Okunması şart makaleler:

Tasavvuf ve Tarikatlardan Yeni Dünya Dinine: Bölüm 1 ve Bölüm 2
Komünizm, Kızıl Devrim, Sovyetler Birliği ve Şirketler
İnsan, Din ve Kuran
Bu da amme hizmeti: Okunması Gereken Kitaplar Listesi

Bir Başka Din: Tasavvuf kitabı çıktı; internet'ten sipariş etmek için kitapyurdu link'i.

YENİ: Youtube'daki hodor hodor konuşmalarım için buradan alalım.

19 Şubat 2017 Pazar

Tuzsuz

Selam.

Muhabbet etme vaktim gelmiş. Konuşmak istiyorum ama öyle pek mühim şeylerden bahsetmeyeceğim, zaten söyleyeceklerimi bir gün öleceğini bilmenin verdiği güçle yaşayabilen çok az kişi dışında da kimse anlamayacak. Olsun.

İnsanların büyük çoğunluğu ölümsüz olmak istiyormuş, ben bunu daha yeni fark ettim. Yani cennette veya çok mutlu olabileceğin bir hayatta ölümsüzlük değil, baya baya bu dünyada ölümsüz olmak istiyormuş insanlar. Ben bir asırdan kısa sürecek ömrüme katlanamıyorum, göğsüm daraldığında "neyse lan, ölüm var" deyip rahatlıyorum. Bunun verdiği moralle biraz olsun hayata bağlanıp, bunun verdiği güçle hayatta kalabiliyorum. Bu dünyada ölümsüz olmayı istemek çok uzak bir şey bana. Acının olduğu yerde ölüm kurtuluştur lan.

20 yaşım hayatımın dönüm noktası oldu benim, görünürde hiç de mühim bir şey olmamıştı hayatımda ama ilk defa 20 yaşımda insanları sevememeye, onları gereksiz görmeye başladım. İnsanlara düşmanlık da beslemedim, sadece gereksiz görmeye başladım onları. Bu hiç sağlıklı bir şey değil, neden diye soracak olursan, çünkü insanız amına koyim. Yıllar geçti, insanları ve dışarıyı gereksiz görüşümün şiddeti yavaş yavaş arttı, artık epey bir zirvede diyebilirim.

İnsanları sevemeyince şunlar baş gösterir oluyor: Yılgınlık, umursamazlık, harekete geçmeye değer görememe, tatsızlık, tuzsuzluk.

Uzun süredir sadece Allah var diye yaşıyorum, her inançlı insanın da "ilk" yaşama ve mücadele etme sebebi bu olmalı, ama "tek" sebebin bu olması sağlıklı bir şey değil. Başka insanları ilk sıraya koymaktan daha sağlıklı bir şey olsa da, en nihayetinde yine çok sağlıksız. İnsanım, diğer insanlar 20 yaşımdan önce benim için motivasyondu. İnsanız, birbirimizin motivasyonuyuz. Lakin insanları böcek gibi görmeye başladığında en önemli motivasyonlarından birini kaybediyorsun. İnsanları sadece Allah'ın rızası için iyi davranılması ve kalpleri kırılmaması gereken varlıklar olarak görmeye başlayınca, bazı şeyleri hayata geçirmekte, kendin harekete geçmekte çok zorlanıyorsun. Zira önemli bir motivasyonun elinden gidiyor.

Kant'ın deontolojisini pek doğru bulmam, bana yüzeysel ve yetersiz gelir ama esasen Allah'ı devre dışında bırakarak bundan daha başarılı bir ahlak anlayışı oluşturmak da mümkün değildir. Her neyse esas konuya geleyim, Kant'ta iyiliği menfaat için değil sadece görev olduğu için yapmak vardır. Bu menfaat ilk aklınıza gelen somut çıkarlar olmak zorunda değildir, örneğin hasta olan bir arkadaşını hastanede ziyarete gittiysen ve bunu onu sevdiğin için, kendini bunu yapmakla iyi hissettiğin için yapıyorsan hareketin erdemsizdir. Kant'a göre asıl erdemli olan, o ziyareti sırf görev olduğu için yapmaktır. Tipik Alman disiplini işte. Kant burada şöyle eleştirilir, kendini hastanın yerine koy, seni ziyarete gelen insanların bunu bir görev olarak algıladıkları için yapmalarını mı istersin, yoksa seni sevdikleri için yanında olmalarını mı? Tabi ki sevildiğini hissetmek istersin. Hatta başıma herhangi bir şey geldiğinde sırf vazifesini yerine getirmek için bana yapmacık yapmacık "başın sağ olsun, geçmiş olsun, hayırlı olsun" vb diyen insanlara kıl olurum. Gel gelelim sırf görev olduğu için bir şeyleri yapmakta da büyük bir motivasyonsuzluk çekersin halihazırda.

Benzer bir şekilde, ben de insanları sevmekte zorlandığımdan, hatta baya baya insanlardan nefret eder hale geldiğimden beri müthiş bir motivasyonsuzluk ve yılgınlık hissediyorum.

Medeniyet dersi veren şık giyimli tipleri gördüğümde, hayalimde o insanı 19. yüzyıl Güney ABD'sine varlıklı bir ailenin çocuğu olarak ışınlıyorum ve onu onlarca kölesi olan bir kodaman olarak görüyorum. İnandığı dini ya da dinsizliği boş sözlerle ama büyük bir iştahla savunan bir insanı derhal 10. yüzyıl Avrupa'sına ışınlıyorum, karşımda derebeyine ve kiliseye itaatte kusur etmeyen bir Katolik görüyorum. Kadınların kendilerini pazarlayan ama aslında hiç de kendini pazarlama gibi bir amacı yokmuş intibası yaratmaya çalıştıkları hareketlerini görünce, gözümün önüne erkeğine kur yapıp ona sürtünen, kendini yerden yere atıp çiftleşme dansı yapan bir dişi hayvan geliyor, aralarında zerre fark göremiyorum.

La ben böyle görmek istemiyorum hayatı. Sağlıklı değil. Hayatta kalmam ve hayat standartlarım için çabalamam zorlaşıyor. İnsanım ben, motivasyona ihtiyacım var. Sadece amaca değil, amaçtan sonra gelen ikincil arzulara da ihtiyacım var. La ben o arzulara ihtiyaç duyuyorum. Ben mutlu olmak istiyorum amına koyim.

O kadar motivasyonsuzum ki, binlerce cümle geçiyor aklımdan ama yazmaya gerek görmüyorum.

İnsanlardan fayda yok diye kedi sahiplendim. Tam sevgi arsızı bir şey çıktı, beraber uyuyoruz, durup durup kendini sevdiriyor, şimdi de kucağımda zaten. Yaşama sevincim arttı onun sayesinde. Karın tokluğuna sınırsız sevgi veriyor sana, dünyanın en karlı ticareti. Ona bakınca, harbiden diyorum, insanlardan fayda yok. Yok da işte, olsa güzel olurdu, böylesi çok ağır geliyor be oğlum.

Vesileler yarat bana Allah'ım.