynı yıllar arasında sadece Türkiye ile olan yıllık ortalama ihracat büyümesi ise %20.

%3 ile %20'nin farkını anlayabiliyon mu moruk, hem de bu adamlar meydanlarda birbirlerine söverken?

İthalatta da aynı dönemde İsrail'in yıllık büyüme ortalaması %4'ken, sadece Türkiye ile olan yıllık ithalat büyümesi %10'dur.

Ve bu dönemde tüm bakanlarımız ağız birliği etmişçesine İsrail'e ticari yaptırım yapmayacağız diyor.

Peki yapsak ne olurdu? Söyleyeyim.
İsrail'in en büyük tedarikçisi ABD'dir (ticaretinin neredeyse yarısını ABD ile yapar). İsrail, Araplar tarafından boykot edilir ve hiçbir Arap ülkesiyle öyle kayda değer bir ticareti yoktur. İsrail'in bölgedeki tek ticaret ortağı biziz.

Yani eğer o dönemde İsrail'e ticari yaptırım yapsaydık, biz çatlardık, İsrail kırılırdı. Lobi faaliyeti olarak da zaten yıllardır hiçbir menfaat göremiyoruz heriflerden.

Eğer bunu yapsaydık, Filistin için atılan o sloganlar ve dökülen hesapta gözyaşları da samimiyet kazanmış olurdu...

Bu tür şerefsizlikleri tezde özgür özgür yazamıyorsun tabi, "olum bu resmen şerefsizliğin önde bayrak sallayanı amına koyim" demek varken Radikal gazetesinin orta sayfa köşe yazarı gibi sikik sikik kelimeler kullanmak zorunda kalıyorsun. Ama içimde kalanları burada yazayım. Benim bu tezden çıkardığım iki sonuç oldu. Birincisi, Tayyip Erdoğan ve İsrail arasındaki siyasi ataklar tiyatrodan ibarettir. İkincisi ise Allah Filistin'in yardımcısı olsun, çünkü o Filistin, sadece slogancı müslüman siyasetçiler için bir oy toplama yeri.

Neyse, artık yavaştan bitiriyorum ben mevzuyu. Amına koyim yazmayı amma özlemişim, ben buraya sadece Kral Tv Top 20 listesi tadında kitap ve yazar ismi yazıp bırakacaktım ama yazasım varmış, koptum gittim. Bir ara bu listenin belgesel ve video versiyonunu da yapmayı düşünüyorum. Aslında esas isteğim, umarım Allah sağlık verir de, yine o üretken dönemlerime geri dönüp patır patır kendi yazılarımı yazabilirim. Neyse dur bakalım.

Bu arada çok ciddiyim, bu kitapları okuyacaksınız. Aksi takdirde her akşam feysbuk'ta takılıp sikimsonik kötü esprili caps'lerin altına "alemsin bahooooooo :)))))" yorumu yazan eniştenizin amına korum.

Hadi eyvallah.


25 Kasım 2015 Çarşamba

Kanser

Merhaba.

Musa olsaydım, "Firavun Allah'ından bulsun" der yatmaya devam ederdim. İsa olsaydım, üç beş tane insan evladı lafımı dinleyecek diye binlerce hıyarla uğraşamazdım. Muhammed olsaydım hele, o büründüğüm örtümü hiç kaldırmazdım üstümden, yatardım yerimde aylarca.


Edebiyat olsun diye böyle yazmıyorum abi. Kaç haftadır banyo yapmadım bilmiyorum. Şu an bana "eğer dışarı çıkıp 5 dakika yürümezsen öleceksin" deseler, oturur istifimi bozmadan son sigaramı içerim. Tükendim ben artık, olmuyo. Yıllardır, ara ara kötü olduğumu falan yazıyorum ya burada, evet yıllardır da çok garip bir ruh hali içindeyim. Ama artık bunun son raddesindeyim. Öyle ipteyim, öyle sınırdayım ki, bunu bi tek bu kadar dipte olan anlar. O da anlasa bile çare bulamaz.


3-4 sene önce deprem olmuştu, ufak bir sallamıştı, odamdaki lambaya bakmıştım sallanıyodu. Sevinmiştim, o beklenen büyük deprem sanmıştım, heh dedim gidiyoruz ehehe. Sonra kesildi ama, birkaç saniye sürdü sallantı, bitince üzüldüm tüh amına koyim ölmüyorum diye. Neyse işte aradan yıllar geçti, geçen hafta yine böyle ufak bir deprem oldu, bu sefer o deprem salladığında korktum ben, hassiktir dedim gidiyoruz galiba. Sonra sevindim korkmuş olmama, sağlıklı bir insan tepkisi vermiştim depreme, ölmekten korkmuştum, galiba düzeliyorum diye düşünmüştüm. Ama o günlerde de hiçbir hayatı sevme emaresi göstermiyordum ki, yine aynı boktan ruh halindeydim. Sonradan anladım niye artık ölmekten korktuğumu, şu an ölsem ne hesap vereceğimi bilemiyorum ben. Tıpkı yıllar evvel kafası 3-4 yerinden delik deşik edilmiş ve ölmek üzere olan beyin tümörü hastası babamın, yarım yamalak konuşabilen haliyle "yaa ben ölmekten değil, başka bi şeyden korkuyorum, anlamıyosunuz" diyerek anlatmaya çalıştığı şeyden korkuyorum ben de. Bildiğim kadarıyla son zamanlarında inancı sarsılmıştı onun, o yarım yamalak imanlı haliyle ölürse Allah'a ne hesap vereceğinden korkuyordu. Benim iman yerinde duruyor da, son 3-4 senedir öyle saçma şeyler yaptım ki ve aynı zamanda o kadar hiçbir şey yapmadım ki, ben de şimdi bu halde ölürsem ne hesap vereceğimden korkuyorum.


Teoride müslümanım da, pratikte nihilistin kralıyım. Hatta öyle dindar bir nihilistim ki, nihilizmin tüm dini vecibelerini yerine getiriyorum, yani hiçbir bok yapmıyorum. Ne güzel hayallerim vardı benim, şimdi onları gerçekleştirmek bir yana, hayal bile kurmuyorum. 


Bu yazdıklarım senin için sırf sürekli Feysbuk'ta dolaşıyor diye okumak zorunda kaldığın sikindirik "Gizemi Açıklanamamış Görenleri Şaşkına Çeviren Hepsi Birbirinden İlginç 16 Eşeğin Siki Fotoğrafı" haberi gibi çerezlik bir yazı olabilir, ama benim için kanserli beyin tomografisi.


Şu an anlaşılmak için yazmıyorum, anlatacağım bir hikayem de yok zaten, ama anlaşılmak için yazsaydım sadece "olmuyo" yazardım. Olmuyo deyince ne anlıyorsan o. Yalnız sen "olmuyo" dedikten sonra ertesi sabah tıraşını olup işine, okuluna devam edebiliyorsun ya, bende o da olmuyo abi. Sözümün eriyim bak bu konuda, olmuyo. Harbiden, hiçbir şey olmuyo.


Benim insan denen siktiğimin çocuğuna herhangi bir inancım veya güvenim kalmadı. İnanılmaz saçmayız, acayip yalancıyız, müthiş çelişkiliyiz. İnsanların böyle olmalarından şikayetçi olanlarımız bu niteliklere daha çok sahip, çünkü onlar da şikayetçi oldukları şeylerin aynısını yaptıklarından saçmalıkları ve tutarsızlıkları bir adım daha fazla hale geliyor. Ben kendimden biliyorum bu durumu, sonra daha çok muhattap olup güvendiğim insanlardan biliyorum. Zaten en büyük bok yemem insandan medet ummak oldu bu zamana kadar. "İyi olacaksın, seni iyi edicez" bu minvalde bir lafı galiba 100'e yakın insandan duydum son 7-8 senede. Bir kısmı doktorlarımdı, bir kısmı sevgililerim, bir kısmı arkadaşlarım. Bu lafı duyduğumda mutlu oluyordum, çünkü sahiden başkalarından medet umuyordum, ama bu lafı diyenler cenaze namazına durup "başınız sağ olsun" diyerek iki sahnelik rolünü oynayan ve sonra işine gücüne bakan tanıdıklar gibiydiler. Cenaze bitince siktir olup gittiler, cenazenin başında ise sen kaldın bir tek.  


O arkadaşlığı ve sevgiyi haddinden fazla yücelten filmlerimizi, çizgi filmlerimizi, kültürümüzü, yazarlarımızı, süslü sözlerimizi ve tüm bu romantizmi oluşturan her şeyi ta götünden sikeyim. Yok öyle bir şey oğlum, tıraş onlar. Tek başınayız bu amına kodumu yerinde.


Bayadır hiçbir şey istemiyorum. Şu an ise bir şey istiyorum. Sonu "sikeyim" ile biten cümleler kurmak istiyorum. Ama ona da üşeniyorum. Tipimi sikeyim.


Ben anlatamıyorum abi. Halimden biraz dili dönmediği için derdini tam anlatamayan Musa anlar. Ben ne dersem diyeyim, herkes canının istediği şeyi anlıyor abi. Halimden biraz öyle demediği halde Tanrı'nın oğlu ilan edilen İsa anlar. Ben artık kendimden korkuyorum abi. Halimden biraz "yoksa deliriyo muyum?" diye kendinden şüphelenen Muhammed anlar.


Herkes biraz anlar da, bir tek Allah bilir içimdeki kanseri. Kimsem kalmadı Allah'ım, yardım et. Ağlayan bu kuluna yardım et. Yoktan yarattığın bu kuluna yardım et. Yardım et, durum çok vahim.


19 Eylül 2015 Cumartesi

İyi İnsanlar

Bölüm 2:

Psikiyatrist Erkan Bey önce konuşmakta olan hastasına, sonra da hastasıyla ilgili almış olduğu notların bulunduğu önündeki kağıtlara baktı. Günün son randevusuydu bu, artık epey yorulmuştu. Aklında artık tedavisinin tamamlanmak üzere olduğunu düşündüğü bu hastasından çok, yazılacak son yirmi sayfası kalmış olan kitabı vardı. Aklı istemsizce, kitabının son bölümünde yapacağı davranışçılık eleştirisine gidiyordu. Yine de kaşlarını kaldırdı ve son gücüyle hastasına bakarak onu dinlemeye çalıştı.

- Artık intihar düşüncesinden kurtuldum Erkan Bey. Arada sırada aklıma geliyor tabi, yani sadece bir takıntı gibi aklıma intiharı düşünmek geliyor, ama gidip de intihar etmeyi düşünmüyorum.
- Evet Selim'ciğim, Efexor'u artık 150'den 75 miligrama düşüreceğiz.

Erkan Bey, ilacın dozunu düşürme haberini verdikten sonra hastasının yüzünde oluşan minnet dolu bakışları gülümseme ve keyifle seyretti. Hastanın bakışlarında sadece bir mutluluk ve bir minnet değil, aynı zamanda doktoruna duyduğu hayranlık da vardı. Erkan Bey, bu hastayla olan ilk randevusunu hatırladı. Hastası, Erkan Bey'in bir yazısından etkilenerek ona gelmeye karar vermişti. Erkan Bey'in insanlardaki mal ve mülk tutkusunun bir tapınma derecesine gelmesini eleştiren yazısını, sanki o yazıyı yazan Erkan değilmiş gibi dakikalarca anlatmıştı ona. Haddinden fazla maddiyatçılığa karşı düşünceleri nedeniyle ayrıca seviyordu doktoru Erkan Bey'i.

- Bir şey daha söyleyeceğim Erkan Bey... Hani aylardır rüyalarımda uçmaya çalıştığımı görüyordum ya. Size de söylemiştim, hatırladınız mı?
- Tabi ki

Hasta, hikâyesinin devamını anlatırken Erkan Bey'in masasındaki ufak bir bibloyu alıp onunla oynamaya başladı.

- Hani şimdiye kadar hep zorlanarak uçuyordum rüyalarımda. Ayaklarımı yerden kesiyordum ama sonra hop tekrar düşüyordum. İşte geçen hafta bir rüyamda uçmayı başardım. Böyle hiç zorlanmadan, istediğim gibi uçtum.
- Evet Selim'ciğim. Önceleri ayakların üzerinde duramıyordun, ama artık ayaklarının üzerinde durmayı öğrendin. Bilinçaltın bunu böyle ifade etmiş diyebiliriz herhalde.
- Haklısınız. Ya Erkan Bey, bir de ben yanlışlıkla bunun kolunu kırdım ya, kusura bakmayın.

Erkan, hastasının elindeki bibloya baktı. Sahiden de biblonun kolunun kırıldığını görünce bir anda kaşlarını çattı.

- Haydaaa... Sen niye oynuyorsun ki onunla zaten?
- Hay Allah ya, kusura bakmayın Erkan Bey. Öyle konuşurken dalmışım işte. Tekrar özür dilerim. Yani aslında japonla falan halledilir bence ama...
- Onu bana bir hastam Brezilya'dan getirmişti. Niye yaptın ki sen böyle bir şey şimdi?
- Özür dilerim Erkan Bey, valla ne diyeceğimi bilemiyorum. Kusura bakmayın.

Genç adamın ısrarlı ve abartılı özürleri aslında Erkan Bey'den "önemli değil" minvalinde bir söz işitmek içindi. Böyle saçma sapan bir oyuncak için Erkan Bey'in haddinden fazla tepki göstermesini yakıştıramıyordu ona, bu nedenle Erkan Bey bu meselenin önemli olmadığını söylemek zorundaydı. Fakat söylemedi, askine gayet sinirliydi. On beş dakika sonra Selim diğer sorunlarını anlatırken laf arasına yine bir özür sıkıştırdı, "lafı mı olur tamam canım" gibi bir söz duymak için. Erkan Bey yine hiçbir şey söylemedi. Genç adam akşam arkadaşlarıyla bir şeyler içmek üzere Erkan Bey'in ofisinden ayrıldı.

Bölüm 3:

Erkan Bey'in hastası Selim, en sevdiği arkadaşlarıyla ikinci biralarını tokuşturuyordu. Aslında Efexor kullanırken alkol almaması gerekiyordu, çarpıyordu onu, ama yine de arada bu tür kaçamaklar yapıyordu. Damarlarında dolaşan alkol oranı arttıkça, normalde hayvani düşüncelerini eyleme geçirmesini engellemekle yükümlü olan beyninin frontal lobu görevini pek yapmamaya başlıyordu. Derininde biriken pislik düşüncelerini dile getirmek, artık eskisinden daha kolaydı.

- Ya beyler, kimseye söylemiyorum ama sizden de çekinmiyorum. Bu doktor bana iyi geldi, tamam eyvallah, ama ben arada sırada hala intihar etmeyi şöyle bir düşünüyorum. Eskisi kadar değil ama lan, kızmayın hemen.
- Bence herkes arada bir düşünüyordur moruk, o kadarı olur, takma kafana iyisin.
- Hayır hayır, ben bir de intiharın neden hastalık muamelesi gördüğünü anlamıyorum. Yani bazı insanlar daha meyillidir intihar etmeye, bir insanın bu hakkını kullanması neden yanlış olsun ki? Hastalık mı bu da tedavi edilme gereği duyuluyor amına koyim?

Selim'in en sevdiği çocukluk arkadaşı Cemre, götünün altındaki tabureyle beraber Selim'in yanına ilişti. Selim'in kolunu iki kere dürttü ve "bak hacı" diyerek söze başladı.

- İntihar etmek en büyük kötülüktür. İntihar eden bir insan, eline imkân geçse tüm kötülükleri yapar.

Cemre hem Selim'i sakinleştirme zahmetinden masadaki herkesi kurtardığı için, hem de ilginç bir şey söylediği için masadaki uğultuyu susturdu. Herkes bir anda sessizce Cemre'yi dinlemeye başladı.

- Bir insan neden intihar eder? Acılarından kurtulmak için. Peki, varsayalım intihar etmek üzere olan adamın yanına geliyorlar, ona bir kumanda veriyorlar. Diyorlar ki, "bak eğer bu tuşa basarsan, sen hariç dünyadaki tüm insanlar ölecek ve acılarından kurtulacaksın". Sence böyle bir şeyi kabul eder mi, etmez mi?
- Etmez bence.
- Yarrağımı etmez. Adam acısından kurtulmak için kendini öldürüyor lan kendini. Kendini öldüren adam başkalarını mı öldüremeyecek? Eğer bu teklifi kabul etmiyorsa da mantıksız bir insandır. İntihar etme amacının, çektiği acıdan kurtulmak olduğunun bile farkında değildir. Eğer intihar etmeye kararlıysa, böyle bir teklifi de kabul etmesi gerekir.
- Ya... Aslında haklısın lan.
- E yani... İntihar eden adam eline imkân geçse, acısından kurtulmak için her şeyi yapar. Bu yüzden, intihar etmek belki de en büyük kötülüktür.

Yanındaki diğer bir arkadaşı "aferin lan piç" dercesine gülümseyerek Cemre'yi ensesinden kavradı. Cemre ise hem Selim'i bir nebze de olsa ikna edebildiği için, hem de masadakilerin takdirini topladığı için gururla sigarasını yaktı.

Ertesi sabah Cemre, karısı Aysel için mutfakta sucuklu yumurta pişiriyordu. Dün gece eve geç bir saatte, leş gibi alkol kokarak geldiği için mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlayarak karısının gönlünü alma niyetindeydi. Portakalları sıkarken aslında sayısız kez giriştiği bu gönül alma seremonisini ne kadar saçma bulduğunu fark etti. Ne olmuş yani içkiyi biraz fazla kaçırdıysa, artık bunun mazur görülmesi gerekiyordu. Hem hazırladığı her güzel kahvaltının karısı üzerindeki affettirici etkisi de, bir öncekine oranla düşüyordu. Yine de hazırladığı kahvaltıyı salondaki masaya taşıdı. Karısını uyandırmaya gitti, karısı "beş dakika daha" dedi.

- Hadi ama güzelim, soğuyacak bak yumurta?
- Soğusun, beş dakika.

Aysel yirmi dakika sonra uyandı. elini ve yüzünü yıkadıktan sonra salona girdi. Salona girdiğinde ilk önce o güzel kahvaltı sofrasını gördü. Mis gibi kokan sucuklu yumurta, envai çeşit peynir ve yuvarlak halka şeklinde kesilmiş birer portakal dilimiyle süslenmiş portakal suyu dolu iki bardak... Kafasını kahvaltı masasından çevirdikten sonra gördüğü ilk şey ise, Cemre'nin bir kum torbası edasıyla tavandan sarkan bedeni oldu.

Aysel ciyaklayarak Cemre'nin cansız bedenine koşup sarıldı. Gözyaşlarıyla ölü adamın tişörtünü ıslattı. Kafasını yukarı kaldırdığında Cemre'nin ipin boğazını acıtmaması için ip ile boynu arasına peçete sıkıştırdığını fark etti. Tam da Cemre'ye göre bir davranıştı bu, canı çok tatlıydı onun. Uzun uzun ağladı Aysel. "Ben şimdi sensiz ne yapıcam?" diye bağırdı. 14 ay sonra evlendi Aysel. 23 ay sonra bir perşembe günü, Aysel'in yeni kocası Emir ofiste çalışırken, sürekli aynı yatak odasında ve aynı pozisyonda sikmekten sıkıldığı karısını anal seks yapmaya nasıl ikna edebileceğini düşünüyordu.

Bölüm 4:

Muzaffer Bey ofiste şöyle bir turlamaya çıktı, hem biraz vakit öldürmek, hem de çalışanlarını kontrol etmek niyetindeydi. En sevdiği çalışanı olan Emir'i her zamankinden daha donuk ve daha düşünceli gördü. Yeni evliydi bu genç adam, kim bilir ne dertleri vardı, diye düşündü Muzaffer Bey. Yanına gelip ona doğru eğildi.

- Nasılsın oğlum?
- İyiyim Muzaffer Bey, siz?
- Ne derdin var?
- Hi... Hiç. Yani, ne bileyim, bugün biraz enerjim düşük.
- Oğlum, ben senin sırf patronun değilim biliyorsun. Bir derdin varsa bana açılabilirsin, bakarız bir çaresine.
- Eksik olmayın Muzaffer Bey, gerçekten iyiyim.

Muzaffer Bey diğer çalışanlara da şöyle bir göz gezdirdikten sonra sallana sallana odasına yürüdü, bilgisayarının başına geçti. Torrent'ten indirmekte olduğu filmin durumunu kontrol etti, %90'ı tamamlanmıştı. Vakit de geçsin diye bir kız arkadaşını aradı telefonla, bu arkadaşıyla beraber kadına şiddete karşı bir kampanya başlatmak istiyorlardı.

- Alo, nasıl gidiyor? N'apıyım işte sponsor işiyle uğraşıyorum. Bir yerden haber bekliyorum ama orası olmayacak gibi, aslında ben şu Şehir ve Kadın dergisinden umutluyum. Yani onların öyle parasal yardım verecek bir bütçeleri yok, ama işte ne bileyim her ay üç-beş sayfayı bize ayırabilirler. Tabi tabi, iyi bir adam o, yardım eder. Etsin de zaten canım, insanlık görevi bu. Hıı hıı... Röportaj mı? Sen mi yaptın? Aaa süper. Evet... Ciddi misin? Ne diyorsun ya, şerefsiz oğlu şerefsiz...Ya bir insan düşmanına yapmaz bunu, kendi karısına nasıl yapıyor... Boşanmış mı peki kız? Hıı kocası bırakmıyor tabi... Güzelim, Tanrı'yı oynamayacaksın, bir insanı asla istemediği bir şeye maruz bırakmayacaksın. Dur bakalım, bugün şu haber beklediğim yeri bir arayayım. Ses getirirsek bir avukat mavukat buluruz o kızcağıza. Tamam, oldu canım. Tabi ki, görüşürüz.

Muzaffer Bey telefonu kapatıp masanın üzerine bıraktı. Karşısında duran duvar saatine baktıktan sonra yeniden bilgisayar ekranına gömüldü. İndirmekte olduğu filmin durumunu kontrol etti, filmin tamamı inmişti. Muzaffer Bey indirdiği çocuk pornosunu Torrent'in yüklenenler klasöründen alıp, bilgisayarın D diskindeki gizli arşivine taşıdı. Ardından Torrent'teki indirme geçmişini sildi.

Bölüm 1:

Psikiyatrist Erkan Bey, yazmaya yeni başladığı kitabının ilk bölümünü henüz bitirmişti. Artık kafası tamamen ambale olduğu için biraz aylaklık yapması gerekiyordu. Zihnen o kadar yorgundu ki, tembellik hakkını bile masasından kalkmadan bilgisayar başında kullanmayı seçti. Facebook'una girdi, gereksiz bulduğu insanların gereksiz fotoğraflarına sırf o an denk geldiği için baktı. Sonra popüler bir sayfanın paylaştığı kısa bir video'yu seyretti. Video'da bir siyasi liderin 5 ay önce ve dün yaptığı iki farklı konuşma peş peşe gösteriliyordu. 5 ay önce başka bir siyasi partinin yaptığı usulsüzlüğü sert bir dille eleştiren siyasetçi, dün aynı usulsüzlüğü kendi partisinin de yaptığı ortaya çıkınca laf değiştiriyor ve "ama" ile başlayan izahlarla kendi durumlarının farklı olduğunu savunuyordu. Dayanamadı psikiyatrist Erkan, video'nun altına bir yorum yazmak istedi.

"Mantıksızlık ahlaksızlıktır" diye başladı yorumuna, ardından enter'a basıp bir alt paragrafa geçti Erkan: "Bir insanın aynı olay hakkında birbiriyle çelişen iki farklı yargıya varması tutarsızlıktır, mantıksızlıktır. Birbiriyle çelişen şeyler aynı anda doğru olamaz. O sebeple başkalarının yaptığı bir yanlışı eleştiren ama konu kendisi olunca aynı yanlışı kendisine reva gören, doğruymuş gibi savunan insan da mantıksızdır ve ahlaksızdır."

Ertesi gün psikiyatrist Erkan'ın yaptığı yorumu, aralarında Cemre ve Muzaffer Bey'in de bulunduğu 400'den fazla kişi beğendi. Haklıydılar, mantıksızlık ahlaksızlıktı. Gel gelelim kendi küçük ölçekli hayatında mantıksız davranan insanlar, göz önünde bulunan ve dev adımlar atan insanların mantıksızlıklarını çok severlerdi. Kendi yaptıkları ahlaksızlıklar zaten çok fazla kişiye zarar veremezdi, fakat büyük sorumluluk sahibi olan insanların ahlaksızlıkları başkaydı. Belki de küçük hayatında ahlaksızlığı bir huy edinmiş küçük insanlar çok fazla olduğu için, büyük konumlardaki insanlar da ahlaksızların arasından çıkıyordu, sonuçta bu insanlar gökten inmiyordu. Belki de küçük ölçekli insanlar bu kadar mantıksız ve ahlaksız oldukları için mantıksızların ve ahlaksızların komutası altında yaşamak zorundaydılar. Olsun, iyi insanlardı Erkan, Cemre ve Muzaffer. Kime ne zararları olmuştu ki? Hangi kararları yüzünden binlerce insanın hakkını yemişlerdi? Böyle büyük kötülükler yapan insanlarla kendilerini kıyasladıklarında, iyi olmaktan başka şansları yoktu bu kişilerin. İyi insanlardı Erkan, Cemre ve Muzaffer. Onlar eline imkân geçmemiş iyilerdi.