Okunması şart makaleler:

Tasavvuf ve Tarikatlardan Yeni Dünya Dinine: Bölüm 1 ve Bölüm 2
Komünizm, Kızıl Devrim, Sovyetler Birliği ve Şirketler
İnsan, Din ve Kuran
Bu da amme hizmeti: Okunması Gereken Kitaplar Listesi

Bir Başka Din: Tasavvuf kitabı çıktı; internet'ten sipariş etmek için kitapyurdu link'i.

YENİ: Youtube'daki hodor hodor konuşmalarım için buradan alalım.

9 Eylül 2017 Cumartesi

Hadisler Olmadan Nasıl Namaz Kılacağız?

Kaynataya selamlar.

Allah nasip ederse mezhep ve hadis konulu uzun bir yazı yazmak istiyorum, tabi hazırlığı çok uzun sürecek, şimdilik ezber bir şekilde çok sık sorulan "Hadisler olmadan nasıl namaz kılacağız" sorusuna dair kısa ama öz bir tespitimi paylaşmakla yetinecem.

Esas soru hadisler olmadan namazın nasıl kılınacağı değildir, esas soru, hadisler varken namazın nasıl kılınacağıdır. Nasılını izah edeyim;

Namaz hadislerine göre kombinasyon hesabıyla on binlerce (muhtemelen daha da fazla) farklı namaz çeşidi yaratmak mümkün. "Resulü şöyle yaparken gördüm" ve "Hayır ben de resulü böyle yaparken gördüm" gibi birbiriyle zıt olan ya da namaza hariçten yeni bir kural ekleyen rivayetleri ve bu namaz hadislerinin sayıca epey fazla oluşunu göz önünde bulundurursak yaratabileceğimiz farklı namaz sayısını varın siz düşünün. Her mezhebin namazında farklılık olması da bu sebeptendir. Her mezhepten Müslümanın katıldığı Hac'da kılınan namazlarda da insanların kıyamdaki duruşlarında veya rükuya eğilirken yaptıkları el hareketlerinde bu farkları görsel olarak toplu şekilde fark edebilirsiniz (namaz içinde okunan dualar, nerede tekbir getirileceği, kaç rekat namaz kılınacağı vb gibi hususlar da var tabi, fakat ben sadece Hacdaki görsel şölenden bahsediyorum ehehe).

Peki bu kadar farklı namaz hadisi ve rivayeti arasından, mezhepler neye göre doğru namaz şeklinin kendilerininki olduğuna hükmetmişler? "Bu güvenilir adamdır, bunun naklini doğru kabul edelim" diyerek o rivayeti nakleden kişiye göre karar verilmesi sahih hadislerin seçimindeki yöntemlerden biridir, zira hadislerin sahih kabul edilmesinde ravinin kişiliği ve insanlar arasındaki namı önemlidir. Hatta en güvenilir hadisçi kabul edilen Buhari, Hanefi mezhebine ismini veren Ebu Hanefi'den (İmam-ı Azam) bir sapık olduğu gerekçesiyle hadis kabul etmemiştir (Evet Hanefi mezhebinin en güvenilir hadisçisi, mezhebin kurucusu için sapık der). "Bu güvenilir adamdır, akıllı adamdır" ya da "bu adam güvenilmezdir" gibi son derece göreli özelliklerin bir raviye atfedilmesinde de muhakkak dini görüşçe veya siyaseten ulemaya olan yakınlığı ya da muhalifliği etkili olur, hele hele kabile kültüründen geldiği için akrabalığa dayalı insan ilişkilerine çok önem veren Araplar arasında...

Kısacası, namazı hadislerden öğrenmedik. Sahih olan tüm hadisleri doğru kabul ederek namaz kılmak mümkün değildir (kıyamdayken ellerini aynı anda hem göğsünde birleştiren, hem göbeğinde birleştiren, hem de ellerini sadece olduğu gibi yanlara salabilen mümin bir ahtapot varsa orasını bilemem).

Hadislerden "usul" adı altında her ne kadar kendilerince uzun uğraşlar verseler de en nihayetinde "keyfekeder" seçimler sonucu her mezhep kendine bir namaz şekli belirledi.

Kuran, namazın farzlarını A'sından Z'sine kadar belirler ki Kuran'da olmayan şey zaten farz değildir. Allah "zina yapmayın" dediğinde hiç kimse zinanın ne olduğunu anlamak için falanca kaynağa başvurmaz, zinanın ne olduğunu zaten bilir. Fakat nedense Allah "kıyamda durun" dediğinde tüm millet "Allah Allaaaah, kıyam da ne ola ki, peki ellerimizi napacağuk, ayaklarımız kaç santim aralık olsun" diye tıpkı Bakara suresinde bahsi geçen lüzumsuz detaylarda kaybolan Yahudilerin yaptığını yapar. "Allah'ın huzurunda kıyamda dur" demiş di mi sana Kuran, ayakta dur işte, aklı başında insan pişmiş aşa su katmaz.

Hadis çöplüğünü karıştırıp o kadar namaz şekli belirleyen fakat aynı hassasiyeti nedense Kuran'daki namaz ayetleri için göstermeyenlerin bilgisine...

Kaynataya selam.

Not: Kuran ayetlerine göre namazın nasıl kılınacağı burada anlatılıyor, farzlara uyduktan sonra gerisi hikaye.


2 Eylül 2017 Cumartesi

İslam'da Çocuk Evliliği Var Mı?

Selam kaynatasına uçan tekme attıklarım.

Şimdiye kadar işittiğim ateist argümanlar arasında "en başarılı şekilde gelenekçi mezhepçilerle işbirliği yapma" Oscar'ını Talak suresi 4. ayette pedofili olduğunu söyleyen yalana veriyorum.

Kısa bir özet geçeyim: İslam'da boşanan bir kadın, yeniden evlenmek için kısa bir iddet süresi bekler. Yani mantıken bu bekleme süresinin, kadının hamile kalması durumunda çocuğun kimden olduğunun belirlenmesi için getirildiği ortada. Bence bir de muta nikahı denilen saçmalığın önüne geçmek için de var bu kural, yoksa Şia mantığıyla bir kadın "hop senle evlendim, senle seviştim, şimdi senden boşanıyorum, sıradaki gelsin hemen onunla da evlenip sevişecem" şeklinde fuhuş da yapabilir olurdu.

Neyse, kadınların medeni hallerine göre bu iddet süreleri farklılık gösterir: Eşinden boşanan kadın yeniden evlenmek için üç kez regl olmayı bekler (2/228), eğer kadının eşi ölmüşse dört ay on gün bekler (2/234), hamile olan kadın da doğum yapmayı bekler (65/4). Bu süreden sonra da başkasıyla evlenebilir. Geriye de menapoza girmiş ya da amenore olduğu için adet göremeyen, görmüş olsa da belli belirsiz zamanlarda adeti kesilen kadınlarla ilgili hüküm kalıyor. Bu kadınlar boşanırsa doğal olarak normal kadınlar gibi üç kere regl olmayı bekleyecek değiller, zira kimisi menapoz, kimisi de hastalık sebebiyle regl olamıyor yahut olsa da belirli belirsiz dönemlerde adeti kesildiği için regl dönemi üzerine hesap yapılması güvenilirlik teşkil etmiyor. Bu kadınlarla ilgili hüküm de yine Talak 4'te şöyle geçiyor: "Adetten kesilen kadınlarınızın iddet bekleme sürelerinde kuşkuya düşerseniz, onların iddetleri üç aydır. Adet görmeyen kadınların süreleri de böyledir. ..."

Fakat adam geliyor, "adet görmeyen kadın" ifadesini "HENÜZ adet görmemiş" diye deforme ediyor. Bunu yaparkenki mantığı da şu: "Ya burada adet görmeyen kadından bahsediliyor, o zaman bunlar çocuk olmalı. AHA O ZAMAN İSLAM'DA ÇOCUKLARLA EVLİLİK VAR"

Fakat bu çarpıtmanın tillahını günümüz ateistleri değil, zamanın mezhepçi gelenekçileri yapıyor, yüzlerce yıl boyunca da yaptılar. Zira eski tefsirlerde ve günümüzdeki bile birçok mealde burada "HENÜZ adet görmemiş" kadınlardan (ne kadını lan, çocuk) bahsedildiği yazıyor.

Malumunuz kimi kaynaklarda Ayşe, peygamberimizle 6 yaşındayken, kiminde 9 yaşındayken, kiminde ise henüz portakalda vitaminken evleniyor (portakal olayını ben uydurdum, güzel de oldu ehe). Çoluk çocuğu köle edip, onların ırzına geçen adamlar bunu gerekçelendirmek ve meşrulaştırmak için peygambere mal etmekten kaçınmadıkları gibi, Kuran'da buna izin veren bir ifade uydurmaktan da kaçınmıyor.

Ayetin orijinalinde hiçbir şekilde olmayan "HENÜZ" kelimesini oraya ekleyenlerin yanlış yaptığını söylediğinde de, gelenekçi-ateist ittifakı şu meşhur sözle sana karşı geliyor: "Yüzlerce yıldır herkes yanıldı da doğrusunu bir sen mi bildin?"

Artık gına getiren bu soruya şöyle cevap veriyorum:



Son olarak gelelim İslam'da evlilik yaşının ne olduğuna. Erginlik çağıdır, bu kadar basit.

"Yetimleri, nikâh çağına gelmelerine kadar gözetleyip deneyin. O zaman onlarda içinize sinecek bir olgunluk ve erginlik görürseniz, mallarını onlara geri verin ..." (4/6)

Bunun üzerine söylenecek her laf pişmiş aşa su katmaktır, erginlik/rüşt denmiş, bitti gitti. Benim şu son söyleyeceklerim de boş lakırdı olacak da, günümüzde 18 yaşın kutsallığına inandığımız için birkaç kelam etmek istiyorum.

Elbette günümüzdeki birçok toplumda olduğu gibi 18 (bazen 16) yaş gibi bir sınır Kuran'da yok. Erkek yahut kadın ayırmaksızın, erginliğe eriştiğini gözlediğin insanların evlenmesine izin verebiliyorsun Kuran'a göre. Biz insanoğlu işleri kolaylaştırmak için evlilikten araba ehliyeti iznine, uyuşturucu madde kullanımından silah ruhsatı taşımaya kadar fiks bir taban yaş sınırı belirleyip herkesi aynı yasalara tabi tutuyoruz. Hatta siyasi yahut keyfi nedenlerle saçma yasalar da belirleyebiliyoruz, malumunuz ABD'de silahlanma konusu yıllardır tartışılır durur. Olay o kadar saçma bir halde ki alkol alma yaşının 21 olduğu bir eyalette 16 yaşındaki insanlar yasal olarak ruhsatlı silah taşıyabiliyorlar.

Velhasılı kelam her toplumun ve dönemin sosyal koşulları farklı. Hatta her insanın gelişimi ve olgunlaşma süreci de farklı ki olgunlaşma dediğin şeyin de zamanla tükenen bir sınırı yok. Roma İmparatorluğunda kızların evlilik yaşı 12'ye kadar düşebiliyordu, genel kanıya göre ise ortalama evlilik yaşı 16'ydı ki ortalamanın 16 oluşu, doğal olarak Roma'da 16 yaşından küçük kızların da evlendiği bilgisini bize veriyor. Erginlik çağı denmiş işte, tutup da regl olmayan kızını evlendiriyorsan o senin manyaklığın. Benim çocuğum olsa şahsen değil 18, şöyle bir 25'e kadar evlendirmem bu sosyal düzen içerisinde, zira şu anki sosyal koşullar "benim açımdan" bunu gerektiriyor. Fakat aynı ben Roma'da yahut Azteklerin arasında yaşasaydım, 16 yaşına gelmiş çocuğumun gözünün içine bakıyor olabilirdim "Evlen artık lan" diye. 

Yani insanoğlu olarak kalabalık bir nüfus içerisinde, toplu halde yaşadığımız için, işleri kolaylaştırmak maksadıyla rüşt sahibi olma gerektiren konularda bir taban yaş sınırı belirliyor ve istisnasız herkesi aynı yasalara tabi tutuyoruz. Ardından da bu herkes için geçerli olan minimum yaşın kutsallığına inanıyoruz. Oysa bu, pratik ve kolaycı bir yöntem olmasının kaçınılmaz sonucu olarak tek tek bireylere inildiğinde gayet de haksızlık yaratan bir durum. Misal ben olsam benim gibi dengesiz bir salağın eline kazık kadar olsa bile silah vermem ama yasalar buna izin veriyor. Fakat erken büyümüş köy çocuğu Mehmet belki de 15 yaşında bu hakka sahip olmalıdır.

Sonuç olarak İslam'da çocuk evliliği falan yok, kıçınızdan medeni kanun uydurmayın.