Okunması şart makaleler:

Tasavvuf ve Tarikatlardan Yeni Dünya Dinine: Bölüm 1 ve Bölüm 2
Komünizm, Kızıl Devrim, Sovyetler Birliği ve Şirketler
İnsan, Din ve Kuran
Bu da amme hizmeti: Okunması Gereken Kitaplar Listesi

Bir Başka Din: Tasavvuf kitabı çıktı; internet'ten sipariş etmek için kitapyurdu link'i.

YENİ: Youtube'daki hodor hodor konuşmalarım için buradan alalım.

2 Temmuz 2015 Perşembe

Saçma İnsanlar

Merhaba hacı.

Yalnız kaldığımda volta atarken düşündüklerimi yazıcam burada. Hani senin de aklına gelen, hatta gece başını yastığa koyduğunda kendini kaptırıp hararetli bir şekilde düşündüğün, ama insan içindeyken bir başkası tarafından dillendirildiğini duyduğunda prim yapma kaygılı bir orospu çocuğu olduğun için o düşünceleri söyleyen kişiyle dalga geçme ihtiyacı hissettiğin, veya sanal bir mecradaysan iki "like" alma, yani beğenilme ve dışlanmama ihtiyacı uğruna dillendireni itin götüne soktuğun, üzerinden yarrak gibi espriler yaptığın, ama çok benzerlerine senin de sahip olduğun birtakım gizli ve sınırda düşüncelerin var ya, ha işte onları yazıcam. Yok hacı, her gün tatlı ve saygılı bir gülümseme eşliğinde yüzüne "Günaydın Zuhal Hanım" deme zorunluluğunda kaldığın orta yaşlı ablayla kendini 69 pozisyonunda hayal etmenden bahsetmiyorum, veya sürekli düzgün vatandaş sıfatıyla karşılaştığın o Zuhal Abla'nın orgazm olurkenki yüz halini tahmin etme çalışmalarından, ya da Zuhal Abla'yı o ana kadar hayatına girmiş olan tokmakçılarıyla sevişirken hayal etmenden, ya da Zuhal Abla'nın göt çatalından damlayan spermleri silmek için giriştiği selpak bulma arayışını zihninde canlandırdıktan sonra "ulan ben neler düşünüyorum böyle ya, tövbe yarabbi" demenden bahsetmiyorum. Benim derdim çok daha büyük, hatta bilinçaltımın Zuhal Abla ile ilgili oynadığı bu sikindirik cinsellik içerikli oyunları dert etmek bir kenara, onları en fazla na böyle konuya bir girizgah malzemesi edecek kadar büyük benim derdim. Sana açacağım konu da biraz şu Zuhal Abla üzerinden geliştirdiğim örnek gibi işte, yani hep aklına gelen, fakat sanki hiç aklına gelmiyormuş rolü yaparak insanların arasında yaşamaya devam ettiğin, görmezden gelmeye çalıştığın ve ulu orta dillendireni ise müthiş bir ikiyüzlülük örneği göstererek aşağılama ihtiyacı hissettiğin bir mesele. Senin şimdi normalde bu meseleyi açmaya hevesin olmuyor, "siktir et keyfim yerinde" deyip hayatına devam ediyorsun, bak ben diyemiyorum ve ulu orta söylüyorum. O mesele şu: Biz neden yaşıyoruz ulan? Hayatın amacı ne? Şimdi, içten içe gayet de düşündüğün -ki düşünmüyorsan ta ağzına sıçayım- bu konuyu, umuma açık yerde dile getiren birisi görünce "ya geç bunları" diyen bir sığır rolüne bürünüp bürünmemekte özgürsün sevgili amın feryadı. Ben yine de kusacam içimi.

Yatırım dediğin şeyi ancak ve ancak, sonda sağlayacağın kazancın, ilk başta koyduğun paradan büyük olacağı beklentisine sahipsen yaparsın. Yani işin sonunda eline geçecek olan para, işe girerken koyduğun paradan büyük olmalıdır, o paradan eksilteceksen bu yatırımı yapmazsın. Hatta ve hatta sonda sağlayacağın kazanç, ilk başta koyduğun paradan "çabana ve emeklerine değecek, sana somut bir fayda sağlayacak" oranda büyük olmalıdır. O oranın miktarı senin tatminkârlığına kalmıştır ama sonuç olarak herkes adına değişmeyen kural şudur: yatırım yapmak için bir "kazanç beklentisi"ne sahip olmalısın.

Şimdi "neden yaşıyoruz?" sorusunu bir kez daha soruyorum. Sen finalde ne kazanacağını bekliyorsun ki bu kadar acıya katlanmaya razı gelip, eşekler gibi çalışıyorsun? Bunların karşılığında ne elde etmeyi bekliyorsun ki böyle büyük ve insanın anasını siken bir yatırıma girişiyorsun? Sırf içgüdülerine uyup yaşama içgüdüsüyle var olan bir hayvan gibi bunları düşünmeden bu kadar meşakkatli bir işe girişiyorsan da senin ta insanlığını sikeyim, robot musun ulan sen, nasıl böyle önemli bir meseleyi gözardı ederek böyle bir mücadeleye girersin?

Aynı soruyu farklı kelimelerle tekrar soruyorum iyi dinle. Mutsuzluğu mutluluğundan fazla olan bir insan neden yaşar? Neden göz göre göre zarar ettiği hâlde böyle bir yatırım yapar, hayatta kalır? Aklına ilk gelen "yaşama içgüdüsü" cevabı, "neden yaşar?" sorusuna değil, "nasıl yaşar?" sorusuna cevap olabilir, zira herif hayatta kalma içgüdüsü sayesinde hayatta kalıyordur fakat bu yine de "neden yaşadığı" problemine bir cevap teşkil etmez.

Mutsuzluğu mutluluğundan, aldığı zarar faydasından fazla olan bir insanın yaşamayı sürdürmesi için ancak ve ancak ileriye dair bir kazanç beklentisinin olması gereklidir. İçerisinde ahiret inancı olan bir dininiz varsa bu, ileriye dönük bir kazanç beklentinizin olduğu anlamına gelir. Ve mutsuz olsanız bile, bundan daha fazla mutluluğa yönelik bir yatırım yaptığınız için vermiş olduğunuz yaşama kararı "rasyonel"dir.  Fakat, eğer ölümden sonra yok oluşa inanıyorsanız ve üstelik mutsuzluğunuz (veya faydanız, sizi hayatta tutmaya iten o şeyin adı her neyse) ağır basıyorsa, bu durumda "neden yaşıyorsun" sorusuna vereceğiniz hiçbir mantıklı cevap olamaz.

Kadın, sevgi, aşk, evlat, para, güç gibi şeylerin güzel olduklarını tabi ki kabul ediyorum. Fakat benim gibi mutlu olabilme eşiği düşük olmayan depresif tipleri hayatta tutmaya yetecek kadar güçlü motivasyonlar değil bunlar. Zira hem bunların sonu var, hem de bunların sağladığı o sonlu mutluluğa erişmek için haddinden çok fazla mücadele edip acı çekmen gerekiyor. Ve öldükten sonra yok olacaksam, bunların da hiçbir anlamı kalmıyor. Şans eseri geldiğim bu hayatta haybeye acı çekmiş oluyorum.

 "İşte yaşadık gitti, güzel anılarımız da yanımıza kâr kaldı" düşüncesi, söyleyenin bile inanmadığı bir yalandır, zira o güzel anılar için o kadar acı çektin ki sen, böyle bir ticareti kârlı bulan canlının gerizekalı olması gerekir. O canlı türüne de ben "saçma insan" diyorum işte. "İnsan şöyle olmalıdır, böyle yapmalıdır" diye konuşursun, eyvallah güzel tespitler de yaparsın, fakat "iyi de neden? ne uğruna?" diye sorduklarında hiçbir tatmin edici cevap vermen mümkün değildir. Zira ölümden sonra yok oluyorsak, hiçbir şeyin anlamı yoktur.


Bu "neden yaşıyoruz?" sorusuna cevap vermeye uğraşan ve ne hikmetse entelektüel çevrelerce gayet de kabul gören birini anlatayım sana. Hani siyah beyaz fotoğrafı eşliğinde saçma sapan bir sözüne caps yapıldığında bile en az 10 like alma garantisi olan heriflerden birinin bulduğu çözümü anlatacam sana. Bak oğlum, bunları sana üniversiteye giriş sınavında aldığı puan oraya yettiği için hasbelkader felsefe okuyan ve sonra da "ulan notlarım yüksek, bu bölümden diplomayla iyi iş de bulamam zaten, burada kalayım en iyisi" düşüncesiyle felsefe bölümünde akademik kariyer yapan, okumak zorunda kaldığı şeyleri gram özümsemeyen memur doçent kafasıyla "iş olsun" diye anlatmıyorum. Veya bu tür şeylerden "entelektüel görünme" hazzı duyan ve resmen bu hazzı arttırmak için sadece az sayıda kişi tarafından anlaşılmaya kasarak gereksiz karmaşıklıkta konuşan bir amcık ağızlı kisvesiyle de anlatmıyorum. Bunları arayışta, aç ve susuz bir adam olarak sana anlatıyorum. Ve bu açlığımın büyük kısmı da "anlaşılma ihtiyacı" olduğu için sana meselenin en özünü, net bir şekilde anlatacam. İyi dinle beni yoksa yarın öbür gün kendin aradığında bu dalyarakların gereksiz bilgilerinden bilgi ayıklamakla uğraşacaksın.

Bahsettiğim bu "neden yaşıyoruz?" veya "neden çalışıp çabalıyoruz?" sorusuna cevap vermeye çalışan abilerden birisi Nietzsche'dir. Nietzsche'ye göre insanın yaşama amacı üst insana ulaşmaktır, Hayatın tüm anlamı budur. Üst insan da bildiğin zeki, güzel, yetenekli ve en önemlisi "güçlü" insandır. Tüm insanlık; her doğan bebek "üst insan" oluncaya kadar bu amaç uğrunda çalışmalıdır. Ve bu amaç uğruna herkes potansiyelini sonuna kadar zorlamalıdır. Dünya tamamen bu üst insanlarla dolmalıdır.

Tabi benim Nietzsche'yi ele alma sebebim insanlara sunduğu bu dünyevi amaç değil amına koyim. Yoksa Nietzsche'ye gelene kadar insanlara bu dünya çerçevesinde "amacımız aha bu, şunu yapmalıyız, bunu yapmalıyız" diyen bir sürü adam var. Yalnız bunların büyük çoğunluğu doğal olarak "Neden?" sorusuna cevap verememiştir. Nietzsche ise, kendisine yöneltilen "e madem bu dünyanın sonunda yok olacaz, peki neden üst insanı yaratmak için bu kadar zahmete girelim, potansiyelimizi sonuna kadar kullanalım, neden lan? senin diğerlerinden farkın ne amcık ağızlı?" sorusuna bir cevap vermeye uğraşmış ve o cevabı vermeyi başarmıştır. O yüzden bu abi üzerinden bir şeyler anlatmaya çalışacam sana. Nietzsche'nin "neden?" sorusuna verdiği cevabı öğreneceğiz şimdi [1]:




Süs olsun diye koymuyorum bu fotoğrafları, oku yavrum n'olursun oku. Nietzsche "bu dünyadan başka dünya yok" ön kabulüne sahip biri olarak "Neden yaşayalım, neden çabalayalım, neden ulan?" sorusuna vereceği adam akıllı bir cevap olmadığının gayet farkındadır. Nietzsche öyle Hristiyan bir ailede büyümüş ortalama batılı ateist gibi veya Müslüman bir ailede büyümüş doğulu ateist gibi bu soruya biraz oradan, biraz buradan kırpma bir cevap veremeyeceğinin farkındadır. Nietzsche öyle "çünkü insan olmak bunu gerektirir (ney ney?)" veya "yarınımızın çocuklarına güzel bir dünya bırakmalıyız (lan ben ölüp yok oluyorum, bana ne?)" gibi orta karar saçma cevapların kendisini bile tatmin edemeyeceğinin farkındadır. Bu yukarıda göstermiş olduğum kesitteki "ooo en derinlerde gizlediğim hakikatı açıklayacam. ooo bu çok ağır bir şey, farkına varınca düşüp bayıldım amına koyim, bak sağ kolum tutmuyo bak gitti kol" girizgahı da bu yüzdendir. Yani mantıklı bir cevap veremeyeceğini bilen Nietzsche, tüm mistikler gibi "herkes anlayamaz, sadece çok az insan anlayabilir" formülüne başvurur. Günümüzde "Bu soruyu dünyada sadece 3 kişi cevaplayabildi" başlıklı saçma sapan Facebook paylaşımlarını bile daha büyük bir özenle okuyan ve derhal kendini sınamaya girişen gerizekalılar ise içlerindeki aşağılık kompleksi yüzünden bu formüle hep prim vermişlerdir. Her neyse, şimdi Nietzsche'nin o düşüp bayıldıktan sonra insanlığa söyleyeceği ulvi cevabı öğrenelim, neden üst insan olmak için çabalamalıyız biliyor musun, şu yüzden:




Nietzsche'ye göre bu dünyada olan her şey, sonsuza kadar yeniden olacaktır. Misal sen 15 yaşında bisikletten düştün, 53 yaşında işinden emekli oldun, 68 yaşında prostat oldun ve 72 yaşında öldün diyelim. Ölür ölmez yeniden bu dünyaya gelip, tüm bu yaşadıklarını istisnasız tekrardan yaşayacaksın, yine 15 yaşında bisikletten düşüp 68 yaşında prostat olup 72 yaşında öleceksin. Sonra yeniden dünyaya gelip tüm bunları tekrardan yaşayıp öleceksin ve yine, ve yine, sonsuza kadar bu böyle gidecek. Aynı şey dünya ve evren için de geçerli olacak, seninle beraber onlar da böyle sonsuz kere bitip, sonsuz kere yeniden başlayacakları bir döngü içindeler. Nietzsche'nin sadece "neden" sorusuna cevap verebilmek için götünden uydurduğu bu şeyin adı "Bengi Dönüş"tür ki böyle kalkık siki indirecek iticilikte ve ciddiyette bir ismi gören de bunu çok önemli, çok dahiyane bir bok zanneder amına koyim.

Şimdi böyle saçma bir şeye inanmayı geçtim, bunu bir gıdım ciddiye dahi alır mısınız orasını bilmem. Fakat yine de Nietzsche "neden?" sorusuna bir cevap vermiş midir? Evet abicim, vermiştir. Varsayalım Nietzsche'nin götünden uydurduğu bu bengi dönüş bir gerçektir ve herkes de bu gerçekliğin farkındadır. İşte şimdi acılara katlanmak, mücadeleye girişmek, üst insanı yaratmak ve yaşamak için geçerli bir "neden"iniz vardır.

Şöyle ki:

1. Bu fikirde "sonsuzluk" vardır. Yok olmak, kaçıp gitmek yoktur. Sike sike içindesin bunun, hem de sonsuza kadar.
2. Bu fikirde ama öyle ama böyle bir "hak ettiğini bulma" vardır. Şöyle ki, o sonsuz hayatın bir tanesinde nasıl yaşadıysan hep öyle yaşayacaksındır. O sebeple tüm hayatlarında (yani sonsuza kadar) nasıl yaşamak istiyorsan, bu hayatında da öyle yaşamak zorundasındır.

Sonsuzluk ve hak ettiğini bulma.

Nietzsche'nin "Neden yaşamalıyız?" sorusuna cevap vermek için ne yaptığını fark ettin mi?

Adam gitti ahiret versiyon 2.0'ı yazdı ulan.

Bu hayata anlam katacak tek yol olan ahiretin, "sonsuzluk" ve "adalet" özelliklerini aldı, sana kendince yeni bir neden sundu.

İşte o kadar ortalığın amına koyan, entelliğin 5 şartından biri olan Nietzsche'nin "neden?" sorusuna verebildiği cevap budur. Ki aynı Nietzsche bir de ahiret inancına sahip Hristiyanları kastederek "oo kardeşlerim, size bu dünyanın ötesini vadedenlere inanmayın" falan da der. Lan tırt, sen de sonsuz bir yaşam vadettin işte, sadece götünden uydurduğun kaprislerin sonucu o sonsuz hayatın bu dünyada ve tekrar tekrar aynı şekilde olmasına karar verdin amına koyim, arada başka ne fark var?

Bu Nietzsche'ye sonra geri dönecem ama benim meselem bu dalyarak da değil. Sana Nietzsche üzerinden anlatmaya çalıştığım şey şu; hayatın ve hayatta olan herhangi bir şeyin bir anlamı olabilmesi için, hayatının bir sonu olmaması gerekiyor. Eğer ölümden sonra yok olacağını söyleyip, bir de insanlara "amacımız şu" dersen, sana "neden?" diye sorarlar. O "neden?" sorusuna bir cevap bulabilmek için de işte böyle sikimsonik mistik cevaplara kayar ve saçmalarsın. Zira "ölümden sonra yok oluyoruz" kabulüyle bu soruya cevap vermen mümkün değildir.

Bir şeylerin anlam kazanabilmesi için ve o anlam uğruna çabalayabilmen için, hayatının sonsuz olması da yeterli değildir. Aynı şekilde o hayatın süresince yaptıklarının, sonsuz hayatına etki etmesi de gerekir. Yoksa 4 ve 5 yaşlarındaki çocuklarını "Bakalım hanginiz sütünü önce bitirecek?" diye yarıştıran ve sonra da "Aferin Koray sen kazandın, ama olsun ben ikinize de çikolata vericeeem :):)" deyip ikisini de ödüllendiren annenin oynattığı "anlamsız" yarışma gibi, sen de anlamsız bir hayat anlayışı sunmuş olursun. Bu, tasavvufun ve diğer panteizm inançlarının sunduğu "her şey Allah'tır, her şey en sonunda Allah ile bir olacaktır" anlayışından farklı değildir. Bu durumda benim gibi depresif tipler yine "ee iyi o zaman, madem her türlü yırtıyoruz, niye çabalayalım ki?" diye soracaklardır. Koraylar ise genellikle "lan kazanmak için o kadar çabaladım, bunun boş yere olmaması lazım" düşüncesiyle götlerinden yeni şeyler uyduracak ve o çabalarını rasyonalize etmeye uğraşacaklardır. Hem ölünce yok olacağını söyleyip hem de hayatının bir anlamı olduğunu iddia eden herkes Koray'dır.

Velhasıl kelam Nietzsche'nin bu bengi dönüş denen denyo fikri, tamamen kendi kişisel arzusu olan "üst insan ideali"ni insanlara anlamlı buldurtmak için uydurduğu bir şeydir. Zira tekrar söylüyorum, bu hayatın anlamı olabilmesi için gerekli 2 kavram şunlardır:  "Sonsuzluk" (yani bu hayattan sonra bitmeyecek olan sonsuz bir hayat) ve "Adalet" (yani bu hayatında yaptıklarının, sonsuz hayatına anlamlı bir şekilde etki edecek olması). Bunları insanoğluna sunan yegâne yol ahiret inancıdır. Nietzsche de hem ahiret inancını inkâr eder, hem de "neden?" sorusuna cevap verebilmek için gider ahiret inancından kopya çeker. Ve biraz da Budizm'deki Samsara Çarkı'ndan esinlenerek, kıçından uydurduğu bir "bengi dönüş" sistemi yaratır. Değil Nietzsche, kim olursan ol, öldükten sonra yok olma inancına sahipsen eğer, insanlara "anlam" diye yutturacağın şey yine bu gibi kişisel kaprislerin ve götünden uydurduğun isteklerin olacaktır. Zira bu denklemin ahiret inancı dışında bir çözümü yok.

Benim bu Nietzsche'de takdir ettiğim tek şey delikanlılığıdır. Zira ölümden sonra yok olacağı inancına sahip insanların %99'unun yaptığı gibi "neden yaşıyoruz?" sorusuna cevap verirken kıvırmamıştır.  "Çünkü insan olmak bunu gerektirir", "çünkü empati", "çünkü sevgi", "çünkü üreme ve soyun devamı" gibi yok olacak bir insanın hiç de sikinde olmayan şeyleri hayat amacıymış gibi gösterme gafletinde bulunmamıştır. Bunların mantıksız olduğunun farkındadır.

Gelelim bir diğer meseleye, ahlak meselesine. Ahlak lafından da çok soğuduğunu biliyorum amına koyim, çünkü ahlak deyince aklına din kültürü ve ahlak bilgisi geliyor, ya da ne bileyim büyüklerin karşısında bacak bacak üstüne atmama gibi klişe ve genellikle sağ yanağında 25 kilogram et beni olan emmiler tarafından sana verilen edep dersleri geliyor. Yok moruk, ahlak dediğim şu: Hani haksızlığa uğrayınca canın acıyor, bağırıyorsun ve diğer insanların desteğini arıyorsun ya, işte odur ahlak. Sen neye dayanarak diğer insanların desteğini istiyorsun? Tabi ki ahlaka dayanarak. Her hakkını arayışında aynı zamanda şunu demiş oluyorsun sen: "Bakın bana kötü şeyler yaptılar, bu sizin ahlak anlayışınıza da ters olmalı, o yüzden beni destekleyin".

Bu meseleyi sana somut örnekler üzerinden anlatacağım. Bir konuyu rol model alıyorum ahlak meselesini anlatmak için: Gel şimdi benimle.



Bu ikisi kardeş.



Bunlar da ana-oğul.

Ensest ilişkiyi bizim toplumumuzda konuşman veya tartışman pek mümkün değildir. Sadece gelenekçileri saymıyorum, onların çoğuyla zaten hiçbir şeyi konuşamıyorsun, onları bir geç de, seküler ve şehirli insanımızla da ensesti tartışman mümkün değil. Zira bu tipler "neden enseste karşıyız?" sorusuna daima Koray tipi anlamsız ve kaypak cevaplar verirler, oysa ensest ilişkiye karşı olmak için hiçbir sebepleri yoktur. Koray'ı da nereden uydurduysam amına koyim.

Tüm Koray'ların ortak özelliği olarak bu kaypak arkadaşlar konu ensest olunca hemen götlerinden bir istismar, bir tecavüz, bir taciz uydururlar. Tüm konuyu oraya çekerek "tecavüze ve tacize karşıyım" izlenimi yaratırlar ve iyi bir insan olarak hayatlarına devam ederler. Halbuki buradaki mesele iki insanın özgürce kendi arasında yaşadığı ensest ilişkiye neden karşı olunduğudur. Bak yukarıdaki abi ve ablalara, gayet kendi istekleriyle davranıyorlar ve gayet de keyifleri yerinde.

Yine lafı dolandırma peşinde olan Koray'ın ağzından alayım ben o lafı; bu ikisi üreyip hastalıklı çocuk da doğurmayacaklar diyelim. Yani üremeye karar verirlerse önce genetik testleri yaptıracaklar, hastalıklı çocuk doğma ihtimali varsa da üremeden vazgeçecekler. Sadece zevk için takılacaklar.

Böyle bir durumda anne ile çocuğun, baba ile kızın, veya iki kardeşin arasındaki cinsel ilişkiye karşı çıkmak için tek bir geçerli ve mantıklı sebebiniz yoktur.

O hâlde neden ateistlerin çoğu ensest ilişkiye karşıdır? Zira ahlak anlayışlarının anlamsız olduğunu tam sindirememiş durumdadırlar. Bunun dışında da hiçbir izahı yoktur. Hele hele Türk ateistlerinin ensest ilişkiye karşı gösterdikleri tepki, batılı ateistlerden daha da serttir. Bunun sebebi de Türk ateistinin varoş olmasıdır. Yani müslüman bir aile tarafından yetiştirilip müslüman bir toplumda büyüyen Türk ateistinin ahlak anlayışı, aslında o reddettiği dinden beslenir. Türk ateisti din ile sekülerizm arasında orta yolu bulmaya çalışan, fakat ikisini de sindirememiş, karaktersiz, neresinden bakarsan bak saçma, anlamsız kişisel isteklere ve kaprislere dayanan bir ahlak anlayışına sahiptir. Hele hele "iki yetişkin insanın özgürce yaşadığı ilişki" prensibiyle eşcinselliği de savunan bir insanın, gidip enseste karşı çıkması tam bir mantıksızlık örneğidir. Kişisel kaprislerle belirlenen saçma ahlak anlayışının harika bir örneğidir.

Din olmadan ensest ilişki için "ahlaksız", "kötü" veya "yanlış" deme olanağınız yoktur. Ensest ilişkiden hoşlanmıyor olabilirsiniz, fakat bu sizin ensest ilişkiyi "kötü" olarak tanımlamanız için yeterli değildir. Zira ne ahlak, ne de kötülük kişisel isteklere dayandırılabilecek şeylerdir. Bir başka deyişle; dünya senin sikinin keyfine göre dönmüyor güzel kardeşim.

Bunları dillendirdiğinizde yine kaypakça ve konuyla alakasız cevaplar vermesiyle meşhur ortalama zekalı bir Türk ateistinden şu karşılığı alacaksınızdır: "Ne yani sen müslüman olmasan anana bacına göz mü dikeceksin?"

Ensest tartışmasının döndüğü her yerde bu soruyu soran bir zeka küpü muhakkak çıkar. Ve bu da yine hem konuyu saptırma amaçlı, hem de çelişkilerle dolu bir sorudur. Zira bu soruyu soran kişiyi, normal bir zamanda "insanların kusurlarıyla dalga geçemezsiniz" şeklinde beylik laflar ederken görürsünüz. Ne bileyim kilolu insanlarla, engellilerle veya çirkinlerle dalga geçildiğini gördüklerinde hemen olay yerine damlar ve bunun size yanlış olduğunu bildirirler. Bunu yaparken savundukları ilke de "bir insan, elinde olmadan sahip olduğu bir özellik yüzünden küçümsenemez" ilkesidir, örneğin bir adam elinde olmayan sağlık sorunları yüzünden kilo aldıysa, 200 kilo olsa bile bu adamla dalga geçmek çok yanlıştır. Fakat ne hikmetse kendisi gidip, elinde olmadan bir aile bireyine karşı cinsel arzu hisseden birini küçümsemektedir. Oysa bu arzu da tamamen kişinin kontrolü dışında gerçekleşmiştir. Zira aşk denilen şey insanın elinde değildir. Nasıl ki sen işyerindeki Özge'ye köpek gibi aşık olduysan ve bu senin elinde olmadan gerçekleştiyse, bu adamda da piyango kendi kızına vurmuş ve kendi kızına elinde olmadan aşık olmuştur. O hâlde bu kişiyi "sen anana bacına göz mü dikiyorsun?" diye küçümsemek de yine bir insanın doğasında bulunan ve elinde olmayan bir özelliğiyle dalga geçmektir. "Çirkinlerle, kilolularla, engellilerle dalga geçilemez, ama aile bireyine aşık olanlarla geçilebilir" şeklinde keyfekeder bir ahlak ilkesi mi geliştirdin, hayırdır? Neye dayanarak aşağılıyorsun bu insanı? İkincisi ise, diyelim ki sahiden adam sırf müslüman olduğu için içindeki bu arzuyu bastırmakta ve kızına karşı kendisini frenlemektedir. Bu durumda bu adamın yaptığı şey küçümsenmek bir kenara, aksine takdir edilmelidir. Zira adam sırf sahip olduğu Allah inancı yüzünden içindeki o büyük arzuyu frenleyip, çirkin gördüğü isteklerine "özgür iradesiyle" fren koymuştur. Bu kesinlikle bir başarıdır. Zira adamın sorumlu tutulduğu mesele içindeki istemsiz arzular değil, yaptığı/yapmadığı eylemlerdir.

Ahlakı hiçbir yere dayandırması mümkün olmayan Koray'ın bir diğer karşı atağı da şu olacaktır: "Adem'in çocukları da ensestle çoğaldı, sen ne hakla benim ensesti yanlış bulamayacak olmamı kötülüyorsun?"

Ya o kadar başarılı bir örnek seçmişim ki şu ahlak meselesini özetlemek için, kendimi bir kez daha tebrik ediyorum anasını satayım ehehe.

Öncelikle Adem'in çocuklarının nasıl çoğaldığına dair bir bilgi Kuran'da yok, yani Adem ve eşi hayattayken yanlarında başka insanlar da olmuş olabilir. Fakat biz yine de Adem'in çocuklarının kendi aralarında birleştiği ihtimalini gerçek olarak alalım, zira konu en güzel bu senaryo üzerinden anlaşılacak. Yani diyelim ki Adem'in çocukları yeryüzündeki tek insanlardı ve ensest ilişki ile çoğaldılar.

Peki ensest ilişkinin "günah" olduğunu bildiren ne? Allah.

E o halde burada tartışacak mesele ne?

Biz zaten ensest ilişkinin Allah ve onun insanlara gönderdiği emirler olmadan "yanlış" olarak tanımlanamayacağını söylüyoruz. Yani bir müslümanın ensest ilişkinin yanlış olduğunu söylemedeki dayanağı kendi kişisel kaprisleri değil, Allah'ın gönderdiği dinde onu yanlış olarak tanımlamış olmasıdır. Adem'in çocukları yer yüzündeki tek insan topluluğuysa ve onların üremelerinin gerekliliği için ensest ilişkinin yanlış olduğu bildirilmediyse, o halde böyle bir durumda onlar için ensest ilişkinin yanlış olduğunu söylemek için hiçbir dayanağımız yoktur. Tıpkı bugün herhangi bir kutsal kitaba inanmayan Koray'ın, ensest ilişkiyi yanlış olarak tanımlamak için elinde hiçbir dayanağının olmaması gibi.

"Ya bırak şimdi, içten içe ensestin yanlış olduğunu sen de biliyorsun, buna yanlış demek için dine ihtiyacımız yok" minvalinde bir düşünce geliştirmiş olabilirsin. Mesele benim ensesti yanlış olarak bulmam veya "içten içe" yanlış olduğunu hissetmem değil, din olmadan ensesti (ve aslında diğer tüm kötülükleri) yanlış olarak nitelendiremeyecek olmam. Allah insanları gönderdiği dine uygun bir fıtratta yaratıyor, misal Westermarck Etkisi denen olaya göre insan, beraber büyüdüğü diğer insanları cinsel olarak çekici bulmama eğilimindedir. Fakat sırf bu Westermarck etkisi bende işe yaradı diye, yani sırf ben kendi aile bireylerimi cinsel olarak çekici bulmuyorum diye, bu eylemi herkes adına yanlış olarak nitelendiremem. Sarışınlardan hoşlanmayan bir insanın "sarışınları sevmek kötü bir şeydir" demesi kadar anlamsız ve keyfekeder bir bok olurdu bu.

Ensest örneğini biraz daha açalım, gel gel sikip atacam yoksa senin o saçmalıklar üzerine kurulu hayat anlayışını.



Haberin başlığı "Babamdan hamileyim ve birbirimize çok aşığız". Birkaç sene evvel epey gündemdeydi bu mevzu, bu baba-kız aralarında "Genetik Cinsel Çekim" olduğunu iddia etmişlerdi.

Genetik cinsel çekim de, bazı aile bireylerinin yetişkinlik çağında birbirlerine cinsel istek duyabileceklerini ileri süren bir tez işte. Eğer sekülerizmi ve dinin gereksizliğini savunanlar ikiyüzlü olmayı bırakıp samimi davranmayı seçerlerse, veya televizyonun, internet'in, ünlülerin etkisi altında büyüyen nesiller yeterli çoğunluğu sağlarlarsa, yakın bir tarihte bu "genetik cinsel çekim" ensest ilişkinin normalleştirilmesi için baya konuşulan bir konu olacak. Şimdilik eşcinsellik bile anca kabul ettiriliyor topluma, daha bunlara sıra var.

Genetik cinsel çekim, ensest ilişkinin mantıklı olduğunu insanlara kabul ettirme amaçlı gereksiz bir rasyonalize çabasıdır. Oysa bu insanların sadece "arkadaşım, bizim canımız bunu istiyor" demeleri yeterlidir, hiç de öyle zorlama mantıklı buldurma çabalarına gerek olmaması lazım. Aynı durum eçcinseller için de geçerlidir.

Misal eşcinselliğin rasyonalize edilme çabalarından en kabul görenlerini sayayım. Herhalde en popüler olanı ve duymaktan artık size gına getireni, eşcinselliğin doğada var olmasıdır. Doğada tecavüz, hırsızlık, cinayet gibi şu an hemen hemen herkes tarafından suç kabul edilen şeylerin varlığına rağmen, eşcinselliğin doğada da var olduğu için yanlış bir şey olmadığı kabul ettirilmeye çalışılıyor.  Kaldı ki insanoğlu var olduğu günden bu yana doğaya karşı mücadele içinde olmuştur. Doğada var olan tüm felaketlere ve zorluklara karşı bir tavır almıştır. Bir şeyin doğada var olması ne zamandan beri insanların gözünde kabul gören bir "normallik" kriteri oldu ki? Eşcinsellerin bu gibi tutarsız rasyonalize çabalarına ihtiyacı yoktur. Yapmaları gereken tek şey "ben bunu istiyorum" demektir. Gelelim eşcinselliğin bir diğer rasyonalize edilme çabasına... Ölümden sonra yok oluşa inanan seküler insanın ağzına pelesenk ettiği bir laf vardır; "insanın hayat amacı üremek ve soyun devamını sağlamaktır" diye. Bu zaten asla bireysel bir hayat amacı olamaz, yani ben ölüp yok olduktan sonra sikimde olmaz insan soyunun devamlılığı, bu ancak kolektivist zihnin sahip olabileceği türden yalancı bir hayat amacıdır. Gelgelelim mesele bu da değil, mesele soyun devamlılığını hayat amacı olarak gören insanların eşcinselliği savunmasındaki çelişki ve bu çelişkiye karşı "eşcinsellerin evlat edinme yoluyla soyun devamlılığına katkı sağlamaları" gibi zorlama tezler geliştirmeleri. Eşcinsellerin evlat edinme yoluyla nüfusu besleyip kalkındırdığı hiçbir medeniyet örneği olmasa da böylesi zorlama bir rasyonalize çabasına başvuruluyor. Dediğim gibi, tüm bu kesin olmayan ve tutarsız olmaya mahkûm argümanların hiçbirine gerek yok, eşcinsellerin tek yapması gereken "ben bunu istiyorum" demektir.

Tıpkı ensest ilişki isteyenlerin gelecekte "genetik cinsel çekim" gibi zorlama rasyonalize çabalarına
girecek olmalarının gereksiz olması gibi... Onların da tek yapması gereken "ben bunu istiyorum, arzularım bu yönde" demektir. Zira tüm mesele bunları arzuluyor olmanızdan kaynaklanıyor. Önce arzuluyorsunuz, sonra bunları normalleştirmek için mantıklı olduğunu iddia ettiğiniz sebepler uyduruyorsunuz.

Oysa din olmadan mantıklı ve anlamlı bir ahlak sisteminin kurulması mümkün değildir. Din olmadan kurulmaya çalışılan her ahlak sistemi, kişisel istekler üzerine kurulu olacaktır. Dinden bağımsız bir ahlak felsefesi üretmeye çalışan her filozof kendi kişisel istekleri üzerine bir etik uydurmuştur, dinden bağımsız bir ahlak üretmeye çalışan her toplum da yine kendi alışkanlıklarını (yani yine isteklerini) genel geçer ahlak kurallarıymışçasına dayatmıştır. Oysa sonunda yok oluş bulunan bir dünya hayatında, insanların belirlediği ahlak kurallarına uyulması için "sosyal fayda" dışında hiçbir mantıklı sebep yoktur. Yani toplumdan dışlanmama, beğenilme, itibar görme ve yaptığınız ahlaklı davranışlar karşılığında toplumdaki diğer kişilerin de size nispeten ahlaklı davranacak olmaları gibi sağlayacağınız sosyal faydalar vardır. Fakat bu gibi sosyal faydaları, toplumun ahlak kurallarına uymak için yeterli bulmayanları cezalandırmak için hiçbir mantıklı sebebiniz yoktur. Şu an "ağır suç" gözüyle baktığınız eylemleri yapanlara karşı bile bir yaptırım uygulama hakkına sahip değilsiniz. "Ne alakası var, ben kimseyi gidip zorlamıyorum" demeniz hem yalandır, hem de yüzeysel bir rasyonalize çabasıdır. Zira siz ahlak kurallarınızı çoktan kişisel arzu ve isteklerinize göre şekillendirdiniz ve insanları sosyal fayda sağlamaları için sizin kendi isteklerinizden oluşan o ahlak kurallarına uymak zorunda bıraktınız. Böyle bir durumda iddia etmiş olduğunuz "baskıcı olmama, zorlayıcı olmama" tavrı sadece samimiyetsiz bir yalandan ibaret kalacaktır.

Ahlaklı davranmak için elindeki tek sebebi sosyal fayda olan insanlar; "bu sosyal faydadan yararlanmak" ve "kendi arzularının peşinden koşmak" seçenekleri arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılmışlardır. Ya topluma uyup sosyal faydadan yararlanacaklardır, ya da kendi arzularını uygulayacaklardır. Öte yandan sosyal fayda sağlanması için uyulması gereken ahlak kurallarını götlerinden uyduranlar, hem o sosyal faydadan sağlanmaktadırlar, hem de toplumdaki yerleşik ahlak anlayışını kendi kaprislerine göre oluşturdukları için arzularının peşinden koşabilmektedirler. Böyle bir durumda size boyun eğmek yerine kendi arzularının peşinden koşanları yargılamak ve onlara "kötü" demek için hiçbir sebebiniz yoktur, hatta bu insanların isyan etmek için ellerinde çok iyi sebepler vardır.

Siz kendi arzularınızın peşinden koşuyorsanız, güç isteyen, vahşet isteyen, kaos isteyen insanlar da kendi arzularının peşinden koşabilmelidirler. Bu insanlara bu hakkı tanımamak ve yaptıklarının "yanlış" olduğunu iddia etmek için hiçbir "anlamlı" sebep yoktur ortada.

Dikkatinizi çektiysem hep "neden" sorusu üzerinde duruyorum, "nasıl" değil. Yoksa din olmadan da belirli kalıplar içinde "ahlaklı" davranabilirsiniz. Dininiz olmasa da bir toplumun veya bir dinin belirlediği ahlaka uygun davranışlar gösterebilirsiniz. Hele hele empati kurmak, gayet başarılı bir ahlaklı olabilme yoludur. Fakat empati kurma, "neden ahlaklı olmalıyım" sorusunun değil, "nasıl ahlaklı olabilirim" sorusunun cevabıdır. Empati kurmanın "neden?" sorusuna cevap verebilmesi için karma felsefesine inanmanız (yani bu insana yaptığım kötülük muhakkak benim de başıma gelecek) veya bunun gibi birtakım sikimsonik mistik yollara başvurmanız gerekmektedir.

Ahlakı temellendirmesi hiçbir şekilde mümkün olmayan ateist bir topluluğun "ben haksızlığa uğradım, çünkü şu yüzden" şeklinde uğradığı haksızlığı temellendirmeye çalışarak bir hak mücadelesine girişmesi tamamen anlamsızdır. Hakkını savunan ve neden haklı olduğunu ispatlamaya çalışan ateistlerin birbirleriyle olan mücadelesi, birbirlerine nükleer füzeler ile saldıran iki ülkenin savaşından farklı değildir, zira ikisi de sadece "daha güçlü" konuma gelmek için uğraşıyordur. Ortada bir anlam falan yoktur.

Şimdi bizim Nietzsche'ye geri dönelim. Bu abi de aynen bu yolu izleyerek "bırakın güçlüler istediklerini yapsın" demiştir. Zaten ortada hiçbir şekilde temellendirilmesi mümkün olmayan saçma ahlaki davranışlar varsa, o halde güçlülerin bu saçma ahlaki mücadeleye girip vakit kaybetmeleri için hiçbir sebep olmamalıdır. Ve güçlülerin amaçlarına daha kolay ulaşmaları gerekir, neden bunu engelleyelim ki? Nietzsche sosyal darwinizm ile hemen hemen aynı şeyleri söyler ve sosyal darwinizme karşı çıktığı kısım şudur: Doğa her zaman güçlü olanı ayakta tutmaz, bazen zayıfları da korur. Bizim "en uygun olanı" değil, "en güçlü olanı" desteklememiz gerekir.

Misal Nazizm, Nietzsche'den epey etkilenmiştir. Elbette Nietzche'nin "üst insan" ile kastettiği Almanlar falan değildi. Bu abi üstünlüğü millette veya ırkta aramıyordu, Naziler sadece bu kısımda bir değişikliğe giderek kendi Aryan ırklarını yücelttiler. Fakat Nazilerin yaptığını, tüm dünyadan çıkan ve bir şekilde bir araya gelen "üst insan ordusu" yapmış olsaydı, Nietzsche'nin tam olarak öğütlediği şeyi yapmış olacaklardı.

Eğer herkes kendi kişisel arzularını ahlak diye dayatıyorsa, öyleyse bu üst insanların da kendi arzularının peşinden koşmamaları için hiçbir sebep yoktur, hangi gerekçe ile karşı çıkacaksın ki?

Bu insanlara karşı çıkmak için hiçbir anlamlı sebebiniz yoktur.

Misal varoluşçuğun babalarından Bertrand Russell da yıkımlara, cinayetlere veya "kötülük" olarak algıladığımız şeylere karşı çıkmak için elimizde hiçbir "anlamlı" neden olmadığını söylemiştir. Fakat aynı Bertrand Russell hayatının büyük bölümünde savaş karşıtlığı yapmış, hatta bu savaş karşıtı tutumu nedeniyle hapis bile yatmış bir kişidir. Bertrand Russell bu yaptıklarının hiçbir anlamlı temeli olmadığını biliyordu, fakat yine de içinde var olan "vicdanın" peşinden koştu. Dediğim gibi, din olmadan ahlaklı davranışlar sergileyebilirsiniz, fakat gösterdiğiniz ahlaklı davranışların hiçbir anlamlı dayanağı yoktur.

Dini konunun dışında tutarsak bir insanın, hiç tanımadığı zayıf insanların hakkınıı savunmak için uğraşması mantıksız ve duygusal isteklerdir.

Bir müslüman için ise bunun açıklaması şudur: "O halde sen yüzünü bir hanif olarak dine, Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar." [2]

İçinizde var olan bu fıtrat öyle güçlüdür ki, size "anlamsız" bulduğunuz hareketleri bile yaptırabilir. Sizi adeta radyasyondan koşarak kaçmaya çalışan hademeye çevirir.

Din, kötü olduğunu fıtraten bildiğin bir şeye, mantıklı bir temelde "kötü" diyebilmen için gerekli olan tek eksik parçadır. Ve din, bu evrende size "mantıklı" olabilme imkânı sunan tek yoldur. Ve gayet de farkındasın ki tamamen arzularının, kaprislerinin peşinden koşan insanlar sebebiyle, insanoğlunun hayattaki tek "mantıklı" olabilme yolu devre dışı bırakılıyor. Şimdi sen ya kendi isteklerini "doğru" diye dayatan ve bunu yapmak için hiçbir "mantıklı" sebebi olmayan insanlara boyun eğerek onlardan birtakım sosyal faydalar sağlayacaksın, ya da gerçek kişisel çıkarını düşünerek "mantıklı" bir canlı olabilmek için izlemen gereken tek yolu izleyeceksin.

Mesela ben burada kendimce bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Bazen kafama eseni yazıyorum, ama bazen de oturup gece gündüz çalışıp araştırma yazısı yazıyorum ve kendimce müslüman olmaya, Allah'ın rızasını kazanmaya çalışıyorum. Ama ne hikmetse bunları yaparken de ana avrat küfürler ediyorum. Bu yaptığım bir tutarsızlık mıdır? Evet dibine kadar tutarsızlıktır.

Tıpkı "dine gerek yok" deyip uğradığın haksızlıkları mantıklı bir şekilde anlatmaya çalışman gibi bir tutarsızlık.

Tıpkı dine "eskilerin masalları" diyen ve her fırsatta "mantıklı, rasyonel" insan olduğunu dile getiren senin, daha sonra yalnız kaldığı anlarda bile ister istemez iyilik yapmaya çalışması gibi bir tutarsızlık.

Şimdi tekrar soruyorum, biz neden yaşıyoruz?

Allah ve ahiret olmadan bu soruya "mantıklı" bir cevap verilmesi mümkün değil. Ve hatta "iyi", "kötü", "doğru", "yanlış" gibi şeylerin varlığı da sadece Allah ve ahiret ile mümkündür.

Selam ve sevgilerimle.



Dipnot:
1- Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, Üçüncü Bölüm, Nekahetteki.
2- Kuran-ı Kerim, Rum Suresi 30.